Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda
bilgi verirken su ifadeleri kullanir: Kanunî, Muhtesem ve Büyük gibi
ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli
devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik
anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece
Kanunî ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin Büyük sifati ile
adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman
devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en
dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda,
Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve
kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol
açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde
güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari
hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak
olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik
Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan
bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla
hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin
onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu
hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495 ) dogmus olmasi da mânali
sayilmistir.
Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk
kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan Selim'in
vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan bildigi Sultan
Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi. Bu cülûs, Kur'an-i Kerim'in en-Neml
Sûresi'nde Hz. Süleyman'in Belkis'a gönderdigi mektuptan bahs edilirken temas
edilen: O, Süleyman'dandir. Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta)
dir. Bana bas kaldirmayin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)
âyetleri bir fal-i hayr olarak kabul edildi. Gerçekten de Kanunî Sultan
Süleyman, saltanati boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun
döneminde Müslüman Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar
yillarini yasadi.
Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin
fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti,
fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha önce
benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir kemâli
zirvelestirmis bulunuyordu. Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan içlerine,
Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken, Afrika'da Habes,
Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde görünmüs, Akdenizde ise
kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz denizciliginin itibariyle beraber, büyük
küçük bütün adalari çiçek devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak
etmisti.
Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati
altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi ile
Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti ve Venedik
Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur edilmis, Fransa,
Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç kuvvetli sille ile hizaya
getirilmisti.
Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli
Devleti, Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete
sahip bulunuyordu. Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru iki büyük
hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip hakimiyetindeki
topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti. Bu arada Siîlik, adeta
Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir darbe yemisti ki, hâla
ondan kurtulma çabasi içindeydi. Buna karsilik heybetli Memlûk Devleti artik
yeryüzünde mevcud degildi. Bu devletin bütün topraklari ile birlikte Kudüs,
Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti.
Müslüman Türkler, Afrika'nin büyük bir kismina el uzatmislardi. Bu gidisle de
pek yakinda neredeyse bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi. Cezayir'in,
Osmanlilara itaat etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati
Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti. Müslüman Türk nüfuzu, güneyde
Mozambik'e kadar uzaniyordu. Tunus, olgun bir meyve gibi Osmanlilarin eline
düsmeye hazirdi. Kisaca Osmanli Devleti, üç kita üzerinde hâkimiyetini tesis
etmisti. Böylece bir Cihan Devleti haline gelmisti. Bu durum, siyasî, iktisadî
ve askerî bakimdan kendisini rakipsiz bir hale getirmisti. Böylece, Dogu ve
Bati'daki devletlerden hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip
boy ölçüsecek durumda degildi.
Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle
büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan rakipsiz
bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da sahip olmustu.
Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu devirde atilmisti. Bütün bu
müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra, onun yerine geçen oglu Süleyman
devrinin, son derece parlak geçecegini müjdeler nitelikteydi. Nitekim tarihçi
Âli, onu amûd-i neseb-i saltanat itibariyle ve on rakaminin sayi basi
olmasindan dolayi ugurlu saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir
Süleyman ile Emîr Musa'nin da Fetret Döneminde bir müddet Osmanli tahtinda
bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini sahsinda
toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklügüne
bir isaret gibi göstermektedir. Öyle anlasiliyor ki Âli, bu tesbitlerinde pek de
yanilmisa benzememektedir. Zira, Kanunî'nin sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi
ender yetisen bir harp dehâsindan ve bir islahatçidan devr almis olmasiyla
baslar. Öyle ki bir tarafta idare ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina
inzibat altina alinmis, diger taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ
bozguna ugratilarak ülkede istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir
seferleri yüzünden dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son
haddini bulmustu. Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile
isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve
mücessem talii idiler. Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar, Sokollular,
Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla Cemâlîler, Ibn
Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler, Ramazanzâdeler, Bâkiler,
Sinanlar... Bütün bu ve daha önceki idare, siyâset, askerlik, ilim ve irfan
ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de dünya tarihinin en büyük medeniyetini
mihraklandiran Osmanli mucizesi, artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek
sevki ve imani ile en sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da
Istanbul medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu. Osmanlilar, Islâm'dan
aldiklari ilhamla bütün tebeasi için saadet ve mutlulugun kapisi anlamina
gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini öyle emsalsiz
bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki ifadelerle güzel ve o
medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir:
Osmanlilarca sadece Kanunî ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni
bir hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu. Nitekim babasi Yavuz Sultan
Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi uygulamalar,
onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi. Kanunî Sultan Süleyman döneminde
devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklari tesbit edilmisti. Bu
bakimdan herkes kendi yetkisini rahatlikla kullanabiliyordu. Baska birisinin
buna müdahele etmesi pek düsünülmezdi. Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile
devleti yakindan ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü. Mesela sadrazamin
otoritesi yüksek ve kesindi. Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin
islerine müdahele etmezdi. Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad Ibrahim
Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini, hatta kendisi
hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin emirlerinin icra
edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir. Bu sözleri, kismen Ibrahim
Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin hukuk anlayisi ve devlet baskani
ile hükümetin selâhiyet ayriliklari, meydana çikmaktadir.
Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu. Bunun
içindir ki, Ingiltere Krali VIII. Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir
hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti. Bu hey'etin raporu
müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti.
Istanbul medeniyeti... Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve
kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir tilsim, bir
tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten, derinden derine
hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi. Bir macera, bir kivam, bir terkip ve
essiz bir sahlanisti.
Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde
ile yek-vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi
billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici
olmustu. Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta, cemiyette,
ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta, ölümde seyreden,
hükmeyleyen hep bu ruh idi.
Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin,
takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir is
birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini, olmazlari
oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu.
KANUNî SULTAN SÜLEYMAN'IN CÜLUSU VE ILK
ICRAATLARI
Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa
Valisi olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye kadar
da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti. Zira Yavuz Sultan Selim'in
ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden korkuluyordu. Bu sebeple
Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola çikarilmis, bundan sonra da hiç bir
sey olmamis gibi günlük islerin yürütülmesine devam edilmisti. Babasinin ölüm
haberi Sehzâdeyi oldukça sarsmisti. Bununla beraber Süleyman kazaya riza
göstermesini bilmis ve haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul
istikametine dogru yola çikmistir.
Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi. Sultan
Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet merkezinde
saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta kendisine rakib olacak
kardesleri bulunmuyordu. Lütfi Pasa, Sehzâde Süleyman'in, Osmanli tahtina
geçisinden bahs ederken su ifadeleri kullanir: Süleyman, cenk ve cidal olmadan
geçip tahta oturdu. Selim, bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip
ortaligi gülistanlik bir hale getirdikten sonra göçüp gitti. Süleyman da zahmet
çekmeden o bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde
devsirdi. Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis oluyordu. Onun,
30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun duyurulmasi için her tarafa
ulaklarla hükümler gönderilmisti. Cülûsunun ertesi günü Selim'in cenazesi de
Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Fâtih Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza
Sarayi denilen yerde defn edildi. Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin
temellerini attirdigi ve fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun
adina bir câmi ve imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi.
Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera,
ümera, dergâh-i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her
birinin dirliklerini artirmistir. Bu arada hemen her gün akd edilen divanlarla
memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti. Divanda alinan kararlar mucibince
liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi mahlûl bulunan mansiblara da
yeni tayinler yapilmistir. Öbür taraftan, Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan
ipek ticaretinin men'i hakkindaki kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin
zaptedilmis bulunan mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden
külliyetli miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir.
Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim
zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal Pasazade'ye
göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir. Böylece, daha tahta
geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni faaliyetlerde bulunan ve babasinin
dönemine göre bazi degisiklikler yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve
merhametle hükm edeceginin ip uçlarini vermis oluyordu. Nitekim bazi sayialar
üzerine Kanli lakabi ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i
kethüdasi vâsitasiyle teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in
gerek bazi haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri
tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari kendi
rizkindan (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da Kasim l520
(Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir. Kemal Pasazâde, Kanunî'nin
tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer Bey hakkinda su bilgileri
verir:
Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi
insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd ile kura
vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî Âdem'i pür -
huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi. Hima-yi himâyetinde olan vilayetlerden nur-i
adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i
zulm-i eyyâmi ref' itdi.(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm
karanligini ve haksizligi kaldirip uzaklastirdi.
Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden
nazar eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi. Mirliva-yi
Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile halkin mal
ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi.
Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su
bilgileri vermektedir: Zulümleri yüzünden Kanli lakabi almis olan donanma
kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal (görevini kötüye
kullanma)'i ortaya çikarildi. Bu haberler üzerine Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl
ettirir. Yapilan muhakeme sonunda suçu sabit görüldügü için de astirir. Bu
sekildeki adâletli hareketleri ve yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi.
Bütün Osmanli ülkesinde hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da
bulunan eyâlet valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim
Hani'na cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin
güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu.KANUNî DÖNEMINDEKI OLAYLAR
Osmanli Devleti'nde Kanunî dönemi, idare, kaza, askerlik, kültür ve
san'at muhitini teskil eden, son derece degerli aktif unsurlarin is ve el
birligi yapip bir araya geldikleri bir devirdir. Bununla beraber bu dönemin daha
baslangicinda bazi proplemler çikmis ve saltanatinin ilk yillarinda Avrupa'ya
yönelmek isteyen genç hükümdar, tahta cülûsundan hemen sonra, doguda beliren
gailelerle ugrasmak zorunda kalmasi, Osmanli tarihi bakimindan fevkalade önemli
olan bu dönemi bir manada kronolojik siraya göre takib etmek yerinde bir hareket
olacaktir. l. Canberdi Gazalî Hadisesi :Memlûk Sultani Melik Esref Kayitbay'in
azadli kölelerinden ve Sultan Gavri ile Sultan Tomanbay'in nüfuzlu beylerinden
olan Canberdi Gazalî, Misir'in ilhaki esnasinda Hayir Bey vâsitasiyle af edilmis
ve Yavuz Sultan Selim'in, Sam'dan Istanbul'a hareketi esnasinda Sam
Beylerbeyligine tayin edilmisti. Yavuz'un ölümü ve yerine Süleyman'in geçmesi
üzerine Melik Esref ünvaniyle hükümdarligini ilan ederek isyan etmis, adina
hutbe okutup para bastirmisti. O, bununula da yetinmeyerek kendisi ile birlikte
hareket etmeleri için Sah Ismail ile Misir Beylerbeyi Hayir Bey'e elçi ve mektup
göndererek onlari da yanina çekmeye çalismisti. Zira ona göre çok uygun bir
firsat dogmustu. Osmanli tahtina geçen bu genç ve tecrübesiz hükümdarin,
kendilerine bir sey yapamayacagina inanmisti. Hatta ona göre devir eyyam-i
fetret ve hengâm-i firsat devri idi.
Halbuki, böyle bir düsünceye kapilip isyan bayragini açmis olan
Canberdi Gazalî, daha önce af edilmis ve kendisine itibar gösterilmisti. Sadece
kendisinin degil, arkadaslarinin da rahat ve huzur içinde yasamasi temin
edilmisti. Öyle anlasiliyor ki o, Selimin'in ölümünden önce dahi isyan için
uygun bir firsat kolluyordu. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünden önce o,
çevreye dagilmak suretiyle hayatlarni kurtarmis olan silah arkadaslarini
etrafina toplayarak, yönetimine verilmis bulunan Sam vilayeti dahilinde onlara
mevkiler vermisti.
Canberdi Gazalî, Suriye ve Filistin'i ele geçirmek, sonra da Misir'i
zapt edip hilâfeti elde etmek gibi büyük emeller pesinde kosuyordu. Bu sebeple
Hayir Bey'den de istifadeyi düsünerek ona mektuplar göndermisti. Böyle bir
tekliften telasa düsen Hayir Bey, bir taraftan onu oyalarken diger taraftan da
deniz yoluyla devleti keyfiyetten haberdar ederek, Gazalî'nin kendisine
yolladigi mektuplari Istanbul'a gönderir.
Bu arada, 20.000'e ulasan kuvvetleriyle harekete geçip Beyrut'u
zaptetmis olan Gazalî, Cebel-i Lübnan'daki Dürzîleri de isyana tesvik etmisti.
Daha sonra Haleb'i kusatip muhasara altina alan Canberdi Gazalî, büyük bir
mukavemetle karsilasmisti. Hayir Bey, Gazalî üzerine asker sevki hususunda
Istanbul'un fikrini sormus, merkezin verdigi çok isabetli bir cevapla buna lüzum
olmadigi ve icab eden kuvvetlerin Anadolu'dan sevkedilecegi bildirilmisti.
Nitekim üçüncü vezir Ferhad Pasa ile Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerinin
timarli sipahileriyle kapikulu efradindan dört bin yeniçeri gönderildigi gibi
Dulkadiroglu Sehsuvarzâde Ali Bey de isyani bastirmak üzere yardima memur
edilmisti. Ferhad Pasa kuvvetleri henüz yetismeden Sehsuvaroglu Ali Bey
maiyyetindeki kuvvetlerle Haleb üzerine yürür. Ali Bey'in gelisini haber alan
Gazalî, buradaki kusatmayi kaldirarak Sam'a çekilir. Bu arada, Ferhad Pasa'nin
kuvvetleri ile birlesen Haleb Beylerbeyi Karaca Ahmed Pasa'nin birlikleri ile
Sehsuvaroglu Ali Bey'in kuvvetleri, iki kol halinde Sam yakinlarina gelirler. 27
Ocak l52l'de Mastaba mevkiinde vuku bulan çarpismalar sonucunda Gazalî yenilerek
yakalanir. Devletin, gerek kendisine, gerekse arkadaslarina sagladigi bütün
imkânlari bir tarafa birakip halife olma sevdasina düsen Canberdi Gazalî'nin bu
nankörlügü, ibret-i âlem olmak için basinin kesilip Istanbul'a gönderilmesi ile
son bulur.
Canberdi Gazalî isyaninin sür'atle bastirilmasi, bu hadiseden
istifade ve Gazalî ile birlikte hareket etmek isteyen Sah Ismail'in isini
bozmustu. Gazalî'nin maglubiyetini duyan Sah Ismail, yaylak bahanesiyle
Tebriz'den kalkarak Kazvin taraflarina gitmisti. Elindeki kuvveterle Kayseri
dolaylarinda bir müddet Iran taraflarini tarassut eden Ferhad Pasa, vaziyetten
emin oluncaya kadar o yörelerde kalmisti. Bu hâdiseden hemen sonra Sam
Beylerbeyligi'ne Ayas Pasa, Kudüs, Gazze ve Safed sancaklarina da birer
sancakbeyi tayin edilmisti. 2. Belgrad'in Fethi Canberdi Gazalî'nin isyani
esnasinda Macaristan'a karsi yeni bir seferin açilmasina karar verilir. Çünkü
stratejik önemi haiz olan Belgrad, Avrupa'ya karsi girisilecek seferler için bir
üs olarak kullanilabilecek durumda idi. Nitekim, bu stratejisinden dolayi Fâtih
de daha önce, burayi almak için tesebbüslerde bulunmustu. Ayrica askerî
güçlerine güvenen Macarlar, yeni Pâdisahi tebrik için bir heyet göndermedikleri
gibi cülûsu haber vermek, iki devlet arasindaki barisi yenilemek ve daha önce
taahhüd edilen haraci (vergi) istemek üzere Macaristan'a gönderilen Osmanli
elçisini de öldürmüslerdi. Onlar, elçiyi öldürmekleyetinmemis olacaklar ki, onun
kulaklari ile burnunu da keserek cevap diye Süleyman'a göndermislerdi. Böylece,
insanlik tarihi için yüz karasi olabilecek bir vahset örnegi de sergilemislerdi.
Bütün bu olumsuz gelismeler üzerine harp kaçinilmaz hale gelmisti.Downey, böyle
bir hareketin karsiliginda Kanunî'nin yaptigi hazirliklari, bu hazirliklar
esnasindaki geçit resmini , genç hükümdarin bunlari seyr ederken duydugu
memnuniyeti ve ordunun maneviyatinin ne kadar yüksek oldugunu canli birer levha
gibi tasvir edip gözler önüne serer. Gerçekten Kanunî, kendisine ve devletine
yapilan bu hakaretin cezasinin verilmesi gerektigine inandigi için harp
hazirliklarina baslanilmasi için emirler göndermisti. Iran hududunun güvenligi
saglanip savas karari alindiktan sonra babasi ve dedeleri II. Bâyezid ile II.
Mehmed (Fâtih)'in türbelerini ziyaret ettikten sonra l8 Mayis l52l'de bizzat
kendisinin basinda bulundugu Osmanli ordusu, Belgrad üzerine hareket eder. Yol
boyunca yapilan müzakerelerde Osmanli kuvvetlerinin, Veziriazam Pîrî Mehmed
Pasa'nin görüsü dogrultusunda, dogrudan Belgrad üzerine yürümesi ve Rumeli
Beylerbeyi olan Ahmed Pasa'nin önceden hareketle Bögürdelen (Sabacz, Czabacz)
hisarini almasi kararlastirilmisti.
Sabacz'i kusatma altina alan Ahmed Pasa, muhasarayi daraltip
sikistirmakla birlikte, kaledeki garnizon, kendisini savunuyordu. Sonunda
muhafizlar yok edildiler. Bu kusatma esnasinda Osmanlilardan da epeyce sehid
verilir. Ahmed Pasa, büyük bir mücadele sonucu (2 Saban) 7 Temmuz'da Sabacz
(Bögürdelen)i zapteder. Böylece Kanunî ilk fethini gerçeklestirmis oluyordu.
Sultan Süleyman, ertesi gün Ahmed Pasa ile sancakbeylerini huzuruna kabul
ettikten sonra kaleye gelir. Pâdisah, sehrin istihkâmlarinin arttirilmasini emr
ettikten sonra askerinin Sirmi'ye geçmesi için Sava üzerine köprü yaptirir.
Insaatin sürdügü dokuz gün içinde Sultan Süleyman, isçilerin gayretlerini
artirmak için nehir kenarinda bir çardak altinda kalip insaatin tamamlanmasini
bekler. Böyle manevî bir destek ve etki altinda kalan ordu ve saray agalari can
ve basla çalisarak köprü yapim isini çabucak tamamlatmak hususunda elden geleni
esirgemezler. Bu sirada daha baska kalelerin feth edildigi haberi gelir. Insaata
baslandiginin onuncu günü köprü tamamlanmisti. Ancak nehir birden tastigindan
köprü kismen harab olmussa da kisa bir süre içinde yeniden onarilmis ve asker
buradan geçmisti.
Bu sirada Belgrad'in kusatilmasi ile ugrasan Pîrî Pasa ise buranin
karsisindaki Zemin Kalesi (Zemun, Zemlin)'ni ele geçirmisti. Bu esnada Pîrî
Pasa'yi çekemeyen Ahmed Pasa'nin tesiriyle Belgrad muhasarasinin kaldirilip
Budin üzerine yürünmesi kararini alan Sultan Süleyman, daha sonra bu karardan
vaz geçerek l Agustos'ta Zemin civarinda yüksek bir mevkie otag kurup,
kusatmanin bir an evvel sonuçlandirilmasi emrini verir. Siddetle kusatilan
Belgrad'in kale muhafizi dayanamayacagini anlayinca eman dileyerek 30 Agustos'ta
kaleyi teslim eder. Kale halkindan bir kismi Macaristan'a giderken, aslen Sirpli
olan bir kismi da evlad, aile ve mallariyla Istanbul'a nakl olunarak Yedikule
civarinda iskan edilirler. Belgrad'dan getirilenlerin yerlestirildikleri
mahalleye Belgrad Mahallesi denilmeye baslanir. Fetihten sonra 200 top ile
tahkim edilen Belgrad Kalesi, Semendire ile birlikte muhafazasina 900 bin akça
has ile Bosna Sancakbeyi Yahya Pasa oglu Bâli Bey muhafazasina tayin edilirken
Bosna da Sultanzâde Hüsrev Bey'e verilir.
Belgrad seferi esnasinda Osmanli ordusunda filler de bulunuyordu ki,
Lütfi Pasa bunlarin iki tane oldugunu belirtir. Kanunî'nin bu ilk seferine
Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri de istirak etmislerdi. Belgrad,
ele geçirildigi tarihten itibaren Avrupa seferlerinde Osmanli ordusunun en mühim
üslerinden biri olmus ve Dâru'l-cihâd adini almistir.
Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad'dan Istanbul'a dönerken l9 Ekim'de
iki yasindaki oglu Murad'in, gelisinden iki gün önce de bir kizinin ölüm
haberini almisti. Istanbul'a girdikten on gün sonra da dokuz yasindaki oglu
Mahmud çiçek hastaligindan öldü (29 Ekim). Vezirler, Pâdisah'in çocuklarinin
cenazelerine yaya olarak refakat ettiler. Bunlar, Yavuz Sultan Selim türbesinin
yanina defn edildiler.3. Rodos'un Fethi Bilindigi gibi, Kanunî Sultan
Süleyman'in Akdeniz'de Osmanli hakimiyetini kurmak için giristigi büyük
mücadelede, Rodos seferi ilk, Malta seferi ise son dönemi ifade eder. Dünya
tarihinin esine ender rastladigi ünlü Pâdisahin saltanatinin ikinci yilinda
Rodos'u ve ona bagli bulunan adalari ele geçirmesi, Dogu Akdeniz'de Osmanli
hâkimiyetinin yerlesmesini sagladigi gibi, mücadelenin bundan böyle Orta ve Bati
Akdeniz'e intikal ettirilmesi imkanini da saglamisti.
1309'dan beri Saint Jean d'Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem
denilen sövalye tarikatinin elinde bulunan Rodos adasi ile civarindaki adalar,
eskiden beri Osmanlilarin ele geçirmek istedikleri önemli yerlerdi. Sultan
Süleyman, Belgrad'i almayi basardiktan sonra Osmanli siyasetinin bu ikinci
mes'elesini de halletmek istiyordu. Zira fethi zarurî kilan bazi sebepler vardi.
Buranin fethi, Osmanli ülkesine yeni ilhak edilmis bulunan Misir, Suriye ve Dogu
Akdeniz sahillerinin emniyeti bakimindan önemliydi. Bunun için de Rodos ve ona
bagli olan diger adalarin Osmanlilarin elinde bulunmasi gerekiyordu. Nitekim bu
zorunlugu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatinin son yillarinda,
Sövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazirlamaya koyulmus,
ancak bu tasavvurunu gerçeklestiremeden hayata gözlerini kapamisti.
Hiristiyanligin, Osmanli hac, ticaret ve ulasim yolu üzerinde, bu emniyeti
tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki Rodos'ta bulunan sövalyeler,
Osmanli ticaret ve hac gemilerine saldirmakla kalmamislar, ayni zamanda Canberdi
Gazali'ye de yardimda bulunmuslardi. Bundan baska onlar, Rodos'ta bulunan Cem
Sultan'in oglu Murad'i da taht vârisi olarak ortaya sürmüslerdi. Ayrica
kalelerinin saglamligina güvenmekte olan Rodos sövalyeleri, korsanlik
faaliyetlerine devamla, bir taraftan Müslümanlarin yollarini kesip gemilerini
aliyor, öbür taraftan da Osmanli sahillerinde ardi arasi kesilmeksizin bazi
fesatliklarda bulunuyorlardi. Bundan baska bes alti bin civarinda Müslüman'i
esir alip adalarinda onlara türlü iskenceler yaptiklari da biliniyordu. Iste Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayi Rodos
proplemini halletmek istiyordu. Böylece, bir bakima babasindan miras olarak devr
aldigi bir siyaseti devam ettirmek ve babasinin yarida birakmak zorunda kaldigi
önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi. Ayni zamanda o, Rodos'u feth etmek
suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed'in gerçeklestiremedigi bir seyi de yapmis
olacakti. Eserimizin, Fâtih'le ilgii bölümünde de görülecegi üzere o,
birbirlerini kovalayan zaferleri arasinda sadece iki yerde istedigini ele
geçirememisti. Bunlardan biri Belgrad, digeri de Rodos'tu. Tahta henüz geçmis
olan genç Süleyman, saltanatinin ilk yilinda Belgrad'i zapt etmek suretiyle
Fâtih'in düsüncesini gerçeklestirmis oluyordu. Onun, Belgrad'in hemen arkasindan
Rodos üzerine yönelmesinde, nisbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili oldugunu
söylemek mümkün olsa gerekir.
Rodos'un fethi hususunda Divan-i Hümayûn'da yapilan müzakerelerde
ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu. Zira bunlar, Sövalyelerin
söhreti, adanin müstahkem olup uzun süre muhasaraya dayanabilmesi ve bir sefer
vukuunda Avrupa'nin derhal buraya yardimda bulunabilecegini düsünüyorlardi.
Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera ile bitecek sefere girismek dogru
degildi. Bu düsünceye karsilik Vezir-i A'zam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir
Çoban Mustafa Pasa ve denizci Kurdoglu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar
olup Avrupa tarafindan endise edilmemesi gerektigini ileri sürüyorlardi. Bu
arada casuslari vâsitasiyle Rodos hakkinda bilgi toplayan Kanunî, sefere karar
verir. Bununla beraber sefere çikmadan önce, Hammer'in ifadesiyle Kur'an-i
Kerim'in emrini yerine getirmek için Üstad-i A'zam'a bir mektup gönderir. Bu
mektupta Üstad-i A'zam teslim olmasi isteniyor ve arzusu ile itaati kabul ettigi
takdirde sövalyelerin hürriyetleri ile mallarina dokunulmayacagina dair,
yerlerin ve göklerin yaraticisi olan Allah, O'nun elçisi olan Hz. Muhammed ve
diger Peygamberler adina yemin ediyordu. Fakat bu teklif, Üstad-i A'zam
tarafindan red edilir.
Bu sirada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde
bulunduklarindan, Rodos ile ilgilenebilecek durumda degillerdi. Rodos ile
ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapilan ticaret antlasmasi ile
pasif hale getirilmislerdi. Divan'da alinan sefer kararindan sonra
hazirliklarina baslayan Osmanli ordusunun basina serdar olarak ikinci vezir
Çoban Mustafa Pasa getirilir. Öte yandan bu seferi haber alan Rodos Üstad-i
A'zami Philippe Villiers de l'Isle Adam, bazi tedbirler alarak kaleyi tahkim
ettirmis, yiyecek depolatmis, sehrin önündeki limana zincir çektirmis, ayrica
Papa ve Fransa'dan da yardim istemisti.
Osmanli donanmasi, 5 Haziran l522'de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa
komutasinda harekete geçer. Donanmada pek çok mühimmattan baska onbin deniz ve
itfaiye neferi bulunuyordu. Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6 Haziran l522)
tarihinde Istanbul'dan hareketle Üsküdar'a geçmis, buradan Kapikulu askerleri ve
sefere memur olan diger eyâletlerin timarli sipahileriyle birlikte karadan yola
çikmisti. Bu sefere nadir bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Pasa'nin
amcasi olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi (l503 - l525) de katilmistir. Osmanli donanmasi, Rodos yakinlarindaki Gnido adasina varmisti. 24
Haziran'da Rodos önlerine gelen Osmanli donanmasi, Rodos kalesinin dört mil
kadar dogusundaki bir limana demir atar. Kaleyi abluka altina alan ordu,
Pâdisahin karadan gelmesini bekler. Nihayet Kütahya - Aydin yolu ile Marmaris'e,
oradan da 28 Temmuz'da Rodos adasina geçen yüzbin kisilik ordu, surlar boyunca
mevzilenir. Bu esnada Ingiliz, Fransiz, Italyan, Ispanyol, Alman ve Portekiz
milletlerine mensub sövalyeerden mütesekkil Rodos müdafileri ise kalenin bes ana
burcunu müdafaaya basamislardi.
Çarpismalar, l Agustos'ta Alman burcuna top atisi ile baslar. Kanunî,
Kiziltepe denen yerde otagini kurdurarak kusatmayi buradan idare eder. Siddetle
ve birbiri ardinca süre gelen Osmanli hücumlari, bes ay kadar devam eder. Bu
arada zaman zaman kismî basarilar da kazanilmisti. Sonunda dayanamayacaklarini
anlayan sövalyeler, kaleyi teslim edeceklerini Kanunî'ye bildirmek zorunda
kalirlar. Yapilan müzakereler neticesi 21 Aralik 1522'de bir teslim antlasmasi
imzalanir. Buna göre 2l3 yillik sonuncu Haçli Devleti de tarihe karisir. Buna
göre Katolik Hiristiyanlarin Yakin Dogu'dan tamaman uzaklastirilmalari da
saglanmis olur. Antlasma geregi sövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade
edildigi gibi, sehirdeki Hiristiyanlarin dinî âyin ve inançlarinda serbest
olmalari, ada sakinlerine bes yil kadar vergi vermemeleri ve kendilerinden
devsirme alinmamasi gibi imtiyazlar da bahsedilmistir. Bu arada tanassur etmis
olan (Hiristiyanligi kabul eden) Sultan Cem'in oglu Murad da yakalanarak iki
oglu ile birlikte ortadan kaldirilir. Sövalyelerin Rodos'u terkinden sonra
Pâdisah, 20 Ocak 1523'te Câmie çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazi
kilmisti. Bu namazda imamligi, sefere istirak etmis olan Seyhülislâm Zenbilli
Ali Cemalî Efendi yapmisti. Rodos, Midilli sancagina baglanarak Dizdarzâde
Mehmed Bey'in idaresine verilmistir. Osmanlilar, ayrica bu sefer sonrasi Anadolu
sahillernde Bodrum, Aydos, Tahtali kalelerini, Leros, Sömbeki, Kalimnos, Limonsa
adalarini ele geçirmislerdir. Böylece Rodos kalesi ve adasiyle birlikte Oniki
adanin tamami ve Bodrum da teslim olmustu. Bodrum'un fethi, Anadolu tarihi
bakimindan da önemlidir. Zira burasi, Anadolu'da Hiristiyanlarin elinde bulunan
tek toprak parçasi idi.
29 Aralikta Kanunî, Rodos sehrine girip kaleyi gezer. Bu günlerde
Hiristiyanlik âleminde Noel kutlaniyordu Papa Ikinci Hadrianus, Roma'da Saint
Pierre'de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçagindan bir tas düsüp Papanin
ayagina dogru yuvarlanir. Kardinaller bu hâdiseyi muhasarasi aylardan beri devam
eden Rodos'un düsmesine isaret saydilar.
Rodos'un fethi, Türk topçulugunun Avrupa topçulugu karsisindaki
üstünlügünü gösterdigi gibi, o çagda alinmasi adeta mümkün görülmeyen ve
Hiristiyanligin Islâm âlemine dogru bir kalesi sayilan adanin zapti, Avrupa'da
büyük bir hayret ve teessür uyandirmistir. Bu arada Rodos'un fethini müteakib
Rodos hapishanelerinde bulunan alti bin kadar Müslüman esir de
kurtarilmistir.
Rodos'a derhal Türk göçmenleri yerlesmeye basladilar. Birçok câmi,
imâret, mektep, medrese, çesme ve yol yapilip ada imar edilir. Rodos, bir sancak
merkezi olur. Buraya devamli olarak bahriye sancakbeyleri (Tümamiral) vali tayin
edildi. 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yesil Melek kadirgasina binip Rodos'tan
ayrilir. Anadolu'da Marmaris'e geçer. 3 Ocak'ta da Marmaris'te idi. Aydin,
Midilli, Karasi, Mentese ve Saruhan sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyisi Kasim
Pasa'nin nezaretinde Rodos'taki insaat , imar ve iskân isleri bitinceye kadar
adada kalmalarini emr ettikten sonra Istanbul'a dogru yola çikan Kanunî 26 günde
Istanbul'a varir. 29 Ocak l523'te yedi ay on iki gün süren bu ikinci sefer-i
hümayûnunu bitirerek Istanbul'a gelmis olur. Bu arada Osmanli donanmasi da
Istanbul'a döner.
Rodos'un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafernâmelere
Venedik mukabelede bulundugu gibi Sah Ismail de cülûstan beri ilk defa olarak
taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmis, Rodos fethinden dolayi da
memnunlugunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermisti.
Rodos'un fethi ile Avrupa'da Kanunî'nin söhreti biraz daha artmis
oluyordu. Belgrad ve Rodos'un, Hiristiyan dünyasinin bu iki kilit noktasi
sayilan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düsürülmesi, Osmanlilarin
ileride basaracaklari daha büyük fetihleri için bir isaret sayildi.
5. Ibrahim Pasa'nin Misir'daki IslâhatlariMisir'da, sosyal düzenin
saglanmasina önem verdigi anlasilan Kanunî, burada, sarsilan devlet otoritesi
ile düzenini yeniden tesis, Osmanli kanunlarni vaz' ve bozulan idareyi islâh
etmek istiyordu. Bu maksatla Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi Misir'a gönderir. l
Zilhicce 930 (30 Eylül l524)'da donanma ile ugurlanan Ibrahim Pasa'ya, bizzat
Pâdisah, Marmara adalarina kadar refakat ederek orada kendisine pek dostane bir
sekilde veda eder. Uhdesine Misir Beylerbeyligi de havale olunan Ibrahim
Pasa'nin maiyetine Rumeli Defterdari Iskender Çelebi, Ulûfeciler Agasi Hayreddin
Aga, Çavusbasi Sofuoglu Mehmed ile 30 nefer çavus, Divan kâtibi olarak Celâlzade
Mustafa Çelebi ile bazi hazine kâtipleri ve 500 kadar yeniçeri memur edilip on
kadirga ile yola çikmisti. Ibrahim Pasa, Sakiz Adasi'na ugrayarak orada Ceneviz
idarecileri tarafindan selamlandiktan ve kendisine takdim edilen hediyeleri
aldiktan sonra l0 Muharrem ( 7 Kasim )'da Rodos'a yanasir. Osmanli donanmasi
Iskenderiye'ye yelken açtigi halde, sonbahar rüzgarlari yüzünden Anadolu
sahiline düserek Rodos'tan hareketinden üç hafta sonra Marmaris körfezine girmek
zorunda kalir. Yilin bu mevsiminde deniz yolculuguna güvenilemedigi için Ibrahim
Pasa karadan gitmeye karar verir. Geçtigi bütün yollarda halka karsi iyi
davranan, idarecileri kontrol eden ve onlarin tebeaya karsi daha müsamahali
davranmasini saglayan Ibrahim Pasa, bu iyi niyeti ve tarafsizligi sebebiyle
halkin duasini alir. Bu uzun ve yorucu yolculuktan sonra 2 Nisan l525'te
Kahire'ye giren Ibrahim Pasa, eyâletin ahvalini teftis, islâh ve tanzim etmek
üzere maiyetindeki idarecilerle, Misir'daki Memlûklü idarecilerden mürekkeb bir
hey'et teskil edip Kal'atü'l-Cebel'de devamli divan akdine baslar. halkin
çesitli sikâyetlerini dinler. Kayitbay zamanindaki kanunlari gözden geçirir. O,
halkin içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durumu ile hazineyi esas alarak
kanunlar tasarlar. Fetihten beri sâdir olan fermanlar ve Misir idaresinin
geçirdigi safhalari gözönüne alarak tasarladigi bu kanunlar, Misir'in eski
kanununu ta'dilen mutedil ve mufassal bir kanunnâme sekline bürünür. Hazirlanan
bu tasari, Istanbul'a gönderilir. Pâdisah tarafindan tasvibi alindiktan sonra
kanun haline getirilen bu tasari, düstûru'l - amel olmak üzere Misir
hazinesine teslim edilir.
Ibrahim Pasa'nin, Misir'da geçirdigi üç ayin her günü, bir baska
adaletli ve lütufkâr icraatla dikkati üzerinde topluyordu. Sürekli olarak
memleketin ihtiyaçlarina uygun kanunlar koyuyor ve eskilerini düzeltiyordu. Eski
idarenin açtigi yaralari onarmaya çalisiyordu. Bu arada Beni Havare ve Beni
Bakar adiyla anilan ve hainlikle itham olunan asiretlerin reislerini astirmakla
cezalandirdi. Bu cezalar, digerleri için de bir manada ibret oldu. Böylece
vahalara ve Habesistan'a kadar Asagi ve Yukari Misir'daki öbür Arap asiretleri
seyhlerine, Pâdisah'a itaatla bagli kalacaklarina yemin etmeleri ihtar olundu.
Sehirlerde tellâllar dolasarak idareden sikâyetçi olanlarin gördükleri zulümleri
bildirmeleri ilan olundu. Memlûklü zamanindan beri borçlu oldukarindan dolayi
haps edilen fakirlerin borçlari ödenerek saliverilmeleri saglanir. Egitim ve
öksüzlerin yiyeceklerinin saglanmasi için özel yönetmelikler konularak bunlara
maas baglanir. Ibrahim Pasa, kalede vali konaginin karsisinda, hükümet
hazinesini muhafaza için iki kule yaptirir. Ibrahim Pasa, Beylerbeyi sifati ile
Misir'da bulundugu sirada öteden beri Kahire'nin ugradigi gaileler sebebiyle
yikilmis veya harab olmus câmi, medrese ve diger hayrat eserleri kendi
hesabindan ve kendi masrafi ile tamir ettirmisti ki, Ömer Câmii bunlardan
biridir. Vergi defterleri Sultan Kayitbay ve Kansu Gavri zamanlarindaki
hallerine konuldu. Gerçekten o, tatbik edilen mevzu ve muhdes nizami, özellikle
sikâyet konusu olan vergi hususunu, âmil, mübasir, urban seyhi ve sair a'yândan
istisfar etmis (sorusturup ögrenmis), Memlûklü devrine ait eski defterleri
buldurup Kayitbay devri nizami ile Gavri ve Hayirbey zamanindaki muamelati
inceletip, bu sonuncularla, Hain Ahmed Pasa'nin ihdas ettigi haksizlik, zulüm ve
bid'atleri ortadan kaldirmistir.
Pâdisah, Malî ve idarî islâhatlar için üç ay kadar Misir'da kalan
Ibrahim Pasa'nin eyâlette yaptigi islâh ve düzenlemesine kani olunca istedigi
kimseyi Beylerbeyi olarak tayin etmesi hususunda kendisine selâhiyet vermisti. O
da, Defterdar Iskender Çelebi'nin tavsiyesine uyarak eyaleti, Sam Beylerbeyi
olan Süleyman Pasa'ya verip Misir Beylerbeyligi'ne, Hamzavî'yi de defterdarliga
tayin ederek 22 Saban 93l (l4 Haziran l525)'de Kahire'den ayrilir. Sam yolu ile
Anadolu'ya hareket eder. Maras'tan Kayseri'ye gitmekte iken bazi Türkmen
boylarinin agirliklarini vuracaklari haberini alir. Bunlarin ileri gelenlerini
çagirtarak, Sehsuvaroglu Ali Bey'in, Ferhad Pasa'nin tesiriyle öldürülmesi
sonucu Dulkadir ülkesinde timari hazineye aktarilan Türkmen sipahîlerinin
timarlarini iade ettirir. Daha sonra da l525 senesi Eylül'u basinda Istanbul'a
varip Pâdisahin huzuruna çikan Ibrahim Pasa, Misir'daki icraati hakkinda ona
bilgi verir. Pâdisah, onun Misir'daki icraatindan memnun olarak kendisine
ihsanlarda bulunur.MACARISTAN SEFERLERI
Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk
asirdan daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardimci veya hasim olarak
Macarlari gördükleri bilinmektedir. Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a,
Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in zaptina kadar
devam etmistir. Belgrad ile birlikte bir kaç kalenin Osmanlilar'ca alinmis
olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu. Gerçekten Belgrad'in zapti,
Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil olmustu. Nitekim Belgrad'in
alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya gibi
yerler, daha rahat ve güvenli bir sekilde Osmanli akinlarina hedef oldular. Bu
arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam
edecektir.
Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine
Bogdan'la ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi
ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine karar
verilir.l. Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in tabii yayilma
sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek yolunda önemli bir adim
olmustu. Bu arada hudud bölgelerinde de bazi karisikliklar çikmis, Tuna
boylarinda Macarlar'la küçük çapli çarpismalar olmustu. Bununla beraber,
Kanunî'nin sefere karar vermesi, Papalik, Macaristan ve Lehistan
münasebetlerinin neticesi olarak ortaya çikan birçok âmile dayanmakta ise de, bu
kararda Fransizlar'in da önemli sayilabilecek bir rol oynadiklari
belirtilmektedir.
Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile
Almanya birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle mücadeleye
de baslamislardi. Fransa Krali I. François'nin, Alman imparatorluk seçiminde
Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini koymus olmasi, iki devletin
siddetli bir mücadeleye girmesine sebep olmustu. I. François'nin, l5l9'da
imparator seçilen Habsburg hânedanina mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir
düsmesi üzerine, I. François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi
Louise de Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden
yardim talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek suretiyle fiilî
bir yardimda bulunacagini va'd etmisti. Kanunî, Sarlken'in kurmak istedigi
Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu
tehlike sadece Bati'dan degil, l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah
Ismail'in yerine geçen Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu.
Zira Sarlken ile Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler.
Iran, Çaldiran'i bir türlü unutmamisti. Buna ragmen tek basina Osmalilar'la basa
çikmalari da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nin en büyük gücü haline
gelmis ve bütün bir Bati tarafindan desteklenen yeni Imparator Sarlken ile
Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde idi. Hem Iran'in hedeflerini,
hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan
Kanunî, bu sebeple Fransa'yi himaye etmek istiyordu. Böylece Bati'yi siyaseten
bölmeyi hedefliyordu.
Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi
degildi. Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi Zapolyai hem
krala, hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi çikiyordu. Kötü bir
yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri, memnuniyetsizliklerini belirtmek
gayesiyle Protestanlik hareketlerine katildiklari gibi, paralarini alamayan
birçok Macar askeri de Osmanli Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu. Kanunî'nin,
gerek akinci, gerekse diger kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer
kararini çabuklastirmisti. Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar,
Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana
kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti.
Macaristan seferinin hazirliklari tamamlandiginda Kanunî, bir yil
önce vefat etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine, Osmanli
dünyasinda hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarinda hakli bir söhrete sahip
olan Kemal Pasazâde'yi tayin ederken, kendisinin bulunamayacagi sirada Pâyitaht
(baskent) in idaresi için de Misir'in eski valisi olan Kasim Pasa'yi Kaymakam
(Kaim-i makam) olarak görevlendirir.
Sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah, ll Receb 932 (23 Nisan
l526)'de yüz bin kisilik bir ordu ile yeni dökülmüs ve Avrupa'nin hayalinden
geçiremeyecegi derecede mükemmel 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket eder.
Bu üçüncü Sefer-i Hümâyununa çikmadan önce hükümdar, Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa
ile babasi Yavuz, dedesi II. Bâyezid ve Fâtih'in türbelerini ziyaret ederek dua
eder. Bütün bu mekânlarda, Allah'in kendisine yardim etmesini diler. Gerçekten Islâmî anlayisa göre savasin gerçek mahiyeti, körü körüne
bir kirma ve kirilma hâdisesi degildir. O, presipler adina yapilan bir cihaddir.
Cihad için de her seyden evvel ordulara mânevî güç gerektir. Iste Kanunî de
Mohaç Meydan Muharebesi'ne girismeden evvel gözlerinden yaslar akitip, yüzünü
yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad ediyordu. Öyle ki, önüne düstügü
ordulari, gittiklere yerlere tevhidi de beraber tasiyacaklari için devleti
dinin, dini de devletin yardimcisi ve tamamlayicisi görerek, ecdadi gibi maddî
kuvvetlerinin ikmali kadar, mânevî kuvvetlerinin yardimini da ihmal etmiyordu. 23 Nisan'da Istanbul'dan hareket edip Halkali Pinar denen menzile
varan ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulundugu anlasilmaktadir.
Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmis tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve toprak
sahiplerinin hayvanlarini almak, ölüm cezasini gerektiriyordu. Pâdisahin emri
hilafina hareket eden birkaç kisinin ya basi kesildi veya asildilar. Hammer'in
ifadesine göre, Pâdisahin emrine uymayan bir kaç kadi bile cezanin siddetinden
kurtulamadi. Pâdisahin, reâyâsinin menfaatlerini korumak ve onlara her ne
sekilde olursa olsun bir zararin gelmemesi için gösterdigi bu çaba, onun
tebeasini ne kadar düsündügünün bir isaretidir. Iyi bir Müslüman hükümdar olan
Kanunî'nin anlayisina göre, kendisinin idare ettigi halkindan yine kendisi
sorumludur. Gerek Kur'an-i Kerim, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde bu
konuda pek çok emir bulunmaktadir. Bütün bunlari bilen Pâdisah, elbetteki bu
emirlere riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu. Iste bunun içindir ki o,
halkinin malina en ufak bir zararin gelmesini istemiyordu. Harp içinde dahi
olsa, böyle bir zarara tahammül edemiyen hükümdar, aksine davranislarin, en
büyük ceza olan idamla sonuçlanacagini ilan etmekten çekinmiyordu. Onun,
kanunsuz davranislari affetmeyisi, orduda büyük bir disiplinin meydana gelmesine
sebep olmustu. Gerçi bu disiplin sadece Kanunî döneminde degil, hem daha önce,
hem de daha sonra vardir. Zira bütün Osmanli hükümdarlari, yönetme bakimindan
kendilerini Allah'a karsi sorumlu tutuyorlardi. Bu sorumluluk anlayisi onlarda,
baska dinden olan hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmisti. Bunun
içindir ki Kanunî dönemi Osmanli dünyasinin sosyal hayati ile birlikte
ordusundan da bahs eden ve Osmanli ülkesinde senelerce kalmis olan Avusturya
elçisi Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakin bir süre karargaha yakin bir
köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakindan görmek ve takib etmek firsatini
bulduktan sonra görgü ve müsahedelerine dayanarak asagida özetleyecegimiz su
bilgileri verir.
Yanimda bir iki arkadas oldugu halde kendimi belli etmeden her
tarafta dolastim. Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teskilâtlara mensub
askerlerin kendi karargahlarindan disariya çikmamalari oldu. Bizim
karargahlarimizda meydana gelen olaylari bilenler, buna inanmakta zorluk
çekerler. Fakat hakikat su ki, her tarafta tam bir sükût ve sükûnet hüküm
sürüyordu. Asla kavga ve münakasaya rastlanmiyor, herhangi bir cebir ve siddet
hareketi görülmüyordu. Sarhosluk, öfke veya hiddetten ileri gelen yüksek sesler
bile yoktu. Bundan baska her taraf öylesine temizdi ki, ne süprüntü, ne gübre
yiginlari, ne de göze ve buruna fena gelen bir seye tesadüf imkani vardi.
Busbecq, Müslüman - Türk dünyasina dis biledigi halde su ifadeleri kullanmaktan
da kendini alamaz. Simdi benimle beraber geliniz ve sarikli baslardan meydana
gelen bu büyük kalabaliga gözlerinizi çeviriniz. Türlü türlü, renk renk parlak
esvablar (elbiseler)... Her tarafta altin, gümüs, lâal, ipek ve atlas
piriltisi... Bu manzarayi dil ile anlatmak imkan disi bir is. Yalniz sunu
söyleyelim ki, gözlerim simdiye kadar bundan güzel bir manzara görmemistir.
Mâmafih, bütün bu servet ve ihtisam içinde yine de büyük bir sadelik ve iktisad
göze çarpiyor. Herkesin elbisesi ve mevkii ne olursa olsun, ayni biçimde.
lüzumsuz islemeler ve kenar süsleri yok. Halbuki bizde bu âdettir. Pek çok
masrafa mal olur ve üç günde de bozulup gider.
Elçi bunlari anlattiktan sonra, kumar ve sarhosluk bilmeyen askerin
çalgi ve türkülerle eglendigine, çagirip söyledikleri havalarin da gazâ ve
sehâdet (sehidlik) temlerini isleyen hamâset destanlari bulunduguna isaret
ettikten sonra, ordunun, hayvanî gidalardan ziyade nebatî, basit ve sihhî
gidalarla beslendigini, Ramazan ayini karsilamak için ise mutad yiyeceklerini
daha da sadelestirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde yalniz yiyip içmede degil,
haram ve yasak zevklere karsi da, oldugundan daha çekingen davranarak oruca
kendilerini hazirladiklarini söyler. O, Hiristiyanlarin perhize girmeden önce
sanki bu imsakin acisini pesin olarak çikarmak ister gibi, kendilerini çilginca
eglenceye, dans ve sarhosluga verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini
ziyaret eden yabancilarin, Hiristiyanlarin çildirmis olduklarini söylemelerine
sasilmamasi gerektigini uzun uzun anlatip, sonunda Türkler'de üstünlügün ve
basarinin sirrina temas ederek: Türkler'de seref ve makam, idarî mevkiler,
sadece liyakat ve bilginin mükafatidir.Tenbel ve agir olanlar, hiç bir zaman
yükselemezler. Iste Türkler'in, her neye tesebbüs ederlerse muvaffak olmalari,
hâkim bir irk haline gelmeleri ve her gün devletlerinin hududlarini biraz daha
genisletmelerinin hikmetini liyakat, kabiliyet ve çaliskanliga verdikleri bu
ehemmiyette aramalidir.
Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karsilastirinca gelecegin
bize neler hazirladigini düsünüp korkudan titriyorum. Karsilasan iki ordudan
biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- digeri ise mahv
olacaktir. Çünkü Türk ordusu sirtini kuvvetli bir imparatorlugun genis
kaynaklarina dayamis, zinde, tecrübeli ve sarslmamis bir kuvvet. Askerleri
zafere alismis, zor sartlara dayanma kabiliyetine sahip, intizam ve disipline
riayetkâr, uyanik ve kanaat ehlidirler. Bizimkilerde ise umumi bir fakirlige
mukabil hususi israf, yipranmis kuvvet, mâneviyat bozuklugu, tahammül yoklugu ve
idmansizlik var. Serkes askerler, aza kanaat etmeyen subaylar. Disiplin
kavramiyla alay ederiz. Basibosluk, sarhosluk, serkeslik ve zevke düskünlük
bizde alabildigine vardir. Bu durumda neticenin ne olacagi gün gibi asikârdir.
Herhalde simdilik Iran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler Iran'la
bir anlasmaya vardiklari zaman onlardan ve diger Sark devletlerinden de yardim
görerek bütün güçleriyle bogazimiza sarilacaklardir. Bu büyük tehlikeye karsi ne
kadar gevsek ve hazirliksiz oldugumuzu düsündükçe içim ürperiyor.
Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in dedigi gibi, gerçekten
de Osmanli medeniyeti âbidesi örülürken bu âbideyi yükselten her tas, mutlaka
kendi mevziine ve kendi mevkiine konmus bulunuyordu. Son derece titiz bir
inzibat fikri ile yapilan vazife ve selahiyet taksimi ise, devlet düzeninin
aksamadan dönmesinde en büyük rolü oynamakta idi.
Devletin bu mevzuda en göze deger örnegi olan ordusu, Belgrad'in
fetinden bes sene sonra Mohaç ovasina konarak Macaristan'in karsisina çiktigi
zaman , ezici kuvveti, essiz intizami ve ibâdet derecesine varmis cengaverligi
ile sanki bir ordu degil, efsanevî bir heybet ve azamet örnegi idi.
Daha önce, sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah'in, 23 Nisan
l526'da yüz bin kisilik ordu ve 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket
ettigine temas edilmisti. Yol boyunca orduya yeni yeni kuvvetler katilmis,
Istanbul'dan hareket edildikten iki buçuk ay sonra Belgrad'a varilmisti. Ibrahim
Pasa'nin basinda bulundugu öncü kuvvetler, Tuna Nehri üzerinde bulunan Petro
Varadin (Petervaradin)'i karadan ve nehirden sikistirarak alir. Bundan baska,
Bosna beyleri tarafindan Sirem mintikasindaki kaleler zapt edilir. Son derece
muntazam yürüyen ve etrafa hiç bir hasar vermeyen asil kuvvetler de Ilok (Illok,
Ulak) ve Ösek (Ösiyek, Eszek)'i almisti.
Osmanlilar'in, Macaristan üzerine yürüyecekleri haberini alan Macar
Krali II. Layos (Lui) bir taraftan harbe hazirlanirken, diger taraftan da Avrupa
kral ve prenslerine müracaat ederek yardim istemisti. Bu arada Macar meclisi,
kiralin bizzat savasta hazir bulunmasina karar vermisti.
Ösek kalesinin alinmasindan sonra Tuna'yi takib için iki üç gün
içinde gemiler üzerine kurulan köprüden Drava Nehri geçilecegi sirada Macarlar
karsi koymak istedilerse de muvaffak olamazlar. Nihayet Macar ordusunun Mohaç
ovasinda bulundugu da ögrenilmisti. Osmanli ordusu hem agir yürüyor, hem de harp
tertibati aliyordu. Sag kolda Vezir-i A'zam ve Rumeli beylerbeyi Ibrahim Pasa,
sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa, merkezde de Pâdisah, yeniçeri agasi ve
kapikulu askerleri mutad olan yerlerini alacaklardi.
Macar Krali II. Layos, Osmanli kuvvetlerini Mohaç ovasinda beklemeye
baslamisti. 26 Agustos'ta Mohaç'a gelen Osmanli ordusu muharebe düzeni alir.
Osmanlilar, büyük hücuma baslanacagi gece, muhtesem bir mum donanmasi yaparak,
yedi gögün yildizini bir yere toplamis sanilan büyük bir gazâ senligi tertib
ettiler. Mes'alelerin meydana getirdigi aydinlik ile kizil bir sevk ve heyecan
kiyameti yasayan ovada kösler vuruluyor, davullar, zurnalar çaliniyor, atlar
kisniyor, sancaklar dalgalanip kiliçlar sakirdiyordu. Aylardan beri siddetle
yagan ve araziyi yer yer bataklik haline getiren yagmur, hizini kesmekle
birlikte çiselemeye devam ediyordu. Mohaç ovasinin bir tarafi zaten Türklerin
Karasu dedikleri bataklika çevrilmisti. Kanunî, sabah namazini kildiktan sonra
askere belig bir hitâbede bulunmustu. Bundan sonra Pâdisah, gözleri yasli oldugu
halde ellerini göge dogru kaldirarak:
Ilahî, kudret ve kuvvet senden, imdad ve himaye senden. Ümmet-i
Muhammed'e yardim et. Müslümani yerindirme, kâfiri sevindirme diye dua eder.
Bu güzel davranisi gören Osmanli saflarindaki bütün askerlerde cesaret ve din
sevki artar. Birlesik bir duyguya kapilan süvariler, atlarinin üzerinden
siçrayip yapraklarin agaçtan düstügü yere atladilar. Yüzlerini topraga sürüp
secde ettiler ve Allah'tan kendilerine zafer nasib etmesini dilediler. Sonra
yeni bir sevk ile atlarina bindiler.Ve Pâdisahlarinin ugrunda canlarini
vereceklerine and içtiler.
Bu düzenin bir geregi olarak Pâdisah, cenk elbisesi, yani zirhli harp
elbisesi giymis ve beyaz bir ata binmis olarak merkezdeki yerini almisti. Sabah
namazi üzerinden saatler geçtigi halde iki taraf da taarruza geçmiyordu. Kanunî,
düsmanin iyice yaklasmasini bekliyordu. Nihayet Kanunî'nin bekledigi an gelir.
Ikindi vaktiine dogru, Osmanlilarin yerlerinden kimildamadigini gören Macarlar
taarruza geçerler. Böylece savas, 29 Agustos l526 (20 Zilkade 932) Çarbamba günü
ikindi zamani Macar hücumuyla baslamis olur. Osmanlilar'in son savas planina
vâkif olmayan Macarlar, altmis bin kisilik zirhli süvarileriyle eski Osmanli
plani zanniyle asil merkeze hücum ile isi halledeceklerini ümit etmislerdi. Buna
karsilik Osmanlilar da planin geregi olarak Macarlar'i merkeze çekip çenbere
almak suretiyle imha etmek istiyorlardi. Macar komutanlarindan Piyer Pereney ile
Papas Pol Tomori, bütün kuvvetleriyle Vezir-i A'zam komutasindaki Rumeli askeri
üzerine hücum ettiler. Osmanli kuvvetleri plan geregi olarak geri çekilip
düsmani içeriye aldilar. Bunun üzerine yandan Anadolu kuvvetlerinin sikistirmasi
ile Macar kuvvetleri daha içeri alinip toplarin önüne getiriliyordu. Bâli Bey
kuvvetleri, sür'atle düsmanin arkasini çevirerek Macar süvarilerini ikiye
ayirdilar. Bundan baska Macarlarin bizzat Kral Layos komutasindaki ikinci kolu,
Anadolu kuvvetlerinin üzerine yüklendi. Bu kuvvetler de mukavemet edememis gibi
hareket ettiginden bunlar da merkez üzerine yani Pâdisah'in bulundugu ordunun
kalbine dogru hücum ettiler. Kendisini muvaffak olmus gören düsman iyice içeri
girdi. Bu siralarda 35 (veya 32) Macar sövalyesi Kanunî'ye sokulmaya
çalisiyordu. Bunlar, Pâdisah'i esir veya öldürmeye yemin etmislerdi. Bunlar,
Marczali ismindeki birinin komutasinda bulunuyorlardi. Yeniçerilerin siddetle
çarpistigi ve Pâdisahin etrafinda küçük bir maiyyet kuvvetinin kaldigi bir anda
Marczali ile iki arkadasi, Kanunî ile bizzat karsi karsiya gelirler. Diger
arkadaslari, Pâdisaha sokuluncaya kadar imha edilmislerdi. Kanunî, tek basina bu
üç sövalye ile dögüsür. Bu esnada bir kaç ok yediyse de bu oklar, zirhi delip
vücuduna nüfuz edemedi. Sonunda Kanunî, üç sövalyeyi de bizzat kendi kiliciyla
öldürür.
Macar kuvvetleri içeriye alinip toplarin önüne getirildikten ve daha
önce de belirtildigi gibi gerileri de akinci ve deli kuvvetleri tarafindan
çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir. Macar ordusu bu atesin
dehsetiyle neye ugradigini sasirir. Bu saskinlik üzerine panige kapilip
darmadagin olurlar. Bu atesten sonra savasta komutan olan kral bir daha
görünmez. Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü bulunmustu. Osmanlilarin
kilicindan kurtulan askerler de gece karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp
bogulmuslardi. Mohaç Muharebesi iki saat sürmüstü. Bu muharebede Osmanli
ordusunun mevcudu 300 bin, Macarlarinki ise l50 binden fazla idi. Öyle
anlasiliyor ki, sayi itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az
degildi. Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini
anlatan tarihçi Peçevî, Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir olundu
denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur derken, iki tarafin kuvvetlerinin
denk oldugunu belirtmek ister. Keza Lütfi pasa da Macar askerlerinin sayi ve
durumunu su ifadelerle dile getirir: Ve 200 bin atli ve otuz bin piyade tüfenk
endâz her nereye ki atalar, hata etmezlerdi. Bu ifadelerden anlasildigina göre
Macar Krali'nin kuvvetleri 230 bin civarinda idi. Lütfi Pasa, Macar askerlerinin
sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir sekilde nasil cereyan
ettigini de anlatir. Ona göre Kral Layos, askerini üç kola ayirmis, bizzat
kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de, yeniçerilerin önünde bulunan ve
zincirlerle birbirlerine bagli olan toplara karsi, geçmek üzere bir gedik
bulamamistir. Bununla beraber Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler,
sonra plana göre Anadolu kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi
saglanmistir. Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret
ettigi gibi galip gelmislerdi. Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan
baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük bir ordu
bulunmakta idi.
Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine
dogru akinlara gönderilmisti. Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu. Böylece
Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti. Mohaç ovasindaki üç günlük
istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan Budin üzerine
yürür. l0 Eylül l526'da sehir teslim olur. Ordu sehre gelmeden önce Hiristiyan
olan yerli halkin bir kismi kaçmisti. Bu yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu
meydana getiriyorlardi. Bunlarin reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin
anahtarlarini Sultan Süleyman'a teslim etmisti. Böylece sehir, herhangi bir
mukavemetle karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur. Pâdisah,
sehir halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla
tecziye edecegini bildirir. Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip Kurban
Bayramini burada geçirir. Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a dönüsü
esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir. Ayrica Beçne
mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna ugratilarak dagitilir.
Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiç bir düsman kuvveti kalmamisti. Mohaç'tan
sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi, yani Transilvanya genel valisi
Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden baska hiç bir kuvvet kalmamisti. Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral
Layos ile beraber bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve müstakil
(bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti. Bundan sonra tarih, Osmanli
himayesinde bir Macaristan taniyacakti.
Osmanlilar tarafindan Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi,
Alman Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem de
kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir. Macar
Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da bulunan Macar
kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki krallik ortaya çikmis
oluyordu. Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey batisi Ferdinand'in idaresinde,
Orta Macaristan ile Erdel ise Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu. 2. Ikinci
Macaristan Seferi ve Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen
Zapolyai, Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkani geregi gibi
degerlendiremez. O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda toplanan
Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardim dahi istemisti.
Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafindan kralliga seçilmis bulunan
Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini firsat bilip büyük bir ordu ile
Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini Tokaj'da maglup etmesi üzerine
kayinpederi olan Lehistan Krali'nin yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai,
Osmanlilar'dan tekrar yardim istemeye mecbur olur. Bu yardim için de Istanbul'a
bir elçi gönderir. Gerçi Zapolyai böyle bir yardim talebinde bulunmasa dahi
Osmanlilar'in bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi. Bununla beraber onun
yardim talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir sekilde harekete geçmesine sebep
olmustu. Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti. 29 Subat l528
tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir hükümdar olarak
tanimaktaydi. Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin kendisini burada
birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek vergi vermek sartiyla Macar
Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in
Zapolyai'ye iade edilmesi istenir. Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu
ilk Avusturya elçilik heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda
kalir.
Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II. Macaristan seferinin
serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti. Aslinda Macaristan'in
yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik Zapolyai'nin idaresinde
yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a karsi tampon bir devlet olarak
birakmayi tercih eden Kanunî Sultan Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin
kisilik bir ordu ile sefere çikar. Macar topraklarina girildigi sirada,
Zapolyai, Istanbul'a gelen elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini
arzedip huzura kabul olunurlar. Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafindan nasil
karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari da verir.
Buna göre Zapolyai, diger kullari gibi kendisinin de Pâdisah'in kulu olmak
istedigini bildirerek söyle der: Ey Pâdisah-i âlem penah, Müslümanlardan ve
kâfirlerden (gayr-i müslim) kullarinin nihayeti yoktur. Ben dahi ol kullarinin
silkine münselik olmaga geldim (onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya
geldim). Ve hem Pâdisahtan bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine
diyelim. Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: Muradin desin,
elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (çalisalim) der. 3 Eylül'de Budin
önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada, sehirdekiler
teslim olurlar. Böylece sehir, yarim günlük bir mukavemetten sonra tekrar ele
geçirilmis olur. 7 Eylül'de sehre giren Kanunî, senelik belli bir vergi
karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek merasimle ona Macar Kralligi tacini
giydirir. Hammer'in ifadesine göre onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne
pâdisah, ne vezir-i a'zam, ne diger vezirler, ne beylerbeyiler, ne de yeniçeri
agalarindan biri degil, aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle
olmustur. Bununla beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini
öptürmüs, altin tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim
Pasa'yi, digerine de Zapolyai'yi oturtmustur. Böyle bir uygulama, Osmanli
protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir. Gerçekten, Küçük
Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac, Yeniçeri
Sekbanbasisi tarafindan Zapolyai'nin basina konmustu. Günümüzün ifadesiyle bir
Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak sancakbeyi (Tümgeneral)
derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na tac giydirmesi, Türk tarihinin
unutulmaz hadiselerinden biri olarak kalacaktir.
Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafindan
çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu. Bunu haber alan Osmanli istihbarati, derhal
harekete geçer. Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali Bey, 20
Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de Kanunî'ye gönderir.
Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir. Bu meshur tac, Macarlar tarafindan kutsal
sayiliyordu. Bu sebeple onlar, bu taci giymeyen hükümdara mesru krallari nazari
ile bakmiyorlardi. Ferdinand da Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu
tarihî taci ele geçirmek istiyordu. Korona denilen bu tarihî tac, üst üste
geçmis iki tactan mütesekkildir. Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz
mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip Hiristiyanligin
Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti. Sonradan Bizans Imparatoru
olan VII. Mikhail Dukas'in, Malazgirt Savasi'indan iki yil sonra (l073),
gönderdigi altin çelenk, iste bu Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek
suretiyle tarihî Korona son seklini almistir.
7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan
sonra, Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme karari
alir. Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar kasabasini ele
geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar. Bu arada Ferdinand'in
Viyana'da olmadigi anlasilir. Zira o, kuvvet toplamak için Avusturya içlerine
dogru çekilmisti.
Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27
Eylül'de baslar. Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile
malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi. Filhakika, Belgrad, Mohaç ve
Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif toplarla kalede
istenilen büyüklükte gedikler açilamadi. Almanlar, kaleyi büyük bir fedakârlikla
savnuyorlardi. Surlarin önünde iki taraf da agir zayiatlar veriyordu. Surlar
altindan lagim açma tesebbüsleri de basarili olamiyordu. Yine de araliksiz süren
çalismalar sonucunda surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda
bulunuldu ise de, havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak
sikintisinin had safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu.
Kanunî, l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet
içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar kuvvetli
olursa olsun imkânsizdi. l4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da basariya
ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir. Halbuki bu son hücum
sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma güçleri de tükenmek üzere
idi. Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine göre kisin vakitsiz gelip kar ve
yagmurun yagmasi üzerine Pâdisah-i Islâm emriyle leskere (askere) zarar ve
ziyan müretteb olmasin diye bir adami on bunun gibi hisara vermezen deyip
ândan dis varosu yaktirip ve yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten
sonra Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e gelüb.
Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu konuda Kanunî'nin ne
denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini anlamak mümkün olmaktadir.
Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma
karari alir ki, bu kararda kendi askerini düsünme payi büyüktür. Kusatmaya son
verme kararinin alinmasi üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere
bindirilerek Tuna üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir.
Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari
bir felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan
topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki hafta
daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti ? Kanunî
çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara edecekti. Bu
muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî güç birakmak icab
ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik bir yer kalmamisti. Böylece
Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî,
bu kadarini kâfi gördü. Bu seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus
veya yaralanmisti. Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu
seferden sonra Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6
Aralik'ta Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam
etmisti. Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis,
Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri ihtimali
ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi) Kanunî,
Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar cereyan etti.
Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber Istanbul'a bir elçilik heyeti
göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in kendisine verilmesini ister. Bu arada
Budin, Ferdinand kuvvetleri tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz.
Peçevî'nin (veya Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki
diger bazi kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî
Sultan Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u (Jan
Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için çesitli
bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar olunca krala
verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece Osmanli hükümdari l9
Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu arada o, Alman Imparatoru
Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. l00 bin kisiyi asan bir kuvvetle sefere
çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki
tekliflerini tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde
her sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle bir
teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam eder. Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu
Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir. Osmanli ordusu zorlu
bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir. Bu sirada Ferdinand'in
elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i harbe davet eden mektuplar
verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken, Osmanlilarla bir meydan muharebesi
yapmaktan çekindikleri için oyalama ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat
onlarin bu taktikleri pek fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri
harekâta devamla bazi sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin
etrafi yakilip yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a
ait topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele
geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand ortaya
çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile geri dönüldü.
Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in arzularina uygun bir
antlasma istemeye mecbur olmustu.
Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman
elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup verilerek
teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda Kanunî, bu kadar
zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç kere üzerine geldigini,
mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna ragmen ne kendisinden, ne de
kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine
gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini halletmelerini, kendisinin tabiiyeti
altinda bulunan reâyâ fukarasina yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve
çikrik alip pâdisahlik tâci giymemesini bildiriyordu.
Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz
binden fazla olup Çekaloz denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300
kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu sefer
yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939 Rebiülahir ) ayi
sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin basarili bir sekilde
sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub
ve Galata bes gece kandiller ile donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar,
bezazistan ve çarsilar geceleri dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün
birbirlerine ziyafetler çekerek eglendi.
Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora
yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle Sarlken'i
aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria komutasindaki filo tarafindan
bir hile ile alinmisti. Kalenin alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis
kaleye de yerli Rumlar yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa
edilecekti. Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi
sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz olarak öne
sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse Koron kalesi ile
Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin iade olunacagini
bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin cevabi Biz, harple
almayi tercih ederiz olmustu. Nitekim, Semendire Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde
Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi ile 940 Ramazan (l534 Mart)
tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir. Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini
ele geçirisini su ifadelerle günümüze ulastirir: Kalenin içinde, biri Frenk,
ikincisi o bölgenin âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç
kisim kâfir vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik
göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece, bir kismi,
köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar. Bundan sonra kâfirler
iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan Rum ve Arnavutlar, burayi
Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki Frnekler de canlarina emân verilmek
sartiyla savas yapilmadan teslim olurlar.4. Osmanli - Avusturya Barisi ve
Sonuçlari Osmanli seferleri karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi
sayesinde ayakta kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için
giristigi bütün tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan
Zapolyai'yi tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da
görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi üzerine
Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu sebeple o,
Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati, Osmanlilarin da isine
gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler büyük masraflara sebep oldugu
gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi, memleketin dogu hududlarinin ihmal
edilmesine sebep oluyordu. Bu durum, doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep
oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine
geçen oglu Tahmasb Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan
iki devlet arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti
Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.
l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik
heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak Estergon
kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra barisa riza
gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik bir sulha hazir
oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran) kalesine karsilik
Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini belirtmisti. Öyle anlasiliyor
ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler, epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim
Kanunî'nin bu sartlarini bildiren mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan
bir Osmanli elçisi, l Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in
ifadesine göre Viyana sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana
(merasim) ile kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht
üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde kabul etti.
Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat Ferdinand, Gran
anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik isareti oldugunu belirtmeye
çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un anahtarlari ile Ferdinand'in iki
mektubunu getirecek olan elçi Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket
eder. Böylece çavus (Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis
oluyordu. Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile
sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki veraset
iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hakim oldugu topraklar
kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için de her yil 30.000 altin
verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand, Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa
ile müsavi (esit, denk) sayilacakti. Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda
yaptiklari konusma hakkinda dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre
Pâdisah'in huzuruna kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi
tâlimat dairesinde konusarak, Sultan'a Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik
oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin mülkün
addeder, çünkü o, senin oglundur dediler. Buna karsilik Pâdisah, oglu
Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani olacagini bildirir. Bu
antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin hâkim olduklari yerler, bir sinir
hatti ile Osmanli temsilcileri nezâretinde belirlenecekti.
Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin
himayesi altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a
ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini bir
müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile ilgilenmelerine firsat
vermisti.
Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti
üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta
macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak protokol
geregince Pâdisah'a Pederim, Vezir-i A'zam'a da Birâderim diye hitab etmek
zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin ölümüyle taht vârisi küçük
Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin
yine Osmanlilari yardima çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden
geçirilerek Budin tamamen Osmanli idaresine geçecektir.
Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri
yeniden karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek
çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a bir
elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi istirhaminda
bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine teminat vermisti.
Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i
muhasara ederler. Bununla beraber herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum
karsisinda Macaristan'a yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.
Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel,
Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi, arkasindan
da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve süvari kuvvetleriyle
gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere çikar. Budin'i kurtarmaya giden
kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak
olamamislardi. Bu arada Budin'i almaktan ümidini kesen ve asil ordunun
yaklasmakta oldugunu duyan Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak
istedilerse de muvaffak olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir.
Ordugâhlari da Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak
Komaran mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi
sirada böyle basarili bir haber alinir.
Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler
kazip manialar koyduklari ve Istabur - Tabur adi verilen istihkâmlari
yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen Tabur adi, tarihlerimizde
Istabur seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü Macaristan
seferine Istabur seferi adi verilmistir.
Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki
karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri Budin'e
girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar Budin'in Türk
idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd damgali ahidnâme ile
kendisine nâib olan annesiyle birlikte Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan
Erdel (Transilvanya )'e gönderilir.
Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan
dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik Budin
Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad Valisi olup
aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra Macaristan'da derhal
arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan, Osmanlilara, Ferdinand'a ve
bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere üç kisma bölünmüs olur. Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar
topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden Osmanlilar,
Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci derecede degerli kimseler
arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin hem muktedir bir serdar, hem siyasî
kuvveti olan bir diplomat, hem de ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve
faziletli kimseler olmasina bilhassa dikkat ediyorlardi.
Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve
bu medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi, ayni
cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr alinan kültür ve
medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza edilirken, bir taraftan da
sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu
gayret hareketi, sür'atle inkisaf etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan
saraylar, câmiler, mescidler, medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler,
imâretler, köprüler, hanlar, çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik
bir Müslüman Türk beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan
fiskirircasina bu kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde
durup düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit
olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, Budin'i
önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi kelimetullah için
burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan bir Islâm sehri haline
getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak görüyorlardi. Bu sebepledir ki,
l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan Macaristan topraklari, vaktiyle
pâyitahtlik etmis sehirler gibi (Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden
biri sayilan Budin merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün
diger eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple
Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri bulunmakta
idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve bazi tevcihatlarda
bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla gelenler olarak belirtilebilir.
Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan
Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi
mahlûl timar tevcihi, hisar müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib
oldugu açik bir ifade ile belirtilmistir.(BOA. MD. nr. 26, s. 97.) Budin
beylerbeyileri, meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere
komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle olan
ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme baglanamazsa o zaman
Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu. Bundan baska, Budin'deki Pasa
Sancagi haslarinin miktari, buradaki cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da
bize Osmanlilar tarafindan bu eyâlete ne denli önemin verildigini
göstermektedir.
Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile
ilgili siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O
da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti daha
uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman, Kanu-nî'nin
Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek, gayret ve masrafi
tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan taraflarina, baska bir ifade ile
Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli
bir kisminin tek bir bayrak altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi?
denilmektedir. Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus
olmali ki, bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib
Gökbilgin de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu
tenkidlere söyle cevap verir:
a) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir. Binaenaleyh o devrin
zihniyeti ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün
olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri dönemin
olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini, anlayislarini, fikir ve
düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar. Ancak bu sâyede dogruya yakin
bir sonuca ulasabilirler.
b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen
topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti, bir
mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi askerî gücüne
borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini devsirme dedigimiz
sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil ediyordu. Devlet, Avrupa
seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha fazlasini bu yolla almak ve onlari
müslümanlastirmak suretiyle kendi nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem
sâyesinde hem Kur'an'a muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya
yaralanmak suretiyle savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu
korumus oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini)
saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için böyle
bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan dünyasi ile
savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.
c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman
olmayan bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli
ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için yapilan bir
mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan haberdar olmayan yerlere
ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz.
Peygamber'in hadislerinde açikça belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla
ilgili müjdelere nail olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye
önem vermislerdir.
d) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî
imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu düsünce bir
bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya ordunun paraya ihtiyaci
olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde edilebilir. Orta Avrupa ve
Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de ulasilmasi bakimindan kolaydir.
Bütün bunlara ilaveten sunlari da söylemek mümkündür:
XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet
mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek
düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin saglanmak
istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve özellikle Sünnî
olmalarindan dolayi olabilirdi.
O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi. Etnik bakimindan
bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar,
Afsarlar, Türkmenler vs.) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî) olmasi
onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu. Nitekim hem Sah
Ismail, hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler. Bununla beraber Iranlilik adina,
Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî Osmanlilarla kiyasiya mücadele
ediyorlardi. Binaenaleyh bir birlik söz konusu olamazdi. Safevîler,
Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta eski Iranliligi temsil
ediyorlardi.-
Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm
birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette bulunmadiklari
müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu. Zira böyle bir
ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine düsürecek, bu da Islâm
ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza böyle bir savasta cihâd da söz
konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i müslim devletlere karsi yapilan bir
mücadele idi. Bu sebeple Kanunî, Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan
Bati ile ugrasmayi yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye
düsürecek veya kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi
yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir. Nitekim Siî
Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la yapilan muharebeler ve bu
muharebelerin basariya ulasip zaferle sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu
göstermektedir.5. l543 Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de
geçiren Kanunî, Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski
isteklerini tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip
kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi taahud
ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak bakmadigindan
elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand, degisik milletlerden
mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu topamis bulunuyordu. Ferdinand'in
bu büyük hareketini Fransiz elçisi vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e
yardim göndermek için derhal hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste
önlerine gelen bu büyük ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen
kaleyi muhasara altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan
bu ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile gelmekte
oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda kalir. Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini
tamamlayan Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18
Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket eder. Bu
sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri, Pojega civarindaki
bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi zaptettikten sonra Siklos'u
kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina
yardima gider. Böylece kale 8 Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri
de teslim olmustu. Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin
yetismesi üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar
Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma altindaki
kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden siddetli bir muharebe
baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler, bir heyet göndererek l0 Agustos
l543'te teslim olurlar. Estergon'un fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in
elinden eski Macar kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney -
batisinda Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad
(Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi yerler
alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için civardaki kalelerin
zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî, Istanbul'a dönüs sirasinda
Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in Manisa'da vefat ettigi haberini alarak
büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten
sonra da oglunun nâsinin Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8
Saban'da Bâyezid Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda
eder. Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki
hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi olan
Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle nakleder:
Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve nice kal'alar fethi
için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in gurresinde (ilk günü) vaki
olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün hasta olup alti gün sahibfiras
(yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali) gecesi fevt olup azim matem olup mah-i
mezburun (belirtilen ay) dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim
Çelebi ve nice agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler.
Bütün çabalarina ragmen Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlayan
ve her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden
Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes yillik bir
baris antlasmasi yaparlar. Haziran l547'de bes yil için imzalanan bu muahede
(antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir. Zira meydana çikan Erdel hâdisesi,
harbin yeniden baslamasina sebep olur.
Daha önce de temas edildigi gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar
Kirali Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi.
Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup Erdel'in
buna verilmesine çalisiyordu. Bu duruma vâkif olan Osmanli Devleti, Ferdinand'i
tehdid ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez. Zira bu siralarda Osmanli
ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden kendisine bir sey yapamayacagindan
emindi.
Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca
Avusturya elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli
Beylerbeyi Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle
görevlendirmisti.
10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7
Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir. Ayrica,
Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek Osmanli hâkimiyetine
katar. Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra Timisvar'i kusatir. Fakat
iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine Belgrad'a döner.
Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e
girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada Segedin
sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin Beylerbeyi olan
Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine Segedin önlerine gelen Ali
Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.
Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer. Bu
tarihte Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir.
Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden beri Alman
Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand, Erdel
(Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan Macaristan için
30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede imzalamisti(l562).6.
Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri Osmanlilar'a bagli bir
voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri
alindiktan sonra siki bir sekilde devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar,
yarim asirdan daha fazla bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde
bulunmamislardi. Her ne kadar voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal
göstermisse de buna Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz
yumulmus ve sadece ikaz ile iktifa edilmisti.
Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat
göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil Osmanli
Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle yükümlü tutulmustu.
Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi esnasinda orduya elçisini
göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden avdette de vergisi olan 4000 duka
altin ile 40 kisrak ve 20 taydan ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti.
Hammer, Rares'in Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî
tarafindan karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle
nakletmektedir: Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan
hediyeleri bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus
elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri ortabasilarinin
serpusu) hediye eder.
Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten
yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya baslamisti.
Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere baslamis bulunan Petru
Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan Erdel'e tecavüz ettigi gibi,
Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice temasa geçmisti. Bundan baska
göndermekle yükümlü oldugu vergileri de göndermemeye baslamisti. Keza, Osmanli
Devleti'nin o taraflardaki mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet
kurmak üzere Erdel'e gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de
öldürtmüstü.
Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip
onlar tarafindan voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar sonrasi
Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir. Ancak bu kararini
gizli tutar. Barbaros'un donanma ile denize açildigi (7 Temmuz)'nin ertesi günü
Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu, Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi
zaman Kanunî Seferimiz Bogdan üzerinedir diyecektir. Ordu, Sultançayiri denen
mevkide iken Rares'ten gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak
Kanunî, ona verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve
gelip itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti.
Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis
oldugundan sefere devam edilmistir. Osmanli ordusunun harekâti karsisinda
dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan baska bir çare
bulamamisti. Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi gibi l6 Eylül l538'de
Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir. Bu sehrin fevkalade müstahkem
bir kalesi olmasina ragmen sehir halki, mukavemet edemiyecegini anladigindan,
kale anahtarilarini getirip Osmanli kuvvetlerine teslim eder. Bunun üzerine
Kanunî, sehirde umumi af ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda
seçmelerini ister. Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafindan b olunur ki bu,
muhtemelen Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir. Kanunî, bu yeni
voyvodaya bir de berat verir.
Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda
kalan yerleri ellerine geçirmislerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak haline
getirilmisti. Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa edilmis, Akkirman
ise müstahkem bir hâle getirilmisti. Yine bu esnada Bender sehri de ele
geçirilmisti. Bogdan meselesinin hallinden sonra Osmanli ordusu geri dönmüs,
sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib Giray'a da geri dönme izni verilmisti.
Osmanli ordusunun dönüsünden sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve
getirdigi yeni voyvoda ile yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar. Bunun
üzerine Kanunî Sultan Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa
voyvodaligi ona verir.ANADOLU'DAKI IÇ ISYANLAR
Kanunî döneminin önemli iç olaylarindan biri de Bozok bölgesinde
ortaya çikan Siî karekterli iç isyanlardir. Bu isyanlardan biri, Kanunî'nin,
Mohaç seferine çikip Budin'e dogru ilerlemekte oldugu bir sirada patlak
vermisti. Genel olarak bu isyanlar, Safevîlerin, II. Bâyezid ile Yavuz Sultan
Selim devirlerinden beri Anadolu'daki tahrikleri sonucunda Siî temayüllü Türkmen
gruplarinin çikardiklari isyanlarin devami mahiyetinde idiler. Yavuz Sultan
Selim devrinde siddet ve güçlükle teskin edilebilen Safevî propagandasi, Sah
Ismail'in oglu Tahmasb'in tahta geçmesi ile yeniden hiz kazanir. Oldukça genis
cephelerde cereyan eden bu isyanin baslica kiskirticisi ve müsebbibi,
Safevîlerin mezheb organizasyonuna bagli olarak yürüttükleri, sistemli
propaganda ile gizli ve isyankâr faaliyetleri idi. Bunlar tek merkezden idare
ediliyor ve her tarafta, hemen hemen her zaman görülebilecek mahallî bazi
haksizlik ve uygulamalar büyütülerek , türlü sekillerle muayyen zümreler tahrik
ediliyordu. Bir çok yerde birden patlak veren ve bir plan dahilinde oldugu,
müsterek hareketlerinden anlasilan bu isyan tesebbüslerinin Safevîler tarafindan
idare edildigini gösterecek pek çok sebep vardir. Osmanli Devleti'nin,
Budin'deki harple mesgul olmasi, Iran'i harekete sevketmisti. Böylece Iran,
Sarlken ile Ferdinand'a yardim etmis oluyordu. Isyan hareketini büyüten islerin
basinda, yapilan Iran propagandasi ile birlikte timar ve tahrir sebebiyle gayr-i
memnun bir sinifin ortaya çikmasiydi. Nitekim Bozok sancagi tahriri esnasinda
tahrir memurlarinin yaptiklari haksizlik, kisa zamanda bölgede bir
ayaklanmaninin baslamasina sebep olmustur.
Bu ayaklanma, Süglün Koca ve oglu Sah Veli ile Safevî halifesi
(ajani) Zünnûn adli kimselerin birlesmek suretiyle etraflarina Bozok
Türkmenlerini toplayarak harekete geçmeleri ile baslamisti. Onlar, bölgede
bulunan Müslihiddin adindaki kadi, onun katibi Mehmed ve Hersekzâde Ahmed
Pasa'nin oglu olan Sancakbeyi Mustafa Bey'i öldürürler. Beyleri Sehsuvar oglu
Ali Bey'in ölümünden dolayi kirgin olan Dulkadir Türkmenleri'nin katilmasiyle
isyan daha da büyümüs, Kayseri civarinda Karaman Beylerbeyi Hurrem Pasa'yi yenen
âsiler, Tokat taraflarina hâkim olmuslardi. Nihayet Höyüklü mevkiinde
sikistirilan âsilerle yapilan mücadelede (26 Eylül l526) âsilerin ele basilari
öldürülmüstü. Bununla beraber dagilan âsi guruhu yeniden toparlanarak ani bir
saldiri ile Rum (Sivas) Beylerbeyi olan Hüseyin Pasa'yi agir yaralayip, ölümüne
sebep olurar. Fakat güçsüz âsiler, Diyarbekir Beylerbeyisi Hüsrev Pasa'nin
kuvvetleri karsisinda dagilmaktan baska çare bulamazlar.
1527'de Adana taraflarinda çikan isyan ise Adana Beyi Pîrî Bey
tarafindan bastirilmistir. Ancak bu iki isyanin hemen akabinde, Karaman'dan
Maras'a kadar uzanan bölgede büyük bir isyan daha çikar. Bu isyan hareketinin
liderligini, Haci Bektas Veli sülalesinden oldugunu iddia eden ve Haci Bektas
Zâviyesi Post-nisini Kalender Çelebi yapmaktaydi. Sah ünvani da verilen
Kalender'in, mevkii sebebiyle kisa zamanda yaninda 30 bin kisi toplanmisti.
Bunlar, Siîligin iyice nüfuz ettigi, siki kayitlar yerine nisbeten serbest
yasamaya alismis, devletin birtakim mükellefiyetlerinden gayr-i memnun konar
göçer Türkmen gruplari idi. Kalender'in isyani haberi, Mohaç'tan dönmekte olan
Kanunî'ye ulasinca derhal tedbir alinmasi için emirler göndermis, Istanbul'a
vardiginda da Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi isyani bastirmakla görevlendirmisti.
Ibrahim Pasa, üç bin yeniçeri ve iki bin sipahiden mürekkeb bir kuvvetle tenkil
için sevk olunmustu.
Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa ve Karaman Beylerbeyi Mahmud Pasa'nin
eyâlet askerleri ile Cincife mevkiinde âsilere maglub olmalari üzerine Ibrahim
Pasa, birtakim ön tedbirler alma geregini duyar. Bu cümleden olarak o, daha isin
basinda, Kalender'in önünde maglub olan askeri, henüz harbe girmemis olan kendi
kuvvetleri ile temas ettirmez. Bundan sonra sadece Kapikulu askerlerini yaninda
tutar. Yenilgi haberini Dulkadir Eyâleti'nde alan Ibrahim Pasa, sür'atle
Elbistan'a gider. Pasa, bu isyan kuvvetlerinin üzerine yürüyüp bosu bosuna
Müslüman kani dökmektense, siyasî tedbirlerle hareketin sebebini ortadan
kaldirmak yolunu tutarak adâlet uygulamaya baslar. Zulüm ve gadrleri görülen
ümerâyi cezalandirir. Haksiz olarak zaptedildigi görülen timarlari sahiplerine
iade edip, bunlarin merkezî hükümetin rizasi olmadan yapildigini göstermeye
çalisir. Kalender Sah'in etrafindaki kimseleri, kaçak olarak giden casuslari
vâsitasiyle bundan haberdar edip, dehâlet edeceklerin affedilerek eski
vazifelerine iade edileceklerini ilan ettirir. Gelenlere iltifat göstererek
âsinin etrafindaki Türkmen asiretlerini kendi tarafina çeker. Sadrazamin bu
sekildeki âdil davranisi, Kalender Sah'in etrafindaki kuvvetlerin derhal
çözülmelerine sebep olur. Böylece o, Dulkadir Türkmenleri'ni kazanarak onlarin,
Kalender'in yanindan ayrilmasini saglar. Bunun sonucu olarak kuvvetleri büyük
ölçüde azalan âsiler üzerine çok itimad ettigi adamlarinin komutasinda küçük
birer müfreze göndererek 22 Ramazan 933 (2l Haziran l527)'de Bas Sariz (veya
Bassaz mevkii) Yaylagi'ndaki Kalender'i Iran'a kaçmadan yakalatip basini
kestirir.
Ibrahim Pasa, bu isyanin bastirilmasindan sonra Istanbul'a döner. Bu
isyan hâdiseleri merkezî hükümeti ciddi tedbirler almaya sevkeder. Bunun için
her tarafa tahkik heyetleri gönderilir. Bu heyetler sâyesinde halkin sikâyet
ettigi konular düzeltilir. Böylece gayr-i memnunluk zorla degil, hüsn-i tedbirle
giderildi ki, bu, Osmanli idaresinin karekteristik vasiflarindan birini teskil
eder. Herhalde asirlarca Devlet'in varligini devam ettirmesini saglayan
prensiplerin mahiyeti bu neviden davranislar sayesinde mümkün olmustur. Yukarida zikredilen isyanlardan iki sene sonra yani H. 935
(M.l529)'de Adana civarinda basina 5 bin kisi toplayan Seydi ve sonradan ona
iltihak eden Inciryemez adli Kizilbas âsilerinin çikardiklari isyan da, Ramazan
ogullarindan Adana Beyi Pîrî Bey tarafindan siddetle bastirilarak ele basilari
ele geçirilip öldürülmüslerdi.
Anadolu'da cereyan eden bu isyanlar sirasinda Istanbul'da Molla Kabiz
adinda birisi, câmilerde, Hz. Isa'nin Hz. Muhammed'den daha üstün oldugu
seklindeki görüslerini, âyet ile hadisleri kendine göre te'vil ederek halka
yaymaya baslamisti.
Çagdas tarihçi ve devlet adami Celâlzâde Mustafa'nin erbab-i
ilimden oldugunu söyledigi Molla Kabiz, Kanunî devrinin ilk yillarinda bir
zindiklik yoluna sapmis görünmektedir. Celâlzâde'nin ifadesine göre, Molla
Kabiz'in itikadina fesad gelmis, dalalet yoluna saparak harabatî bir hayat
yasamaya baslamistir. Hâdiseyi sadece dinî münakasa degil, ayni zamanda milli
bir emniyet meselesi olarak gören Osmanli hükümeti, fikir ve görüsleri,
Seyhülislâm Kemal Pasazâde tarafindan ilmî delillerle bu fikirleri çürütülmesine
ragmen, yine de iddiasindan vaz geçmeyen Molla Kabiz'i ölüm cezasina
çarptiracaktir.
Dönemin fikir, düsünce ve anlayisini ortaya koymasi; gerek devlet
adamlarinin, gerekse hükümdarin benzer olaylara bakisi açisindan önemli bir
hâdise olan Molla Kabiz olayina ana hatlariyla temas etmek gerekir.
Biraz önce belirtildigi gibi Hz. Peygamber aleyhinde konusan Molla
Kabiz, 8 Safer 934 günü bazi kimseler tarafindan Divan-i Humayûn'a getirilir.
Çünkü o, daire-i ser' ve edebten hurucuna ulemadan bazi sahib-i gayret
kimesneler tahammül etmeyüp bi'l-fiil Server-i kâinat üzerine (s.a.s.) Hz.
Isa'yi tafdil edüp mezkuru Divan-i Humayûna getirirler. Divan'da bulunan
pasalar, bu meselenin bir ser'-i serif isi oldugunu düsünerek olayi Divan
üyesi olarak orada hazir bulunan kadiaskerlere havale ederler. Bu sirada
Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi Rumeli, Kadirî Çelebi de Anadolu kadiaskeri
bulunmakta idiler. Dâvasini açiklamasi istenilen Molla Kabiz, inandigi seyleri
oldugu gibi anlatinca, her iki kadiasker de gazaba gelerek katlini emrederler. Gerek Kabiz'in, gerekse kadiaskerlerin buradaki davranislari ilgi
çekici bir mâhiyet arzediyor. Kabiz, iddiasini ortaya koyduktan sonra bunu
destekleyen bazi âyet ve hadisleri nakledip bunlarin açiklamalarini yapiyordu.
Bu yolla delillerini ortaya koyduktan sonra, israrla dâvasinin dogru oldugunu
söylüyordu. Halbuki, Molla Kabiz'in açiklamalari ile ilgili bazi ser'î
meselelerin kadiaskerlerin hatirinda bulunmadigi anlasiliyordu. Bu sebeple her
ikisinin de ser'î icaplara göre cevap vermekten âciz bulunduklari görülüyordu.
Bundan dolayi itidal yolunu terk edip gurur ve gafletin istilasina ugramislardi.
Böylece bu iki kadiaskerin, isgal etmekte olduklari mevkilerin tam mânasiyle
ehli olmadiklari meydana çikiyordu. Celâlzâde'nin ifadesine göre Molla Kabiz'in
iddialarina makul cevaplar veremeyen bu iki kadiasker, derhal katlini isterler.
Buna karsilik Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa ...bu sahsin müddeasi, ser'-i serife
muhalif olup hata ise ol hatayi gösterüb... bu konudaki süpheleri gidermek
gerekir, ser' ile cevabini verin... kizmak ve gazaba gelmek suretiyle edeb
hududlarini asan bir durum meydana getirmek ilim ve akil erbabina lâyik
degildir seklinde konustugu halde onlar Molla Kabiz'i inandigi fikirlerden
döndürecek bir sey söyleyememislerdi. Böylece Molla Kabiz'in kadiaskerler
karsisindaki ilmî üstünlügünü dikkate alan pasalar, Divan'i tatil edip Molla
Kabiz'i da serbest birakirlar.
Ancak bu durumu, pasalarin oturdugu tasra divanhâne üzerinde kafes
arkasindan takib etmekte olan devrin hükümdari Kanunî Sultan Süleyman, vezirler
huzuruna girer girmez, onlara hitab ile ...bir mülhid, Divânimiza gelüp
Peygamberimiz iki cihan fahrina tafdil-i Hz. Isa eyleyüp müddeasi isbatinda
ekavil-i bâtili tezyil eyleye, süphesi zâil olmayup ve cevabi verilmeyüb, niçin
hakkindan gelinmedi...? demistir. Bunun üzerine tekrar Divân'a getirtilen Molla
Kabiz'in iddialarini çürütmek üzere dönemin mümtaz bir simasi olan Seyhülislâm
Kemal Pasazâde ile Istanbul kadisi Mevlâna Sa'deddin Divâna dâvet edilirler.
Müfti'l-müslimîn olan Kemal Pasazâde Hazretleri büyük bir hilm ve edeb üzre
Kabiz'in iddiasini sorup ögrenir. Kabiz, okudugu bâzi âyet ve hadislere
dayanarak eski iddiasini tekrarlar. Bunun üzerine Seyhülislâm onun okudugu âyet
ve hadislerin mânalarini açiklayip gerçegi ortaya koyar. Celâlzâde Mustafa
burada su ifadeleri kullanir: Tamam itikadini beyan ve ayân edicek kaide-i
ilmiye üzre kendisinin su-i fehm ve idrakini gösterüp süphelerini tamam izâle
eylediler. Böylece hak (gerçek) zâhir ve bâhir oldu. Bu açiklamalar karsisinda
Molla Kabiz, dili tutulurcasina susmak zorunda kalir. Kaynagimizin dili ile
Kabiz'a sukût âriz olup tekellüm ve nutka mecali kalmayup melzûm ve mebhût
oldu. Kabiz susunca Kemal Pasazâde ayni yumusaklikla ona hitab ederek ...iste
hak ne idügü zâhir olup malum oldu, dahi sözün varmidir... bâtil inancindan
vazgeçerek hakki kabul edermisin? dedi. Molla Kabiz iddiasinda israr ederek bu
teklifi kabul etmez. Bundan sonra Müftü (Seyhülislâm) Istanbul Kadisi'na dönerek
fetva emri tamam oldu. Ser' ile lâzim geleni siz hükm idün... teklifinde
bulunur. Istanbul Kadisi da, Kabiz'a hitab ile Ehl-i sünnet mezhebi üzerine,
temiz inanç yoluna dönüp dönmedigini tekrar sorar. Fakat Kabiz inancinda israr
etmekte idi. Bunun üzerine katline hüküm verilir. IRAN SEFERLERI
Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine yeni umutlara kapilan Sah
Ismail, Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artirdigi gibi Kanunî'nin tahta
çikisini da tebrik etmemisti. Bununla beraber Osmanlilar'in Avrupa'daki
basarilari ve kendisinin Iran'daki mesguliyeti, onu zahirî bir dostuk
gösterisine itmisti. Sah Ismail'in ölümü ve çocuk yastaki (onbir yasinda) I. Sah
Tahmasb'in tahta geçmesi, Iran'da karisikliklara sebebiyet vermis, bu arada
Gilan hükümdari ve Iran'daki Sünnî ulema Osmanlilar'dan yardim istemisti.
Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a varincaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak
altinda toplamak ve Kizilbas-Safevî tehlikesinin kökünü kazimakti. Bu maksatla
daha Mohaç seferine çikmadan önce Dogu'ya bir sefer yapmayi düsünmüstü. Nitekim
o, Gilân Hâkimi'ne mektup yollarken, Sah Tahmasb'a da bir Tehdidnâme
göndererek söyle diyordu:
Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahimiza adam
gönderub arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu
noksan akilla tamam gururun ve daire-i dalaletten adem-i udûlun (sapiklik
yolundan dönmeyisin) olmagin insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem benim dahi an karîb
diyar-i sarka teveccüh-i humayûn ve azimet-i meymunuma mûcib ve bais oldu.
Otag-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve
turan vesair vilâyet-i Semerkand ü Horasan sahralarinda kurulmak mukarrer oldu. Avusturyalilar'la yapilan antlasma üzerine Bati'dan nisbeten emin
olan Kanunî , Dogu ile ciddi bir sekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet
meydana gelen iki önemli hâdise, Iran'a harbin açilmasina sebep olur. Bunlardan birisi , Bagdad'i ele geçiren Zülfikar Bey'in, Osmanlilar'a
müracaatla sehrin anahtarlarini Istanbul'a göndermesi idi. Bu siralarda
Osmanlilar, Viyana kusatmasi ile mesgul olduklarindan Tahmasb, yeniden Bagdad'i
ele geçirmisti. Bölgede cereyan eden bu hâdiseler, çagdas bir arastirmada
teferruatli bir sekilde anlatilir. Bununla beraber biz, fazla teferruata
girmeden olaylari kisaca vermek istiyoruz. Öyle anlasiliyor ki, Kanunî'nin
çikacagi I. Dogu seferinden önce, Bagdad ile Bitlis'te meydana gelen hâdiseler,
ilk firsatta böyle bir seferin yapilmasini gerektiriyordu. Türkmen Musullu
oymagina mensub Nohud Ali Sultan'in oglu olan Zülfikar Han, 934 ( l528 ) yilinda
Kelhur Hâkimi idi. Bu sirada Bagdad Beylerbeyisi olan amcasi Ibrahim Hân'in,
yaninda asker bulundurmadan yaylaga çikmasini firsat bilerek l0 Ramazan 934 ( 29
Mayis l528 ) günü bir baskinla onu öldüren Zülfikar Han, 40 gün kusattigi Bagdad
sehrini öldürdügü amcasinin ogullarinin elinden alarak kendisini Bagdad
Beylerbeyi ilan etmisti. Tebriz'in böyle bir oldu bittiyi tanimayacagini ve
kendisini cezalandiracagini kestiren bu Türkmen Beyi, Sünnî sehir halki ile de
anlasarak Bagdad'in anahtarlarini Kanunî'ye gönderdigi gibi onun adina Bagdad
darphânesinde sikke kestirip hutbe okutmustu. Böylece buranin Osmanlilar'a
bagliligini ilana baslamisti. Pâdisah, meshur Viyana seferi ile ugrastigindan,
Irak'a yardimci gönderemedi. Sonradan Sah Tahmasb, bir ordu ile gelerek Bagdad'i
günlerce kusatmis ve sonunda 3 Sevval 935 (l0 Haziran l529) günü, yine Muslu
boyundan Ali Bey'in, Zülfikar Han ile kardesi Ahmed Bey'i uyurken öldürmesi ile,
Bagdad kalesini ele geçirir. Böylece, Irak merkezinin kendiliginden Osmanlilar'a
tabi olusuna Istanbul'dan zamaninda yardim gelememesi, Pâdisahi manevî bir borç
altina sokmus oldu.
Iran'a karsi harbin açilmasina sebep olan ikinci hâdise ise Iran
beylerinden Ulama Han'in Osmanlilar'a, Osmanli ümerâsindan olan Bitlis Hâkimi
Seref Han'in ise Safevîler'e siginmalaridir. Esasen, Osmanlilar'in Teke
(Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll Sah - Kulu isyanina katildiktan sonra
Sah Ismail'in yanina kaçarak Safevîler'e iltica edip mansib alan Ulama Han,
Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli bir siyasî mevkie sahipti. Bu sirada, Sah
Ismail'in basveziri bulunan ve kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'in,
Isafahan'in Kendiman yaylaginda Samlu Hüseyin Han tarafindan öldürülmesini
firsat bilerek kendisini vezir tayin ettirmek istemisti. Bu maksatla Sah'in
yanina gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düsürdüler. Samlu ve
öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelülerin ezilmesinden ürken Ulama Han,
kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan, Osmanlilar'in hizmetine
girecegini, Diyarbekir Beylerbeyisi araciligi ile Istanbul'a bildirir.
Istanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocakli Beyi (IV.) Seref Bey'in Ulama'nin
aile fertleriyle birlikte Pâdisah dergâhina gönderilmesi ne gayret etmesi
bildirilmisti. Bitlis Hâkimi Seref Han vâsitasiyle Istanbul'a gelen Ulama,
kendisine delâlet eden Seref Han aleyhine birtakim sözler sarfederek, onun Sah'a
meyli oldugunu söylemisti. Köszeg muhasarasindan önce huzura kabul edilen Ulama
Han'a, ocaklik statüsü kaldirilarak beylerbeyilik haline getirilen Bitlis tevcih
olunmustu. Böyle bir haberi alan Seref Han, Sünnî olmasina ragmen Bitlis'in Iran
topragi oldugunu ilan etmis ve Sah Tahmasb'dan Osmanlilar'a karsi yardim
istemistir. O, Osmanlilar'in, birçok Anadolu hânedanina yaptiklari gibi,
kendisini de atalarindan kalma topraklarindan mahrum edeceklerini saniyordu.
Bunun üzerine Dulkadir ve Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir
Beylerbeyi olan Fil - Yakup Pasa yardimiyla Bitlis'i kusatan Ulama, Safevî
ordusunun yardima geldigini duyunca Diyarbekir'e çekilmistir. Bu arada Ahlat'ta
Sah'a büyük bir ziyafet çeken Seref Bey, ona agir armaganlar sunarak, kendisi de
murassa kiliç kemeri ve altin sirmali kaftanla taltif edilir. Tahmasb, 20 Safer
939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek kendisine Eyâlet penâh diye
hitab eder.
Bu davranisi ile Tahmasb, Osmanlilar'a bagli bir uç beyligini kendi
himayesine almis oluyordu. Bu hâdise, Iran'a savas açilmasina sebep olmustu. Bu,
bir Osmanli toprak parçasinin baska bir devlete geçmesi demekti ki, böyle bir
sey, Osmanli siyasetinin kabul edemeyicegi bir keyfiyetti. Iste bunun üzerinedir
ki, Iran'a karsi bir sefer açmak elzem hâle gelmisti. Almanya'ya bas egdirilmis
olmasi, böyle bir sefere imkân veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine
bizzat hükümdarin gitmesi icâb ediyordu.
Yukarida belirtilen bu iki önemli hâdise karsisinda Surhser
(Kizilbas) Iran'a sefer açmayi düsünen Kanunî, daha l525 Temmuz'unda Sah
Tahmasb'a gönderdigi tehdidnâmesinde böyle bir fikri tasidigini ima ediyor,
ancak Bati'daki isleri yüzünden buna imkân bulamiyordu. O, Iran beliyesini
ortadan kaldirip, Sünnî Türkistan'la birleserek, kendisini arkadan vuran ve
Avrupa'daki, yani diyar-i küfürdeki Islâmî ve insanî hamlesini yavaslatan
köstegi kaldirmak arzusunda idi. Gerek dedesi, gerekse babasinin zamaninda
meydana gelen ve Anadolu'yu isyanlarla karistiran Siîlige karsi onun düsünce ve
tutumunu gösteren bir gazelini burada zikretmek istiyoruz. Bu gazel, Sultan II.
Mahmud'un kizi Âdile Sultan tarafindan h.l308 (m. l890) yilinda Istanbul'da
bastirilmis ve dört tertip Türkçe divanindan birisi olan 236 sahifelikDivan-i
Muhibbî, s. l20'de bulunmaktadir.
Allah, Allah diyelüm, Sancak-i Sâhî çekelüm,
Yürüyüp her yanadan Sark'a sipahî çekelüm,
Iki yerden kusanalum yine gayret kusagin,
Bulasup toz ile topraga, bu râhi çekelüm.
Pâyimal eyleyelüm Kisveri'ni Surhser'ün,
Gözüne, sürme deyü dûd-i siyahi çekelüm.
Bize farz olmus iken : olmamiz Islâm'a zahîr,
Nice bir oturalum, bunca günahi çekelüm,
Umarum rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer,
Ey Muhibbî, yürüyüp Sark'a sipahî çekelüm.
l. Irakayn SeferiSinir bölgelerinde cereyan eden bu hâdiseler üzerine
zaten Iran'a sefer açmaya kararli olan Kanunî, hem Osmanli Pâdisah'i hem de
Islâm Halifesi adina hutbe okunan ve kale anahtarlari da gönderilmis bulunan
Bagdad'i Kizilbas zulmünden kurtarmak ve Irak'i almak üzere harp
hazirliklarini baslatmisti. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim l533)
tarihinde Vezir-i A'zam Damad Ibrahim Pasa'yi önden gönderir. Ibrahim Pasa,
Kasim ayi sonlarina dogru Konya'ya varmak üzereyken Ulama Han (Pasa)'nin
Bitlis'e girdigi ve IV. Seref Han'in basinin kesildigi haberi gelir. Zira bu
sirada Ulama Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil Yakup Pasa birlikte, Seref
Han'in Hizan'i kusattigi sirada ikinci defa onun üstüne yürüyerek maglub
etmislerdi. Bunun üzerine Seref Han'in oglu III. Semseddin, basina topladigi
kuvvetlerle mukabele ettiyse de karsi duramayacagini anladigindan Ibrahim
Pasa'ya müracaat eder. Bunun üzerine Ibrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklik
hâline getirip Seref Han'in oglu III. Semseddin'e verir. Böyle siyasî bir
manevrada bulunmakla Ibrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemis oluyordu. Zira
bu bölgede Seref Hanlar'in nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlilar'in Bitlis
Valisi olarak l574'e kadar 4l yil idarede bulunmustu.
27 Aralik l533'te Haleb'e gelen Ibrahim Pasa, burada kislamisti.
Kisin Van taraflarinda bulunan Ulama Han istimâlet tarikiyla Ahlat, Adilcevaz,
Ercis ve Van'i Osmanlilar'a itaat ettirmisti. Bütün bu faaliyetleri haber alan
Sah Tahmasb da harb hazirliklarina baslar. Bu esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp
orayi ele geçirmek isteyen Ibrahim Pasa, daha sonra Ulama'nin tesiriyle Tebriz
üzerine yürümeyi kararlastirir. Bunun için Birecik üzerinden Firat geçilerek l4
Mayis l534'te Diyarbekir'e varilir. Burada bir müddet kalinarak yeni siyasî
tesebbüslere girisilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen Ibrahim Pasa,
Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'in ordusu Sa'dabad civarinda
konakladigi zaman, Tebriz halkinin ileri gelenleri, Safevî pâyitahtinin
bagliligini arzederler. Böylece Ibrahim Pasa, l Muharrem 94l (l3 Temmuz l534)'te
savasmaksizin Tebriz'i ele geçirir. Pasa, burada müstahkem bir ordugâh insa
ettirerek buraya l000 kisilik bir kuvvet koyar. Sehre bir kadi tayin eder.
Böylece her türlü yagma ve kanunsuz hareketleri yasaklayip önlemis olur. O,
kimseyi incitmemeye ve halki memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. Ibrahim
Pasa'nin bu sekildeki hareketi kisa zamanda meyvesini verip tesirini
gösterecekti. Bununla beraber daha önce Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtina
karsi Ibrahim Pasa tarafindan acele yetismesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce 940
(23 Haziran l534)'te Üsküdar'dan hareketle Iran sinirlarina dogru yola çikar.
Ibrahim Pasa'nin bu istegine Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtinin sebep
olabilecegi endisesi ile birlikte asker arasinda meydana gelen huzursuzluk ta
vardi. Nitekim Peçevî'nin ifadesine göre düsman topraklarina girildigi zaman
asker içine gûna gûn fisiltilar düsüp Sah'a Sah gerek imis, mahall-i zarûrette
askere penâh gerek imis, Sah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i Islâm'in
hali ne olur deyü bir havf ve hasyet (korku) târi oldu. Tedbir sahibi vezir bu
hâle vâkif oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i
Pâdisahî'ye yazar Iznik, Kütahya, Aksehir ve Konya'dan geçilir. Pâdisah,
Konya'da bulundugu sirada Van ile birlikte elde edilen diger sehirlerin
anahtarlari gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdisah, Allah'a hamd ve
senâ ile büyük sair ve mutasavvif Mevlana Celâleddin-i Rûmî'nin türbesini
ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada Kur'an-i Kerim tilâveti ve
Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra, dervislerin kudûm ve ney sesleri arasinda
semâa baslamalari onu pek memnun etmisti.
Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün
sehir halki tarafindan tezahüratla karsilanmisti. Ertesi gün Pâdisah'la
seraskerinin ordulari Ucan'da birlestiler. 29 Eylül'de Pâdisah tarafindan büyük
bir divan toplanarak bunda seraskere, beylerbeyilerine, agalara, Defterdar
Iskender Çelebi'ye, Nisanci Seydi Bey'e ve Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa
Çelebi'ye tesrif hil'atleri giydirildi. Ordunun degisik siniflari da durumlarina
göre ihsanlara kavustular.
Ordu, Sultaniye'ye dogru yoluna devam eder. Buraya gelindigi zaman,
Sah Tahmasb'in memleketinin içlerine dogru geri çekildigi ögrenilir. Bu esnada,
daha önce Sah tarafinda bulunan bazi beylerin Osmanli bayragi altina kostuklari
görülür. Dulkadir Hânedanindan Mehmed Bey, Sahruh Bey'in oglu ve Iran'in bes
taninmis sahsiyeti burada zikredilebilir.
Gerçekten, Sah Tahmasb, Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekindigi
için yipratma taktiklerini kullaniyordu. Bu maksatla Osmanli ordusunun geçecegi
yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanli ordusu da halki
göçürülmüs, issiz ve harab bir arazide çok güç sartlar altinda Sultaniye'ye
gelebilmisti. Havalarin sogumasi, kar yagisinin baslamasi ve erzak darliginin
basgöstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi karari alinmisti. Zira bu
tabiat sartlarina göre güneye inmek ve orada kislamak gerekiyordu. Bu sebeple
Hemedan'a teveccüh edildi. Binbir zorlukla yapilan bu yürüyüs, dünya tarihinde
esine ender rastlanan bir vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmus,
toplar ise yagmurdan büyük zarar görmüslerdi. Bu arada yollarda birçok esya
kayip ve zayi' oldu. Bazi toplar da nakledilme imkansizligi sebebiyle yolda
birakilip topraga gömüldü.
Bu isler, serasker kethüdasi olarak, Basdefterdâr Iskender Çelebi'yi
alakadar ediyordu. Basdefterdârla Serasker olan Ibrahim Pasa arasinda bir
anlasmazlik vardi. Bu intizamsizliga ve yollardaki telefata çok kizan Pâdisah'a,
isin sorumlusu olarak Iskender Çelebi gösterildi. Bunun üzerine Basdefterdar
azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alinir.
Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine
varir. Bagdad önlerine varildiginda kale muhafizi Tekelü Mehmed Han'in
maiyetindeki askeri alip sehri terk ettigi görülür. Aslen Tekeli olan Mehmed
Han, Siraz'a kaçtigi için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l Camaziyelevvel 94l (28
Kasim l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da Pâdisah sehre girerek dört ay
kadar burada kalir. Böylece Bagdad, Osmanli ülkesine ilhak edilmis olur. Kanunî
Sültan Süleyman, bütün bu basarilarindan dolayi Ibrahim Pasa'yi ihsanlara bogar.
Diger devlet erkânina da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise
nisancilik mevkiine terfi ettirilir.
Böylece Bati'da Dâru'l-cihad adi ile anilan Belgrad'a karsilik,
Dogu'da da Dâru's-selâm denilen Bagdad, Osmanli ülkesine katilmis olur. Birçok
evliya türbesini koynunda bulundurdugu için Burc-i evliyâ, Abbasî
halifelerinin baskenti oldugundan Dâru'l-hilâfe, kapilari dis kapilarla örtülü
oldugundan da Zevrâ isimleriyle aniliyordu.
Kanunî, Bagdad'da bulundugu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret
ile insa ve tamir ettirmisti. Bu arada, Imam A'zam Ebû Hanife Numan b. Sâbit'in,
Gulat-i Siâ tarafindan yagmalanan kabrini buldurup ziyâret ederek burayi
temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi yapilmasini emreder. Sonra
Imam Musa Kâzim'in ve diger Islâm büyüklerinin türbelerini de ziyâret
eder.Böylece hem Sünnî, hem de Siîleri memnun eder. Bundan baska, Seyh
Abdülkadir Geylanî'nin kabri üzerinde bir türbe yaptirdigi gibi, yanina da bir
imâret yaptirir.
Asil hedefinin Kanunî degil, Ulama oldugunu söyleyen Sah Tahmasb, bu
arada Tebriz üzerine hareket ile Ulama'yi takibe baslamis ve onun Van kalesine
kapanmasi üzerine de burayi muhasara etmisti. Bu hâdiseeri haber alan Kanunî, 3l
Mart l535'te Bagdad'dan ayrilarak 30 Haziran'da Tebriz'e varir. O sirada
Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin alinmasi üzerine Derguzin'e kadar gelen
Kanunî Sultan Süleyman, Tahmasb'in izine rastlamayinca ordu tekrar Tebriz'e
döner. Kanunî daha sonra Tebriz'den Ahlat'a, oradan da Diyarbekir'e gelir.
Osmanli ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, bosaltilan
yerleri alarak tekrar Ulama'nin üzerine yürür. Van'i ele geçiren Tahmasb, oradan
Tebriz'e döner. Osmanli ordusu ise 8 Ocak l536'da Istanbul'a
ulasir.
Irak-i Arab ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle Irakayn Seferi
olarak anilan bu harekâtin, Osmanlilar bakimindan gözle görülür faydasi, Bagdad
ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmus olunmasidir. Bu sefer sonucu,
Osmanlilarin karsisina çikamayan Safevîler'in tamamen ortadan kaldirilamayacagi
anlasildigindan, bundan sonraki Osmanli seferlerinin asil gâyesi, Safevîleri
belirli bir sinir bölgesinin disinda tutmak olmustu. Askerî nokta-i nazardan ve
Ceziretu'l-Arab'in elde bulunmasi için elzemdi. Böylece Osmanli Halifeleri,
Haremeyn-i Serifeyn, Sam ve Bagdad'a sâhip olmakla Emevî ve Abbasî
hilâfetlerinin taht sehirlerini de memleketlerine katmis
oluyorlardi.
Bu sefer sonrasinda büyük bir san ve söhret kazanmis olan Vezir-i
A'zam Ibrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakayn seferi sirasinda
yaptigi hatalar, gurura kapilip kendisine verilen yetkileri sinirsiz bir sekilde
kullanmasi ve Defterdar Iskender Çelebi'nin öldürülmesinde rol oynamasi gibi
sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdigi vezirini devletin selâmeti için gözden
çikarmasina yol açmisti.
Pâdisah, Bagdad'da bulundugu dört ay içinde bütün bölgenin kadastrosu
mâhiyetinde tahririni yaptirarak, timar ve zeâmet sistemini buraya da tesmil
ettirir. Bu arada kadilar nasb ettirerek adâlet ve dogruluk prensibine bagli bir
adlî sistem gelistirir. Bu arada Basra Emîri Râsid itaatini arzettiginden buraya
dokunulmadi. Keza o, dinî âbide ve türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e
dahi giderek buralari da ziyaret eder.2. Ikinci Iran SeferiKanunî'nin, Irakayn
seferinden sonra on iki yil gibi uzun bir süre Avrupa ve Akdeniz hâkimiyeti ile
mesguliyeti, Sah Tahmasb'in Gürcistan ve Sünnî Sirvan'a hakim olmasina sebep
olmustu. Bu bosluk ona Özbekleri geri püskürtme imkâni da saglamisti. Bu arada,
Azerbeycan ve Irak-i Acem'de güçlü bir sekilde Siîlik tesis edilmisti. Sah
Tahmasb, bununla da yetinmeyerek Anadolu'ya ajanlar (halife, daî) göndermek
suretiyle Türkmen asiretlerini Erdebil ocagina bagli tutmaya çalismisti. Bununla
beraber Safevî hanedan üyeleri arasindaki tefrika ve Safevîler'in dayandigi
Türkmen gruplarinin birbirleriyle olan irtibatsizliklari, Iran'i içten içe
sarsmaktaydi. Nitekim Sah'in kardesi Elkas Mirza, Safevîler'in Sirvan hâkimi
iken bagimsizlik davâsina kalkistigi için kardesi tarafindan takibata ugramisti.
Elkas Mirza, bu takibattan kurtulmak için önce Derbend ve Kipçak taraflarina
kaçacak, daha sonra Azak ve Kefe'ye geçerek oradan bir gemi ile Istanbul'a gelip
Osmanli Pâdisahina siginacaktir.
Münasebetlerin, Iran'la ii olmamasindan dolayi Elkas Mirza iyi
karsilandigi gibi kendisine fevkalade ikramda da bulunulur. Zaten Elkas gelir
gelmez Pâdisah'i Sark seferi için tahrik ediyordu. Gerek bunun tesviki, gerekse
Sah'in eline geçen yerlerin tekrar alinmasi bakimindan böyle bir sefer
gerekliydi. Bu esnada Avusturyalilar ile bir antlasma imzalandigindan Iran
üzerine bir sefer açilmasina karar verilir. Böylece Tahmasb'in Sünnîler'e
tasallutu, Rüstem Pasa'nin Gürcistan üstüne gidilmesi yolundaki telkini ve
Özbeklerin yardim istemeleri sebebiyle kaçinilmaz hâle gelen Dogu seferi, Elkas
Mirza'nin da ilticasiyle kesinlesmis bulunuyordu. Bu seferin gerçeklesmesi için
l547 - l548 kisi hazirliklarla geçirildi. Bu esnada Bosna valisi olan Ulama Han
(Pasa), Iran halkinin durumnu iyi bildigi için Erzurum Beylerlebligine
getirilerek Elkas'a lala tayin edilir. Elkas, maiyetindeki kuvvetlerle 2l Mart
l548'de, Pâdisah ise 29 Mart'ta Istanbul'dan hareket eder. Bu gelismelerden
haberdar olan ve kardesi Elkas'in, Osmanlilar tarafindan tahta geçirileceginden
korkan Tahmasb da ordusunu toplamaya baslamisti. Öyle anlasiliyor ki, Tebriz'den
Senb-i Gazan'a gelerek burada bir ay konaklayan ve bütün ordusunu eli altinda
toplayan Sah'in, âdeti oldugu üzere Osmanlilar'in karsisina çikmak gibi bir
niyeti yoktu. O, Osmanli ordusu ugraginda (menzil) ve çevresindeki bütün yiyecek
ve yemlikleri, hatta içme sularini yok etmek, Anadolu içlerine Kizilbas
ajanlarini göndererek oradaki mezhebdaslarini ayaklandirmak suretiyle
karisikliklar çikarmak siyasetini güdüyordu. Böylece Osmanlilar, kuvvetlerinin
bir kismini kendi tebealari ile ugrasmak üzere geride birakmak zorunda
kalacaklardi. Bununla beraber olaylar, Sah'in arzuladigi sekilde gelisme
göstermiyorlardi. Zira, Osmanli Pâdisahi'nin Erzurum'a ulastigi siralarda,
propaganda için Anadolu'ya gönderilmis olan dört Safevî casusu, ellerindeki
mektuplarla birlikte yakalanmislardi.
Önce Van'i Safevîler'in elinden kurtarmak isteyen Kanunî Sultan
Süleyman, Ulama ve Pîrî Pasalar'i burayi zapta memur ettikten sonra kendisi
Tebriz üzerine hareket eder. Pâdisah'in komutasindaki Osmanli ordusu üçüncü defa
olarak tebriz'e girer. l5 Agustos'ta Van'a gelen Pâdisah, dokuz günlük bir
çarpismadan sonra (24 Agustos l548)'de Van'i Iranlilarin elinden tekrar almaya
muvaffak olur. Defterdar Sari Ilyas Çelebi'yi Van Beylerbeyligine tayin eden
hükümdar, geri dönmek üzere harekete geçer.
Sah Tahmasb, Van'in kaybedildigini ve Osmanlilar'in, kisi geçirmek
üzere Diyarbekir'e gittigini ögrenince Ercis, Ahlat ve Âdilcevaz taraflarina
tahripkâr akinlarda bulunur. Bu arada Kars kalesini tamir ve insa ile görevli
isçileri koruyan Pasin mirlivasi muhafizlarini kiliçtan geçirip öldürtür. Kaleyi
de yerle bir eder. Bu arada Tercan ve Erzincan taraflarina sarkan Sah,
Erzincan'i atese vermekten de çekinmez. Bu haberler, Diyarbekir'de bulunan
Kanunî'ye ulasinca, vezir Ahmed Pasa'yi büyük bir kuvvetle Sah'in üzerine
gönderir. Bu arada, kendi arzusu üzerine Elkas Mirza'yi da Kâsan, Kum ve Isfahan
taraflarini vurup yagmalamak üzere gönderir. Kuvvetlerinin mühim bir kismi imha
edilen Sah Tahmasb, sür'atle geri çekilerek Karabag'a gider. Kanunî ise Haleb'e
gelip kisi orada geçirir.
Sah Tahmasb'in, yeniden harekete geçmesi üzerine Kanunî l549'da ordu
ile tekrar Diyarbekir'e gelir. Bu arada iki devlet arasinda bulunan Gürcistan'in
bazan Osmanlilara, bazan da Iranlilar'a yanasmak suretiyle iki yüzlü hareketleri
ve Osmanilarin, Avrupa ile Akdeniz'deki mesguliyetleri esnasindaki tecavüzleri
sebebiyle bu isin saglam bir sonuca baglanmasi gerekiyordu. Zira Gürcüler,
Livane (Artvin) sancagina girip Ispir'e kadar dayanmislardi. Bu sebeple Pâdisah,
Diyarbekir'de kalip III. Vezir Ahmed Pasa basbuglugunda Erzurum, Karaman,
Dulkadir (Maras) ve Rum (Sivas) Beylerbeyileri ile Sancakbeyleri ve bir miktar
tüfekçi yeniçeri kendi Kethüdalariyla, ayrica Pâdisah'in otagina hizmet eden
Garipler bölügü de Agalari ile bu seferle görevlendirilirler. Gürcü Atabegi II.
Keyhüsrev'in merkez ittihaz ettigi Tortum üzerine yürüyen Ahmed Pasa, l8 Saban
956 ( ll Eylül l549 )'da burayi kusatir. Kalede mahsur bulunan Corci Aga teslim
teklifini reddettigi için savasa girisilir. Toplarla dövülen kale surlari
yikildigi için burasi 20 Saban'da feth olunur. Ahmed Pasa, burayi zapt ettigi
gibi bütün Tortum Çayi boyunu da ele geçirir. Fethedilen bu yerler, dört sancak
itibar edilmislerdi. Bu arada Kanunî, Adana - Konya yolu ile 2l Aralik l549'da
Istanbul'a döner.
Iran'a yapilan bu ikinci sefer sonucunda Hakkari'yi de içine alan Van
eyâleti kuruldugu gibi, Atabeglerin yurdu da dört sancak haline getirilmisti.
Sirvan ülkesi ise, Osmanlilar'in yardimi ile bir müddet için bagimsizligini
kazanmisti.3. Nahcivan Seferi Osmanli ordulari çekildikten sonra Sah Tahmasb,
l550 yili baslarinda Sirvan'i yeniden ele geçirmisti. Ayni yilin Mayis'inda
Özbek hükümdari Abdüllatif Han ile Sehzâde Barak Han'in Amuderya'yi geçip
Horasan'a akin etmeleri üzerine Tahmasb, Kazvin'den Sultaniye yaylaklarina
vararak hazirliklara baslamisti. Bu arada Ubeyd Han oglu Abdülaziz Han'in ölüm
haberini alan Özbek Hanlari, onun ülkesi Buhara'yi ele geçirmek üzere geri
dönmüslerdi. Bu yüzden Özbekler'den yana ferahlayan Sah, Tebriz'e ve oradan
kislamak üzere Karabag'a gelir. 958 (M. l55l) yazinda Sirvansahlardan Hasan
Bey'in oglu Dervis Mehmed Han'in ülkesi olan Seki'yi de istila eder.Bu siralarda
Erzurum Beylerbeyligine getirilen eski Van Beylerbeyi Iskender Pasa, Gürcü
Atabeylerinin elinde kalan son yerlere akinlar düzenleyerek l55l Mayis'inda
Ardanuç'u almis ve burayi bir sancak merkezi haline getirmistir. Iskender Pasa,
Ardanuç'ta Akkoyunlulardan kalma eski bir câmiin kalintilarini onarttirarak,
buraya bir boyahane ile 6l dükkâni vakfeylemistir. Böylece sancak merkezi haline
getirilen bu kasabanin kisa zamanda Islâmlasmasini da saglamisti. Iskender
Pasa'nin Ardanuç'u fethettigini duyan II. Keyhüsrev, Sah Tahmasb'dan yardim
isteyince o da Iskender Pasa üzerine yürür. Bununla beraber kisin yaklasmasi
üzerine bir sonuç alamadan Karabag'a döner. Tahmasb, daha sonra ordusunu dört
kola ayirarak Osmanli topraklarini isgale baslar. Erzurum'da Iskender Pasa'yi
sikistiran Tahmasb, Ahlat ve Van civarini yakip yikar. Bu arada Ahlat'i ele
geçiren Sah, burada büyük bir katliam yaptirir. Ercis ve Bargiri (Muradiye) de
zapteden Safevîler, l553 baharina kadar Dogu Anadolu'da tahrip ve öldürme
faaliyetlerine devam ederler. Bu hâdiseler Kanunî'yi, Erdel harekâtini durdurup,
yeniden dogu seferine çikma zorunda birakir. Bu sebeple derhal sefer
hazirliklarina baslayan Kanunî, Rumeli askerini Sokollu Mehmed Pasa komutasinda
Anadolu'ya gönderir. Vezir-i A'zam Rüstem Pasa da yeniçeri ve bölük halkiyla
Istanbul'dan hareket eder.
Rüstem Pasa, Ankara'ya geldiginde Kanunî'nin büyük oglu ve tahtin en
kuvvetli adayi olan Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa hakkinda bazi haberler
gönderme ihtiyacini duyar. O siralarda 38 yasinda bulunan Sehzâde Mustafa,
Kanunî'nin büyük oglu olmasi hasebiyle taht vârisi olabilecek durumdaydi.
Halbuki ogullarindan birinin veliahd olarak tahta geçmesini arzu eden Hurrem
Sultan, ona karsi pek iyi düsünmüyordu. Bu yüzden Sehzâde Mustafa gözden ve
tevccühten uzak tutuluyordu. Ilim ve marifette de kudretli olan Sehzâde Mustafa
diger sehzâdeler tarafindan da kiskanilmakta idi. Buna karsilik asker de
kendisini çok seviyordu. Sehzâde Mustafa da, artik babasinin yaslandigini,
sefere iktidarinin bulunmadigini, bu sebeple Rüstem Pasa'yi Dogu seferi ile
görevlendirdigini, bunun da kendisine düsman oldugunu, sâyet bunu yok ederse
kendisine taht yolunun açilacagi gibi telkinlere kapilarak saltanat davasina
sürüklenmisti. Rüstem Pasa ise sevmedigi ve muhalif oldugu Mustafa hakkinda
Kanunî'ye mektuplar göndermisti. Bunun üzerine Rüstem Pasa'yi geri çagirtan
Kanunî, bizzat sefere çikmaya karar verir.
l2 bin civarindaki yeniçeri, l8 Ramazan 960 (28 Agustos l553) 'ta
Istanbul'dan Üsküdar'a geçen Kanunî'yi, büyük bir merasimle karsilar. Kanunî,
yaninda oglu Cihangir bulundugu halde 22 Eylül'de Bolvadin'e gelir. O, kendisine
âsi rakip olacak diye tanitilan büyük oglu Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa'yi
da sefere katilmak üzere yanina çagirtir. 26 Sevval 960 (5 Ekim l553) günü Konya
Ereglisi civarinda babasina yetisen Mustafa, sairlerin tarih ibâresinde
belirttikleri mekr-i Rüstem ( = 960 yili) yüzünden o gün Pâdisah'in emriyle
çadirinda bogdurularak cenazesi Bursa'ya gönderilir. Rüstem Pasa da sadaretten
azledilerek yerine Kara lakapli II. Vezir Ahmed Pasa getirilir. Hurrem Sultan ve
Rüstem Pasa'nin isbirligi ve hileleri ile 6 Ekimde meydana gelen bu elim hâdise,
halk arasinda büyük bir infiale sebep olmustu. Bunun için Kanunî, sefer
arifesinde nahos bir olaya sebebiyet vermemek için Rüstem Pasa'yi azletmek
zorunda kalmisti.
Sehzâdenin ölümü, kendisini candan seven Anadolu halkini yaraladigi
gibi, nimetleriyle perverde olan yüzlerce bilgin, sair, san'atkâr ve seyh de bu
beklenmedik ölüme agliyorlardi. Bu arada Kanunî'nin süt kardesi olan Mehmed
Çelebi, olaydan iki sene sonra Pâdisah Iran seferinden Istanbul'a dönünce,
Sehzâde Mustafa'ya kiydigi için yüzüne karsi agir sözler söylemisti.
Sehzâde'nin, iftiraya kurban gittigi kanaati, devletin tamaminda ve hatta bütün
dünyada hâkim olmustu. Burada suna dikkat çekmeliyiz ki, Nahcivan seferinden
önceki 2. Iran sefer-i hümayûnunda Kanunî ile Sehzâde, karsilikli görüsüp
dertlesmislerdi. Bu mülakatta Kanunî, oglunun yüzüne karsi hakkindaki ithamlari
siralamis, fakat Sehzâde'nin cevaplari karsisinda kendisine hak vermisti. Ama bu
sefer, yani ölümünden önce meydana gelecek olan son karsilasmada Sehzâde, daha
babasiyle görüsme imkâni bulamadan öldürülmüstü. Gerçi Sehzâde Mustafa,
aleyhindeki havanin agirligini biliyordu. Hatta ikinci vezir Ahmed ile üçüncü
vezir Haydar Pasalar, bir bahane uydurup Amasya'dan gelmemesi için kendisine
haber göndermislerdi. Fakat Sehzâde böyle bir yolu tutmaya tenezzül etmedi. Zira
babasi ile yüz yüze geldiklerinde onu ikna edecegine kani idi.
Halk ve asker tarafindan sevilen Sehzâde Mustafa'nin katli, halkin
üzüntüsüne sebep olmustu. Bu bakimdan birçok sair Rüstem Pasa, Hurrem Sultan ve
hatta Kanunî'yi yeren siirler kaleme almislardir. Bu mersiyelerden en çok
bilinen ve yaygin olani sancakbeyi rütbesinde bir asker olan büyük mesnevi sairi
Taslicali Yahya Bey'indir. Yahya Bey, 7 bend ve 42 beyit tutan ve klasik Türk
siirinin mersiye vâdisindeki saheserlerinden biri olan bu çok cesurca yazilmis
olan manzumesinde Rüstem Pasa'ya siddetle çatmaktadir. Esasen Mekr-i Rüstem =
Rüstem'in hilesi terkibi de Sehzâde'nin katline tarih (H. 960 = M. l553) olarak
düsürülmüstü. Bu eserinde Yahya Bey, bütün ordunun hislerine tercüman olarak
Rüstem Pasa'nin idamini açiktan açiga istemisti. Büyük tarihçi Âlî (Gelibolulu
Mustafa Âlî) Yahya Bey'e: Gazab-i pâdisahîden havf etmedin (korkmadin mi) mi
ki, böyle nazma cür'et ettin? diye sorunca o da: Sehzâde'nin firaki beni
mecnun ve mecbur etmis idi der. Yahya Bey, Türk fikir hürriyetinin
âbidelerinden olan bu eserinde Pâdisahi da tenkid etmekle beraber nizâm-i
âlemi muhafaza etmek için hükümdarin aleyhinde daha fazla ileri gitmemistir.
Bununla beraber Rüstem Pasa, gerek kendisine, gerekse Kanunî'ye çatildigi için
sikâyette bulunarak Yahya Bey'in cezalandirilmasini istemisti. Fakat Kanunî Bu
makulelere kulak tutma ve intikam kasdin etme diyerek kendisini dahi tenkid
etmis olan Yahya Bey'i, himaye etmis ve makul tenkid hürriyetine saygisini
göstermistir. Bundan baska, birçok sair, halkin bu konudaki hislerine tercüman
olacak sekilde siirler kaleme almislardir.
8 Kasim'da Haleb'e ulasan Kanunî, burada ikinci bir aci ile sarsilir.
Bu aci, agabeyinin öldürülmesinden müteessir olan Cihangir'in hastaliginin iyice
ilerlemesinden sonra 20 Zilhicce (27 Kasim)'da vefat etmesiydi. Peçevî'nin
ifadesine göre Cihangir, sehzâdelerin en küçügü oldugundan dolayi Pâdisah
tarafindan çok seviliyordu. Doktorlarin bütün gayret ve çabalari, Sehzâdenin
hastaligina ve sonunda da ölümüne mani olamadi. Cenaze Namazi Haleb'de
kilindiktan sonra na'si Istanbul'a gönderilir. Kanunî, iki oglunun verdigi aciyi
hafifletmek ve biraz olsun avunabilmek için, Haleb, Sam ve Kudüs'te bozulan
düzeni yeniden tanzim edip yerine getirmek ve vakiflari gelistirmekle ugrasir. Kisi Haleb'de geçiren Kanunî, 6 Cemaziyelevvel 96l (9 Nisan l554)
günü Haleb'ten çikip sehrin önündeki Gökmeydan'da ordugaha geçen Kapikulu çerisi
ile ilerleyen Kanunî, 23 Cemaziyelevvel (26 Nisan)'da daha önceden gönderilen
usta ve isçiler tarafindan kurulmus bulunan Birecik köprüsünden geçerek Urfa'ya,
oradan da Diyarbekir'e gider. Burada yapilan divanda askerin Erzurum'da
toplanmasi kararlastirilir. Kendisi de Erzurum'a dogru yola çikar. Tahmasb ise,
daha önce yaptiklarini bir bakima tekrarlayarak pasif savunmasini sürdürür.
Ayrica, daha Kanunî ve ordusu yetismeden Hakkari, Gevas, Van ve Adilcevaz
taraflarini yagmalattigi gibi yollarin üstündeki her seyi de yakip yiktirir. 5
Temmuz'da Kars ovasina gelen Kanunî, Tahmasb'a bir mektup göndererek onu savasa
davet eder. Mektubunda, Rafizîlik'ten ve halkin mallarini yagmalamaktan
vazgeçmesini, sayet bütün korkusu top ve tüfek ise bunlari birakabilecegini,
savasmak için sadece kilicin da yeterli olacagini bildirmisti.
Bu siralarda Tahmasb, Nahcivan bölgesinde bulunuyordu. Kanunî'nin
mektubunu aldigi zaman ülkesi yer yer Osmanli kuvvetleri tarafindan tahrib
ediliyordu. Kanunî, mektubunda Osmanli ulemasinin verdigi fetvalari nakl ederek
onu Hz. Peygamberin seriatina davet ediyordu. Bu arada Kanunî, l7 Saban 96l (l8
Temmuz l554)'da Revan'a, daha sonra Nahcivan'a ulasir. Ancak çevrenin âdeta çöle
dönmüs oldugunu görür. Çevredeki saray ve konaklar da Osmanli ordusu tarafindan
yagma edilir. Böylece Safevî tahribinin öcü alinmis oluyordu. Tahmasb ise yine
Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekiniyordu. Kanunî daha ileri gitmeyerek geri
dönme karari alir. Hazirliklar basladigi sirada Osmanlilarin bazi kuvvetleri ile
Safevî kuvvetleri arasinda çarpismalar meydana gelir. Bu çarpismalar sonunda
Safevî kuvvetleri dagitilir. Bundan sonra Osmanli ordusu geri dönerek 6
Agustos'ta Beyazit'a gelir. Bu esnada Sah'in mektubunu tasiyan bir elçi gelir.
Tahmasb'in, Vezir-i A'zam Ahmed Pasa'ya hitaben yazdirdigi bu mektupta Pâdisah,
Sark'a on defa gelse bile karsisina çikilmayacagi belirtiliyordu. Bundan sonra
gelen mektuplarda da baris isteniyordu. Osmanlilar'in karsi cevabi, kendi
ülkesinde rahat oturup, fitne ve fesada karismamasi seklinde idi. Bundan baska
Kanunî, Safevîler'in kutsal sayilan yerlerinden olan Erdebil ve Tebriz'i tahrib
tehdidinde bulunmustu ki bu, Safevîler'i büyük bir telasa düsürmüstü. Gerçekten,
Osmanli hükümdarinin kuvvetlerini dagitmadan serhadde kislayip ertesi sene
Safevîler'in mukaddes sehri ve aile ocagi olan Erdebil üzerine yürüyüp tahrib
edecegi yolundaki tehdidi, Tahmasb'i barisi saglayip sulh yahmak üzere kesif bir
siyasî faaliyet göstermeye zorlamisti. Nitekim Osmanli ordusu, Elesgirt'e
vardigi zaman Tahmasb'in elçisi ile yeni bir mektubu gelir.
Aradaki düsmanligin kaldirilmasi ve barisin gerçeklesmesini
saglayacak olan bir mütarekenin kabulünü uygun karsilayan Kanunî, Sah'in
elçisine ayrica cevabî bir mektup verir. Kanunî'nin kisi geçirmek üzere
Amasya'ya hareketi ve burada beklemesi, baharda Osmanli ordusunun tkrar harekete
geçecegini ve Erdebil ile Tebriz'in tahribi yolundaki tehdidin ciddi oldugunu
isbatlamis; Tahmasb'i baris hususunda yeniden harekete geçmeye mecbur
birakmistir.4. Amasya Antlasmasi Kanunî Sultan Süleyman'in kisi Amasya'da
geçirdigi siralarda, Sah Tahmasb'in esik agasi (saray nâziri) Ferruhzâd Bey, 9
Cemaziyelahir 962 (l0 Mayis l555)'de çesitli hediyeler ve sahin mektubu ile
Amasya'ya gelir. Elçi ve maiyeti, Osmanli vüzerasi ile görüstükten sonra 2l
Mayis'ta divana kabul edilir. Elçiler Divân-i Hümayûna gelüb vezirlerin
karsisinda iskemlelerde oturdular. Sah, bu mektubunda, Pâdisah'in gönderdigi
mektubu sanki Süleyman Nebiden geliyormusçasina aldigini, kendisine büyük
saygi duydugunu, haberlesme kapisinin devamli surette açik bulundurulmasi
gerektigini ifade ederek halk arasinda da iyi münasebetlerin kurulmasina temas
ediyordu. Peçevî'nin aynen naklettigi bu mektubunda (Peçevî, I, 329 - 336) Sah,
dostluk teminati verdigi gibi Siîlerden Ka'be ve diger mukaddes yerleri ziyaret
etmek isteyenlere izin verilmesini de taleb etmekteydi. Büyük iltifatlara nail
olan Ferruh Bey'e, 8 Receb 962 (l Haziran l555) günü, Kanunî tarafindan, Sah
Tahmasb'a hitaben yazilmis bir mektup verilir. Osmanli - Iran devletleri
arasindaki barisi tasdik eden bu muhtasar mektupta, arzu edilen baris sulh u
salâh-i umûr ki, mutazammin-i âsâyis-i halk ve müstelzim-i intizâm-i ahvâl-i
cumhurdur ifadeleri ile hüsn-i kabul gördügü belirtildigi gibi, arada dostluk
kurulup, asagidaki su üç maddenin de müvafik görüldügü
belirtilmekteydi:
a) Iran'da ashab-i güzin ve hulefa-yi mehdiyyine sebb etmek (sövmek,
küfr etmek) olan Teberrâiligin men'i, yani taskin Siîler'in, üç halife (Hz. Ebu
Bekr, Ömer ve Osman) ile Hz. Aise'ye sögüp saymalarinin ve bunu bir merasim
haline getirmelerinin yasaklanmasi hususunda elçinin verdigi teminatin
gerçeklesmesinin umuldugu;
b) O taraftan herhangi bir fitne (kiskirtma) ve taarruz olmadikça
Osmanli hudud ümerasinin tecavüz ve taarruzunun men edilecegi;
c) Hacilarin refah ve itminanla hacci edâ etmelerine izin verlimesi
ki bu madde mektupta su ifadelerle yer almaktadir: Huccac-i Beytu'l-Haram ve
züvvar-i merkad-i Hazret-i seyyidu'l-enâm aleyhi's-salâtu ve's-selâm refahiyet
ve itminan ile ol saadete faiz olmalaridir.
Amasya antlasmasi ile Basra, Bagdad, Sehrizor, Van, Bitlis, Erzurum,
Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanli hâkimiyeti Safevîlerce taninmis
oluyordu. Böylece Gürcistan'da iki taraf arasinda nisbî de olsa nüfuz bölgeleri
tesis edilmistir. Bu antlasmadan sonra, Tahmasb'in l576'da vefatina ve Iran'da
karisikliklarin çiktigi zamana kadar Osmanli - Safevî münasebetleri dostâne bir
sekilde devam etmistir. Böylece, Osmanlilarla Safevîler arasinda otuz yedi
seneden beri araliklarla devam eden harblere son verilir. Bunun sonucu olarak
taraflar, her vesile ile aradaki sulhun te'yidine gayret sarfetmeye baslarlar.
Bu sebeple olsa gerek ki, Tahmasb, Süleymaniye külliyesinin açilisi (l5 Agustos
l556) münasebetiyle tebrikte bulundugu gibi kiymetli hediyeler de göndermisti.
Bundan baska bu antlasma sartari, ileride yapilacak olan Osmanli - Safevî
antlasmasinin temel unsurlarini teskil edecektir.IÇ OLAYLAR VE SEHZÂDELER ARASINDAKI MÜCADELE
Kanunî dönemi, Osmanli Devleti'nin askerî, siyasî, kültürel ve medenî
faaliyetler gibi hemen her sahada zirveye ulastigi bir devirdir. Bununla beraber
bu dönemde de bazi iç karisikliklar oldugu gibi taht kavgasi için sehzâdeler
arasinda da mücadeleler olmustu. Hatta yine bu dönemde baba ile ogul arasinda da
böyle olaylara rastlandigi için bizzat Kanunî kendi oglu Mustafa'yi feda etmek
zorunda kalmisti. Bu sebeple biz de dönemin bu neviden olaylarina kisaca
deginmeye gayret edecegiz.
l. Kirim HâdiseleriKanunî döneminde Osmanli Devleti'ne bagli Kirim'da
aile kavgalari ve kardesler arasindaki mücadeleler artmisti. Osmanlilar, bu
mücadeleyi dikkatle takip ediyorlardi. Islâm Giray'in yerine hanliga tayin
edilen Sahib Giray, Istanbul'dan Kirim'a gidince kendini ister istemez
mücadelenin içinde bulmustur. Zira eski han Islâm Giray, Sahib Giray'in
Osmanlilar'in destegi ile hanlik makamina oturmasini ve otoritesini kuvvetle
tesise çalismasini hos karsilamamisti. Sahib Giray ise muhaliflerini yok etmek
ve otoritesini saglamlastirabilmek için çalismalara baslamisti. Bu sebeple önce
Nogaylar'a yaklasarak onlari kendi taraffina çekmis ve Islâm Giray'in,
Mangitlar'in basi olan, Kirim asilzâdeleri arasinda sahsî cesaret ve cür'etiyle
sivrilen Baki Bey tarafindan öldürülmesinden sonra da bu defa Nogaylar'a karsi
cephe almistir. Sahib Giray, siyasî bir manevra ile ayni zamanda yegeni olan ve
kendisine karsi muhalefette bulunan Baki'yi kendi saflarina çekmisti. Birlikte
giristikleri Moskova seferi sonrasi onu da ortadan kaldirmaya muvaffak olmustur.
Daha sonra basi bos ve otorite tanimayan Nogaylar'a karsi Sirinler'le birleserek
l546 - l547'de Kirim tarihinde Nogay Kirimi adi verilen olay cereyan etmistir.
Han'in, atesli silahlari önünde Nogaylar, büyük bir bozguna
ugramislardi.
Kabile aristokrasisine karsi Kirim'da, Osmanli modeline göre bir
hâkimiyet tesisine çalisan Sahib Giray'in, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmasi,
Osmanli vezirleri arasinda aleyhine bir faaliyetin baslamasina sebep oldu. Sahib
Giray da bu faaliyeteri tahrik edici bazi hareketlerde bulunmaktan çekinmiyordu.
Nitekim Kanunî'nin Iran'a yaptigi sefere yardimci kuvvet göndermemesi, gözden
düsmesine yol açmis ve onun müstakil bir hanlik kurmak için çalistigi yolundaki
söylentileri kuvvetlendirmistir. Bu arada Sahib Giray, Kazan Hanligi'nda vefat
eden Safâ Giray'in yerine Istanbul'da yetismis ve bir ara Saadet Giray zamaninda
kalgay olmus olan Mübarek Giray'in oglu Devlet Giray'in b ve tayinini
Pâdisah ve Divan'dan istemis, muhtemelen bu suretle bir rakipten kurtulmayi ümid
etmisti. Fakat aleyhinde kurulan bir tertiple kendisi azlolunur. Bundan sonra
Osmanli Devleti tarafindan Kirim'a gönderien Devlet Giray, askerleri yanindan
ayrilan Sahib Giray'i yakalayarak üç oglu ile birlikte öldürür. Ruslarin büyük
bir düsmani olan Sahib Giray ortadan kalktiktan sonra Ivan Vasili, Kazan ile
Ejderhan'i zaptederek çar ünvanini almisti. Bununla beraber, Devlet Giray'in
hanligi zamaninda Ruslarin eline düsen Ejderhan H. 96l (M. l554)'de geri
alindigi gibi Moskova'ya akinlar yapilarak Ruslar vergiye baglanmisti. Devlet Giray, Zigetvar seferinde Mirzalar komutasinda Tatar askeri
göndermisti. Bu kuvvetler, Erdel Beyi Sigismund Zapolyai ile birlikte bir sene
önce Avusturyalilar'in eline geçmis bulunan bazi yerlerin geri alinmasinda büyük
hizmetler görmüslerdi.2. Düzme Mustafa OlayiDevleti bir müddet mesgul eden bu
olay, Osmanli tarihinde ayni isimle ortaya çikan ikinci vak'adir. Kanunî, 2l
Haziran'da Amasya'dan hareket edip Istanbul'a dogru ilerlerken, Rumeli'nin
muhafazasi için biraktigi Sehzâde Bâyezid'den bir haber alir. Bu habere göre,
Sehzâde Mustafa'ya çok benzeyen bir adam, genis kapsamli bir isyan hareketinde
bulunmaktadir.
Kimligi ve nesebi pek bilinemeyen bu adam, seklen maktul Sehzâde'ye
benzediginin birçok kimse tarafindan söylenmesinden cesaret alarak saltanat
sevdasina düser. Bu sebeple kendisinin Sehzâde Mustafa oldugunu söyleyerek
Selanik ve Yenisehir taraflarinda ortaya çikar. O, Silistre ve Nigbolu
sancaklarinda Simavna softa ve dervislerinden de bir hayli taraftar toplamisti.
Bu isyanin, özellikle Dobruca çevresindeki Seyh Bedreddin taraftarlari arasinda
gelismesi dikkat çekicidir. Saltanatini ilan eden ve kendisine bir vezir ile
Simavna softalarindan iki kadiasker tayin eden Düzme Mustafa, etraftaki
zenginlerin çiftliklerini basmaya ve vergi toplamaya baslar. Bu yolla gasb
ettigi mal ve parayi fakirlere dagitarak etrafina l0.000'e yakin adam toplamaya
muvaffak olur. Peçevî, bu anarsik olayi tafsilatli bir sekilde günümüze
aktarmaktadir. Bununla beraber biz, konuyu fazla uzatmadan kisaca özetlemek
istiyoruz:
962 ( M. l555 ) senesi, Yenisehir ve Selanik dolaylarinda nesebi
meçhul kötü yaratilisli biri ortaya çikar. Bazi serseri ve asagilik kimseler,
kendisine rahmetli Sehzâde Mustafa'ya benziyorsun diye onun fesad dolu kafasina
bir saltanat sevdasi soktular. Böyle diyenlere o : Aman, Allah rizasi için
sirrimi ifsa etmeyin, celladin pençesinden kurtulan basima kast etmeyin diye
fesad ve kötülüklerle dolu isini sürdürür. Bu is o kadar ileri vardi ki, birçok
serseri ve hatta akli basinda kimseler, onun gerçekten Sehzâde Mustafa olduguna
kandilar. Güya rahmetli Sehzâde Mustafa katlolunacagi sirada, celladin elinde
Mustafa'ya benzer baska bir suçlu bulunuyormus, o öldürülmüs ve Sultan Mustafa
serbest birakilmisti.
Durumun, gittikçe nezâket kazanip ehemmiyet arz etmesi üzerine
Rumeli'nin asayisi ile görevli Sehzâde Bâyezid, gerekli tedbirleri almaya
çalismisti. Bu cümleden olarak Nigbolu Beyi olan Dulkadirli Mehmed Han, âsileri
te'diple vazifelendirilmisti. Mehmed Han, çesiti vaadlerle Düzme Mustafa'nin
vezirini elde etmisti. Bunun üzerine bu adam da Düzme Mustafa'yi yakalayip
Nigbolu Beyi'ne teslim eder. Düzme Mustafa, daha sonra Istanbul'a gönderilerek
idam edilmis ve cesedi, Sehzâde Mustafa olmadiginin isareti olarak halka teshir
edilmistir.3. Sehzâde Bâyezid Olayi Kanunî döneminin önemli olaylarindan biri
de, süphesiz ki sehzâdeler arasinda saltanata geçip tahti elde etme mücadelesi
idi. Bilindigi gibi Kanunî Sultan Süleyman'in ogullarindan Sehzâde Mustafa ve
Cihangir'in vefatlari üzerine taht vârisi olarak iki sehzâde kalmisti. Bunlar,
Selim ile Bâyezid idi. Saray, gayr-i memnun sinif ve diger bazi insanlarin
tesvikleri ile bu iki kardes âdeta rakip duruma gelmislerdi. Kanunî'nin,
yaslanmaya baslamasi, kendisinden sonra tahta kimin geçecegi konusunu gündeme
getirmisti. Kendi ogullarindan birini tahta geçirmek isteyen Hurrem Sultan,
tahtin kuvvetli vârisi Sehzâde Mustafa'nin katlinde müessir oldugu gibi, kendi
ogullari arasinda dahi bir tercih yapma durumuna gelmisti. Hurrem Sultan, iki
oglundan Bâyezid'i tercih etmekle birlikte öz ve büyük oglu Selim'e karsi cephe
aldigi da söylenemez. Sehzâde Selim'in Nahçivan seferinde babasinin yaninda
bulunmasi ve yumusak huylulugu ile babasinin üzerinde müsbet bir tesir
birakmasina karsilik, Hurrem Sultan da Bâyezid üzerine kanat germis, hakkinda
duyulan ufak tefek itimatsizliklari gidermis, hatta onu, Konya'dan daha iyi bir
mevki gibi telakki edilen Kütahya sancagina naklettirmisti. Bu esnada (l558)
Bâyezid, Kütahya'da Mekke emîri tarafindan elçilikle Istanbul'a gönderilen
Kutbeddin el-Mekkî'yi kabul etmis ve ona, kendisine saltanat müyesser oldugu
takdirde her sene kanun geregi Haremeyn-i Serifeyn'e gönderilmekte olan Sürre
-i Hümayûn vesilesiyle, gerçeklestirmek istedigi bazi arzularindan bile bahs
etmisti. Gerçekten Bâyezid, sahsiyeti, kültürü ve yasayisi bakimindan tahta en
yakin aday olarak görülüyordu. Selim'in, Manisa'da nedimeri ile eglenceye
dalmasina karsilik Bâyezid, Kütahya'da bir ilim ve irfan muhiti kurabilmisti.
Fakat Hurrem Sultan'in ayni sene vefati üzerine Bâyezid, büyük bir hâmisini
kaybetmis oluyordu. Bundan sonra Selim ile Bâyezid arasinda birçok
anlasmazliklar çikar. Her iki sehzâdenin taraftarlarinin tutumlari gittikçe
aradaki soguklugu artiriyordu. Bu arada her iki sehzâdenin de hizmetinde bulunan
Lala Mustafa Pasa'nin çevirdigi entrikalar, taraflari tam anlamiyla birbirine
düsürdü. Kardesler arasindaki münaferet ve çekismenin artmasi üzerine vaziyeti
dikkat ve titizlikle takip eden Kanunî, duruma müdahele eder. Sehzâdelerden her
birine 300.000'er akça terakki vermek suretiyle onlarin sancaklarini degistirir.
Selim'i Manisa'dan Konya'ya, Bâyezid'i de Kütahya'dan Amasya'ya tayin eder. O,
bununla da kalmayarak Selim'in sehzâdesi Murad'a Aksehir, Bâyezid'in büyük oglu
Orhan'a da Çorum sancaklarini tevcih eder.
Fakat bu tahvil, Sehzâde Bâyezid'i memnun etmemisti. Zira o,
pâyitahttan uzak bir yere yapilan bu tayini, bir hakaret olarak kabul ediyordu.
Nitekim Bâyezid, bir mektubunda, bu tayin isinde Selim'in parmaginin
bulundugunu, bunun da Selim'in kendisine tercih edildigi anlamina geldigini
yazarak bu hakaretten ölmek yeg idi diyerek hissiyatini belirtmisti. Bu
sebeple Amasya'ya gitmek istemiyordu. Bâyezid'in, Kütahya'dan ayrilmamak için
ileri sürdügü mâzeretleri kabul etmeyen Kanunî, bu sehrin imari hususunda pek
çok para sarf ettigini, bu bakimdan nakil için paraya ihtiyaci oldugunu
bildirmesine karsilik hükümdar, onun, Kütahya'dan hareketini bildirir bildirmez
kendisine para gönderilecegi cevabini vermisti. Bâyezid, bundan sonra da bazi
bahaneler ileri sürdüyse de nihayet l5 Muharrem 966 (28 Ekim l558)'de
Kütahya'dan ayrilmak zorunda kalmisti. Bununla beraber çok yavas yol aliyor ve
konaklarda gerekenden fazla kalarak babasinin vaadlerini yerine getirmesini
bekliyordu. Esasen çok kalabalik bir kafile ile hareket edip yola çikan Sehzâde
Bâyezid'e, yol boyunca birçok kimse iltihak ettigi için gittikçe kuvveti de
artiyordu. Bu vaziyet karsisinda endiseye kapian Kanunî, Bâyezid'e sözünü
geçirebilecek ve onu yatistirarak bir an önce Amasya'ya gitmesini saglayacak bir
nasihatçiyi gönderme zaruretini duymustu. Bununla birlikte tarafsiz hareket
etmis olmak için ayni anda Sehzâde Selim'e de bir baskasini göndermeye karar
verir. Su kadar var ki kendi emirlerine itaat eden Selim'e gönderilen sahis bir
nasihatçidan ziyade bir müsavir gibi vazife görecektir ki bu, üçüncü vezir
Sokollu Mehmed Pasa'dir. Bâyezid'in yanina gönderilen dördüncü vezir Pertev Pasa
ise sehzâdeyi yatistirmaya çalismis, fakat yatismis gibi görünen Bâyezid,
babasina ve Selim'e karsi olan tutumunda bir degisiklik yapmamistir. Bu arada
Bâyezid, babasina karsi tehdid unsurlari ihtiva eden mektuplar göndermekten de
çekinmemistir. Nitekim bir mektubunda o, Bendenizi sorarsaniz rûz-u seb (gündüz
- gece = her zaman) hayir duaniza mesgul bilesüz, amma ki gam ve gussadan ve
gayretten helâk bilesüz. Ah bilmem ne idem bana karindasimin hatiri içün acîb
zulm eyledünüz, beni yerümden yurdumdan ayirdiniz diordu. Gerek davranislari,
gerekse gönderdigi mektuplar yüzünden Kanunî, tamamen Selim'e meyletmistir.
Tarihçilerin bildirdigine göre Bâyezid, yevmlü adiyla birçok eskiyayi yanina
toplayip onlari kapikulu, sekbân ve tüfekçiyan yazdirip 20.000 civarinda bir
kuvvete sahip odugu haberinin gelmesi üzerine iki taraf artik yavas yavas geri
dönülmesi mümkün olmayan bir yolun esigine gelmisti. Bâyezid'in, ister silah
zoru ile saltanat tahtini ele geçirmek, ister nefsini müdafaa gayesiyle etrafina
kuvvet toplayarak bir ordu meydana getirmesi, Selim'i de harekete geçirmisti. Bu
sebeple o da askerî hazirliga koyulmustu.
Bâyezid'in asker toplayip kendi basina hareket etmesine karsilik
Selim, babasinin direktifleri dogrultusunda askerî hazirliga baslamisti.
Bâyezid, Selim'in, merkezden gönderilen emirler uyarinca Anadolu Beylerbeyi,
Dulkadir, Karaman Beylerbeyleri ve Adana Sancakbeyleri ile müstereken hareket
ettikleri haberini alinca, takriben l5.000 kisilik bir kuvvetle Ankara
istikametine dogru harekete geçer. Bu haberin Istanbul'a ulasmasi üzerine bizzat
Kanunî tedbirlerin alinmasi gerektigine karar verir. Bu kararin bir sonucu
olarak o, Sokollu Mehmed Pasa ile Rumeli Beylerbeyisini Konya'ya gönderir. Bu
arada Kanunî, Selim'e müdafaa muharebesini Konya'da kabul etmesini emretmisti.
Ayni zamanda Seyhülislâm Ebu's-Suûd Efendi'den, âdil bir sultanin evlatlarindan
birinin itaattan ayrilip bazi kalelere saldirmasi, zorla halktan para alip asker
toplamasi halinde ve onu bu hareketlerinden baska bir sekilde çevirmeye imkân
olmadigi takdirde cemiyetleri dagilincaya kadar kitâle cevaz oldugu hakkinda
bir fetva alir. Kanunî, bundan sonraki olaylari daha yakindan takib edebilmek
için 28 Saban 966 (5 Haziran l959) 'da otagini Üskürdar'da kurdurarak Selim'e de
savunma savasini Konya'da yapmasina dair emirler göndermisti. Bâyezid, babasinin
hareketini ögrenince Konya üzerine yürümüs, böylece iki kardes arasinda Konya
yakinlarinda 22 Saban 966 (30 Mayis l559) günü çarpismalar vuku bulmustu. Ilk
gün sabahtan aksama kadar devam eden çarpismalar sonucunda taraflar birbirlrine
üstünlük saglayamadilar. Savasin ikinci günü Lala Mustafa Pasa'nin tedbiri ile
Bâyezid'in kuvvetleri bozguna ugratilmisti. Bunun üzerine Amasya'ya çekilen
Bâyezid, af isteginde bulunduysa da bu istegi, sözü ile hareket ve davranislari
birbirlerine uymadigi gerekçesiyle Kanunî tarafindan red edilmisti. Bunun
üzerine çareyi Iran'a iltica etmekte bulan Bâyezid, çocuklari ile birlikte
Iran'a siginmisti. Onun ilticasi, iki devlet arasinda karsilikli müzakerelere
sebep olmus ve nihayet Sah Tahmasb, para karsiligi onu, gelen Osmanli heyetine
teslim etmisti. 23 Temmuz l562'de bu talihsiz sehzâde, ogullari ile birlikte
hemen orada bogdurulmak suretiyle hayatlarina son verilmisti. Tahnit edilen
cesetleri, Sivas'a getirilip orada defnedilmistir.
Sehzâde Bâyezid hâdisesi, Anadolu'da bazi iç karisikliklarin
çikmasina sebep oldu. Bu bakimdan devlet, bir müddet onun taraftarlarina karsi
mücadele etmek zorunda kaldi. Bundan sonra benzer olaylarla karsilasmamak için
umumi bir teftis yapildi. Bu arada birtakim idarî degisikliklere lüzum görüldü.
Bundan sonra yeniçeriler muhafiz olarak Anadou'ya yayildilar. Sehzâdelerin
sancaga çikarilmalari usûlünde de degisiklikler yapildi.
Bu esnada, Kanunî üzerinde müsbet ve menfi derin tesirler birakan
Rüstem Pasa l2 Temmuz l56l'de vefat etti. O, sahsiyeti ve icraati ile gerek
Pâdisah, gerekse bu devir üzerinde müsbt veya menfi olarak derin bir te'sir
birakmis olan iki vezir-i a'zamdan biri sayilabilir. Hatta Kanunî'nin
saltanatini, Ibrahim ve Rüstem Pasalar'in birbirlerini tamamlayan basica iki
büyük sadaret devri olarak mütalaa etmek mümkündür. Bunlardan ilki nasil
devletin büyüklük, zindelik ve ihtisam devrini temsil etmisse, ikincisi de
devlet hazinesinin en zengin, askerî kudretinin en parlak bulundugu zamanin
mümessilidir. Bu devir icraatinda, Pâdisah'in karar ve hareketleri üzerinde en
tesirli rol oynayan sahsiyet, her türlü hâdisenin seyir ve gelismesinde damgasi
görülen adam Rüstem Pasa'dir. Busbecq'in müsahedesine göre, keskin ve uzagi
gören zekâsiyle Pâdisah'in san ve söhretini te'siste onun büyük hizmeti vardi.
Bununla beraber Rüstem Pasa'nin, Pâdisah üzerindeki nüfuzu ve kayin validesi ile
zevcesi Mihrimah Sultan sâyesinde hükümdara bazi yolsuz tutumlari da kabul
ettirmis olmasi, Kanunî döneminin sosyal yapisinda olumsuz sonuçlar da
dogurmustu. Hakkindaki bir sikâyetten anlasidigina göre, Eflâk voyvodalarindan
biri, sadrâzama rüsvet vermek suretiyle voyvodaligi kendisine temin etmis, fakat
bu yüzden devlet hazinesi büyük bir zarara ugramisti. Iste böyle bir sadrâzamin
yerine, karekter bakimindan onun tam ziddi olan ikinci vezir Semiz veya Kalin
lakaplari ile taninan cömert, iyi kalpli, halk adami, nüktedan ve baris sever
bir insan olan Semiz Ali Pasa getirilmisti.KANUNî DÖNEMI DENIZCILIGI VE DENIZ SEFERLERI
Kanunî Sultan Süleyman döneminde, ordunun karadaki basarilarina
parelel olarak Osmanli armadasi da Akdeniz, Kizildeniz ve Hind Okyanusu'nda
faaliyet göstermekteydi. Gerçi, Kanunî döneminden önce ve bilhassa Sultan II.
Bâyezid ile Yavuz Sultan Selim zamanlarinda da Osmanli donanmasi, teknik ve
yetismis insan gücü bakimindan büyük bir gelisme göstermis ve Avrupa'li denizci
devletlerin filolari ile mücadele edebilecek güce ulasmisti. Bilindigi gibi,
Kanunî devrinin savas ve zafer meydani, sadece karalar degil, belki onlar kadar
önemli olan denizlerdi de. O denizler ki, aslan gibi kükreyen dalgalarin üstünde
yelken açan levendler ile sehbazlarin olmazlari oldurdugu, erlik, yigitlik
meydani, ugras ve savas mahalli idi. Nitekim Kanunî'nin ilk hükümdarlik
yillarinda, Belgrad'in fethi esnasinda Osmanli donanmasi, Tuna nehrinin agzindan
girerek büyük isler basardigi gibi, Rodos'un zaptinda da büyük rol oynamisti.
Bundan sonra teknik ve askerî güç bakimindan daha da güçlendirilen donanma, o
dönemde yetisen yürekli, tecrübeli ve üstün yetenekli denizcilerin elinde
zaferden zafere kosmaya baslayacakti. Bu zaferlerde en büyük pay sahibi olan
kisi ise Osmanli denizciligine yeni bir ruh ve anlayis kazandiran Barbaros
Hayreddin Pasa olacaktir.
Döneminin en büyük ve muhtesem hükümdari olan Kanunî'nin bahti,
Zenbilli Ali Cemalî Efendi, Ibn-i Kemal ve Ebu's-Suûd Efendi ile Sinan ve Baki
gibi fikir ve san'at kahramanlarinin kanunlari, fetvalari, Süleymaniye'leri,
gazelleri, kasideleri ve te'lifleri yaninda kiliç ve cenk erlerinin gözle
görülebilen âbidelesmis eserleri yoksa da, tarihin dünya durdukça zihinlere ve
hâfizalara haykiran sesi vardir. Iste bu ses, naklettigi nice hikayenin arasinda
memleketler zaptedip devletlere omuz silken asîl ve feragatli bir sehbaz
levendin kissasini söyler.
Savas ve mücadeleyi karadan denizlere tasiyan Kanunî döneminin deniz
savaslarinin meydana geldigi sahalari, Akdeniz ve Hint Okyanusu sulari olmak
üzere genellikle iki grupta toplamak mümkündür.AKDENIZ SULARI
Bulundugu cografya itibariyle bir Akdeniz ülkesi olan Osmanli
Devleti, daha kurulus yillarindan itibaren Akdeniz'le ilgilenmek zorunda
kalmisti. Nitekim, Orhan Gazi dönemi siyasî ve askerî faaliyetlerine bakildigi
zaman, Akdeniz'in burada önemli bir sahne oldugunu görüyoruz. Gerek Trakya'daki
yerlesimi saglamlastirip vatan edinme, gerek Istanbul'un fethi ve gerekse Hac
yolu üzerinde bulunan bazi adalardaki korsanlarin Müslüman hacilara karsi
giristikleri faaliyetlere son vermek için bu deniz ve kollarinda harekete geçmek
zorunlugu bulunmaktaydi. Buradaki faaliyetlerin basarili olabilmeleri için de
icab eden bütün tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Kanunî dönemi ise bu
tedbirlein en iyi sekilde alindigi bir dönemdir. Biz, Kanunî döneminde Osmanli
Devleti'nin bu faaliyetlerinden ana hatlariyla bahs etmek istiyoruz. l. Barbaros Hayreddin'in Ilk Faaliyetleri Asil adi Hizir olan
Barbaros Hayreddin, Vardar Yenicesi'nden gelip Midilli Adasi'nin fethinden sonra
buraya yerlesen Yakub adli bir sipahinin ogludur. l478 yili civarinda dogdugu
tahmin edilmektedir. Batililar, havuç rengine çalan kirmizi sakalindan dolayi
agabeyi Oruç'a verdikleri Barbarossa adini daha sonra Hizir için de
kullandiklarindan Barbaros diye taninmisti. Hayreddin lakabini ise kendisine
Yavuz Sultan Selim takmistir.
Dört kardesin en küçügü olan Hizir, gençliginde yaptirdigi bir
gemiyle Midilli, Selanik ve Egriboz arasinda ticarete baslar. Rodos
sövalyelerine esir düsen agabeyi Oruç'un kurtarilmasindan sonra iki kardes,
Sehzâde Korkud'un himayesine girerler. Bu siralarda Ispanyollar'in Bati
Akdeniz'e hâkim olma gayretleriyle Endülüs'te yaptiklari zulümler yüzünden
buradan ayrilmak zorunda kalan Müslümanlarin göçleri, bölgedeki eski dengeyi
bozar. Bunun üzerine Oruç ve Hizir kardesler, Bati Akdeniz'e yönelerek l504'ten
sonra Kuzey Afrika sahillerinde görünmeye baslarlar. Iki gemilik küçük filolari
için emin bir liman arayan iki kardes, Tunus Hafsî Sultani Ebû Abdullah Muhammed
b. Hasan ( l493 - l526 ) ile anlasarak Halkulvâdi'ye yerlesirler. Gemilerinin
sayisi artinca da Cerbe adasina geçip orayi üs edinirler. Buradan sürdürdükleri
akinlarini Italya kiyilarina kadar uzatirlar. l5l3 yilinda bir yarimada üzerinde
bulunan Cicelli ( Djidjelli)'yi ele geçirirler. Kendi baslarina bir sehir
yönetimi kurmus bulunan Cicelli halki, Oruç'u sultan ilan eder. Böylece Barbaros
kardeslerin Kuzey Afrika'da kuracaklari devletin temelleri atilmis olur. Kisa
zamanda büyük söhret kazanan iki kardesin etrafinda Kurdoglu Muslihiddin ve
Kemal Reis'in yegeni Muhyiddin gibi pek çok Türk denizcisi toplanir. Dönemin
Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim ile de temasa geçen Oruç ve Hizir Reisler,
Cezayir kiyilarinda tutunmaya muvaffak olmuslardi. Kaynaklarin ifadesine göre
Barbaros kardesler, Katolik Ferdinand'in ölümünden (l5l6) faydalanarak Ispanyol
isgalinden kurtulmak isteyen Cezayir sehrinin yardimina kosarlar. Böylece
Cezayir ve onun batisindaki Sersel'in ele geçirilmesinden sonra Oruç Reis Sersel
ve Cezayir sultani ilan edilir. Bunu l5l7'de Tenes ve Telemsen sehirlerinin
zapti takib eder. Ancak yerlilerle anlasan Ispanyollar'in l5l8'de Telemsen'i
geri aldiklari savasta Oruç Reis sehid olur. Agabeyinin sehâdetinden sonra
yalniz kalan Hizir, artik onun desteginden de mahrum kalir. Ispanyollar ile
Telemsen emîrinin birleserek kendisini Cezayir'den atmak istedikleri Hizir Reis,
Avrupalilar'in verdikleri Barbaros adi ile söhret kazanmaya baslamis ve
bunlara karsi basarili savaslar vermisti. Ancak siddetli tazyik karsisinda
Osmanli Deveti'ne bas vurmayi uygun görmüs olacak ki, l5l9 yilinda dört gemiyi
hediyeler ile Istanbul'a göndererek Yavuz'a bagliligini arzettiginden Yavuz
Sultan Selim de kendisine askerî yardimda bulunarak beylerbiyilik hil'ati
yollamisti. Nitekim, Osmanli destegini güçlendirmek üzere adamlarindan Haci
Hüseyn'i, Cezayir halkinin Ekim l5l9 tarihli arîzasi ve kirk esirle birlikte
Osmanli Pâdisahi'na gönderir. Böylece Afrika'da olup bitenleri ögrenen Yavuz
Sultan Selim, Hizir Reis nasruddindir, hayrüddindir diye memnuniyetini ifade
ederek onun Cezayir hâkimi olarak tanindigini belirten bir hatt-i serif
gönderir. Ayrica kendisine Anadolu'da gönüllü asker toplama imtiyazi taninarak
yeniçerilerle topçulardan olusan 2000 kisilik bir yardimci birlik gönderilmesi
kararastirilir. Böylece hutbenin Pâdisah adina okundugu Cezayir, Osmanli
topraklarina katilmis oldugu gibi Hizir da bundan sonra Hayreddin diye anilmaya
baslanir. Bundan sonra Cezayir'e iyice yerlesmek için mücadele veren Barbaros,
bir ara oradan çekilmek zorunda kalmis, ancak üç senelik bir aradan sonra
yeniden Cezayir'e hâkim olmustu.
Barbaros'un, Akdeniz'deki faaliyetleri ile kazandigi basarilar,
Imparator Sarlken'i oldukça rahatsiz etmekteydi. Sarlken, Akdeniz'deki bu
proplemin bertaraf edilmesi için dönemin meshur kaptanlarindan Ceneviz'li Andrea
Doria'yi görevlendirmisti. Bu tecrübeli amiral, altmis gemilik bir donanma ile
Barbaros'u aramaya baslar. Ancak daha önce düsman sahillerini vurmus bulunan
Barbaros, büyük bir ganimet ile Cezayir'e döner. Barbaros, bu hareketi esnasinda
elde ettigi esirlerden, Andrea Doria'nin hazirliklari hakkinda bilgi alir. Bunun
üzerine haziriklarini tamamayan Barbaros, Cerbe adasindaki Sinan Reisi de
yardima çagirir. Bu esnada Ispanya adina hareket eden Andrea Doria, Çerçel
adasina hücum eder. Ancak siddetli bir mukavemetle karsilasir. Bu sirada da
Barbaros'un geldigini duyunca geri çekilip kaçmak zorunda kalir. Böylece, iki
taraf birbirlerine tesadüf edemediginden bir çarpisma meydana
gelmez.
Kanunî, tahta çiktigi andan itibaren Barbaros'un faaliyetlerini
dikkatle takip eder. Buna karsilik Barbaros da yaptigi isler ve kazandigi
zaferler yaninda Avrupa'da gelisen olaylar hakkinda ona bilgiler veriyordu.
Kanunî, l532 yilinda Alaman seferine çiktigi zaman Sarlken, Andrea Doria'yi Mora
üzerine göndermisti. Doria'nin yoklugundan istifade eden Barbaros, onbes gemi
hazirlayarak Ispanyol sahillerindeki Endülüs Müslümanlarini Afrika yakasina
geçirmek üzere gönderir. O, bu Müslümanlari gerek bu gemilere, gerekse Ispanyol
sahilerinden elde etmis oldugu ve böylece toplam sayilari otuzalti parçaya
yükselen gemilere bindirerek yetmis bin Endülüs Müslümanini Cezayir taraflarina
tasir. Bu kadar Müslüman'in zorla din degistirip Hiristiyanlastirilmasina mani
olmak suretiyle onlari büyük bir zulümden kurtarir. Din ve insanlik tarihi
bakimindan fevkalade önemli bu isi basarmasi, yedi sefer sonunda mümkün olmustu.
2. Barbaros'un Osmanli Hizmetine Girmesi Kanunî Sultan Süleyman, Andrea Doria
komutasindaki düsman donanmasinin kazandigi basarilar üzerine, bir memleketin
güçlenmesi ve düsmanlariyla basa çikabilmesi için deniz kuvvetlerinin ne denli
önemli oldugunu daha iyi kavrar Her ne kadar iyi yetismis insan gücü ve mükemmel
tersaneleri bulunan bir imkâna sahipse de Kanunî, devletinin bulundugu cografya
ve stratejik konumu itibariyle en az kara kuvvetleri kadar basarili bir deniz
gücüne olan ihtiyaci farketmisti. Bunun için donanmaya yön verecek, tecrübeli ve
kabiliyetli bir denizciye ihtiyaci oldugunu düsünüyordu. Karadaki basarilarin,
denizde de sürdürülmedikçe tam bir hâkimiyetin kurulamayacagi inancinda olan
Kanunî, basindan beri faaliyet ve basarilarini dikkatle takib ettigi Barbaros'u
bu vazifeye layik görüyor ve onun Sarlken'in donanmasina karsi çikabilecek
yegâne kisi olduguna inaniyordu. Bu sebeple Barbaros'a bir hatt-i humâyûn
göndererek onu Istanbul'a çagirir. Kanunî'nin davetini alan Barbaros, yanindaki
söhretli denizcilerle birlikte (Agustos l533) Istanbul'a dogru yelken açar. l533
senesinin Aralik ayinda Istanbul'a gelen Barbaros, büyük bir senlik ve merasimle
karsilanir. Istanbul'a gelisinden bir gün sonra yani ll Cemaziyelahir 940 (28
Aralik l533) günü on sekiz arkadasiyla birlikte Pâdisahin huzuruna çikmis olan
Barbaros'a Kanunî, Akdenizdeki faaliyetlerinden endise ettigi Andrea Dodia
hakkinda bazi sorular sormus, Barbaros'un endise etmeden ve bir bakima
pervasizca verdigi cevaplar Kanunî'nin hosuna gitmisti. Bunun üzerine Kanunî,
beylerbeyilik rütbesiyle bütün tersane islerini tam bir yetki ve selâhiyete
sahip olarak bu yeni amirale verir. Bundan sonra onu, Irakayn seferine çikmis
bulunan Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin (Makbul) yanina gönderir. Haleb'te
bulunan Vezir-i A'zam, Hayreddin Pasa'yi kabul edip Gelibolu Kaptanligi ile
Cezayir-i Bahr-i Sefid Beylerbeyligi pâyesini tevcih ederek hil'at giydirir ve
kendisini Kemankes Ahmed Pasa'nin yerine Kaptan-i Deryaliga tayin eder (6
Nisan l534). Böylece o zamana kadar Gelibolu Sancakbeyligi pâyesiyle verilen
Kaptan-i Deryalik, Beylerbeyilik derecesine yükseltilmis olur.
Bir Italyan yazar, onun Kanunî tarafindan karsilanisi ve kendisine
yapilan ihsanlar hakkinda epey bilgi verir. Buna göre Kanunî, sadece onun
Cezayir hâkimi olmasini tasdikle kalmaz, ayni zamanda kendisini devetinin
dördüncü derecedeki pasasi ve donanmanin bas komutani olarak tayin eder. Daha
sonra da amiral gemisine çekmesi için devlet sancagini, Kaptanpasa kilicini ve
elbisesini, diger masraflari için de 80.000 sultanî ve nihayet sahsî muhafizlari
olarak da yeter sayida yeniçeri verir. Filhakika Barbaros, sifahî olarak
kendisine genis yetki verilen bir divan toplantisinda, Osmanli donanmasinin
zayif noktalarini ciddi bir sekilde tenkid etmisti. Ona göre Ispanyol
donanmasina yetismek, hatta onu geçmek için, Osmanlilarin sahip olduklari az
sayidaki fakat agir gemilere ilaveten küçük ve kolayca hareket edebilen gemiler
insa etmek gerekiyordu. Deniz savaslarindaki yeni teknik karsisinda bu eski
kadirgalar ve bu agir kürekler, gemilerin hareketi aninda hafif kadirgalarin
güçlükle manevra yapmalarina sebep olduktan baska, sür'atli düsman gemilerine
karsi kolay bir hedef teskil ediyorlardi. Gerçi ates kudreti olan kadirgalar
ihmal edilemezdi, fakat onlari himaye etmek için kalyon ve fustalar lazimdi. Ibrahim Pasa, Haleb'de icra edilen bu merasimden sonra onu tekrar
Istanbul'a gönderir. Pâdisahin, Hayreddin Pasa'yi Haleb'e göndermesi, serasker
olmasi itibariyle bütün azil ve tayinlerin vezir-i a'zamin selâhiyeti dahilinde
olmasindan ileri gelmistir. Bu olay, Osmanli idare sisteminde vazife ve
selâhiyetlerin taksimi ile bunlara nasil riayet edildigini göstermektedir.
Devletin basi olmasi hasebiyle sinirsiz yetkilere sahip oldugu zannedilen
hükümdar, baskalarina ait olan yetkileri kullanmayi aklindan bile
geçirmemektedir. Bu sebeple beylerbeyilik tayin ve hil'atini almak için
Barbaros'u, Istanbul'dan Haleb'e göndermektedir.
Kanunî'nin, kendisini Istanbul'a davet eden hatt-i humâyûnunu alan
Barbaros, Cezayir'de gereken tertibati aldiktan sonra yerine evlatligi Kara
Hasan Aga'yi vekil ve Ramazan Çelebi ile Haci isminde birini ona müsavir
birakarak on (veya 20) çektiriden mürekkeb bir filo ile yola çikar. Deniz
yolunda rastladigi Deli Yusuf komutasindaki on alti çektiriyi de beraberine alip
Sardunya ile Korsika adalari arasindaki Bonifaçyo Bogazindan geçip Sicilya
adasina bugday götüren on sekiz gemiyi zapt ile yükünü ve mürettebatini aldiktan
sonra gemileri atese verir. Bu muharebe esnasinda Deli Yusuf sehid olmustu. Ele
geçen esirlerden Andrea Doria'nin elli parça gemi ile Koron'a gittigi
ögrenilince sür'atle hareket edilerek Preveze'ye gelindiginde Andrea Doria'nin
alti gün önce Italya'ya kaçtigi haberi alinir. Onun gerçek büyüklügü ve
fedakârligi ile Istanbul'a dogru yelken açisi ve yoldaki faaliyetleri özetle su
ifadelerle nakedilir:
O zamanlar bir zamandi ki, Barbaros denen bu namli yigit, çocuk
yasinda adim attigi kalyonundan, Daldi Rahmet Denizine Kaptan tarihinin
düsürüldügü ecel gününe kadar hemen hemen altmis sene, çikmadan yasadi. Gece
demeden, gündüz demeden evsanevî bir su kusu gibi karalara vurdu, dalgalar ile
güresti. Ufuktan ufka yelken açip, yâre de agyâre de karsisinda el baglatti. Onun büyük kudreti, büyük söhreti ve insan gücünün üstündeki
kahramanlik hikâyelerinin en asîl ve en hürmete sayan olani, süphe yok ki,
Cezayir gibi bir ülkeyi ele geçirip müstakil bir devlet reisi olmusken, tahtini
da, bahtini da bir Türk - Müslüman birliginin agirlik merkezi olan Osmanli
Imparatorlugu emrine verip, ölünceye kadar kendini bu birligin hizmetine adamis
olmasidir.
Ama, bir ülke teslim etmek üzere taht sehrine gelen Barbaros'un
Pâdisah'a hediyesi, sadece Cezayir degildi. Önüne katip getirdigi iki bin esirin
ellerinde bir devlet hazinesi tutarinda hediyeler de bulunmakta idi. Esâsen muzaffer ve hamiyetli kaptanin Istanbul'a gelisi, devlet
tarafindan paha biçilmez sanina ve insanligina lâyik olan bir senlik ve zafer
alayi ile kutlanacakti. Cezayir'den kirk kadirga ile hareket ederek yol boyunca,
kahramanliginin tomarina yeni yeni zaferler ilave ede ede gelmek isteyen
Barbaros, Italya sahillerini hizalayarak, Elbe ve Sardunya adalarini vurduktan
sonra Cenova'ya da ihrac yaparak kiyilari yagmalayip Sicilya'ya geçti. Sanki
daracik Mesina Bogazi, sarayinin bir dehlizi imis gibi tasasizca ilerlerken, bu
arada karsilastigi bir Ispanyol kalyonunu da imha etmis
bulunuyordu.
Barbaros, Kaptanpasaliga getirildikten sonra Ispanyollar'in öncülük
ettigi Avrupa ittifakini yenip, Akdeniz'de Osmanli üstünlügünü kurabilmek için
bir yandan güçlü ve düzenli bir donanmanin kurulmasina çalisirken, öte yandan da
V. Charles'a karsi Fransa ile isbirligi yapilmasina önem vermistir.
Barbaros, Istanbul'a döndükten sonra tersanede gemi insasiyle mesgul
olur. Bundan sonra l534 senesinin Agustos ayinda 80 (veya 84) parçalik bir
donanmanin basinda Istanbul'dan ayrilip denize açilan Hayreddin Pasa, Italya'nin
güney sahillerindeki Reggio, Sperlonga ve Fondi gibi sehirlere baskinlar
düzenler. Onun bu hareketi, Andrea Doria'yi kendi üzerine çekmek içindi. Ancak
Doria'dan bir ses çikmayinca Tunus üzerine yönelir. Bu esnada Tunus'u elinde
bulunduran Beni Hafs Hânedani'na mensub Mevlay Hasan kaçmak zorunda kalir.
Osmanlilarin Tunus'a hakim olmalari, Akdeniz hâkimiyeti için önemli bir adim
idi. Akdeniz'in Türk hâkimiyetinde olmasi, Avrupa deniz ticareti için büyük bir
darbe idi. Bu sebeple Akdeniz'deki denizci devletler Sarlken'e müracaatla onu
Osmanlilar'a karsi kiskirtmaktaydilar. Bunlara, Rodos Adasi'ndan kovulan Saint
Jean sövalyeleri de katilmisti. Öbür taraftan Mevlay Hasan da Sarlken'e
müracaatta bulunmustu. Bunun üzerine bizzat Sarlken'in de bulundugu ve Doria
komutasindaki büyük Haçli donanmasi Halkulvad'i ele geçirmeyi basarir. Lütfi
Pasa (Tarih, 356), Tunus Hâkimi'nin Sarlken'e müracaatini anlatirken Memleket
senin, ben dahi senin, iste Rumiler gelüp hile ile memlekete müstevli oldular.
Ve sizin komsulugunuza geldiler, bugün bize ittiler, irte size iderler diye
sekva idicek Ispanya dahi nice yüz pâre gemiler donadup ve binefsihi kendisi
binüp gelüp ifadelerini kullanir. Halkulvad'dan sonra Tunus alinir. Bu esnada
her taraf yagmalandigi gibi büyük bir katliam yapilir. Bu harpte Mevlay Hasan
Sarlken ile birlikte bulunmustu. Onun, Tunus halkina gönderdigi mektuplar,
kalenin düsmesinde büyük rol oynamisti. Sarlken sayesinde Tunus sultanligini
tekrar elde eden Hasan, bes sene daha Ispanyollar'in himayesinde kalmis, bes
sene sonra oglu tarafindan hal'edilmistir. Bu sirada Barbaros sehri terkederek
Cezayir taraflarina çekilmis bulunuyordu. Bu olayin akabinde Barbaros karsi
taarruza geçerek Balear adalarini basar. Bundan hemen sonra da Irakayn
seferinden dönmüs olan Kanunî, kendisini Istanbul'a çagirir. Daha sonra
donanmanin basinda Kaptanpasalik ile Pulya sahillerine gönderilir. Zira bu
dönemde Venedik ile olan münasebetler bozulmaya baslamisti.3. Korfu
SeferiVenedik Cumhuriyeti, devamli olarak iki tarafli bir siyaset takib ediyor,
firsat buldukça da Osmanlilarin aleyhine ittifaklara girmekte bir sakinca
görmüyordu. Bilhassa deniz savaslarinda Sarlken ile ittifak ediyor ve zaman
zaman da Türk ticaret gemilerini vuruyordu. Bu arada, ahidnâme hükümlerinin
yerine getirilmesi için elçi olarak Venedik'e gönderilen Tercüman Yunus Bey,
Sarlken'e karsi I. François ile ittifak yapmalari tavsiyesinde bulunmus, ancak
bu teklif Venediklilerce kabul edilmemisti. Onlar, Kanunî'nin teklifini kabul
etmemekle kalmadiklari gibi gemileri ile geri dönmek üzere yola çikan Yunus
Bey'e tecavüze yeltenirler. Bu hareket , Venedik'in düsmanca olan tavrini açikça
ortaya koymustu. Aradaki dostluk antlasmasina ragmen Venedik'i Osmanlilar'a
karsi hasmâne bir tavir takinmasina, Papa III. Pol'un faaliyetleri sebep
olmustu. Zira Papa, Türkler'e karsi Hiristianlari bir araya topamak isteyerek
Sarlken ile Fransa Krali I. François'in arasini bulup on senelik bir mütareke
yaptirmisti. Venedik te l537 yilinda bu ittifaka dahil olmustu.
Kanunî'nin, Irakayn seferinden dönüsünden sonra Istanbul'daki
tersanelerde yeni gemilerin insasina baslanir. Bu arada gerekli asker ve malzeme
temin edilir. Nihayet l Zilhicce 943 (ll Mayis l537)'de Vezir Lütfi Pasa ile
Barbaros Hayreddin Pasa idaresindeki donanma denize açilir. Bir hafta sonra da
Kanunî, yaninda iki oglu Selim ve Mehmed bulundugu halde ordu ile karadan
hareket eder. Donanma Otranto civarina çikarma yapmakla mesgul iken Andrea
Doria'nin Osmanli bandirali on ticaret gemisinden mütesekkil bir filoya hücum
ettigi haberi alinir. Barbaros derhal onun üzerine hareket ettiyse de Doria'yi
yakalayamaz. Zira Ispanya emrindeki bu Cenevizli Amiral, Barbaros'un karsisina
çikmaktansa kaçmayi tercih ederek kurtulabilecektir. Doria'yi yakalamakatna
ümidini kesen Barbaros idaresindeki Osmanli donanmasi, Pulya sahillerinden
dönmüs olan Lütfi Pasa ile birleserek Preveze'ye gelir.
Beri taraftan kara ordusu Avlonya'ya varmis, ardindan da sefer
Venedik üzerine çevrilmisti. Kanunî, Lütfi Pasa'ya Venedikliler'e ait Korfu'nun
muhasara edilmesini emr eder. Bunun üzerine Lütfi Pasa, Korfu adasi üstündeki
müstahkem San Angelo kalesini kusatmakla mesgulken, Kanunî de Korfu adasi
karsisindaki Bastia'da karargâh kurmustu. Mücadele bütün siddetiyle sürerken
Pâdisah, Ayas Pasa'yi göndererek kusatmanin kaldirilmasini emreder. Lütfi Pasa
ve Barbaros'un, kalenin her an düsebilecegi ve kusatmasinin kaldirilmamasi
yolundaki itirazlari kabul edilmez. Kaynaklar, Pâdisahin bu ani kararinin
sebebini havalarin sogumasi ve kusatma zamanin geçmis olmasi ile izah etmeye
çalisirlar. Ancak burada baska bir noktaya da temas ederler . Buna göre kusatma
esnasinda bir top mermisi askerin içine düser. Bu yüzden dört gazi sehid olur.
Bunun üzerine Pâdisah: Bir mücahid kulumu böyle bin kaleye vermem diyerek
kusatmayi kaldirir. Kusatmanin kaldirilmasindan sonra ordu 22 Kasim l537'de
Istanbul'a döner. Bununla beraber Barbaros, Akdeniz'de Venedikliler'e karsi
harekâta devam ederek bazi adalari vurdugu gibi bazilarini da zapt eder. 4.
Preveze Zaferi Barbaros Hayreddin Pasa'nin, Adalar seferinden döndükten sonra
tersanedeki gemi insasina hiz verdigi bir sirada Kanunî de Bogdan seferine
çikmak üzere hazirliklara baslar. Preveze zaferinin kazanildigi l538 senesinde
Osmanlilar, karada ve denizde üç ciddi harekâti birden baslatmislardi. Bir
taraftan Kaptan-i Derya Hayreddin Pasa ikinci adalar seferine hareket ediyor,
öbür taraftan Misir valisi Hadim Süleyman Pasa Hind seferine çikiyor, beri
taraftan da Kanunî, ordu-yu humâyunla Bogdan'a yürüyordu. Ayri ve birbirinden
çok uzak sahalarda icrâ edilen bu büyük tesebbüsler, Osmanli Devleti'nin
iktisadî ve askerî gücünün ne kadar büyük oldugunu gösterir.
l538 senesi kisinin sonlarina dogru Kanunî, vezirlere kendi
masraflari ile hazirlayip techiz etmelerini emreyledigi l50 gemi henüz hazir
degilken, Barbaros Hayreddin Pasa'ya denize açilmasini emreder. Bu arada Andrea
Doria'nin Girit'e geldigi haberini alan Barbaros, 40 gemi ile 9 Muharrem 945 (7
Haziran l538) günü Istanbul'dan hareket edip Akdeniz'e açilir. Kendisine 3.000
yeniçeri ile deniz ümerâsindan olan bazi sancakbeyleri (Kocaeli Beyi Ali Bey,
Teke sancagi Beyi Hurrem Bey, Sayda sancak Beyi Ali Bey ve Alaiye Beyi Mustafa
Bey) katilmislardi.
Bilindigi gibi, Ege Denizi'nin kontrolü bakimindan oldukça önemli
olan Girit, o dönemlerde Venediklilerin elinde bulunuyordu. Barbaros
komutasindaki Osmanli donanmasi, Ege'de bazi hareket ve fetihlerde bulunduktan
ve Istanbul'dan bekledigi 90 gemi ile Salih Reis'in Misir'dan getirdikleri de
kendisine iltihak ettikten sonra Girid'e ugrayarak adanin bazi mevkilerine asker
çikarir. Donanma daha sonra Preveze'ye yönelmek için buradan ayrilir. Bu esnada
Rodos civarindaki bazi adalara da ugrar. Donanma Modon açiklarinda iken Andrea
Doria'nin Preveze'yi zapta çalistigi, fakat sonradan kusatmayi kaldirarak
müttefik Haçli donanmasinin harekat üssü olarak kararlastirdigi Korfu'ya
çekildigi haberi gelir.
Gerçekten, Barbaros'un Ege ve Akdeniz'deki faaliyetleri, Sarlken'i
harekete geçirmisti. Papa da Osmanlilar'in aleyhinde ittifak yapilmasi
hususundaki çalismalarina hiz vermisti. Osmanlilar'in, Ege'deki bu harekâti
üzerine Korfu'da toplanan Venedik donanmasina, Alman, Ispanyol, Portekiz, Malta,
Ceneviz ve Papalik gemileri de yardima gelecekti. Bu ittifaktan dolayi öyle bir
donanma toplanmisti ki, tarih, o zamana kadar bu büyüklükte bir donanmaya sâhid
olmamisti. Bu durumu haber alan Barbaros, bir kesif kolu göndererek düsmanin
durumunu ögrenir. O, bu kadarla da etinmeyecek gönderdigi bir iki gönüllü gemisi
ile kâfir yakasina gönderip dil (esir) aldirmis ve bunlari Bogdan seferinde
bulunan Pâdisah'a göndermisti. Müttefik bir donanma meydana getiren düsmanin
durumunu ögrenen Barbaros, Preveze'ye dogru hareket eder. Emrinde l22 kadar gemi
vardi. Andrea Doria'nin idaresindeki Haçli donanmasinin savas yapabilen (savas
gemisi) gemi mevcudu ise 302 idi. Bunlardan l62'si kadirga idi. Bu gemilerde
2500 top ve 60.000 asker vardi. Su halde sayi itibariyle Osmanli donanmasi
düsmana nazaran üçte bir oldugu gibi top itibariyle de onaltida birdi. Bundan
baska Barbaros idaresinde bulunan Osmanli donanmasinda 8.000 cenkçi askere karsi
müttefiklerin gemilerinde forsalar hariç altmis bin asker bulunuyordu. Asker,
silah ve gemi üstünlüklerine magrur olan Haçli reisleri, kudretlerinin azameti
karsisinda zaferden o kadar emindiler ki, kisa bir müddet sonra gerçeklesecek
olan galibiyet ve basarilarinin meyvelerini pesin olarak yani daha savas
baslamadan önce paylasmislardi.
24 Eylül l538'de Preveze önlerine gelen Barbaros, harp vaziyeti alir.
Bir gün sonra Preveze önlerine gelen Doria da Barbaros'un bulundugu yerin iki
mil açigina demir atar. Andrea Doria, Barbaros'u Preveze'den çikarip savasa
girmeye mecbur etmek için 27 Eylül'de Inebahti'ya hücumda bulunmak üzere
harekete geçer. Ayni günün sabahi Osmanli donanmasi da Korfu istikametinde
harekete geçmisti. Günes yükseldiginde müttefik Haçli donanmasinin komutani olan
Doria, Osmanli donanmasini arkasinda görüp sasirir. Bu saskinligi ile savasa
girip girmeme hususunda tereddüdler geçirir. Bu saskinligindan biraz
kurtulduktan sonra harp vaziyeti alir. Iki taraf Ayamavra Adasi'nin bati
kiyisinda üç dört mil açikta karsi karsyia gelirler. Bunun üzerine Barbaros,
alinacak tedbirleri kararlastirmak üzere harp meclisini toplar. Sonra da
donanmaya harp nizami aldirir.
Bu muharebede Osmanli donanmasi hilâl seklinde tertibat alir. Arkada
Turgut Reis idaresinde ihtiyat kuvvetleri bulunuyordu. Osmanlilar'in hilâl
nizamina karsilik Haçli donanmasi, borda nizami almis ve birbiri arkasinda üç
saf teskil etmisti. Bu sirada rüzgârin güneyden esmesi, Osmanlilar için büyük
bir tehlike meydana getiriyordu. Bunun üzerine Barbaros Hayreddin Pasa, Kâtib
Çelebi'nin ifadesine göre Kur'an-i Kerim'den âyetleri yazdirdigi varaklari
(sayfalari) derya yüzüne serptirip Cenab-i Hakk'a tazarru ve niyazda bulunur.
Duasi ind-i Ilâhî'de kabul olunmus oacak ki, rüzgâr hafifleyip yön degistirir.
Kâtib Çelebi, Tuhfetu'l-Kibâr fi Esfari'l-Bihar adli eserinde yukaridaki
ifadelerine sunlari da ilâve eder: Bu kissadan hisse sudur ki, serdar olanlar,
yalniz esbab-i cismaniye itibar etmeyüp, kadir olduklari kadar ruhanî sebeplere
de riâyet etmelidirler. diyerek muharebelerde mânevî kuvvetin ihmal edilmemesi
gerektigine isâret eder. Rüzgârin bu sekilde yön degistirisi, manevra kabiliyeti
az olan düsman gemilerinin hareketlerini yavaslatir.
Barbaros, gemilerini kivrik bir hançer (hilâl) seklinde yan yana
dizerek savas düzeni alir. Sag kanat komutanligini Turgut Reis'e, sol
kanadinkini de Sâlih Reis'e vererek kendisi ortada yer alir. Düsmanin sayica
üstünlügü karsisinda bir yarma harekâtina girisen Barbaros, müttefik Haçli
filosunun gerilerine kadar ilerler. Büyük bir hayret ve saskinlikla Osmanli
donanmasinin kendisini çevirdigini gören Doria, ancak ertesi gün (28 Eylül)
donanmasini harekete geçirebilir. Böylece, büyük bir bozguna ugratilan müttefik
donanmasinin otuz alti teknesi ele geçirildigi gibi 2l75 de esir alinir. Bu
savasta Türk donanmasinin kayiplari ise oldukça azdi.
Doria'nin her türlü savas taktigine, ayni sekilde karsilik veren
Barbaros, küçük bir kuvvetle büyük bir zafer kazanir. Gece karanliginin basmak
üzere oldugu bir sirada Doria, bir donanma için hem serefsizlik, hem de
ugursuzluk alâmeti olan fener söndürme emrini vermisti. Böylece o, gecenin
karanligindan istifade ederek kaçmayi basarir. Barbaros'un bu muharebede
cesaretle tatbik ettigi yarma harekâti, daha sonra pek çok meshur amirale örnek
olur. Gerçekten, Hiristiyan Avrupa'nin çikarabilecegi en büyük deniz gücü, bes
saat içinde tamamen tahrib edildigi gibi, Akdeniz hâkimiyeti de Osmanlilarin
lehine olarak kesin bir sonuca baglanmisti. Preveze zaferiyle Dogu Akdeniz'den
sonra Orta Akdeniz bölgesinde de Osmanli hâkimiyeti saglanmis olur.
Anlasildigi kadari ile Avrupa'li bazi yazarlar, bu savasi küçümsemeyi
bir âdet hâline getirmislerdir. Böylece, Doria'i düstügü durumdan kurtarmaya
gayret ederler. Bununla beraber Osmanlilarin bu zaferle denizlerde nasil bir
prestij kazandiklarini da söylemeden edemezler. Nitekim, Muhtesem Süleyman
diye bir eser yazmis bulunan Renzo Sertoli Salis, Osmanlilarin denizlerdeki
basarisindan bahs ederken: Türklerin stratejik ve taktik zaferi, onlarin
denizlerdeki prestijini bir parça artirmisti. Süleyman, adam seçme hususundaki
kabiliyeti sâyesinde, o zamana kadar Osmanli sultanlarinin ihmal etmis olduklari
bu prestiji kazanmasini bilmisti der.
Bogdan seferinden dönmekte olan Kanunî, Barbaros'un gönderdigi zafer
haberini Yanbolu konaginda iken almisti. Bu haberi müteakip Kanunî, Divan-i
Humâyûnu fevkalade bir toplantiya çagirarak zafernâmeyi okutturmustu. Sultan, bu
zaferi, bir kita büyüklügünde olan ülkesinin her tarafina duyurarak senlik ve
dualarla kutlanmasini emretmistir. Barbaros Istanbul'a dönünce halkin coskun
tezâhüratiyle karsilanmisti. Bizzat kendisi Sultan'a bütün detaylari ile
muharebeyi anlatmisti.
Bilhassa yabanci kaynaklarin dili ve bakis açilariyla bize Preveze
Zaferi hakkinda bigi veren ve onun, Akdeniz tarihinde açilan yeni bir dönemin
baslangici olduguna isaret eden A. Büyüktugrul, bu konuda sunlari söylemektedir: Muharebenin uzak sonuçlarina bakacak oursak; Preveze'den kaçmak,
Ispanyollara otuz yillik mahcubiyet, agir zararlar ve deniz yenilgilerine mal
olmustu. Tam da Akdeniz egemenligini kazanacagi bir anda V. Charl, Andrea Doria
vâsitasiyle pek rezil bir halde bunu kaybedip Türklere birakmisti. Bu davranisin
üzücü tepkileri Cezayir'de bizzat görüldügü gibi ayni rezilligi halefi de Cerbe
muharebesinde görmüstü.
Preveze günü Ispanyol armadasi için, yüz serefli yenilgiden baska
mes'um bir gün oldu. Düsünülerek yapilan bu kaçisin tepkileri Lepanto
muharebesine kadar pek çok yillar ve hatta daha sonralari da
görüldü.
Kendi konularina büyük bir askla bagli bulunan ve bu askin etkisinde
olaylari büyük mübalagalarla anlatan Kardinal Guglielmotti, olaylar arasindaki
baglantilari da açik biçimde görerek, Preveze muharebesini söyle özetlemisti: O
ana kadar denizlerde belirli bir noktaya kadar korkak ve asagi yukari ümitsiz
bulunan Türkler, bu kadar büyük olan basarinin kusurlu taraflarini baskalarina
yüklemeyi asla düsünmediler. Fakat sadece kendi muazzam üstünlüklerinden söz
ederek sonradan, asla büyüklügü görülmemis biçimde haddini bilmemezlik ederek
küstahlasmislar ve Hiristiyan adina karsi muazzam istihfaflar sürdürmüslerdir.
Bundan sonra biz, Hiristiyan filolarinin Türklerin önünden daima kaçtiklarini
fazlasiye görecektik. dedikten sonra Cerbe'deki yenilginin sebebini de böyle
bir korkakliga baglar.
Preveze zaferinden sonra, Hersek'e bagli olan ve daha önce Doria
tarafindan ele geçirilen Adriyatik kiyisindaki Nova (Castelnuova) l0 (veya 24)
Agustos l539'da kolaylikla ele geçirilir. Bu zaferden sonra Haçli ittifakindan
ayrilmak isteyen Venedikliler, Osmanlilar'la bir baris antlasmasi yapma zemini
aramaya basladilar. Zira ittifaka dahil olduklarindan beri pek çok zarara
ugramislardi. Bu durumdan kurtulmak ve Osmanlilar ile yeniden bir antlasma
yapmanin mümkün olup olmadigini ögrenmek için gizlice Istanbul'a bir ajan
gönderirler. Ajanlarinin, müsbet bir cevapla Venedik'e dönmesi üzerine Kanunî
nezdine evvela Pietro Zen, onun yolda ölmesi üzerine yerine Tomaso Contarini
Istanbul'a gönderilir. Ancak Kanunî tarafindan kabul edilmekle birlikte iyi
muamele görmeyen bu elçiye Vezir-i A'zam Lütfi Pasa, bir antlasma yapilmasinin
genis selâhiyet ve mezuniyete sahip olmakla mümkün olabilecegini anlatmak
isteyerek, simdi Venedik'e dönmesini, fakat sehzâdelerin sünnet ve sultanin
izdivaci dügünlerinde bulunmak üzere Eylül'de yeniden Istanbul'a gelmesini
tavsiye etmisti. Bu sirada Venedik, Avrupa'nin siyasî durumu ve Imparator
(Sarlken)'la Fransa Krali arasinda bir konferansin akdi karari sebebiyle
Osmanlilar'la barismanin akillica bir hareket olacagini anladigindan, birçok
fedakârliklarla barisi kazanmak istemekteydi. Bu gaye ile Istanbul'a gelen
Venedik elçisi ile 20 Ekim l540'da imzalanan antlasma sonucunda Mora'daki
Malvasia (Monemvasia) ile Anabolu (Napoli di Roma) Osmanlilar'a terkedildi.
Dalmaçya ve Ege'de ele geçirilmis yerlerde Osmanli hâkimiyeti tanindi. Bu
antlasmaya göre Venedikliler, 300.000 altin vermeyi de kabul ettiler. Buna
karsilik kendilerine yeniden ticarî bazi imtiyazlar tanindi.5. Barbaros'un
Fransa'ya yardim SeferiKanunî Sultan Süleyman, l54l yilinda Macaristan seferine
çikarken Barbaros'u da yetmis gemiden mütesekkil bir donanma ile Adriyatik
sahillerinin muhafazasi ile görevlendirmisti. Bu siralarda Sarlken, Cezayir
üzerine yürümek niyetinde idi. Daha önce de temas edildigi gibi Barbaros
Hayreddin Pasa, Osmanli donanmasi kaptan-i deryasi olmakla birlikte ayni zamanda
Cezayir Beylerbeyligini de uhdesinde bulundurmaktaydi. Istanbul'da bulundugu
siralarda yerine evlatligi Hasan'i vekil olarak birakmisti. Hasan, Sicilya'dan
Cebelitarik'a kadar Avrupa sahillerini tehdid ediyor ve yeni dünyadan tasinan
kiymetli mallari ele geçiriyordu.
Bu tehdid ve tehlikeye bir son vermek isteyen Sarlken, bizzat
kendisinin basinda bulundugu ordusu ile Cezayir üzerine yürüme karari alir. 65
parça kadirga, 400'e yakin nakliye ve yelkensiz gemi ile Cezayir üzerine hareket
eder. Imparatorun da yer aldigi Doria idaresindeki donanma, 20 Ekim l54l'de
Cezayir sahillerine gelir. Böylece yirmi bes bin kisilik bir kuvvetle Cezayir
kusatilir. Ancak Cezayir kalesindeki Hasan Aga'nin, az sayidaki kuvvetinin büyük
direnisi ve hava sartlarinin elverissizligi yüzünden Sarlken, Cezayir önlerinde
büyük bir hezimete ugrar. Imparator, firtina yüzünden çogu batmis bulunan
donanmasini güçlükle toparlayarak Ispanya'ya dönebilir.
Lütfi Pasa'nin, Mel'un Ispanya Krali diye isimlendirdigi Sarlken'in
bu seferinde 80 pâre kadirga ile 200 parça karavele, kalyete ve kayiklarla
toplam 500 kadar gemi ile Cezayir'e gelip Hasan Aga'ya teslim olmalari için bir
mektup gönderdigini ve fakat bunun reddedildigini nakleder.
Cezayir'de basina gelen bu bozgundan sonra Sarlken, Fransa Krali I.
François ile yeniden mücadeleye girisir. Zaten tek basina Sarlken ile basa
çikamayacagini anlamis bulunan François, Preveze Zaferi'nden sonra yeniden
Osmanlilar'a yaklasmak istiyordu. Bu sebeple Osmanlilar'dan yardim talebinde
bulunur. Basindan beri Fransizlar'la is birliginden yana olan ve l532'de I.
François ile iliski kurmus bulunan Barbaros'un da uygun görmesiyle Akdeniz'de
Sarlken'e bagli bulunan yerlere karsi ortak bir harekete karar verilir. Böylece,
Fransa'ya yardim karari alinir. Bu karardan sonra Barabors, Fransiz donanmasi
ile birlikte müstakil bir harekâta memur edilir. 28 Mayis l543'te yaninda
Fransiz elçisi oldugu halde Istanbul'dan hareket eden Barbaros, ll0 gemilik
filosuyla Messina, Reggio ve Ostia gibi Italyan sahillerini vurduktan sonra 20
Temmuz'da Marsilya önlerine geldiginde burada törenlerle karsilanir. Burada,
Fransiz donanmasinin hazirliklarinin tamamlanmasindan sonra 30 gemilik Fransiz
donanmasi ile müstereken Sarlken'in müttefiki ve Savoi Dükü olan Charles'in
elinde bulunan Nice'i muhasara eder. Sehir, 20 Agustos'ta ele geçirildigi halde,
Fransizlarin gevsekligi ve iki yüzlü davranmalarindan dolayi iç kaleyi fethe
lüzum görmedigi ve Fransizlarin bu tavrina çok kizdigi için Barbaros, kusatmaya
son verir. Bundan sonra Türk donanmasinin kisi Toulon'da geçirmesi uygun
görülür. Fakat alti ay kadar Güney Fransa'da kalan Barbaros, François'in,
Sarlken ile anlasmasi karsisinda Istanbul'a dönmek zorunda kalir. Dönüs
sirasinda da Cenova'da esir bulunan Turgut Reis'le birlikte orada esâret hayati
yasayan birçok Müslüman ve Türk esiri de kurtarir. O, Cenova'daki Müslüman
esirleri kurtardiktan baska, oradan da birçok esir ve ganimet alip l544
senesinin yaz aylarinda Istanbul'a döner. Kanunî tarafindan büyük deniz
gazasinin kahramani sifatiyle kabul edilerek iltifatlara mazhar olur.
NICE SEFERI
Barbaros'un son büyük seferidir. Bundan sonra daha çok tersane
isleriyle mesgul olan Barbaros, 6 Cemaziyelevvel 953 (5 Temmuz l546 )'da kisa
bir hastaliktan sonra vefat eder. Cenazesi, sagliginda Besiktas'ta yaptirdigi
medresenin yanindaki türbesine defnedilir sözü ölümüne tarih olarak
düsürülmüstür.
Tabir yerinde ise çekirdekten yetisme diyebilecegimiz bir denizci
olan Barbaros Hayreddin Pasa zamaninda Osmanli denizciligi, gücünün zirvesine
ulasmisti. Onun mektebinde (ekol) yetisen degerli denizciler ve teskilâtli
tersane sâyesinde bu güç varligini bir süre daha devam ettirmistir. Nitekim
Piyale Pasa'nin kaptan-i deryaliga getirilmesi ile Turgud, Uluç Ali, Hasan ve
Salih Reis'lerin de bulundugu Osmanli donanmasi Akdeniz'de güç ve varligini
devam ettirdi. 6. Fransa'ya Ikinci Yardim Seferi l55l senesi baharinda
hazirlanan 90 kadirgalik bir Osmanli donanmasi, Sinan Pasa idaresinde Egriboz'da
bulunan Turgud Reis ile birleserek l4 Temmuz'da Malta önlerine gelip oradan da
Trablusgarb'a hareket eder. Buranin, l530'da Malta'ya yerlesmis bulunan Saint
Jean sövalyelerinin elinde bulunmasi, çevredeki Müslüman halkin mücadelesine
sebep olmus, hatta bunlar, Kanunî'ye müracaatla yardim bile istemislerdi. Bunun
üzerine Kanunî, Enderûn agalarindan Murad'i buraya göndermisti. Sinan Pasa,
Trablusgarb önlerine gelince Murat Aga ile irtibat kurarak sehri kusatir.
Nihayet l3 Agustos'ta sehir teslim olarak idaresi Murad'a verilmisti. Turgut
Reis ise Karlieli Sancakbeyligine getirilmisti.
Osmanli donanmasi l552 senesi ilkbaharinda Kaptan-i Derya Sinan Pasa
komutasinda Bati Akdeniz seferine çikar. Donanma, Fransa Krali II. Henri'nin,
Sarlken ile aralarinda meydana gelen düsmanlik yüzünden Osmanlilar'dan yardim
istemesi üzerine ikinci defa olarak Fransa'ya yardima gidiyordu. Bu sefere
Karlieli sancakbeyi Turgud Reis de katilmisti. Fransa elçisi Daramon da üç gemi
ile Osmanli donanmasi ile beraberdi. Baslangiçta Fransa'nin yardim talebini
kabul etmeyen Kanunî, daha sonra Avusturya ile aralarindaki nazik durum
karsisinda Fransa'ya yardima karar verir. Karlieli Beyi Turgud Reis, Sicilya
kiyilarini vurmaya memur edilmisti. Donanma Italya sahillerini dolasarak
Napoli'ye gelir. Orada Fransiz donanmasi beklenir. Fakat beklenilen donanma
gelmeyince yolda rastlanilir diye bir müddet kuzeye dogru seyredilir. Bu sirada
Andrea Doria'nin Napoli tarafina geçecegi haber alinarak Turgud Reis'in
tavsiyesiyle Ponza adalari tarafinda pusu kurulur. Pusuya düsürülen Andrea Doria
yenilerek Sardunya adasina dogru kaçar. 5 Agustos l552'de cereyan eden bu
hadisede Doria'nin 7 gemisi zaptedilir.
Bundan sonra gerek Sinan Pasa'nin, gerekse onun vefati üzerine yerine
gelen Piyale Pasa'nin deniz seferleri vardir. Bunlardan biri, 966 (M. l558 )'de
Ispanya sularinda dolasan Kaptan Piyale Pasa'nin, Minorka adasinin önemli
sehirerinden olan Siüdadela'yi zaptetmesidir. Bundan baska yine Piyale Pasa
maiyetinde Turgud ve Salih Pasalar bulundugu halde Italya sahillerini vurup
Reçyo sehrini zapt etmis ve Afrika sahilindeki Oran'i, Ispanyollar'in elinden
alip basarili bir sekilde geri dönmüstü. Bu olaydan sonra Ispanya ve Papa basta
omak üzere Italya yarimadasindaki devletlerin tamaminin Osmanlilar aleyhine
meydana getirdikleri ittifak, l559'daki Cerbe muharebesini dogurmustur.7. Cerbe
Muharebesi Preveze'den l3 yil gibi kisa bir müddet sonra Trablusgarb'i zapteden
Osmanlilar, Orta Akdaniz havzasina kesin olarak yerlesmislerdi. Kanunî Sultan
Süleyman'in, Kuzey Afrika sahillerini takib ederek Cebelitarik'a kadar
tirmanmasi ve dolayisiyle Türk hâkimiyetinin Bati Akdeniz'de de hissedilmeye
baslanmasi, bu defa da babasindan Akdeniz siyasetini devr amis olan Ispanya
Krali II. Philippe ( l556 - l598 )'i harekete geçirmisti. Fakat Türkleri Bati
Akdeniz kiyilarindan uzaklastirmak gayesini güden bu tesebbüs, Ispanyol ve
müttefiklerinin l560'da Cerbe'de agir bir yenilgiye ugramalari ile
sonuçlanmisti. Fernand Braudel'in deyimi ile Ispanyol askerleri Türkler
karsisinda boylarinin ölçüsünü almislar ve Akdeniz'de Türk deniz üstünlügü
kurulmustu.
Biraz önce ifade edildigi gibi, Trablugarb'in alinmasi ile Osmanlilar
Dogu Akdeniz'den sonra Orta Akdeniz'e de kesin olarak yerlesmislerdi.
Trablusgarb'in, Osmanli idaresine geçmesi ve hâkimiyet mücadelesinin Bati
Akdeniz'e kaymasi, Malta'daki Saint Jean sövalyelerini oldukça rahatsiz
ediyordu. Zira burasi onlar için stratejik ve ekonomik degeri hâiz önemli bir
mevki idi. Bundan baska yavas yavas siranin kendilerine geleceginden de
korkuyorlardi. Bu sövalyelerin gayretleri ve babasinin siyasetini sürdürmek
isteyen Ispanya Krali II. Philippe ile Papa'nin tesvikleri sonucu Ispanya,
Papalik, Cenova, Floransa, Sicilya, Malta, Napoli ve Monaco gibi Akdeniz'deki
Hiristiyan devletler, bir ittifak kurmuslardi. Basi sikistikça Osmanlilar'dan
yardim isteyen Fransizlar ve Osmanlilar ile bir baris antlasmasi imzalamis
bulunan Venedikliler, fiilen bu ittifaka girmemekle birlikte, gizlice
müttefikleri desteklemeye devam ediyorlardi.
Akdeniz'deki Hiristiyanlar tarafindan meydana getirilen bu ittifakin
duyulmasi üzerine Piyale Pasa Istanbul'a çagrilir. Hazirliklarini tamamlayan
Piyale Pasa, 20 parça gemi ile baslangiçta müttefik donanmayi Malta
istikametinde aradiysa da onlarin Cerbe sularinda oldugunu ögrenince Turgud Reis
kuvvetleriyle birlesmek üzere buraya gelir. Bu arada 200 gemiden mütesekkil
müttefik donanmasi, 2 Mart l560'da Cerbe'ye asker çikarmisti. Bu esnada
Trabusgarp'ta bulunan Turgud Reis adina adayi idare eden yerli bir seyh, adayi
müttefik donanmaya teslim eder.
l3 Mayis l560'da Cerbe önlerine gelen Osmanli donanmasini gören
düsman, bir hayli telaslanir. Bununla beraber Cerbe adasindan 7 - 8 mil uzakta
bulunan birlesik düsman donanmasi ile Osmanli donanmasi arasinda l6 Mayis
l560'da büyük bir deniz savasi meydana gelir. Bizzat Piyale Pasa'nin
bildirdigine göre 3 gün 3 gece devam eden savas sonunda düsmanin 20 kadirgasi
alinmis, bunlardan biri yakilmis, 26 gemisi ele geçirilmis, bir kismi da kaçip
kurtulmustu. Osmanli donanmasinin top atesine baslamasi üzerine heyecanlanan
Giovanni Doria, gemilerine demir aldirtarak derhal denize açilir. Denize açilan
müttefik donanmasi, Osmanli gemilerince bir hayli yipratilir. Bu hengamede genç
amiral Giovanni Doria, karaya sürünmekle birlikte canini kurtararak Sicilya'ya
dogru kaçabildi. 60 kadar gemisini kaybeden müttefik donanma müthis bir bozguna
ugramisti. Bu bozgun haberi Ispanya ve Italya'da derin bir teessüre yol açti. Genç Doria'nin kaçmasi üzerine Don Alvaro, saglam surlari bulunan
Cerbe kalesine siginmak zorunda kalir. Bu deniz zaferinden sonra Osmanli
kuvvetleri kaleyi kusatirlar. Turgud Reis'in de katildigi ve Trablus
Eyâleti'nin, Trablus, Kayrevan, Sfeks gibi sehirlerin piyade ve süvari
kuvvetlerini de beraberinde getirerek yaptigi kusatma 80 gün sürer. Böylece üç
aya yakin bir kusatmanin sonunda 3l Temmuz l560'da Don Alvaro bir gemiye
atlayarak kaçmak istediyse de Turgud Reis tarafindan takib edilir. Kurtulus
imkâni bulamayan Don Alvaro, esir olarak teslim alinir. Büyük bir zaferle
sonuçlanan bu savas, müttefiklere 20.000 kadar ölü ve 5000 kadar da esire mal
olur. Bu zafer sonunda ada Turgud Reis'e verilir. Piyale Pasa ise Trablus'a
ugradiktan sonra tekrar Istanbul'a döner.
Türk denizcilik tarihinin sanli muharebelerinden biri olan Cerbe
Zaferi, Akdeniz'deki Osmanli hâkimiyetini perçinleyip kuvvetlendirmistir.
Filhakika, XVI. asirda Osmanli donanmasinin kazandigi büyük ve kesin zaferlerin
basinda gelen Cerbe Savasi, Osmanlilarin, Bati Akdeniz'den çikarilamayacagini
isbatlamis görünmektedir. Bunun içindir ki II. Philippe, ugradigi yenilginin
intikamini almak yerine, aradaki anlasmazligi ortadan kaldirmak ve barisa
kavusabilmek için Istanbul'a elçiler göndermeyi tercih edecektir.
Cerbe'de gâlib gelen Osmanli donanmasi, Avusturya elçisi Busbecq'in
müsahedelerine dayanarak belirttigi gibi esirler, ganimetler ve yedeginde
düsmandan zaptolunan gemilerle Piyâle ve Turgut Pasalarin emrinde Dersaâdet
(Istanbul)'e gelmis ve burada merasimle karsilanmisti. Ilk Osmanli kadirgasi,
Salîb ( Haçli ) donanmasinin, Hz. Isa'nin çarmiha gerilmis tasvirini tasiyan
büyük bayragini denizde sürüyerek ilerliyor ve bunlari diger Hiristiyan
bayraklarini ayni tarzda sürükleyen gemiler takip ediyordu. Düsmandan zaptolunan
kadirgalarin direk ve küpesteleri alinarak basit birer tekne haline
sokulduklarindan Türk gemilerinin yaninda küçük ve adi seyler gibi
görünüyorlardi. Kaptan Pasa gemisinin arkasinda esir alinan düsman komutanlari
ve asilzâdeleri görünüyordu. Toplarini atesleyerek alay köskündeki Pâdisah'i
selâmlayan donanma-yi hümâyûnun hasmeti ve kazanilan zaferin büyüklügü,
Sultan'in üzerinde en ufak bir gurur isareti dogurmamisti. Bu duruma hayret eden
Avusturya elçisi Busbecq, Kanunî'nin vezirlere Iste insan bunlari görüp te
tekebbüre kapilmamali, her seyin Cenâb-i Hakk'in inâyetiyle oldugunu fikredip ,
Allah'a sükürler etmelidir dedigini nakleder. Yine Busbecq, Kanunî'yi dinî
vazifelerini ifâya ve câmiye namaza giderken gördügünü, hâlinde ayni husû ve
hüzün isâretini müsahede ettigini yazmaktadir. Bu ifadeler, Kanunî'nin, ne
derece yüksek bir Islâmî ve manevî olgunluga sâhip oldugunu göstermektedir.
Gerçekten bu hal, degil hükümdarlarda velilerde de çok az rastlanilan manevî bir
kemâl tezahürüdür.8. Malta KusatmasiOsmanlilarin zaferi ile sonuçlanan ve
onlarin Bati Akdeniz'den çikarilamayacagini bir kere daha ortaya koyan Cerbe
muharebesinden sonra dikkatler Malta'ya çevrilir. Zira Misir, Trablusgarb,
Cezayir ve diger bazi mühim yerlerin idare ve emniyeti, Malta'nin Osmanli
idaresinde bulunmasini gerektiriyordu. Daha önce temas edildigi gibi Rodos
Adasi'nin Osmanlilar tarafindan fethini (l522) muteakip Malta Adasi, Sarlken
tarafindan buradan çikarilan Saint Jean sövalyelerine verilmisti. Ada, kisa bir
zaman içinde sövalyeler tarafindan pek mustahkem bir hale getirilmisti. Cezayir
yolu üzerinde bulunan adadaki sövalyeler, korsanlik faaliyetlerini sürdürüyor,
Türk ticaret gemilerini vurmak suretiyle Osmanli ticaretine zarar veriyor ve
nihayet Osmanliar aleyhine olan savaslara (Preveze ve Cerbe gibi) istirak
ediyorlardi. Ayrica Hiristiyan korsan gemileri de burada kendileri için çok
güvenli bir siginak buluyorlardi. Iste bütün bu sebepler gözönüne alindigi zaman
Osmanlilar bakimindan Malta'nin fethi kaçinilmaz bir gereklilik olarak ortaya
çikiyordu. Ispanyollar ise Malta'nin fethinin sonunda Osmanli donanmasinin
Sicilya, Napoli ve havalisine gelecegini bildiklerinden, Malta'nin savunmasina
büyük bir önem veriyorlardi. Bütün bu diplomatik ve stratejik düsüncelere ragmen
Osmanlilar, Malta seferi konusunda pek istekli görünmüyor veya en azindan acele
etmiyorlardi. Fakat bu siralarda saray için alinan esyayi getiren bir Türk
gemisinin Zanta ve Kefalonya adalari arasinda 7 (yedi) Malta korsan gemisi
tarafindan zaptedilmesi, adanin, Osmanlilar tarafindan zapti hakkindaki tasavvur
ve düsünceyi meydana çikardi.
Yillardan beri ahali-i Islâm-i nüsret encâma zarar ve hasaretten
hâli olmayan Malta sövalyelerine ait kila' ve buka'in kal' ve kam'ina karar
verilince yani Malta'ya sefer karari alininca, büyük bir hazirliga girisilir.
Haliç, Gelibolu ve Sinop tersanelerinde yeni gemiler insa ve mevcudlar tamir
edilip kalafatlanirken, bazi gönüllü reisler için Rodos'ta l8 oturakli kalitalar
yaptirilmasi yoluna da gidilir.
Malta üzerine gönderilecek kuvvetlere Besinci Vezir Kizilahmedlü
Mustafa Pasa serdar tayin edilerek seferin bütün selâhiyeti kendisine
verilmisti. Donanma ise Cerbe gâlibi Cezayir Beylerbeyi Kaptan-i derya Piyâle
Pasa'nin emrine verilmisti. Ayrica Beylerbeyi Turgud Pasa (Reis)'ya da emirler
gönderilerek Piyâle Pasa'ya yardimda bulunmasi istenmisti. Mühimme
Defterlerindeki kayitlardan anlasildigina göre bu konuda Turgud Reis'e biri 25
Rebiülevvel 972 (3l Ekim l564), digeri de bundan dört gün sonra 29 Rebiülevvel
972 (4 Kasim l564)'de gönderilmistir.
Osmanli donanmasi, 29 Mart l565'te 300'e yakin irili ufakli gemi ve
40-50 bin kisiden mütesekkil muazzam bir ordu ile Malta'ya hareket eder. l9
Mayis'ta adaya varilarak karaya asker çikartilir. Kanunî'nin emir ve
tavsiyelerine ragmen çok tecrübeli bir denizci olan Turgud Reis gelmeden
kusatmaya baslanarak yanlis mevkilere hücuma geçilir. Bununla beraber Turgud
Reis'in aldigi önlemlerle bu hatalar düzeltilir. Ancak Turgud Reis, hücum
yapildigi sirada (l8 Haziran) Sant Elmo burçlari önünde, atilan bir top
güllesinin çarptigi kayadan firlayan bir tasin basina isabet etmesiyle
yaralanir. Dört gün ve gece kendini bilmeden (koma hali) yatar. Burçlarin feth
edildigi besinci günü (23 Haziran) vefat eder. Cesedi bes parça kadirgasiyle
Trablus'a gönderilip orada yaptirdigi câmi ve medresesinin yanindaki türbesine
defnedilir.
Saint Helen kalesi on yedi günde (24 Haziran l565) alinmakla beraber
asil maksat olan Malta muhasara edilir. Bundan sonra siddetlenen çarpismalar,
Osmanli ordusunda büyük zayiatlara yol açar. Sicilya genel valisinin Ispanya,
Fransa ve Papa'nin destegiyle 72 kadirga ve on bin askerle yardima gelmesi ve
deniz mevsiminin geçmekte oldugunun görülmesi üzerine kalenin alinamayacagi
anlasilarak kusatmaya son verilir. Serdar Mustafa Pasa, Turgut gibi büyük bir
denizci ile takriben 20.000 askerin sehâdetine mal olan bu kusatmayi kaldirarak
ll Eylül'de asker ve malzemeyi gemilere yükleyerek denize açilir. Bu
muvaffakiyetsizlik üzerine Malta seferi için Serdar tayin edilen Mustafa Pasa
vezirlikten azl olunur.
Fethi için büyük hazirliklar yapilan ve maalesef büyük zayiatlara
sebebiyet veren bu kusatmanin kaldirilmasina, kalenin hem müstahkem bir mevkide
bulunmasi, hem de saglam surlarla çevrili olmasinin yaninda ada, geregi gibi
abluka altina alinamiyordu. Bu da kaleyi müdafaa edenlere disardan devamli
yardimlarin gelmesine sebep oluyordu. Bu arada kusatma planinda yapilan büyük
hatalar, kusatmanin uzamasindan dolayi donanmanin maruz kaldigi erzak ve malzeme
sikintisi ile orduda hastaligin bas göstermesi gibi durumlar, adanin fethine
imkân vermemisti.
Kanunî Sultan Süleyman, bu basarisizligi hazmedemeyecek ve yeni bir
seferin açilmasi için hazirliklara baslanmasini emredecektir. Ancak Avrupa'ya
yeni bir kara harekâtinin yapilma mecburiyeti, bu seferi ikinci plana itmistir.
Bununla beraber Kanunî, son seferi olan Sigetvar'a çikmadan önce donanmaya
denize açilma emrini vermisti. Bu sefer sonunda Sakiz Adasi bütünüyle Osmanli
hâkimiyetine geçecektir.9. Sakiz Adasi'nin Alinmasi Donanma, Kanunî'nin emri
üzerine harekete geçip denize açilmisti. Gerçi Sakiz Adasi, daha Fâtih Sultan
Mehmed zamaninda vergiye baglanmisti. Ancak bura sakinleri, firsat buldukça
Osmanlilarin askerî harekâtlari ile donanmanin durumu hakkinda disariya bilgi
sizdirmaktan geri kalmiyorlardi. Zaman zaman da vergilerini aksatiyorlardi.
Bundan baska Malta kusatmasi sirasinda da bazi Sakizlilar, Osmanlilar'a karsi
savasmislardi. Öte yandan, tamamen Osmanli hâkimiyetindeki Ege Denizi'nde böyle
bir adanin bulunmasi, Osmanli menfaatlerine zarar verebilirdi. Kâtib Çelebi'nin
ifadesiyle Kanunî, bütün bu durum ve sebepleri su sözlerle ifade ediyordu: Misir diyarina giden hacilarin yol üzerinde kiyiya yakin Sakiz Adasi
hisarinda oturan kâfirler görünüste haraca bagli iseler de savasçi kâfirlerle
iyi dostluk üzere olup her daim devlet kapisinda olan isleri yazip
bildirmektedirler. Ve donanma-yi humâyûn gemileri çiktikça kaç gemidir ve ne
yana gidecektir hep bildirip ufak Islâm gemilerine zarar eristirmekten geri
durmadiklarini biliyorum. Ne yoldan olursa bu adayi tutup almaya dürisesin. diye
buyurmuslardi. Bunun üzerine 973 baharinda ( Mart - Nisan 1566 ) Kaptan Piyâle
Pasa 70 parça kadirga ile denize açilip, adanin karsisindaki Çesme'ye gelir.
Donanmanin Çesme'ye geldigini gören Sakizlilar, bazi hediye ve armaganlarla
Kaptan Pasa'ya geldilerse de bu, kalenin zaptina mani olamadi. Zira Pâdisah'in
bu konudaki emri kesindi. Bu sebeple 24 Ramazan 973 (14 Nisan 1566 )'da Sakiz'a
gelen Piyâle Pasa, kan dökmeden adayi zapt edip onu bütünüyle Osmanli
hâkimiyetine alir. Buraya muhafizlar koyan Piyâle Pasa, büyük kiliseyi de câmi
haline getirmisti. Böylece Ceneviz, Ege'deki son kolonisini de kaybetmis
oluyordu. Türklerin adayi ele geçirmesi, Katolik Cenevizlilerin tazyiklerinden
sikâyetçi olan yerli Rumlar tarafindan sevinçle karsilanmisti. Böylece Sakiz
Adasi da diger komsu adalar gibi Osmanli hâimiyetinin sagladigi müsamaha
havasindan faydalanmistir.
Sakiz Adasi'nin artik bütünüyle Osmanli hâkimiyetine girdigi haberini
alan Kanunî, eyü tedarük olunmus diyerek memnuniyetini izhar etmisti. Piyâle
Pasa'ya gönderilen hükümde ise, Sakiz'in bir sancak halinde Kaptanpasa eyâletine
ilhaki uygun görülmüs ve buranin sancakbeyligi Kirsehir Beyi Gazanfer Bey'e
50.000 akça terakki ile tevcih olunmustu. Ayrica Sakiz'in tahriri yapilarak
buranin gelirleri ile nüfusu tesbit edilmisti. Bu esnada Sakiz'in ileri
gelenleri Istanbul'a gönderilmisti.HIND OKYANUSU SULARI
Bilindigi gibi Kanunî dönemindeki deniz harekâti, sadece Akdeniz'le
sinirli kalmamis, ayni zamanda Hint Okyanusu ve kollarinda da devam etmistir. Bu
dönemde, Isâm dünyasinin mümessili olarak bir cihan devleti haline gelmis
bulunan Osmanli Devleti'nin, o günün ulasim ve teknik imkânlarina göre çok uzak
olan bu sularda bulunmasinin bazi önemli sebepleri vardi. Bunun için burada hem
bu sebepleri, hem gelismeleri, hem de bu seferlerin sonuçlarini gözler önüne
sermeye çalisacagiz. Böylece Osmanlilarin o kadar uzak olan bölgelere niçin ve
hangi gâye ile gittiklerini daha iyi kavramis olacagiz.
XV. asrin meshur denizcileri olarak bilinen Ispanyol ve Portekiz gibi
iki Hiristiyan devletin, dayanikli gemiler insa ettikleri ve cografî kesiflerde
önemli adimlar attiklari bilinmektedir. Bu kesifler, Osmanli Deveti'ni yakindan
ilgilendiriyordu. Gerçekten, Portekiz'in Hind Okyanusu'na açilmasi bir tesadüf
eseri olmayip, Rahib John'un ülkelerini ve baharat memleketlerini kesfetmek
gâyesiyle 7 Mayis l487'de bu bölgelere seyahata çikan Portekizli maceraperest
Joâo Peres de Covilhâo'nun raporlarinin bir sonucudur. Bu bakimdan
Portekizlier'in Hind denizine açilmalarini basit tesadüflere baglamamiz mümkün
degildir. Onlarin bu hareketleri, Müslümanlara karsi Haçli Ruhu, Afrika'daki
Guinea altinina erisme ve Dogu'da Hiristiyanligi temsil eden efsanevî Joâo
Peres de Covilhâo ile Dogu'daki baharatin menseini bulma gibi sebeplere
dayaniyordu. Bu dönemde Hindistan sularina gelen Portekizliler, Gao'yu ele
geçirerek Kizildeniz'de faaliyete geçtikleri gibi Mekke'nin limani durumundaki
Cidde'yi de tehdid etmeye baslamislardi. Bu esnada onlar, Dogu mallarinin
Akdeniz'e ulasma merkezlerine hâkim olmuslardi. Hatta, ticaret gelirlerinin
azalmasi yüzünden Memlûk Devleti ile Portkizliler arasinda mücadeleler
baslamisti. Bu mücadelede esnasinda Memlûk Deveti'nin, Osmanlilar'dan yardim
talebinde bulundugu ve Sultan II. Bâyezid'in yardim için buraya Selman Reis'i
gönderdigine daha önce temas edilmisti.
Memlûk Devleti'nin merkezi durumundaki Misir'in, Osmanli hâkimiyetine
girmesi üzerine Portekizliler ile Osmanliar, bu uzak denizlerde karsi karsiya
gemis oluyorlardi. Osmanlilarin hedefi, hem Cidde'yi Portekiz tehdidinden
kurtarmak hem de neredeyse tamamen kapanma durumuna gelen klasik baharat yolunu
yeniden eski durumuna getirmekti. Bu hedefe ulasabilmek için de Portekiz
nüfuzunun kirilmasi gerekiyordu. Bu da ancak Süveys'te güçlü bir donanmanin
kurulmasi ile mümkündü. Iste bunun içindir ki, Ahmed Pasa'nin isyani üzerine
Misir'a gelen Ibrahim Pasa, Süveys limani merkez olmak üzere l525'te bir Misir
kapudanligi kurmustu. Daha önce Yemen'e gidip burada Osmanli hâkimiyetinin
yerlesmesinde mühim bir rol oynamis bulunan Selman Reis, Misir'a gelen Ibrahim
Pasa'ya, Yemen'in ahvali hakkinda tafsilatli bilgiler verir. Bundan sonra
l525'te Süveys'te yeni Cidde Beyi Hüseyin er-Rumî ( = Anadolu'lu ) tarafindan
hazirlanan 20 kadirgadan ibaret bir Türk filosuyla Yemen ve Aden taraflarina
gider. Ayni zamanda iyi bir gözlemci olan Selman Reis, l0 Saban 93l (l0 Haziran
l525) de Kizildeniz'deki limanlar ile Portekizlilerin Hindistan'da sahip
olduklari kalelerin, -Sumatra ve Malaka dahil- bütün bu bölgenin ticarî durumunu
belirten bir layiha da kaleme alir. l. Hadim Süleyman Pasa'nin Hind Seferi
Peçevî (Peçuylu) tarihinde buunan bir kayda göre Süleyman Pasa, Misir'daki ilk
valiligi esnasinda Yemen ve Aden'e sefer yapmayi tasarliyor ve bunun için
hükümeti iknaya çalisiyordu. 937 ( l530 )'de kendisine bu müsaade verilerek
malzemesi, Misir haricinden getirilmek suretiyle Süveys'te 80 kitalik bir
donanma hazirlanir. Fakat Bagdad seferi sirasinda baska göreve tayin edilerek
yerine Hüseyin Pasa getirildiginden sefer akamete ugrayip basarisiz olur. Gerçi Ibrahim Pasa, Portekizlilerin faaliyetlerine engel olmak için
daha önce Yemen ve Hind denizlerine kuvvet gönderme karari alarak Selman Reis'in
idaresine verdigi l9 gemilik bir Osmanli filosunu Hind denizine göndermisti ki
bu, Osmanlilarin ilk fiili Hind seferi oluyordu.
Kanunî'nin, Irakayn seferinden sonra ikinci defa Misir valiligine
getirilen Süleyman Pasa, Kizildeniz ve Hind ticareti ile yakindan ilgilenmekte
idi. Bu esnada Hindistan'da bulunan Gücerat ve Kalküta gibi Müslüman hükümetler,
Portekizliler'e karsi Osmanlilar'dan yardim istemislerdi. Bunun üzerine Hind
denizinde rol oynamaya namzed bulunan Osmanlilar, bu talebi bir vesile saydilar.
Bunun içindir ki, Hadim Süleyman Pasa ikinci sefer Misir valisi olunca, Süveys
tersanesinde Cenovali deniz insaiye mühendisleri nezaretinde insa edilmis olan
74 gemiden ibaret bulunan donanma, Gücerat üzerine hareket etmek üzere 22
Haziran l538'de Kizildeniz'e açilir. Önemli bir ticaret merkezi oldugu kadar
stratejik konumu itibariyle de mühim bir sehir olan Aden, 27 Temmuz'da ele
geçirilip Osmanli hâkimiyetine idhal edilir.
Aden'den hareket eden ve Akdeniz sartlarina göre hazirlanmis yelkenli
gemilerden ziyade kürekli galley'lere dayanan Osmanli donanmasi, l9 günlük bir
yolculuktan sonra Hindistan sahillerine varir. Gokala ve Kat kalelerine hücum
edilerek buralar kolayca zaptedilir. Portekizlilerin bu kitadaki en büyük ve
müstahkem kalelerinden biri olan Diu (Dev) kalesi önüne gelinerek karaya asker
ve toplar çikarilarak kale muhasara edilir. Bu esnada Süleyman Pasa, yerlilerin
kendisini destekleyecegini ümid ediyor ve kaleyi onlarin da yardimiyla kolayca
zaptedebilecegini düsünüyordu. Halbuki hükümdar Bahadir'in halefi olan
Gücerat'in yeni hâkimi Mahmud Sah, böyle düsünmedigi gibi Osmanlilara karsi
samimi hisler de beslememekteydi. Bununla beraber karadan ve denizden
sikistirilan Diu, toplarla dövülmeye baslanir. Diu'yu savunanlar iç kaleye
siginmak zorunda kalirlar. Tam bu sirada Süleyman Pasa, gerekli yardimi
görmedigi ve Portekiz donanmasinin gelmekte oldugu haberini alinca kusatmayi
kaldirir. Bunda Mahmud Sah'in da büyük rolü olmustu. Bu arada geri dönen
Süleyman Pasa, Yemen taraflarinin asayisi ile mesgul olur.
Misir'in ilhaki üzerine Osmanli hâkimiyetini kabul eden Zebid hâkimi
Barsbay'in ölümünden sonra yerine geçen Iskender Bey ve onu öldüren Nâhuda
Ahmed, Osmanli hâkimiyetini tanimamislardi. Hadim Süleyman Pasa, Muha önlerine
gelir gemez Nâhuda Ahmed'i yanina çagirir. Fakat o, yapilan bu dâveti bazi
bahaneler ileri sürerek nazikçe reddeder ve Biz bu memleketi kilicimizla feth
ettik. Elimizden almak isteyen varsa gelsin kilici ile alsin der. Bununla
beraber Süleyman Pasa'nin Nâhuda Ahmed'e göndermis oldugu kethüdasi Süeyman Aga,
onunla bir anlasma yapar. Buna göre Nâhuda Ahmed her yil l.000.000 akça vergi
vermek sartiyla Zebid Beyligi'nde kalacaktir. Böylece Hadim Süleyman Pasa'nin
direktifi geregince Nâhuda'yi güzellike Osmani hâkimiyeti altina sokan Süleyman
Aga, ona hil'at, sancak ve berat vererek geri dönüp Muha'ya gelir. Fakat çok
geçmeden Nâhuda Ahmed, Süleyman Pasa kuvvetlerinin Yemen'den ayrilir arilmaz
anlasmayi bozacagini söyler. O, bununla da kalmayacak Aden kalesini bile
alacagini söyleyecektir. Bunu haber alan Süleyman Pasa, donanma ile Kamaran
adasina gelip Salif iskelesine asker çikarir. Bu esnada Nâhuda Ahmed, Türk, Arab
ve Habeslilerden meydana gelen ordusunu Süleyman Pasa üzerine sevk ettiyse de
bir sey yapamayarak Zebid'e çekilir. Hadim Süleyman Pasa 5 Sevval 945 (24 Subat
l539)'da müsait sartlar altinda kolayca Zebid'e girer. Nâhuda'yi Divan-i Âlî'de
muhakeme ettikten sonra idam ettirir. Böylece l9 Sevval 945 (6 Mart l539) Cuma
günü Pâdisah adina hutbe okutturarak Zebid vilayetini ve bütün mülhakatini
Osmanli topraklarina kattigini ilan eder.
Osmanli donanmasinin kudretini göstermesi bakimindan bu ilk Hind
seferi, Portekizliler'e büyük bir korku salmisti. Hadim Süleyman Pasa, Özdemir
Bey'i Habesistan'a göndermis, böylece buraya (Habesistan) ait olan kisim hariç,
Bâbu'l-mendeb'e kadar olan denizin iki tarafina hâkim olunarak, Dogu ticareti
için Portekizliler'le yeni bir mücadele sahasi açilmis oluyordu. 2. Habesistan
Seferi Osmanlilar, Aden ve Zebid'in zaptindan sonra Yemen'deki hâkimiyet
sahalarini genisletmeye çalisirlar. 952 senesinin Zilkade ( Ocak l546) ayi
ortalarinda Mustafa Nessar Pasa'nin yerine Yemen'e tayin olunan Üveys Pasa,
Zeydiyye ailesi arasindaki ihtilaftan istifade ile Taiz'i zapteder. Sehrin
muhafazasi için adamlarindan birini burada birakip kuvvetleriyle San'a üzerine
yürür. Bu esnada yolu üzerinde bulunan kale, iskele ve geçitleri de ele geçirir.
Bu basarili harekât esnasinda Mutahhar'dan da yardim görür. Böylece bölgeyi
kontrolü, halki da hâkimiyeti altina alir. Ancak yerliler bu disiplinden
sikilirlar. Bu yüzden ondan kurtulmayi düsünürler. Pehlivan Hasan adindaki
levendin tahrikleriyle ve ulûfelerini istemek bahanesiyle meydana gelen isyan
esnasinda, San'ay'i almaya giden Pasa, Habban vadisinde konakladigi ve gece
yatip uykuya daldigi zaman katledilir. Bu olaydan sonra Üveys Pasa'nin yerine
tayin edilen Ferhad Pasa, Aden ve çevresindeki isyanlari bastirip sükûneti tesis
edecektir. Bu arada Yemen'e gelen Özdemir Pasa da l547'de San'a'yi ele geçirerek
Ferhad Pasa'nin yerine Yemen Beylerbeyi olur. Özdemir Pasa, Yemen'de önemli
isler basarmis, Üveys Pasa'nin katillerini bulup cezalandirmistir. l554 yilinda
azledilince Istanbul'a gelen Pasa, Pâdisah ile görüstükten sonra Habesistan'a
gönderilmistir.
Misir'a gelir gelmez asker toplayan Özdemir Pasa, l555'te harekete
geçerek Nil nehrinden güneye dogru ilerler. Bu hareketinde o, Said bölgesindeki
Sallal mevkiine kadar gelir. Bu arada tekrar Istanbul'a dönerek Habes
beylerbeyligi'nin kurulmasini saglar. Bunun üzerine Resmen Habes Beylerbeyi olan
Özdemir Pasa, Misir'da toplanan kuvvetlerle önce Sevakin'e oradan da Massava'ya
hareket eder. Burasi l557 yilinda alinmis, bunu takiben Habes Kralligi'nin
önemli limanlarindan biri olan Arkiko da ele geçirilmistir. Bundan sonra iç
kesimlerde önemli bir merkez olan Tigre l558'de zaptedilmistir. Debrava adli
mevkii üs yapan Özdemir Pasa, l560 yilinda burada vefat eder. Böylece, Özdemir
Pasa'nin çabalari sonucunda bugünkü Eritre ile Habesistan'in kuzeybati bölgesi
Osmanli hâkimiyetine girmis oluyordu.>3. Umman Denizi'nde Osmanli - Portekiz
Mücadelesi ve Pîrî Reis Hadim Süleyman Pasa'nin Hind seferinden sonra
Portekizlilerle olan mücadele devam etmisti. Bu arada, Haci Mehmed adinda
birinin oglu olan Pîrî Reis, Kemal Reis'in yegenidir. Denizcilige nasil
basladigi kesin ve tam olarak bilinemeyen Pîrî Reis, l547 yilinda Hind
kaptanligina getirilir. Pîrî Reis, amcasi (veya dayisi) Kemal Reis'in vefatini
muteakip bir müddet Barbaros'un yaninda bulunduktan sonra, Ibrahim Pasa ile
birlikte Misir'a gider. Kaptanliga getirildigi sirada yasi bir hayli
ilerlemisti. Bu siralarda Portekizliler Cidde'yi isgal etmek istedilerse de buna
muvaffak olamazlar. Bununla beraber Aden'i ele geçirip Kizildeniz'in çikisini
kontrol altinda bulundurmak istiyorlardi. Fakat Pîrî Reis komutasindaki Osmanli
donanmasi 3 Subat l549'da Aden'i tekrar geri alacaktir. Gerçi Portekizliler,
Yemen'deki Osmanli tahkimatindan ve Basra ile Lahsa bölgelerinin Osmanli
hâkimiyetine girmesinden de endise ediyorlardi. Keza onlar, Basra körfezine
giris ve çikisi kontrol eden Hürmüz'ün de Osmanli idaresine girmesinden
korkuyorlardi. Bu arada Katif'in Osmanli idaresine geçmesi,Portekizliler'i
harekete geçirir. Bunun üzerine l550'de Katif'i sikistirip aldilarsa da Basra
üzerine tertipledikeri sefer tam bir hezimetle sonuçlanir.
l552 senesi Nisan'inda 24 kadirga (veya 30 kadirga ), 4 kalyon
(barça) ve 850 askerden mütesekkil donanma ile Süveys'ten hareket eden Pîrî
Reis, önce Cidde'ye ve Babu'l-mendeb'ten Aden'e, oradan da Maskat limanina
gelir. O esnada Portekizlilerin elinde bulunan Maskat, alti günlük bir kusatma
sonucunda ele geçirilir. Maskat'in alinmasindan sonra l9 Eylül l552'de Hürmüz
kalesi kusatilir. Bununla beraber, Portekiz Genel Valisi'nin büyük bir donanma
ile geldigini ögrenen Pîrî Reis, muhasarayi kaldirip Basra körfezine çekilir.
Portekiz donanmasi, Basra körfezinin agzini kapatarak onun çikmasina engel
olmaya çalisir. Pîrî Reis, elindeki askerlerin dagilmasi üzerine emrindeki üç
gemi ile Portekiz ablukasini yarmaya çalisir. Bu yarma hareketini basarili bir
sekilde gerçeklestiren Pîrî Reis, iki gemi ile Misir'a ulasir. Ancak aralarinda
anlasmazlik bulunan Basra Beylerbeyi Kubad Pasa'nin, onun hakkinda çikan
söylentileri Istanbul'a bildirmesi üzerine basarisizligi bahane edilerek
Kahire'de idam edilir. Bazi kaynaklar onun ölüm tarihini 962 (l554 - l555) yili
olarak kabul ederlerse de, bu tarihin 960 (l552 - l553) olmasi daha büyük bir
ihtimaldir. Ölümünden sonra Pîrî Reis'in pek çok serveti çikmisti. Bütün serveti
devlet hazinesi adina alinmisti. Onun ölümünden sonra Hürmüz'den bir hey'et,
Istanbul (veya Misir)'a gelerek, Pîrî Reis'in bura halkina eziyet edip mal ve
servetlerini müsadere ettigini, bu yüzden onun malini almalari gerektigini ileri
sürmüs ise de hey'etin bu iddialari kabul edilmemistir.
Pîrî Reis, büyük bir deniz komutani oldugu kadar, devrinin mühim
haritacisi ve denizci müelliflerinden biridir. Açik fikirli ve ögrenme arzusuna
sahip bir kimse oldugundan, daha ilk dönemlerinden itibaren gördüklerini
kaydetmis, deniz haritaciligi ve cografyasina dair eline geçen eser ve
haritalardan da istifade etmekten geri kalmamistir. Böylece topladigi bilgilerin
önemli bir kismi ve bunlara dayanarak yazdigi eser (Kitab-i Bahriye) ile yaptigi
haritalar, ilim tarihinde mühim bir yer isgal eder. 4. Seydi Ali Reis'in Hind
Kaptanligi Mâcerali Hindistan seyahati ve deniz cografyasina ait eserleriyle
söhret kazanmis bir Osmanli denizcisi olan Seydi Ali Reis, Galata'daki Dâru
sina-i Âmire kethüdasi olan Hüseyin'in oglu olup XVI. asrin baslarinda
dogmustur. Aslen Sinop'lu olan büyük babasi da Fâtih Sultan Mehmed zamaninda
Galata tersanesi kethüdaligi yapmisti. Seydi Ali, bu aile meslegini devam
ettirerek küçük yasta tersane hizmetine girmis, Rodos'un zaptindan (l522)
baslayarak, donanmanin Akdeniz'deki bütün faaliyetlerine katildigi gibi,
Barbaros Hayreddin'in maiyetinde savaslara da istirak etmisti.
Murad Reis'in kaptanligindan sonra Basra'da mahsur kalan Süveys
donanmasini getirmek için kaptan olarak tayin edilen Seydi Ali Reis, 960
(l553)'da Haleb yolu ile Basra'ya gelir. Tecrübeli bir denizci olan Seydi Ali
Reis, burada l5 gemiden mürekkeb donanmanin hazirlik ve ikmali ile mesgul olur.
Portekiz donanmasinin durumunu arastirdiktan sonra 2 Temmuz l554'te Basra'dan
hareket ederek Katif (Bahreyn)'e gelir. Donanma Basra'dan hareketinin kirkinci
günü Umman sahillerinde yirmi bes veya yirmi sekiz mevcudlu bir Portekiz
donanmasi ile karsilasir. Meydana gelen muharebede Portekizliler bir gemilerini
kaybederler. Bunun üzerine gecenin karanligindan istifade ile kaçan Portekiz
donanmasi Hürmüz'e çekilir.
Yoluna devam eden Türk donanmasi, Maskat limanina yaklastigi sirada
otuz iki (veya otuz dört) gemiden mürekkeb baska bir Portekiz filosu ile
karsilasir. Iki taraf arasinda meydana gelen siddetli çarpismalara ragmen kesin
bir sonuç alinamaz. Iki ordu savastan sonra birbirlerinden ayrilirlar. Bu esnada
Seydi Ali Reis'in donanmasi firtina yüzünden rotasindan çikarak Iran ve
Belücistan sahillerine dogru sürüklenir. Firtina yüzünden sürüklenen donanma,
Müslüman bir levend gemisinin kilavuzlugunda Güvader limanina gelir. Buranin
hükümdari olan Celâleddin b. Dinar bunlara ikramda bulunup ihtiyaçlarini
karsilar. Kendilerine çeki düzen veren Seydi Ali Reis'in donanmasi batiya dogru
hareket etmek üzere buradan ayrilir. Bu sefer de kuvvetli bir firtina çikarak
donanmayi Hindistan sahillerine dogru sürükler. Günlerce deniz üzerindeki
tehlikelerden sonra Diyu, Gücerat ve Surat taraflarina gelinir. Donanmada artik
harb edecek kudret kalmamisti. Seydi Ali Reis, karaya çikip harp gemileri ile
techizatindan kalmis olanlari ve birkaç topu Surat limaninda Gücerat Sultani'nin
valisi bulunan Receb Han'a biraktiktan sonra arzu eden askerleri de onun
hizmetine vererek kendisi elli kadar arkadasiyla Istanbul'a gelmek üzere karadan
yola çikar. Sind, Hind, Zabulistan, Bedahsan, Maveraünnehr, Harezm, Horasan ve
Iran'dan geçerek Anadolu üzerinden üç senede Istanbul'a ulasir. O sirada
Pâdisah'in Edirne'de bulunmasindan dolayi oraya giderek Kanunî'nin katina çikan
Seydi Ali Reis, Kanunî ile Rüstem Pasa'nin iltifat ve ihsanlarina mazhar olur.
Seksen akça yevmiye ile hünkâr müteferrikasi oldugu gibi arkadaslarina da
ikramlarda bulunulur. O, bu seyahattan bahs ile kaleme aldigi Mir'atu'l-Memâlik
isimli eserini Kanunî Sultan Süleyman'a takdim eder.
Bir denizci olarak hakli bir söhret kazanmis olan Seydi Ali Reis,
telif ettigi eserlerle de bir ilim adami oldugunu göstermistir. Nitekim,
gemilerin sevk ve idaresi, deniz cografyasi ve astronomiye dair olan eserleri
kendisine bu sahada hakli bir söhret kazandirmislardir.
Görüldügü gibi Seydi Ali Reis de donanmayi geri getirememis, bir
taraftan Portekizliler'le diger taraftan da Hind Okyanusu'nun firtinalariyla
mücadele etmek zorunda kalmisti.
Seydi Ali Reis'ten sonra Süveys kaptanligi Kurdoglu Hizir Reis'e
verilmisti. Bu siralarda Portekizliler, Hind denizindeki adalari ele geçiriyor
ve özellikle dogudan gelecek telikelere karsi Hind Okyanusu'ndaki adalari zapt
ediyorlardi. Bu adalardaki devletler içinde en güçlüsü Açe Islâm Devleti olup
Sumatra adasiyle Malaka yarimadasinda hüküm sürüyordu. Açe hükümdari Sultan
Alaeddin, Portekizliler'in, buralari almak istemeleri üzerine, o siralarda
donanmalari Hind sularina kadar gelmis olan Osmanli Devleti'nden yardim istemek
üzere 972 ( l565 )'de Istanbul'a elçi göndermisti.
Sultan Alaeddin, Osmanli hükümdarindan top, tüfek ve askerle
kendisine yardim edilmesini diliyordu. Elçinin gelisi, Sultan Süleyman'in
Sigetvar seferine ve ölümüne tesadüf etmisti. Elçilik heyeti iki sene kadar
Istanbul'da kalir. Osmanli Devleti, bu Müslüman devletin müracaatini kabul edip
Süveys'teki donanma ile yardima karar verir. Böylece yirmiden fazla gemi ile
Süveys kaptani Kurdoglu Hizir Reis bu ise memur edilir. Istenilen malzeme ile
gemi yapan ve top döken ustalar da gemilere bindirilerek denize açilmak üzere
iken Yemen'de bir ayaklanma olur. Zeydî Mezhebi'nin imami Mutahhar isyan ederek
San'a ile birlikte Yemen'in önemli bir bölümünü ele geçirdiginden Kurdoglu Hizir
Bey, Yemen serdari Sinan Pasa'nin maiyetinde Yemen'deki isyani bastirmakla
görevlendirildiginden Açe seferi geri kalmis olur. Bununla beraber Açe
Devleti'ne gönderilmesi gereken harp levazimi ve gemi insa edip top dökebilen
san'atkârlar iki gemi ile sevkedildiler. Bunlar, Açe Islâm Devleti'nin hizmetine
girip orada yerlestiler.
Osmanlilarin, XVI asrin ikinci yarisinda bu uzak denizlerdeki
faaliyetleri, Portekizlilerin bölgedeki hâkimiyetlerine karsi büyük bir engel
teskil etmistir. Hatta bu faaliyetler sonucunda baharat ticaretinde bir canlanma
oldugu gibi Kizildeniz ile limanlari, Portekiz hegemonyasindan da
kurtulmuslardi. Bu da Osmanlilarin Kizildeniz ve Basra körfezinde önemli
noktalara hâkim olmaya basadiklari l540 tarilerinden itibaren baslamisti. Basra
ve Kizildeniz'e gelen sayisiz kervanlar, Akdeniz ticaretini canlandirmis, Haleb,
Trablussam, Iskenderiye ile Kahire gibi liman ve sehirler gittikçe gelisme
göstermislerdir. Portekiz baharat ticareti ise çok gerilemis, buna karsilik
Osmanli gümrük gelirlerinde büyük artislar meydana gelmistir. Bu esnada
Sumatra'daki Açe Sultanligi'ndan bol miktarda baharat Kizildeniz'e akmis,
Portekizlilerin buna mani olmak için l554 - l559 yillarinda Kizildeniz'de
faaliyet göstermeleri onlar açisindan önemli bir sonucun saglanmasina
yetmemistir.KANUNî'NIN SON DÖNEMLERI
Saltanat hususunda kendisi ile rekabet edecek kardesleri bulunmayan
Kanunî Sultan Süleyman, hükümdarigini yarim asra yakin bir sürede zaferlerle
süslemis, ordusunun basinda hem batiya hem de doguya seferlerde bulunmus ve son
seferinde ordusunun komutani olarak muharebe sahasinda vefat etmistir. O,
söhretini sadece seferleri ve bunlarin sonucu olarak kazandigi zaferleriyle
degil, ayni zamanda tedvin ettirip vaz' ettirdigi kanunlarinin, devlet
teskilâtini ve ordusunu zamanin ihtiyaçlarina göre tanzim etmesiyle de
kazanmisti. Bu bölümde biz, onun son seferi, vefati ve sahsiyeti hakkinda kisaca
bilgi vermeye çalisacagiz.l. Kanunî'nin Son Seferi ve Ölümü 970 (l562) Osmanli -
Avusturya muahedesinden hemen sonra iki devlet arasindaki hudud boylarinda yeni
karisikliklar çikar. Avusturyalilar'in Seçen'e karsi hücuma geçmeleri üzerine
Budin ve Timasvar beylerbeyleri de Samos nehri civarindaki bazi sehirlere karsi
harekete geçerler. Bu esnada Avusturyalilar l563'te Kostanoviç'e kadar
ilerlerler. l564 'te Imparator Ferdinand ölünce yerine oglu II. Maximilien
geçince Osmanlilar anlasmanin yenilenip yenilenmeyecegini anlamak ve cülusu
tebrik etmek için Bali Çavus'u gönderirler. Bu esnada Erdel'de yine
karisikliklar bas gösterir. Avusturyalilar Erdel'e asker gönderirler. Buna
karsilik Budin Beylerbeyi Yahya Pasazâde Arslan Pasa, Erdel'e 6.000 kisilik bir
yardim kuvveti gönderir.
Harp taraftari olmayan Semiz Ali Pasa'nin vefati üzerine 27 Haziran
l565'te Sokullu Mehmed Pasa'nin vezir-i a'zam olmasi, Avusturya'ya karsi harp
ilani fikrini kuvvetlendirir. Sokullu, Avusturya elçisine, Tokaj ile Szerencz'in
iade edilmesini ve verginin ödenmesini, barisin yenilenmesinin bunlara bagli
oldugunu bildirir. Bütün bu görüsmeler bir sonuç vermediginden 9 Sevval 973 (
Nisan sonu l566 )'da Avusturya'ya karsi harp ilan
edilir.SIGETVAR SEFERI
Bu sefer, artik iyice yaslanmis bulunan Kanunî Sultan Süleyman'in
baskomutan olarak ordusunun basinda istirak ettigi on üçüncü ve sonuncu
seferidir. Pâdisah, Sigetvar ve Egri kalelerinin fethi ile Macaristan'daki
mukavemet yuvalarini dagitmak istiyordu. Ayrica yeni vezir Sokullu'nun tesiriyle
bu sefere bizzat çikmak ve böylece l0 yildir sefere çikmamasini tenkid edenleri
de susturmak niyetinde idi. Bu siralarda Sultan Süleyman'in yasi yetmis üçü (73)
bulmustu. Hem yasli, hem bazi hastaliklara duçar olmus, hem de ayaginda aileden
gelen bir hastalik olan Nikris vardi. Bu sebeple yürümekte zorluk çektigi için
bazi yerlerde araba, bazi yerlerde de tahtirevan ile gidiyordu. Fakat kasabalara
girilecegi sirada dinçlik ve zindelik gösterip halk üzerinde iyi bir tesir
birakmasi için ata biniyordu.
Hükümdar bizzat sefere çikmadan iki ay evvel Ikinci vezir Pertev
Pasa'yi Timisvar hududunda bulunan Gyula (Göle)'yi zaptetmek üzere gönderir.
Harp planina göre, Erdel ve Hirvatistan taraflarina taarruzla bütün bir Tuna
bölgesi zaptedilerek, Komarom üzerine yürünecek ve Avusturyalilar Viyana'ya
dogru çekilmeye zorlanacakti.
l Mayis l566'da son seferi için Istanbul'dan hareket eden Kanunî,
biraz önce temas edilen yürüyüs sekli ile l9 Haziran'da Belgrad'a, oradan da
Zemlin (Zemin, Zemun)'e geldigi sirada Janos Zsigmond, kuvvetleriyle birlikte
orduya katilir. Bu arada Budin Beylerbeyi, Palota kalesi üzerine basarisiz bir
harekâtta bulunurken Avusturya kuvvetleri de Tata ve Vesprim'i alarak büyük bir
katliam yapmislardi. Osmanli ordusu dogru Sigetvar üzerine yürür. Kale muhasara
edilerek toplarla dövülür. Kaleyi savunan Kont Zirinyi Miklos, bütün gücü ile
müdafaada bulunur. Arka arkaya yapilan ve bir sonuç alinamayan basarisiz
hücumlar karsisinda yasli hükümdar üzülmekte ve ... bu kal'e benüm yüregüm
yakmisdur, dilerüm Hakk'dan ateslere yana... diye hislerini izhar etmekteydi.
Nihayet 2l Safer 974 ( 7 Eylül l566 )'de kale alinmis, Kont Zirinyi de
yakalanarak idam edilmisti. Bu arada Vezir Pertev Pasa komutasinda Erdel beyi'ne
yardim etmek üzere gönderilen kuvvetler de bazi kaleleri feth etmislerdi.b)
Kanunî'nin Vefati Sigetvar kalesi hücumlari devam ederken yetmis üç yasinda
ordusunun basinda on üçüncü seferini yapmis olan Gazi Sultan Süleyman, 6 Eylül'ü
7 Eylül'e baglayan gece (20 Safer 974) sabaha dört saat kala vefat eder.
Sigetvar'in fethini büyük bir sabirsizlikla bekleyen Hünkâra bu fethi görmek
nasib olmayacakti. Bununla beraber onun vefatinin ertesi günü kale feth
olunmustu. Sokullu Mehmed Pasa, henüz düsman karsisinda bulunulan bir zamanda
ölüm haberinin açiklanmasini tehlikeli bulmustu.
Sokullu, Pâdisa'in ölüm haberini alir almaz, diger vezir ve
yetkilileri haberdar etmeden sadece kendi kâtibi olan Feridun Bey'e
(Münseâtu's-Selâtin müellifi) haber vermis ve derhal Kütahya Valisi Sehzâde
Selim'e, Hasan Çavus adinda bir divan çavusu ile mektup gönderip acele ordugâha
yetismelerini bildirmisti.
Hasan Çavus giderken gerçekte asil meselenin ne odugunu bilmiyordu.
Sadece Haleb beylerbeyligine tayin olunan bir pasaya müjdeci olarak
gönderildigini ve geçerken de bu mektubu Sehzâde Selim'e vermeye memur oldugunu
zannediyordu. Bu esnada Selim, Siçanli sahrasinda yaylada bulunuyordu. Hasan
Çavus buradan geçerken vezir-i a'zamin mektubunu sehzâdeye verip agizdan da
Sigetvar fethi haberini ile Pâdisah'in sihhat ve afiyette oldugunu söyleyip
geçecekti.
Vezir-i A'zam bir taraftan Otag-i Humâyunda, yazisi Pâdisah'in
yazisina benzeyen Silahtar Cafer Aga'yi oturtup onun yazisiyla degisik islerle
ilgili Hatt-i Humayûnlar gönderterek Pâdisah hayatta imis gibi hareket ederken,
diger taraftan merhum Pâdisah'in na'sini Otag-i Humayûn'da yikatip vefat
haberine vâkif olan tabip Keysûnîzâde, Pâdisah imami Dervis ve rikabdar Mustafa,
Musa ve Hasan Aga'lar ile tamami l2 kisiden mürekkeb bir cemaatla namazini
kildirir. Bundan sonra iç organlarini çikartip orada gömdürmüs, cesedi de
ilaçlatir. Bu ameliyeden sonra, cesedi kokulu bez ve musambalara sarip bir
tabuta koyar. Bu tabutu da Otag-i Humayûn'daki tahtin altina
gizler.
Sokollu Mehmed Pasa, Sigetvar'in fethinden sonra vezirleri Kanunî'nin
vefatindan haberdar eder. Böylece Pâdisah'in vefat haberinden belli ve muayyen
bir zümrenin haberi olur. Vezir-i A'zam, bu tehlikeli durumun yayilmasini
önlemek için elde edilen zaferden dolayi etrafa fetihnâmeler gönderiyor, kaleyi
tamir ettirip içine asker ve silah koydurtuyor, fetih münasebetiyle ilk gün
Otag-i Humayûn'da ikinci gün de kendi çadirinda mevlidler okutturuyor, senlikler
tertipliyor ve Sigetvar kilisesini tamir ettirerek câmie çevirdikten sonra
Pâdisah'in Cuma namazina çikacagini ilan ettiriyordu. Birkaç gün sonra da nikris
illetinden fazla rahatsiz olan Gâzi Hünkâr'in namaza çikamayacagini
yaydiriyordu. Bu arada asker arasinda henüz fisilti halinde dolasan söylentileri
de bertaraf etmek için sanki hiç bir seyden haberi yokmus gibi orduda dellallar
gezdirip Divan-i Humayûn toplantisinin yapilacagini ilan ettirirmek suretiyle
dedikodulara son verdirir. Bu konuda da Yeniçeri Agasi ile görüsen Vezir-i
A'zam, o ve diger üyelerle söz birligi ederek sanki gerçek divan toplanmis gibi
askere verilecek terakkilerden ve Pâdisah'in onlara yaptigi hayir dualardan onun
agzindan söylüyormus gibi tekrarlar.
Sokollu, ordunun Belgrad'a hareketi esnasinda da Kanunî'nin ölümünü
gizlemis, hatta arabaya ona çok benzeyen birini bindirerek, pâdisahmis gibi saga
sola selam verdirerek askerin süpelerini gidermeye çalismisti. Nihayet,
hafizlarin arabanin etrafinda Kur'an okumaya baslamalari üzerine hükümdarin
vefat ettigi anlasilarak feryadlar baslamistir. Sokollu, askeri yatistirmaya
muvaffak olmustu. Ordu, Belgrad'a ulastiktan sonra babasinin yerine Osmanli
tahtina geçmis bulunan II. Selim'in otagi önünde cenaze namazi kilindiktan sonra
tabut Istanbul'a gönderilmis ve buradan da 28 Kasim l566'da cenaze namazi
tekrarlanmistir.2. Kanunî Sultan Süleyman'in Sahsiyeti ve
Yaptigi Hayir Eserleri 26 Yasinda tahta geçip 46 yil hüküm süren
Kanunî Sultan Süleyman'in bu uzun saltanati sirasinda Osmanli Devleti, üç kitada
hâkimiyet tesis eden bir cihan devleti haline gelmisti. Onun döneminde Osmanli
ordulari Asya, Avrupa ve Afrika kitalarinda birçok muharebeler yapmis, kazanilan
zaferlerle devlet arazisi üç kita üzerinde büyük bir genisleme kaydetmistir.
Bizzat kendisi birçok sefere istirak ederek ordunun yüksek komutasini üzerine
aldigi gibi devletin genisleme ve yükselmesinde de büyük bir hisseye sahiptir.
Onun döneminde kazanilan siyasî basarilar, ekonomik ve sosyal yapiyi belirlemis,
hukuk ve adalet prensipleri ön plana çikmistir. Ordunun intizami, teknik gücü ve
disiplini gibi bütün müesseseleriyle devlet, çaginin en büyük devleti haline
gelmistir. Hak ve adâlete verdigi önemden dolayi halk tarafindan sevilen Kanunî,
ordusu tarafindan da ayni nisbette sevilmekte idi. Nitekim, ordusunun intizamina
ve askerin terakkisine dair mühim ve esasli kanunlar koymus olmasi da onun ordu
tarafindan sevilmesine sebep olmustu. Eyyûbî, onun tebeasi olan bütün insanlar
için sergiledigi adâleti su ifadelerlerle nazmen günümüze ulastirmaya
çalismistir:
Adâletle görür âlemde dâdi
Cihan halkina hem oldur muradi
Cihan halkina adlidur sifa-bahs
Cemâli âlemde oldi safa-bahsSaâdet tacinun sâhib kemâli
Adâlet mihri sen göster cemâli
Geçelden tahta ol sâhib saadet
Reâyâ hayli gördiler riâyetDeminde yokdurur hiç kibr u kine
Meger Müslimle kâfir birbirine
Reâyâ adlün ile bagladi üns
Cemâlin cilve-gâh-i gül-sen-i kuds.
Hareket ve davranislarinda vakar sahibi olan Kanunî, uzun boylu,
uzunca boyunlu, yuvarlak yüzlü, ela gözlü, siyah kirpikli, kaslarinin arasi
biraz açik, dogan burunlu, seyrek disli, genis omuzlu, mevzun ve yakisikli, söz
ve hareketleri ölçülü, aheste yürüyüslü, arslan heybetli ve mert sözlü idi.
Âlim, sair ve hakimlerle bulunmaktan hoslanir, hos sohbet, maddî ve manevî bütün
iyi hasletleri sahsinda toplamis bir pâdisah idi.
Kanunî Sultan Süleyman, göreve getirdigi insanlarin kabiliyet ve
derecelerini iyi bilip takdir ederdi. Bundan dolayi kendisine gelisi güzel adam
tavsiye edilemezdi. O, adam yetistirmesini de bilirdi. Nitekim oglu Selim ve
torunu III. Murad dönemlerinde ileriyi gören devlet adamlari onun zamaninda
yetismis olanlardir.
O, vakur, azim ve irade sahibi, yaratilis itibariyle çok konusmadigi
gibi, verecegi kararlarda da acele etmezdi. Bir konuda karar vermek istedigi
zaman çok düsünür, gerekenlerle istisarelerde bulunur, çikan sonuca göre verdigi
karardan geri dönmezdi. Devlet nüfuz ve haysiyetine halel getirecek konularda
müsamaha göstermezdi. Kendisiyle görüsenlerin kapali mütalaalarindan ne demek
istediklerini anlar ve ona göre cevap verirdi.
Sultan Süleyman'in, fevrî bir yaratilisa sahip olmamasi, kararlarini
düsünüp tasinarak ve ekseriya vezirlerine de danisarak vermesi, temkin ve
itidali elden birakmamasi, onun basari yolunu açan ve kendisini büyüklüge
götüren hasletlerden sayilmaktadir. Devlet kudret ve nüfuzunu her seyin üstünde
tuttugu, devletin yüksek menfaatlerine aykiri saydigi hareketlere tevessül eden
kimseleri, en sevdikleri bile olsa, feda etmekten çekinmedigi bir
vâkiadir.
O, son seferi olan Sigetvar'a giderken adeta ölüm seferine çikiyordu.
Baska bir ifade ile ölecegini bile bile bu sefere çikmistir. Bunun bütün emâre
ve delilleri bilinmekteydi. Bununla beraber atalari gibi harp meydaninda ve
ordusunun içinde otag-i humayûnunda ölmek istemisti. Bu davranisiyla o, son
nefesine kadar devletinin selâmetini ve yüceligini düsünmüstü. Gerçekten de o,
gittigi bu seferinde ordusu içinde iken otag-i humayûnda vefat etmis ve bu olay,
dönemin dirayetli veziri Sadrazam Sokollu Mehmed Pasa tarafindan 48 gün gizli
tutulmustu. Bâki, Kanunî için yazdigi Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han adli
terkib-i bend seklindeki siirinde bunu su misra ile belirtir:Halk-i cihana kirk
sekiz gün duyurmadi
O, memleketin birçok yerine oldugu gibi Istanbul'un imarina da
ehemmiyet verip hizmet eden bir hükümdardir. Memleketin kültür ve maarifine
hizmet eden Süleymaniye külliyesinden baska, babasinin adina yaptirdigi Sultan
Selim Câmii ile müstemilati, ogullari Sehzâde Mehmed ve Cihangir namina
yaptirdigi Sehzâde (Sehzâdebasi Câmii) ve Cihangir câmileri ile tesisleri, kizi
Mihrimah Sultan nâmina yaptirdigi Edirnekapi ve Üsküdar Câmileri, zevcesi Hürrem
Sultan adina insa ettirdigi Haseki sultan Câmii, medrese ve Dârussifa,
Istanbul'un görütüsünü çok degistirmislerdir. Sonuç olarak o, hayir eserlerine
büyük bir önem vererek eserlerinin birçogunu Mimar Sinan'a insa ettirdi ki,
Süleymaniye Câmii bunlarin basinda gelmektedir. Ayrica Istanbul'a su
getirtilmesi yolunda da büyük çabalar sarf etti. Nitekim Istanbul'daki kirk
çesme denilen su yollari da Kanunî'nin büyük ve önemli eserlerindendir. Keza 0,
Büyük Çekmece Köprüsü'nü de yaptirmistir. Onun hayir eserleri sadece Istanbul'da
degil, ülkenin pek çok yerinde vardir. Nitekim Bagdad'da Siîlerin uzun bir süre
önce yikmis olduklari Imam A'zam Ebû Hanife türbesini imar ve bunun yaninda bir
câmi ile bir imâret insa ettirdigi gibi , yine Bagdad'da Kadirîye Tarikati'nin
kurucusu Seyh Abdülkadir el-Geylanî türbe ve camisini tamir ile bunlara yeteri
kadar vakiflar tahsis etmisti. Konya'da Mevlana Celâleddin Rumî türbesi yaninda
iki minaleri bir cami ile bir semahâne, bir imâret ve dervisler için hücreler
yaptirmisti. Kefe ve Iznik'te önceleri kilise iken, sonradan câmie tahvil edilen
mabedleri harab olmaktan kurtarmis, Sam'da (Dimask) câmi, medrese, imâret ve
mektep yaptirmistir. Kudüs'teki Kubbetu's-sahra denilen mukaddes mekânin
duvarlarinin içini ve disini nakisli çinilerle süslettirmistir. Ka'beyi, daha
önceki halifeler gibi tamir ve tezyine çalisan ilk Osmanli Pâdisahidir. Bu
tezyinatin cevazi hakkinda Seyhülislâm Ebu's-Suûd Efendi'den fetva almis ve
insaatin Mekke fukahasi ile Hanefî, Safiî, Malikî ve Hanbelî mezheblerinin
imamlari huzurunda yapilmasini emretmistir. Bu dört mezheb için 4 medrese
yaptirip bunlara Osmanli medreseleri usûlüne göre talebe ve muid tayin
ettirmistir. Müderrislere yevmiye olarak 50, muidlere 4, talebeye de 2'ser akça
tahsis etmistir. Bu arada Mekke'nin en büyük ihtiyaci olan su yollari için
tahsisat ayirmistir. Kanunî Sultan Süleyman'in Istanbul, Haremeyn ( Mekke -
Medine), Bagdad ve diger sehir ile bölgelerde yaptirdigi hayir eserlerini
tafsilatli bir sekilde veren Eyyûbî de, bu konuya su beyit ile
baslar:
Gel imdi gûs-i câni eyle hazir
Diyem hayrat-i sâhi sana bir bir
Islâm'dan alinan ilhamla meydana getirilen Osmanli medeniyeti, bir
dis medeniyeti oldugu kadar ayni zamanda bir iç ve ruh medeniyeti idi. Iste bu
müsterek faaliyetin verimleri, taht sehri olan Istanbul'u, yeryüzünün efsaneler
ile boy ölçüsen cenneti hâline getirmisti. Kanunî tarafindan imar edilip
genisletilen sehir, baglar, bostanlar ve tarlalardan gayri Galatasaray'daki
Acemioglanlar kislasi ile Venedik ve Lehistan elçilikleri saraylarindan baska
bina bulunmayan Beyoglu'na ve Galata'ya dogru tasarak, Kasimpasa, Piyâle Pasa,
Ayaz Pasa ve Pîrîpasa mahallelerini kazanmisti. Bununla beraber Istanbul'a bir
Müslüman Türk sehri karekterini kazandiran baslica hususiyetler, sehri büyük -
küçük dinî ve milli merkezler etrafinda toplayan site fikri idi. Öyle ki, câmii,
mescidi, sebili, imâreti, hani, hamami, tekkesi, türbesi, medresesi,
kütüphânesi, çesmesi, meydanlari ve çinarlari, kestaneli, asmali, salkimli
bahçeler içindeki evleri,konaklari ve saraylari ile her semt, her mahalle,
müsterek bir kültür ve medeniyetten sagilip akan millî ruhun tâ kendisi
idi.
Hele medreseler, yesilliklerle yazilmis siirler gibi idi. Bahçe
zevkini o kadar agirbasli, zarif ve asîl çizgilerle halletmis bahçe mimarligi,
san'at ile tabiati birbirinin emrine vermis bir tarz ve tanzim saheseri
sayilabilirdi. Bu dönem öyle bir dönemdi ki, toplum neyi isteyecegini tayin
edebilecek kivamli seviyeyi yakaadigi için ne yaptigini da biliyordu. Bu sebeple
yapici olan hareketlerinde yanilmiyordu. Gözün gördügü, elin degdigi, kulagin
duyup dudagin söyledigi her sey, millî ve dinî bir özellik tasiyordu. Sehrin göbeginde hesaba gelmez saraylar, câmiler, hanlar ve hamamlar
vardi. Ami kiyilarda köselerde, bir sebili, bir mescidi, bir türbesi, hatta bir
çinari ortasina almis öyle sokaklar, mahalleler bulunuyordu ki, bu kurulus ve
istifteki vakar, iffet, hicab ve edep motiflerinin kaynasmasindan çikar siirli
terkib, ölüm tehdidi karsisinda dahi dogruyu söyleyen bir dudak gibi yerliye de
yabanciya da kendisinin Müslüman Türk oldugunu söylerdi.
Böylece sehrin yükü , asla bir semte yigilmamisti. Zevk ve san'at,
her tarafa birden dagilmisti. Bu cemiyet, çiçegi, agaci ve hayvani âdetâ
ailesinin birer ferdi imis gibi derecelendirdigi bir muhabbetle seviyor, onlara,
hayati içinde yer ve kiymet veriyordu. O devrin Istanbul'unda, bahçesiz bir ev,
agaçsiz bir bahçe düsünülemezdi. Bogaziçi ormanlarini teskil eden çinarlar,
meseler, ardiçlar, erguvanlar, çitlenbikler, sehrin içine girince ismi degisir
ve koru adini alarak saltanatina devam ederdi. An'ane, nebatin da hayvanin da
gönülü hâmisi idi. Hayatinin içinde yeri olan bu masum yoldaslara saygisizligi,
ictimaî suçlardan daa da agir kabul ederek kestirmece günah der ve zarurete
ona el vuran tahribçiye kötü gözle bakar ve umumi bir nefret agi içine düsürerek
kendinden uzaklastirirdi. Bugün dahi baltasinin yüzünü çaputla örterek odun
kesmeye giden köylü ve kurban edecegi hayvanin evvela gözlerini baglayan adam, o
devirlerin saygi mirasindan duygu dagarciginda artiklar kalabilmis
bahtiyarlardandir.
Emrinde ve hizmetinde olan yaratilmislara âzamî sefkat ve nezâketi
imaninin geregi kabul eden an'ane, agaç sevgisi ile hayvan sevgisini at basi
takib eder. Bunlara karsi saygisizlik ve lâubaliliklere cephe almayi da yine o
imanin icabi sayarlardi. Kanunî devrinde bir Venedik'li kuyumcunun, tuttugu kusa
eziyet ettigini görenler tarafindan sürüklenerek kadi'nin uzuruna
götürülmesi,toplumun bu konuda gösterdigi bitmez tükenmez hassasiyetten alinmis
basit bir örnektir.
Sultan Süleyman, Osmanli hükümdarlari içinde Kanunî lakabini
tasiyan tek pâdisahtir. Bilindigi gibi Osmanli devleti'nin kurulusu ile birlikte
ülkede müdevven olsun veya olmasin Ser'î ve Örfî kanunlar uygulanmakta idi.
Ancak Kanun-nâme seklinde bir codification ameliyesini ilk defa küçük ve eksik
olmasina ragmen Fâtih Sultan Mehmed zamaninda ve esasli olarak da Sultan
Süleyman zamaninda görüyoruz. Onun, Kanunî sifatini almasina sebep olan bu
kanun-nâme, süphesiz ki o zamana kadar yavas yavas tekevvün eden huhukî, idarî,
malî, askerî ve diger mevzuatin islâh edilerek en mütekâmil sekline kavusmasi bu
pâdisah zamaninda olmustur. Bu kanun-nâme üç ana bölüm ve bunlarin tali
kisimlarindan mütesekkildir. Burada, ceza kanununu, vergi kanunlarini, bir de
reâyâ ve bazi askerî siniflarla ilgili kanunlari görmek mümkündür.
Kanun-nâmedeki maddeler, Ebu's-Suûd Efendi'nin fetvalari ile kanuniyet
kesbederek Sultan Süleyman Kanun-nâmeleri adi ile asirlarca mer'iyette
kalmistir. Bu kanun-nâme, Kanunî'yi dünya tarihinin büyük hukukçulari arasina
sokmaktadir. Gerçekten, Kanun-nâme'nin l. bâbinin birinci faslinda, ceza hukuku
bakimindan devletin bütün tebeasinin (vatandaslarinin) birbirlerine esit oldugu
, hepsinin ayni cürümden ayni cezayi görecegi, su ifadelerle nakledilir: Cinayat mukabelesinde olan cürmü siyaset bâbinda vaz' oundu ki,
sipahî ve raiyyet ve serif ve vazi' ve deni ve refi' arasinda müsterektir. Söyle
ki: Her kim bu cerâimden birisi ile mücrim ola, mukabelesinde ta'yin olunan
ukubetle muâkab ola. Kanun-nâme'nin bu maddesini degerlendiren I. Hami
Danismend, hakli olarak söyle der: Herhalde bu vaziyet XVIII. asrin
sonlarindaki Fransiz inkilâbindan çikan müsavat esasinin Türkiye'ye ancak XIX.
asirdaki Tanzimat-i Hayriye'den itibaren girebilmis oldugunu iddia edenlerin
yüzlerini kizartmak lazim gelecek bir vaziyettir. Sahsî hukuk itibariyle sinif
ve mevki farki gözetmeyen bu müsavat (esitlik) prensibi, siyasî hukuk bakimindan
da Osmanli Imparatorlugu'nun tesekkülünden beri tatbik edilmis en eski
mahiyetindedir. Burada sunu da belirtelim ki, gerek Kanunî, gerek kendisinden
önceki Osmanli hükümdarlari, gerekse daha sonrakiler, adâlet konusunda son
derece titiz davranmak zorunda idiler. Zira bu konuda titizlik göstermek,
mensubu bulunduklari dinin (Islâm) emri idi. Bu din, adâlet sahsî ceza konusunda
insanlar arasinda bir ayirim yapmaz. Insan olarak herkesi esit ve ayni haklara
sahip kabul eder. Keza bu din, insanlarin zorla Müslüman yapilmalarina da
müsaade etmez. Gerçi gerek Islâm'in, gerekse Osmanli'nin bu anlayisini
kavrayamayan dönemin Avrupali bazi yazar, elçi ve seyyahari birtakim yanlis
degerlendirmelerde bulunurlar. Bununla beraber sonunda onlar da gerçekleri
söylemekten kendilerini alamazlar. Nitekim o dönemden (l530) zamanimiza kadar
gelen bir eserde Bosna ve halki ile ilgili bazi bilgiler verildikten sonra
Bununla birlikte Pâdisah, Hiristiyanlarin papazlarina, kiliselerine ve çesitli
mezheplerine bagli kalmalarina da izin vermistir
Osmanlilarin bu büyük pâdisahi zamaninda, nüfus ve arazi tahrirlerine
büyük bir önem verildiginden, Kanunî de bir hükmünde, memleketin gerçek
vaziyetinin bütün teferrüatiyle bilinmesinin, zamanla meydana çikmasi muhtemel
olan bazi yolsuzluk ve haksizliklarin ortadan kaldirilabilecegine isaret
etmistir.
Kanunî Sultan Süleyman ilim ve kültür adamlarini himaye ettigi gibi
onlari çesitli sekillerde taltif edip desteklerdi. Kendisi de sair olan ve
Muhibbî mahlasiyla siirleri bulunan Kanunî Sultan Süleyman'in, matbu bir de
divani vardir. Topkapi Sarayi Müzesi Arsivinde kendi el yazisiyla manzumelerini
hâvi perakende müsveddeleri mevcuddur. Günümüz Türkiye'sinin hemen hemen bütün
saglik kuruluslarinda bir levha seklinde duvarlarda asili bulunan ve: Âlem içre
muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sihat gibi
Saltanat dedikleri ancak cihan gavgasidir
Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi misralari da ona
aittir.
O, sadece kendisi siir söylemekle kalmamis ayni zamanda sair ve
ediplerin elinden tutup onlarin yetismelerine de yardimci olmustur. Nitekim o,
siirdeki kudretini anladigi meshur sair Bâki'nin elinden tutup yetismesine
himmet etmistir. Nimet ve kadirsinas olan Bâki'nin, Sultan Süleyman'in vefatina
dair kaleme aldigi mersiye edebiyatimizin saheserlerindendir. Onun, ilim ve
marifet erbabina karsi gösterdigi itibar ve onlara olan riayeti pek ziyade idi.
Zamaninda yetistirdigi ulema ve suâranin (sairler) eserlerini kütüphanesinde
saklardi. Onun, edebî eserlere verdigi degeri göstermesi bakimindan Kelile ve
Dimne'nin mütercimi Alaeddin Ali Çelebi'ye olan iltifati örnek olarak
gösterilebilir. Ali Çelebi, Hümayun-nâme adi ile yaptigi tercümeyi takdim
ettigi zaman, o, bu eseri bir gecede okuyarak, mütercimini Bursa kadiligina
tayin eder. Kanunî'nin büyük bir hükümdar oldugunda ittifak eden tarihçilerden
bir kismi, onun devrinin on büyük sadrazami oldugunu ve on mümtaz vasifli
defterdar ve nisancisi yaninda, on tane büyük âlim ile on büyük sair bulundugunu
da bildirmektedirler.
Kanunî Sultan Süleyman'in, toplumdaki insanlari nasil
degerlendirdigini ortaya komasi ve onlara nasil bir kiymet atfettigini
göstermesi bakimindan nakledecegimiz su olay büyük bir deger tasimaktadir. Buna
göre bir gün o, mahremleri ile görüsürken onlara dünyanin velinimetinin kim
oldugunu sorar. Onlarin, Pâdisah hazretleridir demeleri üzerine Hayir,
velinimeti-i âlem reâyâ yani köylüdür ki, ziraat ve hirâset (çiftçilik ile
ugrasmak) emrinde huzur ve rahati terk ile iktisâb ettikleri (kazandiklari)
nimetle bizleri it'am ederler demisti.
Kaynak: Osmanli tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |