Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: Kanunî, Muhtesem ve Büyük gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 01:03 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI

Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda

bilgi verirken su ifadeleri kullanir: Kanunî, Muhtesem ve Büyük gibi

ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli

devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik

anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece

Kanunî ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin Büyük sifati ile

adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman

devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en

dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda,

Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve

kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol

açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde

güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari

hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak

olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik

Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan

bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla

hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin

onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu

hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495 ) dogmus olmasi da mânali

sayilmistir.

Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk

kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan Selim'in

vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan bildigi Sultan

Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi. Bu cülûs, Kur'an-i Kerim'in en-Neml

Sûresi'nde Hz. Süleyman'in Belkis'a gönderdigi mektuptan bahs edilirken temas

edilen: O, Süleyman'dandir. Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta)

dir. Bana bas kaldirmayin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)

âyetleri bir fal-i hayr olarak kabul edildi. Gerçekten de Kanunî Sultan

Süleyman, saltanati boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun

döneminde Müslüman Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar

yillarini yasadi.

Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin

fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti,

fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha önce

benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir kemâli

zirvelestirmis bulunuyordu. Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan içlerine,

Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken, Afrika'da Habes,

Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde görünmüs, Akdenizde ise

kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz denizciliginin itibariyle beraber, büyük

küçük bütün adalari çiçek devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak

etmisti.

Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati

altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi ile

Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti ve Venedik

Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur edilmis, Fransa,

Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç kuvvetli sille ile hizaya

getirilmisti.

Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli

Devleti, Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete

sahip bulunuyordu. Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru iki büyük

hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip hakimiyetindeki

topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti. Bu arada Siîlik, adeta

Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir darbe yemisti ki, hâla

ondan kurtulma çabasi içindeydi. Buna karsilik heybetli Memlûk Devleti artik

yeryüzünde mevcud degildi. Bu devletin bütün topraklari ile birlikte Kudüs,

Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti.

Müslüman Türkler, Afrika'nin büyük bir kismina el uzatmislardi. Bu gidisle de

pek yakinda neredeyse bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi. Cezayir'in,

Osmanlilara itaat etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati

Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti. Müslüman Türk nüfuzu, güneyde

Mozambik'e kadar uzaniyordu. Tunus, olgun bir meyve gibi Osmanlilarin eline

düsmeye hazirdi. Kisaca Osmanli Devleti, üç kita üzerinde hâkimiyetini tesis

etmisti. Böylece bir Cihan Devleti haline gelmisti. Bu durum, siyasî, iktisadî

ve askerî bakimdan kendisini rakipsiz bir hale getirmisti. Böylece, Dogu ve

Bati'daki devletlerden hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip

boy ölçüsecek durumda degildi.

Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle

büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan rakipsiz

bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da sahip olmustu.

Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu devirde atilmisti. Bütün bu

müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra, onun yerine geçen oglu Süleyman

devrinin, son derece parlak geçecegini müjdeler nitelikteydi. Nitekim tarihçi

Âli, onu amûd-i neseb-i saltanat itibariyle ve on rakaminin sayi basi

olmasindan dolayi ugurlu saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir

Süleyman ile Emîr Musa'nin da Fetret Döneminde bir müddet Osmanli tahtinda

bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini sahsinda

toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklügüne

bir isaret gibi göstermektedir. Öyle anlasiliyor ki Âli, bu tesbitlerinde pek de

yanilmisa benzememektedir. Zira, Kanunî'nin sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi

ender yetisen bir harp dehâsindan ve bir islahatçidan devr almis olmasiyla

baslar. Öyle ki bir tarafta idare ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina

inzibat altina alinmis, diger taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ

bozguna ugratilarak ülkede istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir

seferleri yüzünden dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son

haddini bulmustu. Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile

isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve

mücessem talii idiler. Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar, Sokollular,

Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla Cemâlîler, Ibn

Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler, Ramazanzâdeler, Bâkiler,

Sinanlar... Bütün bu ve daha önceki idare, siyâset, askerlik, ilim ve irfan

ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de dünya tarihinin en büyük medeniyetini

mihraklandiran Osmanli mucizesi, artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek

sevki ve imani ile en sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da

Istanbul medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu. Osmanlilar, Islâm'dan

aldiklari ilhamla bütün tebeasi için saadet ve mutlulugun kapisi anlamina

gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini öyle emsalsiz

bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki ifadelerle güzel ve o

medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir:

Osmanlilarca sadece Kanunî ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni

bir hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu. Nitekim babasi Yavuz Sultan

Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi uygulamalar,

onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi. Kanunî Sultan Süleyman döneminde

devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklari tesbit edilmisti. Bu

bakimdan herkes kendi yetkisini rahatlikla kullanabiliyordu. Baska birisinin

buna müdahele etmesi pek düsünülmezdi. Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile

devleti yakindan ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü. Mesela sadrazamin

otoritesi yüksek ve kesindi. Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin

islerine müdahele etmezdi. Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad Ibrahim

Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini, hatta kendisi

hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin emirlerinin icra

edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir. Bu sözleri, kismen Ibrahim

Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin hukuk anlayisi ve devlet baskani

ile hükümetin selâhiyet ayriliklari, meydana çikmaktadir.

Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu. Bunun

içindir ki, Ingiltere Krali VIII. Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir

hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti. Bu hey'etin raporu

müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti.

Istanbul medeniyeti... Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve

kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir tilsim, bir

tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten, derinden derine

hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi. Bir macera, bir kivam, bir terkip ve

essiz bir sahlanisti.

Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde

ile yek-vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi

billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici

olmustu. Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta, cemiyette,

ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta, ölümde seyreden,

hükmeyleyen hep bu ruh idi.

Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin,

takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir is

birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini, olmazlari

oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu.

KANUNî SULTAN SÜLEYMAN'IN CÜLUSU VE ILK

ICRAATLARI

Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa

Valisi olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye kadar

da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti. Zira Yavuz Sultan Selim'in

ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden korkuluyordu. Bu sebeple

Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola çikarilmis, bundan sonra da hiç bir

sey olmamis gibi günlük islerin yürütülmesine devam edilmisti. Babasinin ölüm

haberi Sehzâdeyi oldukça sarsmisti. Bununla beraber Süleyman kazaya riza

göstermesini bilmis ve haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul

istikametine dogru yola çikmistir.

Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi. Sultan

Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet merkezinde

saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta kendisine rakib olacak

kardesleri bulunmuyordu. Lütfi Pasa, Sehzâde Süleyman'in, Osmanli tahtina

geçisinden bahs ederken su ifadeleri kullanir: Süleyman, cenk ve cidal olmadan

geçip tahta oturdu. Selim, bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip

ortaligi gülistanlik bir hale getirdikten sonra göçüp gitti. Süleyman da zahmet

çekmeden o bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde

devsirdi. Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis oluyordu. Onun,

30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun duyurulmasi için her tarafa

ulaklarla hükümler gönderilmisti. Cülûsunun ertesi günü Selim'in cenazesi de

Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Fâtih Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza

Sarayi denilen yerde defn edildi. Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin

temellerini attirdigi ve fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun

adina bir câmi ve imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi.

Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera,

ümera, dergâh-i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her

birinin dirliklerini artirmistir. Bu arada hemen her gün akd edilen divanlarla

memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti. Divanda alinan kararlar mucibince

liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi mahlûl bulunan mansiblara da

yeni tayinler yapilmistir. Öbür taraftan, Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan

ipek ticaretinin men'i hakkindaki kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin

zaptedilmis bulunan mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden

külliyetli miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir.

Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim

zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal Pasazade'ye

göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir. Böylece, daha tahta

geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni faaliyetlerde bulunan ve babasinin

dönemine göre bazi degisiklikler yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve

merhametle hükm edeceginin ip uçlarini vermis oluyordu. Nitekim bazi sayialar

üzerine Kanli lakabi ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i

kethüdasi vâsitasiyle teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in

gerek bazi haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri

tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari kendi

rizkindan (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da Kasim l520

(Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir. Kemal Pasazâde, Kanunî'nin

tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer Bey hakkinda su bilgileri

verir:

Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi

insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd ile kura

vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî Âdem'i pür -

huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi. Hima-yi himâyetinde olan vilayetlerden nur-i

adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i

zulm-i eyyâmi ref' itdi.(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm

karanligini ve haksizligi kaldirip uzaklastirdi.

Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden

nazar eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi. Mirliva-yi

Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile halkin mal

ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi.

Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su

bilgileri vermektedir: Zulümleri yüzünden Kanli lakabi almis olan donanma

kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal (görevini kötüye

kullanma)'i ortaya çikarildi. Bu haberler üzerine Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl

ettirir. Yapilan muhakeme sonunda suçu sabit görüldügü için de astirir. Bu

sekildeki adâletli hareketleri ve yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi.

Bütün Osmanli ülkesinde hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da

bulunan eyâlet valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim

Hani'na cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin

güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu.KANUNî DÖNEMINDEKI OLAYLAR

Osmanli Devleti'nde Kanunî dönemi, idare, kaza, askerlik, kültür ve

san'at muhitini teskil eden, son derece degerli aktif unsurlarin is ve el

birligi yapip bir araya geldikleri bir devirdir. Bununla beraber bu dönemin daha

baslangicinda bazi proplemler çikmis ve saltanatinin ilk yillarinda Avrupa'ya

yönelmek isteyen genç hükümdar, tahta cülûsundan hemen sonra, doguda beliren

gailelerle ugrasmak zorunda kalmasi, Osmanli tarihi bakimindan fevkalade önemli

olan bu dönemi bir manada kronolojik siraya göre takib etmek yerinde bir hareket

olacaktir. l. Canberdi Gazalî Hadisesi :Memlûk Sultani Melik Esref Kayitbay'in

azadli kölelerinden ve Sultan Gavri ile Sultan Tomanbay'in nüfuzlu beylerinden

olan Canberdi Gazalî, Misir'in ilhaki esnasinda Hayir Bey vâsitasiyle af edilmis

ve Yavuz Sultan Selim'in, Sam'dan Istanbul'a hareketi esnasinda Sam

Beylerbeyligine tayin edilmisti. Yavuz'un ölümü ve yerine Süleyman'in geçmesi

üzerine Melik Esref ünvaniyle hükümdarligini ilan ederek isyan etmis, adina

hutbe okutup para bastirmisti. O, bununula da yetinmeyerek kendisi ile birlikte

hareket etmeleri için Sah Ismail ile Misir Beylerbeyi Hayir Bey'e elçi ve mektup

göndererek onlari da yanina çekmeye çalismisti. Zira ona göre çok uygun bir

firsat dogmustu. Osmanli tahtina geçen bu genç ve tecrübesiz hükümdarin,

kendilerine bir sey yapamayacagina inanmisti. Hatta ona göre devir eyyam-i

fetret ve hengâm-i firsat devri idi.

Halbuki, böyle bir düsünceye kapilip isyan bayragini açmis olan

Canberdi Gazalî, daha önce af edilmis ve kendisine itibar gösterilmisti. Sadece

kendisinin degil, arkadaslarinin da rahat ve huzur içinde yasamasi temin

edilmisti. Öyle anlasiliyor ki o, Selimin'in ölümünden önce dahi isyan için

uygun bir firsat kolluyordu. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünden önce o,

çevreye dagilmak suretiyle hayatlarni kurtarmis olan silah arkadaslarini

etrafina toplayarak, yönetimine verilmis bulunan Sam vilayeti dahilinde onlara

mevkiler vermisti.

Canberdi Gazalî, Suriye ve Filistin'i ele geçirmek, sonra da Misir'i

zapt edip hilâfeti elde etmek gibi büyük emeller pesinde kosuyordu. Bu sebeple

Hayir Bey'den de istifadeyi düsünerek ona mektuplar göndermisti. Böyle bir

tekliften telasa düsen Hayir Bey, bir taraftan onu oyalarken diger taraftan da

deniz yoluyla devleti keyfiyetten haberdar ederek, Gazalî'nin kendisine

yolladigi mektuplari Istanbul'a gönderir.

Bu arada, 20.000'e ulasan kuvvetleriyle harekete geçip Beyrut'u

zaptetmis olan Gazalî, Cebel-i Lübnan'daki Dürzîleri de isyana tesvik etmisti.

Daha sonra Haleb'i kusatip muhasara altina alan Canberdi Gazalî, büyük bir

mukavemetle karsilasmisti. Hayir Bey, Gazalî üzerine asker sevki hususunda

Istanbul'un fikrini sormus, merkezin verdigi çok isabetli bir cevapla buna lüzum

olmadigi ve icab eden kuvvetlerin Anadolu'dan sevkedilecegi bildirilmisti.

Nitekim üçüncü vezir Ferhad Pasa ile Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerinin

timarli sipahileriyle kapikulu efradindan dört bin yeniçeri gönderildigi gibi

Dulkadiroglu Sehsuvarzâde Ali Bey de isyani bastirmak üzere yardima memur

edilmisti. Ferhad Pasa kuvvetleri henüz yetismeden Sehsuvaroglu Ali Bey

maiyyetindeki kuvvetlerle Haleb üzerine yürür. Ali Bey'in gelisini haber alan

Gazalî, buradaki kusatmayi kaldirarak Sam'a çekilir. Bu arada, Ferhad Pasa'nin

kuvvetleri ile birlesen Haleb Beylerbeyi Karaca Ahmed Pasa'nin birlikleri ile

Sehsuvaroglu Ali Bey'in kuvvetleri, iki kol halinde Sam yakinlarina gelirler. 27

Ocak l52l'de Mastaba mevkiinde vuku bulan çarpismalar sonucunda Gazalî yenilerek

yakalanir. Devletin, gerek kendisine, gerekse arkadaslarina sagladigi bütün

imkânlari bir tarafa birakip halife olma sevdasina düsen Canberdi Gazalî'nin bu

nankörlügü, ibret-i âlem olmak için basinin kesilip Istanbul'a gönderilmesi ile

son bulur.

Canberdi Gazalî isyaninin sür'atle bastirilmasi, bu hadiseden

istifade ve Gazalî ile birlikte hareket etmek isteyen Sah Ismail'in isini

bozmustu. Gazalî'nin maglubiyetini duyan Sah Ismail, yaylak bahanesiyle

Tebriz'den kalkarak Kazvin taraflarina gitmisti. Elindeki kuvveterle Kayseri

dolaylarinda bir müddet Iran taraflarini tarassut eden Ferhad Pasa, vaziyetten

emin oluncaya kadar o yörelerde kalmisti. Bu hâdiseden hemen sonra Sam

Beylerbeyligi'ne Ayas Pasa, Kudüs, Gazze ve Safed sancaklarina da birer

sancakbeyi tayin edilmisti. 2. Belgrad'in Fethi Canberdi Gazalî'nin isyani

esnasinda Macaristan'a karsi yeni bir seferin açilmasina karar verilir. Çünkü

stratejik önemi haiz olan Belgrad, Avrupa'ya karsi girisilecek seferler için bir

üs olarak kullanilabilecek durumda idi. Nitekim, bu stratejisinden dolayi Fâtih

de daha önce, burayi almak için tesebbüslerde bulunmustu. Ayrica askerî

güçlerine güvenen Macarlar, yeni Pâdisahi tebrik için bir heyet göndermedikleri

gibi cülûsu haber vermek, iki devlet arasindaki barisi yenilemek ve daha önce

taahhüd edilen haraci (vergi) istemek üzere Macaristan'a gönderilen Osmanli

elçisini de öldürmüslerdi. Onlar, elçiyi öldürmekleyetinmemis olacaklar ki, onun

kulaklari ile burnunu da keserek cevap diye Süleyman'a göndermislerdi. Böylece,

insanlik tarihi için yüz karasi olabilecek bir vahset örnegi de sergilemislerdi.

Bütün bu olumsuz gelismeler üzerine harp kaçinilmaz hale gelmisti.Downey, böyle

bir hareketin karsiliginda Kanunî'nin yaptigi hazirliklari, bu hazirliklar

esnasindaki geçit resmini , genç hükümdarin bunlari seyr ederken duydugu

memnuniyeti ve ordunun maneviyatinin ne kadar yüksek oldugunu canli birer levha

gibi tasvir edip gözler önüne serer. Gerçekten Kanunî, kendisine ve devletine

yapilan bu hakaretin cezasinin verilmesi gerektigine inandigi için harp

hazirliklarina baslanilmasi için emirler göndermisti. Iran hududunun güvenligi

saglanip savas karari alindiktan sonra babasi ve dedeleri II. Bâyezid ile II.

Mehmed (Fâtih)'in türbelerini ziyaret ettikten sonra l8 Mayis l52l'de bizzat

kendisinin basinda bulundugu Osmanli ordusu, Belgrad üzerine hareket eder. Yol

boyunca yapilan müzakerelerde Osmanli kuvvetlerinin, Veziriazam Pîrî Mehmed

Pasa'nin görüsü dogrultusunda, dogrudan Belgrad üzerine yürümesi ve Rumeli

Beylerbeyi olan Ahmed Pasa'nin önceden hareketle Bögürdelen (Sabacz, Czabacz)

hisarini almasi kararlastirilmisti.

Sabacz'i kusatma altina alan Ahmed Pasa, muhasarayi daraltip

sikistirmakla birlikte, kaledeki garnizon, kendisini savunuyordu. Sonunda

muhafizlar yok edildiler. Bu kusatma esnasinda Osmanlilardan da epeyce sehid

verilir. Ahmed Pasa, büyük bir mücadele sonucu (2 Saban) 7 Temmuz'da Sabacz

(Bögürdelen)i zapteder. Böylece Kanunî ilk fethini gerçeklestirmis oluyordu.

Sultan Süleyman, ertesi gün Ahmed Pasa ile sancakbeylerini huzuruna kabul

ettikten sonra kaleye gelir. Pâdisah, sehrin istihkâmlarinin arttirilmasini emr

ettikten sonra askerinin Sirmi'ye geçmesi için Sava üzerine köprü yaptirir.

Insaatin sürdügü dokuz gün içinde Sultan Süleyman, isçilerin gayretlerini

artirmak için nehir kenarinda bir çardak altinda kalip insaatin tamamlanmasini

bekler. Böyle manevî bir destek ve etki altinda kalan ordu ve saray agalari can

ve basla çalisarak köprü yapim isini çabucak tamamlatmak hususunda elden geleni

esirgemezler. Bu sirada daha baska kalelerin feth edildigi haberi gelir. Insaata

baslandiginin onuncu günü köprü tamamlanmisti. Ancak nehir birden tastigindan

köprü kismen harab olmussa da kisa bir süre içinde yeniden onarilmis ve asker

buradan geçmisti.

Bu sirada Belgrad'in kusatilmasi ile ugrasan Pîrî Pasa ise buranin

karsisindaki Zemin Kalesi (Zemun, Zemlin)'ni ele geçirmisti. Bu esnada Pîrî

Pasa'yi çekemeyen Ahmed Pasa'nin tesiriyle Belgrad muhasarasinin kaldirilip

Budin üzerine yürünmesi kararini alan Sultan Süleyman, daha sonra bu karardan

vaz geçerek l Agustos'ta Zemin civarinda yüksek bir mevkie otag kurup,

kusatmanin bir an evvel sonuçlandirilmasi emrini verir. Siddetle kusatilan

Belgrad'in kale muhafizi dayanamayacagini anlayinca eman dileyerek 30 Agustos'ta

kaleyi teslim eder. Kale halkindan bir kismi Macaristan'a giderken, aslen Sirpli

olan bir kismi da evlad, aile ve mallariyla Istanbul'a nakl olunarak Yedikule

civarinda iskan edilirler. Belgrad'dan getirilenlerin yerlestirildikleri

mahalleye Belgrad Mahallesi denilmeye baslanir. Fetihten sonra 200 top ile

tahkim edilen Belgrad Kalesi, Semendire ile birlikte muhafazasina 900 bin akça

has ile Bosna Sancakbeyi Yahya Pasa oglu Bâli Bey muhafazasina tayin edilirken

Bosna da Sultanzâde Hüsrev Bey'e verilir.

Belgrad seferi esnasinda Osmanli ordusunda filler de bulunuyordu ki,

Lütfi Pasa bunlarin iki tane oldugunu belirtir. Kanunî'nin bu ilk seferine

Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri de istirak etmislerdi. Belgrad,

ele geçirildigi tarihten itibaren Avrupa seferlerinde Osmanli ordusunun en mühim

üslerinden biri olmus ve Dâru'l-cihâd adini almistir.

Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad'dan Istanbul'a dönerken l9 Ekim'de

iki yasindaki oglu Murad'in, gelisinden iki gün önce de bir kizinin ölüm

haberini almisti. Istanbul'a girdikten on gün sonra da dokuz yasindaki oglu

Mahmud çiçek hastaligindan öldü (29 Ekim). Vezirler, Pâdisah'in çocuklarinin

cenazelerine yaya olarak refakat ettiler. Bunlar, Yavuz Sultan Selim türbesinin

yanina defn edildiler.3. Rodos'un Fethi Bilindigi gibi, Kanunî Sultan

Süleyman'in Akdeniz'de Osmanli hakimiyetini kurmak için giristigi büyük

mücadelede, Rodos seferi ilk, Malta seferi ise son dönemi ifade eder. Dünya

tarihinin esine ender rastladigi ünlü Pâdisahin saltanatinin ikinci yilinda

Rodos'u ve ona bagli bulunan adalari ele geçirmesi, Dogu Akdeniz'de Osmanli

hâkimiyetinin yerlesmesini sagladigi gibi, mücadelenin bundan böyle Orta ve Bati

Akdeniz'e intikal ettirilmesi imkanini da saglamisti.

1309'dan beri Saint Jean d'Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem

denilen sövalye tarikatinin elinde bulunan Rodos adasi ile civarindaki adalar,

eskiden beri Osmanlilarin ele geçirmek istedikleri önemli yerlerdi. Sultan

Süleyman, Belgrad'i almayi basardiktan sonra Osmanli siyasetinin bu ikinci

mes'elesini de halletmek istiyordu. Zira fethi zarurî kilan bazi sebepler vardi.

Buranin fethi, Osmanli ülkesine yeni ilhak edilmis bulunan Misir, Suriye ve Dogu

Akdeniz sahillerinin emniyeti bakimindan önemliydi. Bunun için de Rodos ve ona

bagli olan diger adalarin Osmanlilarin elinde bulunmasi gerekiyordu. Nitekim bu

zorunlugu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatinin son yillarinda,

Sövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazirlamaya koyulmus,

ancak bu tasavvurunu gerçeklestiremeden hayata gözlerini kapamisti.

Hiristiyanligin, Osmanli hac, ticaret ve ulasim yolu üzerinde, bu emniyeti

tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki Rodos'ta bulunan sövalyeler,

Osmanli ticaret ve hac gemilerine saldirmakla kalmamislar, ayni zamanda Canberdi

Gazali'ye de yardimda bulunmuslardi. Bundan baska onlar, Rodos'ta bulunan Cem

Sultan'in oglu Murad'i da taht vârisi olarak ortaya sürmüslerdi. Ayrica

kalelerinin saglamligina güvenmekte olan Rodos sövalyeleri, korsanlik

faaliyetlerine devamla, bir taraftan Müslümanlarin yollarini kesip gemilerini

aliyor, öbür taraftan da Osmanli sahillerinde ardi arasi kesilmeksizin bazi

fesatliklarda bulunuyorlardi. Bundan baska bes alti bin civarinda Müslüman'i

esir alip adalarinda onlara türlü iskenceler yaptiklari da biliniyordu. Iste Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayi Rodos

proplemini halletmek istiyordu. Böylece, bir bakima babasindan miras olarak devr

aldigi bir siyaseti devam ettirmek ve babasinin yarida birakmak zorunda kaldigi

önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi. Ayni zamanda o, Rodos'u feth etmek

suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed'in gerçeklestiremedigi bir seyi de yapmis

olacakti. Eserimizin, Fâtih'le ilgii bölümünde de görülecegi üzere o,

birbirlerini kovalayan zaferleri arasinda sadece iki yerde istedigini ele

geçirememisti. Bunlardan biri Belgrad, digeri de Rodos'tu. Tahta henüz geçmis

olan genç Süleyman, saltanatinin ilk yilinda Belgrad'i zapt etmek suretiyle

Fâtih'in düsüncesini gerçeklestirmis oluyordu. Onun, Belgrad'in hemen arkasindan

Rodos üzerine yönelmesinde, nisbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili oldugunu

söylemek mümkün olsa gerekir.

Rodos'un fethi hususunda Divan-i Hümayûn'da yapilan müzakerelerde

ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu. Zira bunlar, Sövalyelerin

söhreti, adanin müstahkem olup uzun süre muhasaraya dayanabilmesi ve bir sefer

vukuunda Avrupa'nin derhal buraya yardimda bulunabilecegini düsünüyorlardi.

Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera ile bitecek sefere girismek dogru

degildi. Bu düsünceye karsilik Vezir-i A'zam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir

Çoban Mustafa Pasa ve denizci Kurdoglu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar

olup Avrupa tarafindan endise edilmemesi gerektigini ileri sürüyorlardi. Bu

arada casuslari vâsitasiyle Rodos hakkinda bilgi toplayan Kanunî, sefere karar

verir. Bununla beraber sefere çikmadan önce, Hammer'in ifadesiyle Kur'an-i

Kerim'in emrini yerine getirmek için Üstad-i A'zam'a bir mektup gönderir. Bu

mektupta Üstad-i A'zam teslim olmasi isteniyor ve arzusu ile itaati kabul ettigi

takdirde sövalyelerin hürriyetleri ile mallarina dokunulmayacagina dair,

yerlerin ve göklerin yaraticisi olan Allah, O'nun elçisi olan Hz. Muhammed ve

diger Peygamberler adina yemin ediyordu. Fakat bu teklif, Üstad-i A'zam

tarafindan red edilir.

Bu sirada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde

bulunduklarindan, Rodos ile ilgilenebilecek durumda degillerdi. Rodos ile

ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapilan ticaret antlasmasi ile

pasif hale getirilmislerdi. Divan'da alinan sefer kararindan sonra

hazirliklarina baslayan Osmanli ordusunun basina serdar olarak ikinci vezir

Çoban Mustafa Pasa getirilir. Öte yandan bu seferi haber alan Rodos Üstad-i

A'zami Philippe Villiers de l'Isle Adam, bazi tedbirler alarak kaleyi tahkim

ettirmis, yiyecek depolatmis, sehrin önündeki limana zincir çektirmis, ayrica

Papa ve Fransa'dan da yardim istemisti.

Osmanli donanmasi, 5 Haziran l522'de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa

komutasinda harekete geçer. Donanmada pek çok mühimmattan baska onbin deniz ve

itfaiye neferi bulunuyordu. Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6 Haziran l522)

tarihinde Istanbul'dan hareketle Üsküdar'a geçmis, buradan Kapikulu askerleri ve

sefere memur olan diger eyâletlerin timarli sipahileriyle birlikte karadan yola

çikmisti. Bu sefere nadir bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Pasa'nin

amcasi olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi (l503 - l525) de katilmistir. Osmanli donanmasi, Rodos yakinlarindaki Gnido adasina varmisti. 24

Haziran'da Rodos önlerine gelen Osmanli donanmasi, Rodos kalesinin dört mil

kadar dogusundaki bir limana demir atar. Kaleyi abluka altina alan ordu,

Pâdisahin karadan gelmesini bekler. Nihayet Kütahya - Aydin yolu ile Marmaris'e,

oradan da 28 Temmuz'da Rodos adasina geçen yüzbin kisilik ordu, surlar boyunca

mevzilenir. Bu esnada Ingiliz, Fransiz, Italyan, Ispanyol, Alman ve Portekiz

milletlerine mensub sövalyeerden mütesekkil Rodos müdafileri ise kalenin bes ana

burcunu müdafaaya basamislardi.

Çarpismalar, l Agustos'ta Alman burcuna top atisi ile baslar. Kanunî,

Kiziltepe denen yerde otagini kurdurarak kusatmayi buradan idare eder. Siddetle

ve birbiri ardinca süre gelen Osmanli hücumlari, bes ay kadar devam eder. Bu

arada zaman zaman kismî basarilar da kazanilmisti. Sonunda dayanamayacaklarini

anlayan sövalyeler, kaleyi teslim edeceklerini Kanunî'ye bildirmek zorunda

kalirlar. Yapilan müzakereler neticesi 21 Aralik 1522'de bir teslim antlasmasi

imzalanir. Buna göre 2l3 yillik sonuncu Haçli Devleti de tarihe karisir. Buna

göre Katolik Hiristiyanlarin Yakin Dogu'dan tamaman uzaklastirilmalari da

saglanmis olur. Antlasma geregi sövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade

edildigi gibi, sehirdeki Hiristiyanlarin dinî âyin ve inançlarinda serbest

olmalari, ada sakinlerine bes yil kadar vergi vermemeleri ve kendilerinden

devsirme alinmamasi gibi imtiyazlar da bahsedilmistir. Bu arada tanassur etmis

olan (Hiristiyanligi kabul eden) Sultan Cem'in oglu Murad da yakalanarak iki

oglu ile birlikte ortadan kaldirilir. Sövalyelerin Rodos'u terkinden sonra

Pâdisah, 20 Ocak 1523'te Câmie çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazi

kilmisti. Bu namazda imamligi, sefere istirak etmis olan Seyhülislâm Zenbilli

Ali Cemalî Efendi yapmisti. Rodos, Midilli sancagina baglanarak Dizdarzâde

Mehmed Bey'in idaresine verilmistir. Osmanlilar, ayrica bu sefer sonrasi Anadolu

sahillernde Bodrum, Aydos, Tahtali kalelerini, Leros, Sömbeki, Kalimnos, Limonsa

adalarini ele geçirmislerdir. Böylece Rodos kalesi ve adasiyle birlikte Oniki

adanin tamami ve Bodrum da teslim olmustu. Bodrum'un fethi, Anadolu tarihi

bakimindan da önemlidir. Zira burasi, Anadolu'da Hiristiyanlarin elinde bulunan

tek toprak parçasi idi.

29 Aralikta Kanunî, Rodos sehrine girip kaleyi gezer. Bu günlerde

Hiristiyanlik âleminde Noel kutlaniyordu Papa Ikinci Hadrianus, Roma'da Saint

Pierre'de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçagindan bir tas düsüp Papanin

ayagina dogru yuvarlanir. Kardinaller bu hâdiseyi muhasarasi aylardan beri devam

eden Rodos'un düsmesine isaret saydilar.

Rodos'un fethi, Türk topçulugunun Avrupa topçulugu karsisindaki

üstünlügünü gösterdigi gibi, o çagda alinmasi adeta mümkün görülmeyen ve

Hiristiyanligin Islâm âlemine dogru bir kalesi sayilan adanin zapti, Avrupa'da

büyük bir hayret ve teessür uyandirmistir. Bu arada Rodos'un fethini müteakib

Rodos hapishanelerinde bulunan alti bin kadar Müslüman esir de

kurtarilmistir.

Rodos'a derhal Türk göçmenleri yerlesmeye basladilar. Birçok câmi,

imâret, mektep, medrese, çesme ve yol yapilip ada imar edilir. Rodos, bir sancak

merkezi olur. Buraya devamli olarak bahriye sancakbeyleri (Tümamiral) vali tayin

edildi. 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yesil Melek kadirgasina binip Rodos'tan

ayrilir. Anadolu'da Marmaris'e geçer. 3 Ocak'ta da Marmaris'te idi. Aydin,

Midilli, Karasi, Mentese ve Saruhan sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyisi Kasim

Pasa'nin nezaretinde Rodos'taki insaat , imar ve iskân isleri bitinceye kadar

adada kalmalarini emr ettikten sonra Istanbul'a dogru yola çikan Kanunî 26 günde

Istanbul'a varir. 29 Ocak l523'te yedi ay on iki gün süren bu ikinci sefer-i

hümayûnunu bitirerek Istanbul'a gelmis olur. Bu arada Osmanli donanmasi da

Istanbul'a döner.

Rodos'un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafernâmelere

Venedik mukabelede bulundugu gibi Sah Ismail de cülûstan beri ilk defa olarak

taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmis, Rodos fethinden dolayi da

memnunlugunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermisti.

Rodos'un fethi ile Avrupa'da Kanunî'nin söhreti biraz daha artmis

oluyordu. Belgrad ve Rodos'un, Hiristiyan dünyasinin bu iki kilit noktasi

sayilan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düsürülmesi, Osmanlilarin

ileride basaracaklari daha büyük fetihleri için bir isaret sayildi.

5. Ibrahim Pasa'nin Misir'daki IslâhatlariMisir'da, sosyal düzenin

saglanmasina önem verdigi anlasilan Kanunî, burada, sarsilan devlet otoritesi

ile düzenini yeniden tesis, Osmanli kanunlarni vaz' ve bozulan idareyi islâh

etmek istiyordu. Bu maksatla Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi Misir'a gönderir. l

Zilhicce 930 (30 Eylül l524)'da donanma ile ugurlanan Ibrahim Pasa'ya, bizzat

Pâdisah, Marmara adalarina kadar refakat ederek orada kendisine pek dostane bir

sekilde veda eder. Uhdesine Misir Beylerbeyligi de havale olunan Ibrahim

Pasa'nin maiyetine Rumeli Defterdari Iskender Çelebi, Ulûfeciler Agasi Hayreddin

Aga, Çavusbasi Sofuoglu Mehmed ile 30 nefer çavus, Divan kâtibi olarak Celâlzade

Mustafa Çelebi ile bazi hazine kâtipleri ve 500 kadar yeniçeri memur edilip on

kadirga ile yola çikmisti. Ibrahim Pasa, Sakiz Adasi'na ugrayarak orada Ceneviz

idarecileri tarafindan selamlandiktan ve kendisine takdim edilen hediyeleri

aldiktan sonra l0 Muharrem ( 7 Kasim )'da Rodos'a yanasir. Osmanli donanmasi

Iskenderiye'ye yelken açtigi halde, sonbahar rüzgarlari yüzünden Anadolu

sahiline düserek Rodos'tan hareketinden üç hafta sonra Marmaris körfezine girmek

zorunda kalir. Yilin bu mevsiminde deniz yolculuguna güvenilemedigi için Ibrahim

Pasa karadan gitmeye karar verir. Geçtigi bütün yollarda halka karsi iyi

davranan, idarecileri kontrol eden ve onlarin tebeaya karsi daha müsamahali

davranmasini saglayan Ibrahim Pasa, bu iyi niyeti ve tarafsizligi sebebiyle

halkin duasini alir. Bu uzun ve yorucu yolculuktan sonra 2 Nisan l525'te

Kahire'ye giren Ibrahim Pasa, eyâletin ahvalini teftis, islâh ve tanzim etmek

üzere maiyetindeki idarecilerle, Misir'daki Memlûklü idarecilerden mürekkeb bir

hey'et teskil edip Kal'atü'l-Cebel'de devamli divan akdine baslar. halkin

çesitli sikâyetlerini dinler. Kayitbay zamanindaki kanunlari gözden geçirir. O,

halkin içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durumu ile hazineyi esas alarak

kanunlar tasarlar. Fetihten beri sâdir olan fermanlar ve Misir idaresinin

geçirdigi safhalari gözönüne alarak tasarladigi bu kanunlar, Misir'in eski

kanununu ta'dilen mutedil ve mufassal bir kanunnâme sekline bürünür. Hazirlanan

bu tasari, Istanbul'a gönderilir. Pâdisah tarafindan tasvibi alindiktan sonra

kanun haline getirilen bu tasari, düstûru'l - amel olmak üzere Misir

hazinesine teslim edilir.

Ibrahim Pasa'nin, Misir'da geçirdigi üç ayin her günü, bir baska

adaletli ve lütufkâr icraatla dikkati üzerinde topluyordu. Sürekli olarak

memleketin ihtiyaçlarina uygun kanunlar koyuyor ve eskilerini düzeltiyordu. Eski

idarenin açtigi yaralari onarmaya çalisiyordu. Bu arada Beni Havare ve Beni

Bakar adiyla anilan ve hainlikle itham olunan asiretlerin reislerini astirmakla

cezalandirdi. Bu cezalar, digerleri için de bir manada ibret oldu. Böylece

vahalara ve Habesistan'a kadar Asagi ve Yukari Misir'daki öbür Arap asiretleri

seyhlerine, Pâdisah'a itaatla bagli kalacaklarina yemin etmeleri ihtar olundu.

Sehirlerde tellâllar dolasarak idareden sikâyetçi olanlarin gördükleri zulümleri

bildirmeleri ilan olundu. Memlûklü zamanindan beri borçlu oldukarindan dolayi

haps edilen fakirlerin borçlari ödenerek saliverilmeleri saglanir. Egitim ve

öksüzlerin yiyeceklerinin saglanmasi için özel yönetmelikler konularak bunlara

maas baglanir. Ibrahim Pasa, kalede vali konaginin karsisinda, hükümet

hazinesini muhafaza için iki kule yaptirir. Ibrahim Pasa, Beylerbeyi sifati ile

Misir'da bulundugu sirada öteden beri Kahire'nin ugradigi gaileler sebebiyle

yikilmis veya harab olmus câmi, medrese ve diger hayrat eserleri kendi

hesabindan ve kendi masrafi ile tamir ettirmisti ki, Ömer Câmii bunlardan

biridir. Vergi defterleri Sultan Kayitbay ve Kansu Gavri zamanlarindaki

hallerine konuldu. Gerçekten o, tatbik edilen mevzu ve muhdes nizami, özellikle

sikâyet konusu olan vergi hususunu, âmil, mübasir, urban seyhi ve sair a'yândan

istisfar etmis (sorusturup ögrenmis), Memlûklü devrine ait eski defterleri

buldurup Kayitbay devri nizami ile Gavri ve Hayirbey zamanindaki muamelati

inceletip, bu sonuncularla, Hain Ahmed Pasa'nin ihdas ettigi haksizlik, zulüm ve

bid'atleri ortadan kaldirmistir.

Pâdisah, Malî ve idarî islâhatlar için üç ay kadar Misir'da kalan

Ibrahim Pasa'nin eyâlette yaptigi islâh ve düzenlemesine kani olunca istedigi

kimseyi Beylerbeyi olarak tayin etmesi hususunda kendisine selâhiyet vermisti. O

da, Defterdar Iskender Çelebi'nin tavsiyesine uyarak eyaleti, Sam Beylerbeyi

olan Süleyman Pasa'ya verip Misir Beylerbeyligi'ne, Hamzavî'yi de defterdarliga

tayin ederek 22 Saban 93l (l4 Haziran l525)'de Kahire'den ayrilir. Sam yolu ile

Anadolu'ya hareket eder. Maras'tan Kayseri'ye gitmekte iken bazi Türkmen

boylarinin agirliklarini vuracaklari haberini alir. Bunlarin ileri gelenlerini

çagirtarak, Sehsuvaroglu Ali Bey'in, Ferhad Pasa'nin tesiriyle öldürülmesi

sonucu Dulkadir ülkesinde timari hazineye aktarilan Türkmen sipahîlerinin

timarlarini iade ettirir. Daha sonra da l525 senesi Eylül'u basinda Istanbul'a

varip Pâdisahin huzuruna çikan Ibrahim Pasa, Misir'daki icraati hakkinda ona

bilgi verir. Pâdisah, onun Misir'daki icraatindan memnun olarak kendisine

ihsanlarda bulunur.MACARISTAN SEFERLERI

Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk

asirdan daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardimci veya hasim olarak

Macarlari gördükleri bilinmektedir. Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a,

Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in zaptina kadar

devam etmistir. Belgrad ile birlikte bir kaç kalenin Osmanlilar'ca alinmis

olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu. Gerçekten Belgrad'in zapti,

Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil olmustu. Nitekim Belgrad'in

alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya gibi

yerler, daha rahat ve güvenli bir sekilde Osmanli akinlarina hedef oldular. Bu

arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam

edecektir.

Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine

Bogdan'la ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi

ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine karar

verilir.l. Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in tabii yayilma

sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek yolunda önemli bir adim

olmustu. Bu arada hudud bölgelerinde de bazi karisikliklar çikmis, Tuna

boylarinda Macarlar'la küçük çapli çarpismalar olmustu. Bununla beraber,

Kanunî'nin sefere karar vermesi, Papalik, Macaristan ve Lehistan

münasebetlerinin neticesi olarak ortaya çikan birçok âmile dayanmakta ise de, bu

kararda Fransizlar'in da önemli sayilabilecek bir rol oynadiklari

belirtilmektedir.

Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile

Almanya birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle mücadeleye

de baslamislardi. Fransa Krali I. François'nin, Alman imparatorluk seçiminde

Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini koymus olmasi, iki devletin

siddetli bir mücadeleye girmesine sebep olmustu. I. François'nin, l5l9'da

imparator seçilen Habsburg hânedanina mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir

düsmesi üzerine, I. François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi

Louise de Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden

yardim talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek suretiyle fiilî

bir yardimda bulunacagini va'd etmisti. Kanunî, Sarlken'in kurmak istedigi

Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu

tehlike sadece Bati'dan degil, l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah

Ismail'in yerine geçen Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu.

Zira Sarlken ile Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler.

Iran, Çaldiran'i bir türlü unutmamisti. Buna ragmen tek basina Osmalilar'la basa

çikmalari da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nin en büyük gücü haline

gelmis ve bütün bir Bati tarafindan desteklenen yeni Imparator Sarlken ile

Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde idi. Hem Iran'in hedeflerini,

hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan

Kanunî, bu sebeple Fransa'yi himaye etmek istiyordu. Böylece Bati'yi siyaseten

bölmeyi hedefliyordu.

Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi

degildi. Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi Zapolyai hem

krala, hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi çikiyordu. Kötü bir

yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri, memnuniyetsizliklerini belirtmek

gayesiyle Protestanlik hareketlerine katildiklari gibi, paralarini alamayan

birçok Macar askeri de Osmanli Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu. Kanunî'nin,

gerek akinci, gerekse diger kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer

kararini çabuklastirmisti. Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar,

Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana

kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti.

Macaristan seferinin hazirliklari tamamlandiginda Kanunî, bir yil

önce vefat etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine, Osmanli

dünyasinda hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarinda hakli bir söhrete sahip

olan Kemal Pasazâde'yi tayin ederken, kendisinin bulunamayacagi sirada Pâyitaht

(baskent) in idaresi için de Misir'in eski valisi olan Kasim Pasa'yi Kaymakam

(Kaim-i makam) olarak görevlendirir.

Sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah, ll Receb 932 (23 Nisan

l526)'de yüz bin kisilik bir ordu ile yeni dökülmüs ve Avrupa'nin hayalinden

geçiremeyecegi derecede mükemmel 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket eder.

Bu üçüncü Sefer-i Hümâyununa çikmadan önce hükümdar, Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa

ile babasi Yavuz, dedesi II. Bâyezid ve Fâtih'in türbelerini ziyaret ederek dua

eder. Bütün bu mekânlarda, Allah'in kendisine yardim etmesini diler. Gerçekten Islâmî anlayisa göre savasin gerçek mahiyeti, körü körüne

bir kirma ve kirilma hâdisesi degildir. O, presipler adina yapilan bir cihaddir.

Cihad için de her seyden evvel ordulara mânevî güç gerektir. Iste Kanunî de

Mohaç Meydan Muharebesi'ne girismeden evvel gözlerinden yaslar akitip, yüzünü

yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad ediyordu. Öyle ki, önüne düstügü

ordulari, gittiklere yerlere tevhidi de beraber tasiyacaklari için devleti

dinin, dini de devletin yardimcisi ve tamamlayicisi görerek, ecdadi gibi maddî

kuvvetlerinin ikmali kadar, mânevî kuvvetlerinin yardimini da ihmal etmiyordu. 23 Nisan'da Istanbul'dan hareket edip Halkali Pinar denen menzile

varan ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulundugu anlasilmaktadir.

Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmis tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve toprak

sahiplerinin hayvanlarini almak, ölüm cezasini gerektiriyordu. Pâdisahin emri

hilafina hareket eden birkaç kisinin ya basi kesildi veya asildilar. Hammer'in

ifadesine göre, Pâdisahin emrine uymayan bir kaç kadi bile cezanin siddetinden

kurtulamadi. Pâdisahin, reâyâsinin menfaatlerini korumak ve onlara her ne

sekilde olursa olsun bir zararin gelmemesi için gösterdigi bu çaba, onun

tebeasini ne kadar düsündügünün bir isaretidir. Iyi bir Müslüman hükümdar olan

Kanunî'nin anlayisina göre, kendisinin idare ettigi halkindan yine kendisi

sorumludur. Gerek Kur'an-i Kerim, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde bu

konuda pek çok emir bulunmaktadir. Bütün bunlari bilen Pâdisah, elbetteki bu

emirlere riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu. Iste bunun içindir ki o,

halkinin malina en ufak bir zararin gelmesini istemiyordu. Harp içinde dahi

olsa, böyle bir zarara tahammül edemiyen hükümdar, aksine davranislarin, en

büyük ceza olan idamla sonuçlanacagini ilan etmekten çekinmiyordu. Onun,

kanunsuz davranislari affetmeyisi, orduda büyük bir disiplinin meydana gelmesine

sebep olmustu. Gerçi bu disiplin sadece Kanunî döneminde degil, hem daha önce,

hem de daha sonra vardir. Zira bütün Osmanli hükümdarlari, yönetme bakimindan

kendilerini Allah'a karsi sorumlu tutuyorlardi. Bu sorumluluk anlayisi onlarda,

baska dinden olan hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmisti. Bunun

içindir ki Kanunî dönemi Osmanli dünyasinin sosyal hayati ile birlikte

ordusundan da bahs eden ve Osmanli ülkesinde senelerce kalmis olan Avusturya

elçisi Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakin bir süre karargaha yakin bir

köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakindan görmek ve takib etmek firsatini

bulduktan sonra görgü ve müsahedelerine dayanarak asagida özetleyecegimiz su

bilgileri verir.

Yanimda bir iki arkadas oldugu halde kendimi belli etmeden her

tarafta dolastim. Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teskilâtlara mensub

askerlerin kendi karargahlarindan disariya çikmamalari oldu. Bizim

karargahlarimizda meydana gelen olaylari bilenler, buna inanmakta zorluk

çekerler. Fakat hakikat su ki, her tarafta tam bir sükût ve sükûnet hüküm

sürüyordu. Asla kavga ve münakasaya rastlanmiyor, herhangi bir cebir ve siddet

hareketi görülmüyordu. Sarhosluk, öfke veya hiddetten ileri gelen yüksek sesler

bile yoktu. Bundan baska her taraf öylesine temizdi ki, ne süprüntü, ne gübre

yiginlari, ne de göze ve buruna fena gelen bir seye tesadüf imkani vardi.

Busbecq, Müslüman - Türk dünyasina dis biledigi halde su ifadeleri kullanmaktan

da kendini alamaz. Simdi benimle beraber geliniz ve sarikli baslardan meydana

gelen bu büyük kalabaliga gözlerinizi çeviriniz. Türlü türlü, renk renk parlak

esvablar (elbiseler)... Her tarafta altin, gümüs, lâal, ipek ve atlas

piriltisi... Bu manzarayi dil ile anlatmak imkan disi bir is. Yalniz sunu

söyleyelim ki, gözlerim simdiye kadar bundan güzel bir manzara görmemistir.

Mâmafih, bütün bu servet ve ihtisam içinde yine de büyük bir sadelik ve iktisad

göze çarpiyor. Herkesin elbisesi ve mevkii ne olursa olsun, ayni biçimde.

lüzumsuz islemeler ve kenar süsleri yok. Halbuki bizde bu âdettir. Pek çok

masrafa mal olur ve üç günde de bozulup gider.

Elçi bunlari anlattiktan sonra, kumar ve sarhosluk bilmeyen askerin

çalgi ve türkülerle eglendigine, çagirip söyledikleri havalarin da gazâ ve

sehâdet (sehidlik) temlerini isleyen hamâset destanlari bulunduguna isaret

ettikten sonra, ordunun, hayvanî gidalardan ziyade nebatî, basit ve sihhî

gidalarla beslendigini, Ramazan ayini karsilamak için ise mutad yiyeceklerini

daha da sadelestirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde yalniz yiyip içmede degil,

haram ve yasak zevklere karsi da, oldugundan daha çekingen davranarak oruca

kendilerini hazirladiklarini söyler. O, Hiristiyanlarin perhize girmeden önce

sanki bu imsakin acisini pesin olarak çikarmak ister gibi, kendilerini çilginca

eglenceye, dans ve sarhosluga verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini

ziyaret eden yabancilarin, Hiristiyanlarin çildirmis olduklarini söylemelerine

sasilmamasi gerektigini uzun uzun anlatip, sonunda Türkler'de üstünlügün ve

basarinin sirrina temas ederek: Türkler'de seref ve makam, idarî mevkiler,

sadece liyakat ve bilginin mükafatidir.Tenbel ve agir olanlar, hiç bir zaman

yükselemezler. Iste Türkler'in, her neye tesebbüs ederlerse muvaffak olmalari,

hâkim bir irk haline gelmeleri ve her gün devletlerinin hududlarini biraz daha

genisletmelerinin hikmetini liyakat, kabiliyet ve çaliskanliga verdikleri bu

ehemmiyette aramalidir.

Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karsilastirinca gelecegin

bize neler hazirladigini düsünüp korkudan titriyorum. Karsilasan iki ordudan

biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- digeri ise mahv

olacaktir. Çünkü Türk ordusu sirtini kuvvetli bir imparatorlugun genis

kaynaklarina dayamis, zinde, tecrübeli ve sarslmamis bir kuvvet. Askerleri

zafere alismis, zor sartlara dayanma kabiliyetine sahip, intizam ve disipline

riayetkâr, uyanik ve kanaat ehlidirler. Bizimkilerde ise umumi bir fakirlige

mukabil hususi israf, yipranmis kuvvet, mâneviyat bozuklugu, tahammül yoklugu ve

idmansizlik var. Serkes askerler, aza kanaat etmeyen subaylar. Disiplin

kavramiyla alay ederiz. Basibosluk, sarhosluk, serkeslik ve zevke düskünlük

bizde alabildigine vardir. Bu durumda neticenin ne olacagi gün gibi asikârdir.

Herhalde simdilik Iran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler Iran'la

bir anlasmaya vardiklari zaman onlardan ve diger Sark devletlerinden de yardim

görerek bütün güçleriyle bogazimiza sarilacaklardir. Bu büyük tehlikeye karsi ne

kadar gevsek ve hazirliksiz oldugumuzu düsündükçe içim ürperiyor.

Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in dedigi gibi, gerçekten

de Osmanli medeniyeti âbidesi örülürken bu âbideyi yükselten her tas, mutlaka

kendi mevziine ve kendi mevkiine konmus bulunuyordu. Son derece titiz bir

inzibat fikri ile yapilan vazife ve selahiyet taksimi ise, devlet düzeninin

aksamadan dönmesinde en büyük rolü oynamakta idi.

Devletin bu mevzuda en göze deger örnegi olan ordusu, Belgrad'in

fetinden bes sene sonra Mohaç ovasina konarak Macaristan'in karsisina çiktigi

zaman , ezici kuvveti, essiz intizami ve ibâdet derecesine varmis cengaverligi

ile sanki bir ordu degil, efsanevî bir heybet ve azamet örnegi idi.

Daha önce, sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah'in, 23 Nisan

l526'da yüz bin kisilik ordu ve 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket

ettigine temas edilmisti. Yol boyunca orduya yeni yeni kuvvetler katilmis,

Istanbul'dan hareket edildikten iki buçuk ay sonra Belgrad'a varilmisti. Ibrahim

Pasa'nin basinda bulundugu öncü kuvvetler, Tuna Nehri üzerinde bulunan Petro

Varadin (Petervaradin)'i karadan ve nehirden sikistirarak alir. Bundan baska,

Bosna beyleri tarafindan Sirem mintikasindaki kaleler zapt edilir. Son derece

muntazam yürüyen ve etrafa hiç bir hasar vermeyen asil kuvvetler de Ilok (Illok,

Ulak) ve Ösek (Ösiyek, Eszek)'i almisti.

Osmanlilar'in, Macaristan üzerine yürüyecekleri haberini alan Macar

Krali II. Layos (Lui) bir taraftan harbe hazirlanirken, diger taraftan da Avrupa

kral ve prenslerine müracaat ederek yardim istemisti. Bu arada Macar meclisi,

kiralin bizzat savasta hazir bulunmasina karar vermisti.

Ösek kalesinin alinmasindan sonra Tuna'yi takib için iki üç gün

içinde gemiler üzerine kurulan köprüden Drava Nehri geçilecegi sirada Macarlar

karsi koymak istedilerse de muvaffak olamazlar. Nihayet Macar ordusunun Mohaç

ovasinda bulundugu da ögrenilmisti. Osmanli ordusu hem agir yürüyor, hem de harp

tertibati aliyordu. Sag kolda Vezir-i A'zam ve Rumeli beylerbeyi Ibrahim Pasa,

sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa, merkezde de Pâdisah, yeniçeri agasi ve

kapikulu askerleri mutad olan yerlerini alacaklardi.

Macar Krali II. Layos, Osmanli kuvvetlerini Mohaç ovasinda beklemeye

baslamisti. 26 Agustos'ta Mohaç'a gelen Osmanli ordusu muharebe düzeni alir.

Osmanlilar, büyük hücuma baslanacagi gece, muhtesem bir mum donanmasi yaparak,

yedi gögün yildizini bir yere toplamis sanilan büyük bir gazâ senligi tertib

ettiler. Mes'alelerin meydana getirdigi aydinlik ile kizil bir sevk ve heyecan

kiyameti yasayan ovada kösler vuruluyor, davullar, zurnalar çaliniyor, atlar

kisniyor, sancaklar dalgalanip kiliçlar sakirdiyordu. Aylardan beri siddetle

yagan ve araziyi yer yer bataklik haline getiren yagmur, hizini kesmekle

birlikte çiselemeye devam ediyordu. Mohaç ovasinin bir tarafi zaten Türklerin

Karasu dedikleri bataklika çevrilmisti. Kanunî, sabah namazini kildiktan sonra

askere belig bir hitâbede bulunmustu. Bundan sonra Pâdisah, gözleri yasli oldugu

halde ellerini göge dogru kaldirarak:

Ilahî, kudret ve kuvvet senden, imdad ve himaye senden. Ümmet-i

Muhammed'e yardim et. Müslümani yerindirme, kâfiri sevindirme diye dua eder.

Bu güzel davranisi gören Osmanli saflarindaki bütün askerlerde cesaret ve din

sevki artar. Birlesik bir duyguya kapilan süvariler, atlarinin üzerinden

siçrayip yapraklarin agaçtan düstügü yere atladilar. Yüzlerini topraga sürüp

secde ettiler ve Allah'tan kendilerine zafer nasib etmesini dilediler. Sonra

yeni bir sevk ile atlarina bindiler.Ve Pâdisahlarinin ugrunda canlarini

vereceklerine and içtiler.

Bu düzenin bir geregi olarak Pâdisah, cenk elbisesi, yani zirhli harp

elbisesi giymis ve beyaz bir ata binmis olarak merkezdeki yerini almisti. Sabah

namazi üzerinden saatler geçtigi halde iki taraf da taarruza geçmiyordu. Kanunî,

düsmanin iyice yaklasmasini bekliyordu. Nihayet Kanunî'nin bekledigi an gelir.

Ikindi vaktiine dogru, Osmanlilarin yerlerinden kimildamadigini gören Macarlar

taarruza geçerler. Böylece savas, 29 Agustos l526 (20 Zilkade 932) Çarbamba günü

ikindi zamani Macar hücumuyla baslamis olur. Osmanlilar'in son savas planina

vâkif olmayan Macarlar, altmis bin kisilik zirhli süvarileriyle eski Osmanli

plani zanniyle asil merkeze hücum ile isi halledeceklerini ümit etmislerdi. Buna

karsilik Osmanlilar da planin geregi olarak Macarlar'i merkeze çekip çenbere

almak suretiyle imha etmek istiyorlardi. Macar komutanlarindan Piyer Pereney ile

Papas Pol Tomori, bütün kuvvetleriyle Vezir-i A'zam komutasindaki Rumeli askeri

üzerine hücum ettiler. Osmanli kuvvetleri plan geregi olarak geri çekilip

düsmani içeriye aldilar. Bunun üzerine yandan Anadolu kuvvetlerinin sikistirmasi

ile Macar kuvvetleri daha içeri alinip toplarin önüne getiriliyordu. Bâli Bey

kuvvetleri, sür'atle düsmanin arkasini çevirerek Macar süvarilerini ikiye

ayirdilar. Bundan baska Macarlarin bizzat Kral Layos komutasindaki ikinci kolu,

Anadolu kuvvetlerinin üzerine yüklendi. Bu kuvvetler de mukavemet edememis gibi

hareket ettiginden bunlar da merkez üzerine yani Pâdisah'in bulundugu ordunun

kalbine dogru hücum ettiler. Kendisini muvaffak olmus gören düsman iyice içeri

girdi. Bu siralarda 35 (veya 32) Macar sövalyesi Kanunî'ye sokulmaya

çalisiyordu. Bunlar, Pâdisah'i esir veya öldürmeye yemin etmislerdi. Bunlar,

Marczali ismindeki birinin komutasinda bulunuyorlardi. Yeniçerilerin siddetle

çarpistigi ve Pâdisahin etrafinda küçük bir maiyyet kuvvetinin kaldigi bir anda

Marczali ile iki arkadasi, Kanunî ile bizzat karsi karsiya gelirler. Diger

arkadaslari, Pâdisaha sokuluncaya kadar imha edilmislerdi. Kanunî, tek basina bu

üç sövalye ile dögüsür. Bu esnada bir kaç ok yediyse de bu oklar, zirhi delip

vücuduna nüfuz edemedi. Sonunda Kanunî, üç sövalyeyi de bizzat kendi kiliciyla

öldürür.

Macar kuvvetleri içeriye alinip toplarin önüne getirildikten ve daha

önce de belirtildigi gibi gerileri de akinci ve deli kuvvetleri tarafindan

çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir. Macar ordusu bu atesin

dehsetiyle neye ugradigini sasirir. Bu saskinlik üzerine panige kapilip

darmadagin olurlar. Bu atesten sonra savasta komutan olan kral bir daha

görünmez. Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü bulunmustu. Osmanlilarin

kilicindan kurtulan askerler de gece karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp

bogulmuslardi. Mohaç Muharebesi iki saat sürmüstü. Bu muharebede Osmanli

ordusunun mevcudu 300 bin, Macarlarinki ise l50 binden fazla idi. Öyle

anlasiliyor ki, sayi itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az

degildi. Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini

anlatan tarihçi Peçevî, Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir olundu

denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur derken, iki tarafin kuvvetlerinin

denk oldugunu belirtmek ister. Keza Lütfi pasa da Macar askerlerinin sayi ve

durumunu su ifadelerle dile getirir: Ve 200 bin atli ve otuz bin piyade tüfenk

endâz her nereye ki atalar, hata etmezlerdi. Bu ifadelerden anlasildigina göre

Macar Krali'nin kuvvetleri 230 bin civarinda idi. Lütfi Pasa, Macar askerlerinin

sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir sekilde nasil cereyan

ettigini de anlatir. Ona göre Kral Layos, askerini üç kola ayirmis, bizzat

kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de, yeniçerilerin önünde bulunan ve

zincirlerle birbirlerine bagli olan toplara karsi, geçmek üzere bir gedik

bulamamistir. Bununla beraber Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler,

sonra plana göre Anadolu kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi

saglanmistir. Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret

ettigi gibi galip gelmislerdi. Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan

baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük bir ordu

bulunmakta idi.

Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine

dogru akinlara gönderilmisti. Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu. Böylece

Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti. Mohaç ovasindaki üç günlük

istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan Budin üzerine

yürür. l0 Eylül l526'da sehir teslim olur. Ordu sehre gelmeden önce Hiristiyan

olan yerli halkin bir kismi kaçmisti. Bu yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu

meydana getiriyorlardi. Bunlarin reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin

anahtarlarini Sultan Süleyman'a teslim etmisti. Böylece sehir, herhangi bir

mukavemetle karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur. Pâdisah,

sehir halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla

tecziye edecegini bildirir. Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip Kurban

Bayramini burada geçirir. Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a dönüsü

esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir. Ayrica Beçne

mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna ugratilarak dagitilir.

Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiç bir düsman kuvveti kalmamisti. Mohaç'tan

sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi, yani Transilvanya genel valisi

Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden baska hiç bir kuvvet kalmamisti. Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral

Layos ile beraber bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve müstakil

(bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti. Bundan sonra tarih, Osmanli

himayesinde bir Macaristan taniyacakti.

Osmanlilar tarafindan Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi,

Alman Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem de

kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir. Macar

Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da bulunan Macar

kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki krallik ortaya çikmis

oluyordu. Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey batisi Ferdinand'in idaresinde,

Orta Macaristan ile Erdel ise Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu. 2. Ikinci

Macaristan Seferi ve Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen

Zapolyai, Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkani geregi gibi

degerlendiremez. O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda toplanan

Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardim dahi istemisti.

Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafindan kralliga seçilmis bulunan

Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini firsat bilip büyük bir ordu ile

Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini Tokaj'da maglup etmesi üzerine

kayinpederi olan Lehistan Krali'nin yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai,

Osmanlilar'dan tekrar yardim istemeye mecbur olur. Bu yardim için de Istanbul'a

bir elçi gönderir. Gerçi Zapolyai böyle bir yardim talebinde bulunmasa dahi

Osmanlilar'in bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi. Bununla beraber onun

yardim talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir sekilde harekete geçmesine sebep

olmustu. Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti. 29 Subat l528

tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir hükümdar olarak

tanimaktaydi. Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin kendisini burada

birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek vergi vermek sartiyla Macar

Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in

Zapolyai'ye iade edilmesi istenir. Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu

ilk Avusturya elçilik heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda

kalir.

Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II. Macaristan seferinin

serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti. Aslinda Macaristan'in

yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik Zapolyai'nin idaresinde

yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a karsi tampon bir devlet olarak

birakmayi tercih eden Kanunî Sultan Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin

kisilik bir ordu ile sefere çikar. Macar topraklarina girildigi sirada,

Zapolyai, Istanbul'a gelen elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini

arzedip huzura kabul olunurlar. Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafindan nasil

karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari da verir.

Buna göre Zapolyai, diger kullari gibi kendisinin de Pâdisah'in kulu olmak

istedigini bildirerek söyle der: Ey Pâdisah-i âlem penah, Müslümanlardan ve

kâfirlerden (gayr-i müslim) kullarinin nihayeti yoktur. Ben dahi ol kullarinin

silkine münselik olmaga geldim (onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya

geldim). Ve hem Pâdisahtan bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine

diyelim. Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: Muradin desin,

elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (çalisalim) der. 3 Eylül'de Budin

önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada, sehirdekiler

teslim olurlar. Böylece sehir, yarim günlük bir mukavemetten sonra tekrar ele

geçirilmis olur. 7 Eylül'de sehre giren Kanunî, senelik belli bir vergi

karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek merasimle ona Macar Kralligi tacini

giydirir. Hammer'in ifadesine göre onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne

pâdisah, ne vezir-i a'zam, ne diger vezirler, ne beylerbeyiler, ne de yeniçeri

agalarindan biri degil, aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle

olmustur. Bununla beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini

öptürmüs, altin tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim

Pasa'yi, digerine de Zapolyai'yi oturtmustur. Böyle bir uygulama, Osmanli

protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir. Gerçekten, Küçük

Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac, Yeniçeri

Sekbanbasisi tarafindan Zapolyai'nin basina konmustu. Günümüzün ifadesiyle bir

Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak sancakbeyi (Tümgeneral)

derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na tac giydirmesi, Türk tarihinin

unutulmaz hadiselerinden biri olarak kalacaktir.

Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafindan

çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu. Bunu haber alan Osmanli istihbarati, derhal

harekete geçer. Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali Bey, 20

Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de Kanunî'ye gönderir.

Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir. Bu meshur tac, Macarlar tarafindan kutsal

sayiliyordu. Bu sebeple onlar, bu taci giymeyen hükümdara mesru krallari nazari

ile bakmiyorlardi. Ferdinand da Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu

tarihî taci ele geçirmek istiyordu. Korona denilen bu tarihî tac, üst üste

geçmis iki tactan mütesekkildir. Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz

mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip Hiristiyanligin

Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti. Sonradan Bizans Imparatoru

olan VII. Mikhail Dukas'in, Malazgirt Savasi'indan iki yil sonra (l073),

gönderdigi altin çelenk, iste bu Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek

suretiyle tarihî Korona son seklini almistir.

7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan

sonra, Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme karari

alir. Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar kasabasini ele

geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar. Bu arada Ferdinand'in

Viyana'da olmadigi anlasilir. Zira o, kuvvet toplamak için Avusturya içlerine

dogru çekilmisti.

Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27

Eylül'de baslar. Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile

malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi. Filhakika, Belgrad, Mohaç ve

Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif toplarla kalede

istenilen büyüklükte gedikler açilamadi. Almanlar, kaleyi büyük bir fedakârlikla

savnuyorlardi. Surlarin önünde iki taraf da agir zayiatlar veriyordu. Surlar

altindan lagim açma tesebbüsleri de basarili olamiyordu. Yine de araliksiz süren

çalismalar sonucunda surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda

bulunuldu ise de, havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak

sikintisinin had safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu.

Kanunî, l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet

içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar kuvvetli

olursa olsun imkânsizdi. l4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da basariya

ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir. Halbuki bu son hücum

sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma güçleri de tükenmek üzere

idi. Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine göre kisin vakitsiz gelip kar ve

yagmurun yagmasi üzerine Pâdisah-i Islâm emriyle leskere (askere) zarar ve

ziyan müretteb olmasin diye bir adami on bunun gibi hisara vermezen deyip

ândan dis varosu yaktirip ve yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten

sonra Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e gelüb.

Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu konuda Kanunî'nin ne

denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini anlamak mümkün olmaktadir.

Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma

karari alir ki, bu kararda kendi askerini düsünme payi büyüktür. Kusatmaya son

verme kararinin alinmasi üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere

bindirilerek Tuna üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir.

Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari

bir felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan

topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki hafta

daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti ? Kanunî

çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara edecekti. Bu

muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî güç birakmak icab

ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik bir yer kalmamisti. Böylece

Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî,

bu kadarini kâfi gördü. Bu seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus

veya yaralanmisti. Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu

seferden sonra Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6

Aralik'ta Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam

etmisti. Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis,

Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri ihtimali

ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi) Kanunî,

Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar cereyan etti.

Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber Istanbul'a bir elçilik heyeti

göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in kendisine verilmesini ister. Bu arada

Budin, Ferdinand kuvvetleri tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz.

Peçevî'nin (veya Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki

diger bazi kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî

Sultan Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u (Jan

Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için çesitli

bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar olunca krala

verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece Osmanli hükümdari l9

Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu arada o, Alman Imparatoru

Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. l00 bin kisiyi asan bir kuvvetle sefere

çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki

tekliflerini tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde

her sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle bir

teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam eder. Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu

Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir. Osmanli ordusu zorlu

bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir. Bu sirada Ferdinand'in

elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i harbe davet eden mektuplar

verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken, Osmanlilarla bir meydan muharebesi

yapmaktan çekindikleri için oyalama ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat

onlarin bu taktikleri pek fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri

harekâta devamla bazi sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin

etrafi yakilip yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a

ait topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele

geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand ortaya

çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile geri dönüldü.

Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in arzularina uygun bir

antlasma istemeye mecbur olmustu.

Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman

elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup verilerek

teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda Kanunî, bu kadar

zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç kere üzerine geldigini,

mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna ragmen ne kendisinden, ne de

kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine

gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini halletmelerini, kendisinin tabiiyeti

altinda bulunan reâyâ fukarasina yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve

çikrik alip pâdisahlik tâci giymemesini bildiriyordu.

Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz

binden fazla olup Çekaloz denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300

kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu sefer

yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939 Rebiülahir ) ayi

sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin basarili bir sekilde

sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub

ve Galata bes gece kandiller ile donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar,

bezazistan ve çarsilar geceleri dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün

birbirlerine ziyafetler çekerek eglendi.

Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora

yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle Sarlken'i

aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria komutasindaki filo tarafindan

bir hile ile alinmisti. Kalenin alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis

kaleye de yerli Rumlar yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa

edilecekti. Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi

sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz olarak öne

sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse Koron kalesi ile

Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin iade olunacagini

bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin cevabi Biz, harple

almayi tercih ederiz olmustu. Nitekim, Semendire Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde

Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi ile 940 Ramazan (l534 Mart)

tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir. Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini

ele geçirisini su ifadelerle günümüze ulastirir: Kalenin içinde, biri Frenk,

ikincisi o bölgenin âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç

kisim kâfir vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik

göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece, bir kismi,

köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar. Bundan sonra kâfirler

iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan Rum ve Arnavutlar, burayi

Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki Frnekler de canlarina emân verilmek

sartiyla savas yapilmadan teslim olurlar.4. Osmanli - Avusturya Barisi ve

Sonuçlari Osmanli seferleri karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi

sayesinde ayakta kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için

giristigi bütün tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan

Zapolyai'yi tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da

görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi üzerine

Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu sebeple o,

Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati, Osmanlilarin da isine

gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler büyük masraflara sebep oldugu

gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi, memleketin dogu hududlarinin ihmal

edilmesine sebep oluyordu. Bu durum, doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep

oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine

geçen oglu Tahmasb Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan

iki devlet arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti

Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.

l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik

heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak Estergon

kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra barisa riza

gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik bir sulha hazir

oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran) kalesine karsilik

Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini belirtmisti. Öyle anlasiliyor

ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler, epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim

Kanunî'nin bu sartlarini bildiren mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan

bir Osmanli elçisi, l Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in

ifadesine göre Viyana sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana

(merasim) ile kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht

üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde kabul etti.

Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat Ferdinand, Gran

anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik isareti oldugunu belirtmeye

çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un anahtarlari ile Ferdinand'in iki

mektubunu getirecek olan elçi Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket

eder. Böylece çavus (Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis

oluyordu. Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile

sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki veraset

iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hakim oldugu topraklar

kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için de her yil 30.000 altin

verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand, Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa

ile müsavi (esit, denk) sayilacakti. Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda

yaptiklari konusma hakkinda dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre

Pâdisah'in huzuruna kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi

tâlimat dairesinde konusarak, Sultan'a Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik

oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin mülkün

addeder, çünkü o, senin oglundur dediler. Buna karsilik Pâdisah, oglu

Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani olacagini bildirir. Bu

antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin hâkim olduklari yerler, bir sinir

hatti ile Osmanli temsilcileri nezâretinde belirlenecekti.

Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin

himayesi altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a

ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini bir

müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile ilgilenmelerine firsat

vermisti.

Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti

üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta

macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak protokol

geregince Pâdisah'a Pederim, Vezir-i A'zam'a da Birâderim diye hitab etmek

zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin ölümüyle taht vârisi küçük

Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin

yine Osmanlilari yardima çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden

geçirilerek Budin tamamen Osmanli idaresine geçecektir.

Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri

yeniden karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek

çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a bir

elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi istirhaminda

bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine teminat vermisti.

Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i

muhasara ederler. Bununla beraber herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum

karsisinda Macaristan'a yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.

Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel,

Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi, arkasindan

da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve süvari kuvvetleriyle

gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere çikar. Budin'i kurtarmaya giden

kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak

olamamislardi. Bu arada Budin'i almaktan ümidini kesen ve asil ordunun

yaklasmakta oldugunu duyan Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak

istedilerse de muvaffak olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir.

Ordugâhlari da Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak

Komaran mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi

sirada böyle basarili bir haber alinir.

Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler

kazip manialar koyduklari ve Istabur - Tabur adi verilen istihkâmlari

yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen Tabur adi, tarihlerimizde

Istabur seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü Macaristan

seferine Istabur seferi adi verilmistir.

Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki

karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri Budin'e

girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar Budin'in Türk

idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd damgali ahidnâme ile

kendisine nâib olan annesiyle birlikte Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan

Erdel (Transilvanya )'e gönderilir.

Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan

dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik Budin

Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad Valisi olup

aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra Macaristan'da derhal

arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan, Osmanlilara, Ferdinand'a ve

bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere üç kisma bölünmüs olur. Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar

topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden Osmanlilar,

Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci derecede degerli kimseler

arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin hem muktedir bir serdar, hem siyasî

kuvveti olan bir diplomat, hem de ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve

faziletli kimseler olmasina bilhassa dikkat ediyorlardi.

Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve

bu medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi, ayni

cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr alinan kültür ve

medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza edilirken, bir taraftan da

sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu

gayret hareketi, sür'atle inkisaf etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan

saraylar, câmiler, mescidler, medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler,

imâretler, köprüler, hanlar, çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik

bir Müslüman Türk beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan

fiskirircasina bu kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde

durup düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit

olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, Budin'i

önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi kelimetullah için

burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan bir Islâm sehri haline

getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak görüyorlardi. Bu sebepledir ki,

l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan Macaristan topraklari, vaktiyle

pâyitahtlik etmis sehirler gibi (Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden

biri sayilan Budin merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün

diger eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple

Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri bulunmakta

idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve bazi tevcihatlarda

bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla gelenler olarak belirtilebilir.

Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan

Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi

mahlûl timar tevcihi, hisar müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib

oldugu açik bir ifade ile belirtilmistir.(BOA. MD. nr. 26, s. 97.) Budin

beylerbeyileri, meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere

komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle olan

ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme baglanamazsa o zaman

Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu. Bundan baska, Budin'deki Pasa

Sancagi haslarinin miktari, buradaki cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da

bize Osmanlilar tarafindan bu eyâlete ne denli önemin verildigini

göstermektedir.

Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile

ilgili siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O

da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti daha

uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman, Kanu-nî'nin

Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek, gayret ve masrafi

tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan taraflarina, baska bir ifade ile

Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli

bir kisminin tek bir bayrak altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi?

denilmektedir. Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus

olmali ki, bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib

Gökbilgin de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu

tenkidlere söyle cevap verir:

a) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir. Binaenaleyh o devrin

zihniyeti ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün

olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri dönemin

olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini, anlayislarini, fikir ve

düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar. Ancak bu sâyede dogruya yakin

bir sonuca ulasabilirler.

b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen

topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti, bir

mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi askerî gücüne

borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini devsirme dedigimiz

sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil ediyordu. Devlet, Avrupa

seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha fazlasini bu yolla almak ve onlari

müslümanlastirmak suretiyle kendi nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem

sâyesinde hem Kur'an'a muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya

yaralanmak suretiyle savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu

korumus oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini)

saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için böyle

bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan dünyasi ile

savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.

c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman

olmayan bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli

ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için yapilan bir

mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan haberdar olmayan yerlere

ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz.

Peygamber'in hadislerinde açikça belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla

ilgili müjdelere nail olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye

önem vermislerdir.

d) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî

imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu düsünce bir

bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya ordunun paraya ihtiyaci

olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde edilebilir. Orta Avrupa ve

Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de ulasilmasi bakimindan kolaydir.

Bütün bunlara ilaveten sunlari da söylemek mümkündür:

XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet

mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek

düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin saglanmak

istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve özellikle Sünnî

olmalarindan dolayi olabilirdi.

O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi. Etnik bakimindan

bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar,

Afsarlar, Türkmenler vs.) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî) olmasi

onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu. Nitekim hem Sah

Ismail, hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler. Bununla beraber Iranlilik adina,

Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî Osmanlilarla kiyasiya mücadele

ediyorlardi. Binaenaleyh bir birlik söz konusu olamazdi. Safevîler,

Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta eski Iranliligi temsil

ediyorlardi.-

Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm

birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette bulunmadiklari

müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu. Zira böyle bir

ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine düsürecek, bu da Islâm

ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza böyle bir savasta cihâd da söz

konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i müslim devletlere karsi yapilan bir

mücadele idi. Bu sebeple Kanunî, Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan

Bati ile ugrasmayi yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye

düsürecek veya kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi

yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir. Nitekim Siî

Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la yapilan muharebeler ve bu

muharebelerin basariya ulasip zaferle sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu

göstermektedir.5. l543 Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de

geçiren Kanunî, Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski

isteklerini tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip

kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi taahud

ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak bakmadigindan

elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand, degisik milletlerden

mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu topamis bulunuyordu. Ferdinand'in

bu büyük hareketini Fransiz elçisi vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e

yardim göndermek için derhal hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste

önlerine gelen bu büyük ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen

kaleyi muhasara altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan

bu ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile gelmekte

oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda kalir. Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini

tamamlayan Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18

Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket eder. Bu

sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri, Pojega civarindaki

bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi zaptettikten sonra Siklos'u

kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina

yardima gider. Böylece kale 8 Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri

de teslim olmustu. Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin

yetismesi üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar

Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma altindaki

kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden siddetli bir muharebe

baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler, bir heyet göndererek l0 Agustos

l543'te teslim olurlar. Estergon'un fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in

elinden eski Macar kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney -

batisinda Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad

(Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi yerler

alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için civardaki kalelerin

zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî, Istanbul'a dönüs sirasinda

Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in Manisa'da vefat ettigi haberini alarak

büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten

sonra da oglunun nâsinin Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8

Saban'da Bâyezid Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda

eder. Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki

hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi olan

Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle nakleder:

Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve nice kal'alar fethi

için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in gurresinde (ilk günü) vaki

olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün hasta olup alti gün sahibfiras

(yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali) gecesi fevt olup azim matem olup mah-i

mezburun (belirtilen ay) dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim

Çelebi ve nice agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler.

Bütün çabalarina ragmen Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlayan

ve her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden

Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes yillik bir

baris antlasmasi yaparlar. Haziran l547'de bes yil için imzalanan bu muahede

(antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir. Zira meydana çikan Erdel hâdisesi,

harbin yeniden baslamasina sebep olur.

Daha önce de temas edildigi gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar

Kirali Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi.

Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup Erdel'in

buna verilmesine çalisiyordu. Bu duruma vâkif olan Osmanli Devleti, Ferdinand'i

tehdid ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez. Zira bu siralarda Osmanli

ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden kendisine bir sey yapamayacagindan

emindi.

Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca

Avusturya elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli

Beylerbeyi Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle

görevlendirmisti.

10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7

Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir. Ayrica,

Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek Osmanli hâkimiyetine

katar. Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra Timisvar'i kusatir. Fakat

iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine Belgrad'a döner.

Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e

girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada Segedin

sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin Beylerbeyi olan

Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine Segedin önlerine gelen Ali

Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.

Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer. Bu

tarihte Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir.

Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden beri Alman

Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand, Erdel

(Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan Macaristan için

30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede imzalamisti(l562).6.

Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri Osmanlilar'a bagli bir

voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri

alindiktan sonra siki bir sekilde devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar,

yarim asirdan daha fazla bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde

bulunmamislardi. Her ne kadar voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal

göstermisse de buna Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz

yumulmus ve sadece ikaz ile iktifa edilmisti.

Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat

göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil Osmanli

Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle yükümlü tutulmustu.

Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi esnasinda orduya elçisini

göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden avdette de vergisi olan 4000 duka

altin ile 40 kisrak ve 20 taydan ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti.

Hammer, Rares'in Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî

tarafindan karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle

nakletmektedir: Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan

hediyeleri bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus

elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri ortabasilarinin

serpusu) hediye eder.

Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten

yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya baslamisti.

Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere baslamis bulunan Petru

Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan Erdel'e tecavüz ettigi gibi,

Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice temasa geçmisti. Bundan baska

göndermekle yükümlü oldugu vergileri de göndermemeye baslamisti. Keza, Osmanli

Devleti'nin o taraflardaki mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet

kurmak üzere Erdel'e gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de

öldürtmüstü.

Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip

onlar tarafindan voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar sonrasi

Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir. Ancak bu kararini

gizli tutar. Barbaros'un donanma ile denize açildigi (7 Temmuz)'nin ertesi günü

Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu, Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi

zaman Kanunî Seferimiz Bogdan üzerinedir diyecektir. Ordu, Sultançayiri denen

mevkide iken Rares'ten gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak

Kanunî, ona verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve

gelip itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti.

Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis

oldugundan sefere devam edilmistir. Osmanli ordusunun harekâti karsisinda

dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan baska bir çare

bulamamisti. Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi gibi l6 Eylül l538'de

Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir. Bu sehrin fevkalade müstahkem

bir kalesi olmasina ragmen sehir halki, mukavemet edemiyecegini anladigindan,

kale anahtarilarini getirip Osmanli kuvvetlerine teslim eder. Bunun üzerine

Kanunî, sehirde umumi af ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda

seçmelerini ister. Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafindan b olunur ki bu,

muhtemelen Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir. Kanunî, bu yeni

voyvodaya bir de berat verir.

Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda

kalan yerleri ellerine geçirmislerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak haline

getirilmisti. Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa edilmis, Akkirman

ise müstahkem bir hâle getirilmisti. Yine bu esnada Bender sehri de ele

geçirilmisti. Bogdan meselesinin hallinden sonra Osmanli ordusu geri dönmüs,

sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib Giray'a da geri dönme izni verilmisti.

Osmanli ordusunun dönüsünden sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve

getirdigi yeni voyvoda ile yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar. Bunun

üzerine Kanunî Sultan Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa

voyvodaligi ona verir.ANADOLU'DAKI IÇ ISYANLAR

Kanunî döneminin önemli iç olaylarindan biri de Bozok bölgesinde

ortaya çikan Siî karekterli iç isyanlardir. Bu isyanlardan biri, Kanunî'nin,

Mohaç seferine çikip Budin'e dogru ilerlemekte oldugu bir sirada patlak

vermisti. Genel olarak bu isyanlar, Safevîlerin, II. Bâyezid ile Yavuz Sultan

Selim devirlerinden beri Anadolu'daki tahrikleri sonucunda Siî temayüllü Türkmen

gruplarinin çikardiklari isyanlarin devami mahiyetinde idiler. Yavuz Sultan

Selim devrinde siddet ve güçlükle teskin edilebilen Safevî propagandasi, Sah

Ismail'in oglu Tahmasb'in tahta geçmesi ile yeniden hiz kazanir. Oldukça genis

cephelerde cereyan eden bu isyanin baslica kiskirticisi ve müsebbibi,

Safevîlerin mezheb organizasyonuna bagli olarak yürüttükleri, sistemli

propaganda ile gizli ve isyankâr faaliyetleri idi. Bunlar tek merkezden idare

ediliyor ve her tarafta, hemen hemen her zaman görülebilecek mahallî bazi

haksizlik ve uygulamalar büyütülerek , türlü sekillerle muayyen zümreler tahrik

ediliyordu. Bir çok yerde birden patlak veren ve bir plan dahilinde oldugu,

müsterek hareketlerinden anlasilan bu isyan tesebbüslerinin Safevîler tarafindan

idare edildigini gösterecek pek çok sebep vardir. Osmanli Devleti'nin,

Budin'deki harple mesgul olmasi, Iran'i harekete sevketmisti. Böylece Iran,

Sarlken ile Ferdinand'a yardim etmis oluyordu. Isyan hareketini büyüten islerin

basinda, yapilan Iran propagandasi ile birlikte timar ve tahrir sebebiyle gayr-i

memnun bir sinifin ortaya çikmasiydi. Nitekim Bozok sancagi tahriri esnasinda

tahrir memurlarinin yaptiklari haksizlik, kisa zamanda bölgede bir

ayaklanmaninin baslamasina sebep olmustur.

Bu ayaklanma, Süglün Koca ve oglu Sah Veli ile Safevî halifesi

(ajani) Zünnûn adli kimselerin birlesmek suretiyle etraflarina Bozok

Türkmenlerini toplayarak harekete geçmeleri ile baslamisti. Onlar, bölgede

bulunan Müslihiddin adindaki kadi, onun katibi Mehmed ve Hersekzâde Ahmed

Pasa'nin oglu olan Sancakbeyi Mustafa Bey'i öldürürler. Beyleri Sehsuvar oglu

Ali Bey'in ölümünden dolayi kirgin olan Dulkadir Türkmenleri'nin katilmasiyle

isyan daha da büyümüs, Kayseri civarinda Karaman Beylerbeyi Hurrem Pasa'yi yenen

âsiler, Tokat taraflarina hâkim olmuslardi. Nihayet Höyüklü mevkiinde

sikistirilan âsilerle yapilan mücadelede (26 Eylül l526) âsilerin ele basilari

öldürülmüstü. Bununla beraber dagilan âsi guruhu yeniden toparlanarak ani bir

saldiri ile Rum (Sivas) Beylerbeyi olan Hüseyin Pasa'yi agir yaralayip, ölümüne

sebep olurar. Fakat güçsüz âsiler, Diyarbekir Beylerbeyisi Hüsrev Pasa'nin

kuvvetleri karsisinda dagilmaktan baska çare bulamazlar.

1527'de Adana taraflarinda çikan isyan ise Adana Beyi Pîrî Bey

tarafindan bastirilmistir. Ancak bu iki isyanin hemen akabinde, Karaman'dan

Maras'a kadar uzanan bölgede büyük bir isyan daha çikar. Bu isyan hareketinin

liderligini, Haci Bektas Veli sülalesinden oldugunu iddia eden ve Haci Bektas

Zâviyesi Post-nisini Kalender Çelebi yapmaktaydi. Sah ünvani da verilen

Kalender'in, mevkii sebebiyle kisa zamanda yaninda 30 bin kisi toplanmisti.

Bunlar, Siîligin iyice nüfuz ettigi, siki kayitlar yerine nisbeten serbest

yasamaya alismis, devletin birtakim mükellefiyetlerinden gayr-i memnun konar

göçer Türkmen gruplari idi. Kalender'in isyani haberi, Mohaç'tan dönmekte olan

Kanunî'ye ulasinca derhal tedbir alinmasi için emirler göndermis, Istanbul'a

vardiginda da Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi isyani bastirmakla görevlendirmisti.

Ibrahim Pasa, üç bin yeniçeri ve iki bin sipahiden mürekkeb bir kuvvetle tenkil

için sevk olunmustu.

Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa ve Karaman Beylerbeyi Mahmud Pasa'nin

eyâlet askerleri ile Cincife mevkiinde âsilere maglub olmalari üzerine Ibrahim

Pasa, birtakim ön tedbirler alma geregini duyar. Bu cümleden olarak o, daha isin

basinda, Kalender'in önünde maglub olan askeri, henüz harbe girmemis olan kendi

kuvvetleri ile temas ettirmez. Bundan sonra sadece Kapikulu askerlerini yaninda

tutar. Yenilgi haberini Dulkadir Eyâleti'nde alan Ibrahim Pasa, sür'atle

Elbistan'a gider. Pasa, bu isyan kuvvetlerinin üzerine yürüyüp bosu bosuna

Müslüman kani dökmektense, siyasî tedbirlerle hareketin sebebini ortadan

kaldirmak yolunu tutarak adâlet uygulamaya baslar. Zulüm ve gadrleri görülen

ümerâyi cezalandirir. Haksiz olarak zaptedildigi görülen timarlari sahiplerine

iade edip, bunlarin merkezî hükümetin rizasi olmadan yapildigini göstermeye

çalisir. Kalender Sah'in etrafindaki kimseleri, kaçak olarak giden casuslari

vâsitasiyle bundan haberdar edip, dehâlet edeceklerin affedilerek eski

vazifelerine iade edileceklerini ilan ettirir. Gelenlere iltifat göstererek

âsinin etrafindaki Türkmen asiretlerini kendi tarafina çeker. Sadrazamin bu

sekildeki âdil davranisi, Kalender Sah'in etrafindaki kuvvetlerin derhal

çözülmelerine sebep olur. Böylece o, Dulkadir Türkmenleri'ni kazanarak onlarin,

Kalender'in yanindan ayrilmasini saglar. Bunun sonucu olarak kuvvetleri büyük

ölçüde azalan âsiler üzerine çok itimad ettigi adamlarinin komutasinda küçük

birer müfreze göndererek 22 Ramazan 933 (2l Haziran l527)'de Bas Sariz (veya

Bassaz mevkii) Yaylagi'ndaki Kalender'i Iran'a kaçmadan yakalatip basini

kestirir.

Ibrahim Pasa, bu isyanin bastirilmasindan sonra Istanbul'a döner. Bu

isyan hâdiseleri merkezî hükümeti ciddi tedbirler almaya sevkeder. Bunun için

her tarafa tahkik heyetleri gönderilir. Bu heyetler sâyesinde halkin sikâyet

ettigi konular düzeltilir. Böylece gayr-i memnunluk zorla degil, hüsn-i tedbirle

giderildi ki, bu, Osmanli idaresinin karekteristik vasiflarindan birini teskil

eder. Herhalde asirlarca Devlet'in varligini devam ettirmesini saglayan

prensiplerin mahiyeti bu neviden davranislar sayesinde mümkün olmustur. Yukarida zikredilen isyanlardan iki sene sonra yani H. 935

(M.l529)'de Adana civarinda basina 5 bin kisi toplayan Seydi ve sonradan ona

iltihak eden Inciryemez adli Kizilbas âsilerinin çikardiklari isyan da, Ramazan

ogullarindan Adana Beyi Pîrî Bey tarafindan siddetle bastirilarak ele basilari

ele geçirilip öldürülmüslerdi.

Anadolu'da cereyan eden bu isyanlar sirasinda Istanbul'da Molla Kabiz

adinda birisi, câmilerde, Hz. Isa'nin Hz. Muhammed'den daha üstün oldugu

seklindeki görüslerini, âyet ile hadisleri kendine göre te'vil ederek halka

yaymaya baslamisti.

Çagdas tarihçi ve devlet adami Celâlzâde Mustafa'nin erbab-i

ilimden oldugunu söyledigi Molla Kabiz, Kanunî devrinin ilk yillarinda bir

zindiklik yoluna sapmis görünmektedir. Celâlzâde'nin ifadesine göre, Molla

Kabiz'in itikadina fesad gelmis, dalalet yoluna saparak harabatî bir hayat

yasamaya baslamistir. Hâdiseyi sadece dinî münakasa degil, ayni zamanda milli

bir emniyet meselesi olarak gören Osmanli hükümeti, fikir ve görüsleri,

Seyhülislâm Kemal Pasazâde tarafindan ilmî delillerle bu fikirleri çürütülmesine

ragmen, yine de iddiasindan vaz geçmeyen Molla Kabiz'i ölüm cezasina

çarptiracaktir.

Dönemin fikir, düsünce ve anlayisini ortaya koymasi; gerek devlet

adamlarinin, gerekse hükümdarin benzer olaylara bakisi açisindan önemli bir

hâdise olan Molla Kabiz olayina ana hatlariyla temas etmek gerekir.

Biraz önce belirtildigi gibi Hz. Peygamber aleyhinde konusan Molla

Kabiz, 8 Safer 934 günü bazi kimseler tarafindan Divan-i Humayûn'a getirilir.

Çünkü o, daire-i ser' ve edebten hurucuna ulemadan bazi sahib-i gayret

kimesneler tahammül etmeyüp bi'l-fiil Server-i kâinat üzerine (s.a.s.) Hz.

Isa'yi tafdil edüp mezkuru Divan-i Humayûna getirirler. Divan'da bulunan

pasalar, bu meselenin bir ser'-i serif isi oldugunu düsünerek olayi Divan

üyesi olarak orada hazir bulunan kadiaskerlere havale ederler. Bu sirada

Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi Rumeli, Kadirî Çelebi de Anadolu kadiaskeri

bulunmakta idiler. Dâvasini açiklamasi istenilen Molla Kabiz, inandigi seyleri

oldugu gibi anlatinca, her iki kadiasker de gazaba gelerek katlini emrederler. Gerek Kabiz'in, gerekse kadiaskerlerin buradaki davranislari ilgi

çekici bir mâhiyet arzediyor. Kabiz, iddiasini ortaya koyduktan sonra bunu

destekleyen bazi âyet ve hadisleri nakledip bunlarin açiklamalarini yapiyordu.

Bu yolla delillerini ortaya koyduktan sonra, israrla dâvasinin dogru oldugunu

söylüyordu. Halbuki, Molla Kabiz'in açiklamalari ile ilgili bazi ser'î

meselelerin kadiaskerlerin hatirinda bulunmadigi anlasiliyordu. Bu sebeple her

ikisinin de ser'î icaplara göre cevap vermekten âciz bulunduklari görülüyordu.

Bundan dolayi itidal yolunu terk edip gurur ve gafletin istilasina ugramislardi.

Böylece bu iki kadiaskerin, isgal etmekte olduklari mevkilerin tam mânasiyle

ehli olmadiklari meydana çikiyordu. Celâlzâde'nin ifadesine göre Molla Kabiz'in

iddialarina makul cevaplar veremeyen bu iki kadiasker, derhal katlini isterler.

Buna karsilik Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa ...bu sahsin müddeasi, ser'-i serife

muhalif olup hata ise ol hatayi gösterüb... bu konudaki süpheleri gidermek

gerekir, ser' ile cevabini verin... kizmak ve gazaba gelmek suretiyle edeb

hududlarini asan bir durum meydana getirmek ilim ve akil erbabina lâyik

degildir seklinde konustugu halde onlar Molla Kabiz'i inandigi fikirlerden

döndürecek bir sey söyleyememislerdi. Böylece Molla Kabiz'in kadiaskerler

karsisindaki ilmî üstünlügünü dikkate alan pasalar, Divan'i tatil edip Molla

Kabiz'i da serbest birakirlar.

Ancak bu durumu, pasalarin oturdugu tasra divanhâne üzerinde kafes

arkasindan takib etmekte olan devrin hükümdari Kanunî Sultan Süleyman, vezirler

huzuruna girer girmez, onlara hitab ile ...bir mülhid, Divânimiza gelüp

Peygamberimiz iki cihan fahrina tafdil-i Hz. Isa eyleyüp müddeasi isbatinda

ekavil-i bâtili tezyil eyleye, süphesi zâil olmayup ve cevabi verilmeyüb, niçin

hakkindan gelinmedi...? demistir. Bunun üzerine tekrar Divân'a getirtilen Molla

Kabiz'in iddialarini çürütmek üzere dönemin mümtaz bir simasi olan Seyhülislâm

Kemal Pasazâde ile Istanbul kadisi Mevlâna Sa'deddin Divâna dâvet edilirler.

Müfti'l-müslimîn olan Kemal Pasazâde Hazretleri büyük bir hilm ve edeb üzre

Kabiz'in iddiasini sorup ögrenir. Kabiz, okudugu bâzi âyet ve hadislere

dayanarak eski iddiasini tekrarlar. Bunun üzerine Seyhülislâm onun okudugu âyet

ve hadislerin mânalarini açiklayip gerçegi ortaya koyar. Celâlzâde Mustafa

burada su ifadeleri kullanir: Tamam itikadini beyan ve ayân edicek kaide-i

ilmiye üzre kendisinin su-i fehm ve idrakini gösterüp süphelerini tamam izâle

eylediler. Böylece hak (gerçek) zâhir ve bâhir oldu. Bu açiklamalar karsisinda

Molla Kabiz, dili tutulurcasina susmak zorunda kalir. Kaynagimizin dili ile

Kabiz'a sukût âriz olup tekellüm ve nutka mecali kalmayup melzûm ve mebhût

oldu. Kabiz susunca Kemal Pasazâde ayni yumusaklikla ona hitab ederek ...iste

hak ne idügü zâhir olup malum oldu, dahi sözün varmidir... bâtil inancindan

vazgeçerek hakki kabul edermisin? dedi. Molla Kabiz iddiasinda israr ederek bu

teklifi kabul etmez. Bundan sonra Müftü (Seyhülislâm) Istanbul Kadisi'na dönerek

fetva emri tamam oldu. Ser' ile lâzim geleni siz hükm idün... teklifinde

bulunur. Istanbul Kadisi da, Kabiz'a hitab ile Ehl-i sünnet mezhebi üzerine,

temiz inanç yoluna dönüp dönmedigini tekrar sorar. Fakat Kabiz inancinda israr

etmekte idi. Bunun üzerine katline hüküm verilir. IRAN SEFERLERI

Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine yeni umutlara kapilan Sah

Ismail, Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artirdigi gibi Kanunî'nin tahta

çikisini da tebrik etmemisti. Bununla beraber Osmanlilar'in Avrupa'daki

basarilari ve kendisinin Iran'daki mesguliyeti, onu zahirî bir dostuk

gösterisine itmisti. Sah Ismail'in ölümü ve çocuk yastaki (onbir yasinda) I. Sah

Tahmasb'in tahta geçmesi, Iran'da karisikliklara sebebiyet vermis, bu arada

Gilan hükümdari ve Iran'daki Sünnî ulema Osmanlilar'dan yardim istemisti.

Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a varincaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak

altinda toplamak ve Kizilbas-Safevî tehlikesinin kökünü kazimakti. Bu maksatla

daha Mohaç seferine çikmadan önce Dogu'ya bir sefer yapmayi düsünmüstü. Nitekim

o, Gilân Hâkimi'ne mektup yollarken, Sah Tahmasb'a da bir Tehdidnâme

göndererek söyle diyordu:

Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahimiza adam

gönderub arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu

noksan akilla tamam gururun ve daire-i dalaletten adem-i udûlun (sapiklik

yolundan dönmeyisin) olmagin insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem benim dahi an karîb

diyar-i sarka teveccüh-i humayûn ve azimet-i meymunuma mûcib ve bais oldu.

Otag-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve

turan vesair vilâyet-i Semerkand ü Horasan sahralarinda kurulmak mukarrer oldu. Avusturyalilar'la yapilan antlasma üzerine Bati'dan nisbeten emin

olan Kanunî , Dogu ile ciddi bir sekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet

meydana gelen iki önemli hâdise, Iran'a harbin açilmasina sebep olur. Bunlardan birisi , Bagdad'i ele geçiren Zülfikar Bey'in, Osmanlilar'a

müracaatla sehrin anahtarlarini Istanbul'a göndermesi idi. Bu siralarda

Osmanlilar, Viyana kusatmasi ile mesgul olduklarindan Tahmasb, yeniden Bagdad'i

ele geçirmisti. Bölgede cereyan eden bu hâdiseler, çagdas bir arastirmada

teferruatli bir sekilde anlatilir. Bununla beraber biz, fazla teferruata

girmeden olaylari kisaca vermek istiyoruz. Öyle anlasiliyor ki, Kanunî'nin

çikacagi I. Dogu seferinden önce, Bagdad ile Bitlis'te meydana gelen hâdiseler,

ilk firsatta böyle bir seferin yapilmasini gerektiriyordu. Türkmen Musullu

oymagina mensub Nohud Ali Sultan'in oglu olan Zülfikar Han, 934 ( l528 ) yilinda

Kelhur Hâkimi idi. Bu sirada Bagdad Beylerbeyisi olan amcasi Ibrahim Hân'in,

yaninda asker bulundurmadan yaylaga çikmasini firsat bilerek l0 Ramazan 934 ( 29

Mayis l528 ) günü bir baskinla onu öldüren Zülfikar Han, 40 gün kusattigi Bagdad

sehrini öldürdügü amcasinin ogullarinin elinden alarak kendisini Bagdad

Beylerbeyi ilan etmisti. Tebriz'in böyle bir oldu bittiyi tanimayacagini ve

kendisini cezalandiracagini kestiren bu Türkmen Beyi, Sünnî sehir halki ile de

anlasarak Bagdad'in anahtarlarini Kanunî'ye gönderdigi gibi onun adina Bagdad

darphânesinde sikke kestirip hutbe okutmustu. Böylece buranin Osmanlilar'a

bagliligini ilana baslamisti. Pâdisah, meshur Viyana seferi ile ugrastigindan,

Irak'a yardimci gönderemedi. Sonradan Sah Tahmasb, bir ordu ile gelerek Bagdad'i

günlerce kusatmis ve sonunda 3 Sevval 935 (l0 Haziran l529) günü, yine Muslu

boyundan Ali Bey'in, Zülfikar Han ile kardesi Ahmed Bey'i uyurken öldürmesi ile,

Bagdad kalesini ele geçirir. Böylece, Irak merkezinin kendiliginden Osmanlilar'a

tabi olusuna Istanbul'dan zamaninda yardim gelememesi, Pâdisahi manevî bir borç

altina sokmus oldu.

Iran'a karsi harbin açilmasina sebep olan ikinci hâdise ise Iran

beylerinden Ulama Han'in Osmanlilar'a, Osmanli ümerâsindan olan Bitlis Hâkimi

Seref Han'in ise Safevîler'e siginmalaridir. Esasen, Osmanlilar'in Teke

(Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll Sah - Kulu isyanina katildiktan sonra

Sah Ismail'in yanina kaçarak Safevîler'e iltica edip mansib alan Ulama Han,

Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli bir siyasî mevkie sahipti. Bu sirada, Sah

Ismail'in basveziri bulunan ve kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'in,

Isafahan'in Kendiman yaylaginda Samlu Hüseyin Han tarafindan öldürülmesini

firsat bilerek kendisini vezir tayin ettirmek istemisti. Bu maksatla Sah'in

yanina gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düsürdüler. Samlu ve

öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelülerin ezilmesinden ürken Ulama Han,

kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan, Osmanlilar'in hizmetine

girecegini, Diyarbekir Beylerbeyisi araciligi ile Istanbul'a bildirir.

Istanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocakli Beyi (IV.) Seref Bey'in Ulama'nin

aile fertleriyle birlikte Pâdisah dergâhina gönderilmesi ne gayret etmesi

bildirilmisti. Bitlis Hâkimi Seref Han vâsitasiyle Istanbul'a gelen Ulama,

kendisine delâlet eden Seref Han aleyhine birtakim sözler sarfederek, onun Sah'a

meyli oldugunu söylemisti. Köszeg muhasarasindan önce huzura kabul edilen Ulama

Han'a, ocaklik statüsü kaldirilarak beylerbeyilik haline getirilen Bitlis tevcih

olunmustu. Böyle bir haberi alan Seref Han, Sünnî olmasina ragmen Bitlis'in Iran

topragi oldugunu ilan etmis ve Sah Tahmasb'dan Osmanlilar'a karsi yardim

istemistir. O, Osmanlilar'in, birçok Anadolu hânedanina yaptiklari gibi,

kendisini de atalarindan kalma topraklarindan mahrum edeceklerini saniyordu.

Bunun üzerine Dulkadir ve Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir

Beylerbeyi olan Fil - Yakup Pasa yardimiyla Bitlis'i kusatan Ulama, Safevî

ordusunun yardima geldigini duyunca Diyarbekir'e çekilmistir. Bu arada Ahlat'ta

Sah'a büyük bir ziyafet çeken Seref Bey, ona agir armaganlar sunarak, kendisi de

murassa kiliç kemeri ve altin sirmali kaftanla taltif edilir. Tahmasb, 20 Safer

939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek kendisine Eyâlet penâh diye

hitab eder.

Bu davranisi ile Tahmasb, Osmanlilar'a bagli bir uç beyligini kendi

himayesine almis oluyordu. Bu hâdise, Iran'a savas açilmasina sebep olmustu. Bu,

bir Osmanli toprak parçasinin baska bir devlete geçmesi demekti ki, böyle bir

sey, Osmanli siyasetinin kabul edemeyicegi bir keyfiyetti. Iste bunun üzerinedir

ki, Iran'a karsi bir sefer açmak elzem hâle gelmisti. Almanya'ya bas egdirilmis

olmasi, böyle bir sefere imkân veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine

bizzat hükümdarin gitmesi icâb ediyordu.

Yukarida belirtilen bu iki önemli hâdise karsisinda Surhser

(Kizilbas) Iran'a sefer açmayi düsünen Kanunî, daha l525 Temmuz'unda Sah

Tahmasb'a gönderdigi tehdidnâmesinde böyle bir fikri tasidigini ima ediyor,

ancak Bati'daki isleri yüzünden buna imkân bulamiyordu. O, Iran beliyesini

ortadan kaldirip, Sünnî Türkistan'la birleserek, kendisini arkadan vuran ve

Avrupa'daki, yani diyar-i küfürdeki Islâmî ve insanî hamlesini yavaslatan

köstegi kaldirmak arzusunda idi. Gerek dedesi, gerekse babasinin zamaninda

meydana gelen ve Anadolu'yu isyanlarla karistiran Siîlige karsi onun düsünce ve

tutumunu gösteren bir gazelini burada zikretmek istiyoruz. Bu gazel, Sultan II.

Mahmud'un kizi Âdile Sultan tarafindan h.l308 (m. l890) yilinda Istanbul'da

bastirilmis ve dört tertip Türkçe divanindan birisi olan 236 sahifelikDivan-i

Muhibbî, s. l20'de bulunmaktadir.

Allah, Allah diyelüm, Sancak-i Sâhî çekelüm,

Yürüyüp her yanadan Sark'a sipahî çekelüm,

Iki yerden kusanalum yine gayret kusagin,

Bulasup toz ile topraga, bu râhi çekelüm.

Pâyimal eyleyelüm Kisveri'ni Surhser'ün,

Gözüne, sürme deyü dûd-i siyahi çekelüm.

Bize farz olmus iken : olmamiz Islâm'a zahîr,

Nice bir oturalum, bunca günahi çekelüm,

Umarum rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer,

Ey Muhibbî, yürüyüp Sark'a sipahî çekelüm.

l. Irakayn SeferiSinir bölgelerinde cereyan eden bu hâdiseler üzerine

zaten Iran'a sefer açmaya kararli olan Kanunî, hem Osmanli Pâdisah'i hem de

Islâm Halifesi adina hutbe okunan ve kale anahtarlari da gönderilmis bulunan

Bagdad'i Kizilbas zulmünden kurtarmak ve Irak'i almak üzere harp

hazirliklarini baslatmisti. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim l533)

tarihinde Vezir-i A'zam Damad Ibrahim Pasa'yi önden gönderir. Ibrahim Pasa,

Kasim ayi sonlarina dogru Konya'ya varmak üzereyken Ulama Han (Pasa)'nin

Bitlis'e girdigi ve IV. Seref Han'in basinin kesildigi haberi gelir. Zira bu

sirada Ulama Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil Yakup Pasa birlikte, Seref

Han'in Hizan'i kusattigi sirada ikinci defa onun üstüne yürüyerek maglub

etmislerdi. Bunun üzerine Seref Han'in oglu III. Semseddin, basina topladigi

kuvvetlerle mukabele ettiyse de karsi duramayacagini anladigindan Ibrahim

Pasa'ya müracaat eder. Bunun üzerine Ibrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklik

hâline getirip Seref Han'in oglu III. Semseddin'e verir. Böyle siyasî bir

manevrada bulunmakla Ibrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemis oluyordu. Zira

bu bölgede Seref Hanlar'in nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlilar'in Bitlis

Valisi olarak l574'e kadar 4l yil idarede bulunmustu.

27 Aralik l533'te Haleb'e gelen Ibrahim Pasa, burada kislamisti.

Kisin Van taraflarinda bulunan Ulama Han istimâlet tarikiyla Ahlat, Adilcevaz,

Ercis ve Van'i Osmanlilar'a itaat ettirmisti. Bütün bu faaliyetleri haber alan

Sah Tahmasb da harb hazirliklarina baslar. Bu esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp

orayi ele geçirmek isteyen Ibrahim Pasa, daha sonra Ulama'nin tesiriyle Tebriz

üzerine yürümeyi kararlastirir. Bunun için Birecik üzerinden Firat geçilerek l4

Mayis l534'te Diyarbekir'e varilir. Burada bir müddet kalinarak yeni siyasî

tesebbüslere girisilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen Ibrahim Pasa,

Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'in ordusu Sa'dabad civarinda

konakladigi zaman, Tebriz halkinin ileri gelenleri, Safevî pâyitahtinin

bagliligini arzederler. Böylece Ibrahim Pasa, l Muharrem 94l (l3 Temmuz l534)'te

savasmaksizin Tebriz'i ele geçirir. Pasa, burada müstahkem bir ordugâh insa

ettirerek buraya l000 kisilik bir kuvvet koyar. Sehre bir kadi tayin eder.

Böylece her türlü yagma ve kanunsuz hareketleri yasaklayip önlemis olur. O,

kimseyi incitmemeye ve halki memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. Ibrahim

Pasa'nin bu sekildeki hareketi kisa zamanda meyvesini verip tesirini

gösterecekti. Bununla beraber daha önce Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtina

karsi Ibrahim Pasa tarafindan acele yetismesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce 940

(23 Haziran l534)'te Üsküdar'dan hareketle Iran sinirlarina dogru yola çikar.

Ibrahim Pasa'nin bu istegine Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtinin sebep

olabilecegi endisesi ile birlikte asker arasinda meydana gelen huzursuzluk ta

vardi. Nitekim Peçevî'nin ifadesine göre düsman topraklarina girildigi zaman

asker içine gûna gûn fisiltilar düsüp Sah'a Sah gerek imis, mahall-i zarûrette

askere penâh gerek imis, Sah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i Islâm'in

hali ne olur deyü bir havf ve hasyet (korku) târi oldu. Tedbir sahibi vezir bu

hâle vâkif oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i

Pâdisahî'ye yazar Iznik, Kütahya, Aksehir ve Konya'dan geçilir. Pâdisah,

Konya'da bulundugu sirada Van ile birlikte elde edilen diger sehirlerin

anahtarlari gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdisah, Allah'a hamd ve

senâ ile büyük sair ve mutasavvif Mevlana Celâleddin-i Rûmî'nin türbesini

ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada Kur'an-i Kerim tilâveti ve

Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra, dervislerin kudûm ve ney sesleri arasinda

semâa baslamalari onu pek memnun etmisti.

Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün

sehir halki tarafindan tezahüratla karsilanmisti. Ertesi gün Pâdisah'la

seraskerinin ordulari Ucan'da birlestiler. 29 Eylül'de Pâdisah tarafindan büyük

bir divan toplanarak bunda seraskere, beylerbeyilerine, agalara, Defterdar

Iskender Çelebi'ye, Nisanci Seydi Bey'e ve Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa

Çelebi'ye tesrif hil'atleri giydirildi. Ordunun degisik siniflari da durumlarina

göre ihsanlara kavustular.

Ordu, Sultaniye'ye dogru yoluna devam eder. Buraya gelindigi zaman,

Sah Tahmasb'in memleketinin içlerine dogru geri çekildigi ögrenilir. Bu esnada,

daha önce Sah tarafinda bulunan bazi beylerin Osmanli bayragi altina kostuklari

görülür. Dulkadir Hânedanindan Mehmed Bey, Sahruh Bey'in oglu ve Iran'in bes

taninmis sahsiyeti burada zikredilebilir.

Gerçekten, Sah Tahmasb, Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekindigi

için yipratma taktiklerini kullaniyordu. Bu maksatla Osmanli ordusunun geçecegi

yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanli ordusu da halki

göçürülmüs, issiz ve harab bir arazide çok güç sartlar altinda Sultaniye'ye

gelebilmisti. Havalarin sogumasi, kar yagisinin baslamasi ve erzak darliginin

basgöstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi karari alinmisti. Zira bu

tabiat sartlarina göre güneye inmek ve orada kislamak gerekiyordu. Bu sebeple

Hemedan'a teveccüh edildi. Binbir zorlukla yapilan bu yürüyüs, dünya tarihinde

esine ender rastlanan bir vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmus,

toplar ise yagmurdan büyük zarar görmüslerdi. Bu arada yollarda birçok esya

kayip ve zayi' oldu. Bazi toplar da nakledilme imkansizligi sebebiyle yolda

birakilip topraga gömüldü.

Bu isler, serasker kethüdasi olarak, Basdefterdâr Iskender Çelebi'yi

alakadar ediyordu. Basdefterdârla Serasker olan Ibrahim Pasa arasinda bir

anlasmazlik vardi. Bu intizamsizliga ve yollardaki telefata çok kizan Pâdisah'a,

isin sorumlusu olarak Iskender Çelebi gösterildi. Bunun üzerine Basdefterdar

azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alinir.

Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine

varir. Bagdad önlerine varildiginda kale muhafizi Tekelü Mehmed Han'in

maiyetindeki askeri alip sehri terk ettigi görülür. Aslen Tekeli olan Mehmed

Han, Siraz'a kaçtigi için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l Camaziyelevvel 94l (28

Kasim l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da Pâdisah sehre girerek dört ay

kadar burada kalir. Böylece Bagdad, Osmanli ülkesine ilhak edilmis olur. Kanunî

Sültan Süleyman, bütün bu basarilarindan dolayi Ibrahim Pasa'yi ihsanlara bogar.

Diger devlet erkânina da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise

nisancilik mevkiine terfi ettirilir.

Böylece Bati'da Dâru'l-cihad adi ile anilan Belgrad'a karsilik,

Dogu'da da Dâru's-selâm denilen Bagdad, Osmanli ülkesine katilmis olur. Birçok

evliya türbesini koynunda bulundurdugu için Burc-i evliyâ, Abbasî

halifelerinin baskenti oldugundan Dâru'l-hilâfe, kapilari dis kapilarla örtülü

oldugundan da Zevrâ isimleriyle aniliyordu.

Kanunî, Bagdad'da bulundugu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret

ile insa ve tamir ettirmisti. Bu arada, Imam A'zam Ebû Hanife Numan b. Sâbit'in,

Gulat-i Siâ tarafindan yagmalanan kabrini buldurup ziyâret ederek burayi

temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi yapilmasini emreder. Sonra

Imam Musa Kâzim'in ve diger Islâm büyüklerinin türbelerini de ziyâret

eder.Böylece hem Sünnî, hem de Siîleri memnun eder. Bundan baska, Seyh

Abdülkadir Geylanî'nin kabri üzerinde bir türbe yaptirdigi gibi, yanina da bir

imâret yaptirir.

Asil hedefinin Kanunî degil, Ulama oldugunu söyleyen Sah Tahmasb, bu

arada Tebriz üzerine hareket ile Ulama'yi takibe baslamis ve onun Van kalesine

kapanmasi üzerine de burayi muhasara etmisti. Bu hâdiseeri haber alan Kanunî, 3l

Mart l535'te Bagdad'dan ayrilarak 30 Haziran'da Tebriz'e varir. O sirada

Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin alinmasi üzerine Derguzin'e kadar gelen

Kanunî Sultan Süleyman, Tahmasb'in izine rastlamayinca ordu tekrar Tebriz'e

döner. Kanunî daha sonra Tebriz'den Ahlat'a, oradan da Diyarbekir'e gelir.

Osmanli ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, bosaltilan

yerleri alarak tekrar Ulama'nin üzerine yürür. Van'i ele geçiren Tahmasb, oradan

Tebriz'e döner. Osmanli ordusu ise 8 Ocak l536'da Istanbul'a

ulasir.

Irak-i Arab ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle Irakayn Seferi

olarak anilan bu harekâtin, Osmanlilar bakimindan gözle görülür faydasi, Bagdad

ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmus olunmasidir. Bu sefer sonucu,

Osmanlilarin karsisina çikamayan Safevîler'in tamamen ortadan kaldirilamayacagi

anlasildigindan, bundan sonraki Osmanli seferlerinin asil gâyesi, Safevîleri

belirli bir sinir bölgesinin disinda tutmak olmustu. Askerî nokta-i nazardan ve

Ceziretu'l-Arab'in elde bulunmasi için elzemdi. Böylece Osmanli Halifeleri,

Haremeyn-i Serifeyn, Sam ve Bagdad'a sâhip olmakla Emevî ve Abbasî

hilâfetlerinin taht sehirlerini de memleketlerine katmis

oluyorlardi.

Bu sefer sonrasinda büyük bir san ve söhret kazanmis olan Vezir-i

A'zam Ibrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakayn seferi sirasinda

yaptigi hatalar, gurura kapilip kendisine verilen yetkileri sinirsiz bir sekilde

kullanmasi ve Defterdar Iskender Çelebi'nin öldürülmesinde rol oynamasi gibi

sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdigi vezirini devletin selâmeti için gözden

çikarmasina yol açmisti.

Pâdisah, Bagdad'da bulundugu dört ay içinde bütün bölgenin kadastrosu

mâhiyetinde tahririni yaptirarak, timar ve zeâmet sistemini buraya da tesmil

ettirir. Bu arada kadilar nasb ettirerek adâlet ve dogruluk prensibine bagli bir

adlî sistem gelistirir. Bu arada Basra Emîri Râsid itaatini arzettiginden buraya

dokunulmadi. Keza o, dinî âbide ve türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e

dahi giderek buralari da ziyaret eder.2. Ikinci Iran SeferiKanunî'nin, Irakayn

seferinden sonra on iki yil gibi uzun bir süre Avrupa ve Akdeniz hâkimiyeti ile

mesguliyeti, Sah Tahmasb'in Gürcistan ve Sünnî Sirvan'a hakim olmasina sebep

olmustu. Bu bosluk ona Özbekleri geri püskürtme imkâni da saglamisti. Bu arada,

Azerbeycan ve Irak-i Acem'de güçlü bir sekilde Siîlik tesis edilmisti. Sah

Tahmasb, bununla da yetinmeyerek Anadolu'ya ajanlar (halife, daî) göndermek

suretiyle Türkmen asiretlerini Erdebil ocagina bagli tutmaya çalismisti. Bununla

beraber Safevî hanedan üyeleri arasindaki tefrika ve Safevîler'in dayandigi

Türkmen gruplarinin birbirleriyle olan irtibatsizliklari, Iran'i içten içe

sarsmaktaydi. Nitekim Sah'in kardesi Elkas Mirza, Safevîler'in Sirvan hâkimi

iken bagimsizlik davâsina kalkistigi için kardesi tarafindan takibata ugramisti.

Elkas Mirza, bu takibattan kurtulmak için önce Derbend ve Kipçak taraflarina

kaçacak, daha sonra Azak ve Kefe'ye geçerek oradan bir gemi ile Istanbul'a gelip

Osmanli Pâdisahina siginacaktir.

Münasebetlerin, Iran'la ii olmamasindan dolayi Elkas Mirza iyi

karsilandigi gibi kendisine fevkalade ikramda da bulunulur. Zaten Elkas gelir

gelmez Pâdisah'i Sark seferi için tahrik ediyordu. Gerek bunun tesviki, gerekse

Sah'in eline geçen yerlerin tekrar alinmasi bakimindan böyle bir sefer

gerekliydi. Bu esnada Avusturyalilar ile bir antlasma imzalandigindan Iran

üzerine bir sefer açilmasina karar verilir. Böylece Tahmasb'in Sünnîler'e

tasallutu, Rüstem Pasa'nin Gürcistan üstüne gidilmesi yolundaki telkini ve

Özbeklerin yardim istemeleri sebebiyle kaçinilmaz hâle gelen Dogu seferi, Elkas

Mirza'nin da ilticasiyle kesinlesmis bulunuyordu. Bu seferin gerçeklesmesi için

l547 - l548 kisi hazirliklarla geçirildi. Bu esnada Bosna valisi olan Ulama Han

(Pasa), Iran halkinin durumnu iyi bildigi için Erzurum Beylerlebligine

getirilerek Elkas'a lala tayin edilir. Elkas, maiyetindeki kuvvetlerle 2l Mart

l548'de, Pâdisah ise 29 Mart'ta Istanbul'dan hareket eder. Bu gelismelerden

haberdar olan ve kardesi Elkas'in, Osmanlilar tarafindan tahta geçirileceginden

korkan Tahmasb da ordusunu toplamaya baslamisti. Öyle anlasiliyor ki, Tebriz'den

Senb-i Gazan'a gelerek burada bir ay konaklayan ve bütün ordusunu eli altinda

toplayan Sah'in, âdeti oldugu üzere Osmanlilar'in karsisina çikmak gibi bir

niyeti yoktu. O, Osmanli ordusu ugraginda (menzil) ve çevresindeki bütün yiyecek

ve yemlikleri, hatta içme sularini yok etmek, Anadolu içlerine Kizilbas

ajanlarini göndererek oradaki mezhebdaslarini ayaklandirmak suretiyle

karisikliklar çikarmak siyasetini güdüyordu. Böylece Osmanlilar, kuvvetlerinin

bir kismini kendi tebealari ile ugrasmak üzere geride birakmak zorunda

kalacaklardi. Bununla beraber olaylar, Sah'in arzuladigi sekilde gelisme

göstermiyorlardi. Zira, Osmanli Pâdisahi'nin Erzurum'a ulastigi siralarda,

propaganda için Anadolu'ya gönderilmis olan dört Safevî casusu, ellerindeki

mektuplarla birlikte yakalanmislardi.

Önce Van'i Safevîler'in elinden kurtarmak isteyen Kanunî Sultan

Süleyman, Ulama ve Pîrî Pasalar'i burayi zapta memur ettikten sonra kendisi

Tebriz üzerine hareket eder. Pâdisah'in komutasindaki Osmanli ordusu üçüncü defa

olarak tebriz'e girer. l5 Agustos'ta Van'a gelen Pâdisah, dokuz günlük bir

çarpismadan sonra (24 Agustos l548)'de Van'i Iranlilarin elinden tekrar almaya

muvaffak olur. Defterdar Sari Ilyas Çelebi'yi Van Beylerbeyligine tayin eden

hükümdar, geri dönmek üzere harekete geçer.

Sah Tahmasb, Van'in kaybedildigini ve Osmanlilar'in, kisi geçirmek

üzere Diyarbekir'e gittigini ögrenince Ercis, Ahlat ve Âdilcevaz taraflarina

tahripkâr akinlarda bulunur. Bu arada Kars kalesini tamir ve insa ile görevli

isçileri koruyan Pasin mirlivasi muhafizlarini kiliçtan geçirip öldürtür. Kaleyi

de yerle bir eder. Bu arada Tercan ve Erzincan taraflarina sarkan Sah,

Erzincan'i atese vermekten de çekinmez. Bu haberler, Diyarbekir'de bulunan

Kanunî'ye ulasinca, vezir Ahmed Pasa'yi büyük bir kuvvetle Sah'in üzerine

gönderir. Bu arada, kendi arzusu üzerine Elkas Mirza'yi da Kâsan, Kum ve Isfahan

taraflarini vurup yagmalamak üzere gönderir. Kuvvetlerinin mühim bir kismi imha

edilen Sah Tahmasb, sür'atle geri çekilerek Karabag'a gider. Kanunî ise Haleb'e

gelip kisi orada geçirir.

Sah Tahmasb'in, yeniden harekete geçmesi üzerine Kanunî l549'da ordu

ile tekrar Diyarbekir'e gelir. Bu arada iki devlet arasinda bulunan Gürcistan'in

bazan Osmanlilara, bazan da Iranlilar'a yanasmak suretiyle iki yüzlü hareketleri

ve Osmanilarin, Avrupa ile Akdeniz'deki mesguliyetleri esnasindaki tecavüzleri

sebebiyle bu isin saglam bir sonuca baglanmasi gerekiyordu. Zira Gürcüler,

Livane (Artvin) sancagina girip Ispir'e kadar dayanmislardi. Bu sebeple Pâdisah,

Diyarbekir'de kalip III. Vezir Ahmed Pasa basbuglugunda Erzurum, Karaman,

Dulkadir (Maras) ve Rum (Sivas) Beylerbeyileri ile Sancakbeyleri ve bir miktar

tüfekçi yeniçeri kendi Kethüdalariyla, ayrica Pâdisah'in otagina hizmet eden

Garipler bölügü de Agalari ile bu seferle görevlendirilirler. Gürcü Atabegi II.

Keyhüsrev'in merkez ittihaz ettigi Tortum üzerine yürüyen Ahmed Pasa, l8 Saban

956 ( ll Eylül l549 )'da burayi kusatir. Kalede mahsur bulunan Corci Aga teslim

teklifini reddettigi için savasa girisilir. Toplarla dövülen kale surlari

yikildigi için burasi 20 Saban'da feth olunur. Ahmed Pasa, burayi zapt ettigi

gibi bütün Tortum Çayi boyunu da ele geçirir. Fethedilen bu yerler, dört sancak

itibar edilmislerdi. Bu arada Kanunî, Adana - Konya yolu ile 2l Aralik l549'da

Istanbul'a döner.

Iran'a yapilan bu ikinci sefer sonucunda Hakkari'yi de içine alan Van

eyâleti kuruldugu gibi, Atabeglerin yurdu da dört sancak haline getirilmisti.

Sirvan ülkesi ise, Osmanlilar'in yardimi ile bir müddet için bagimsizligini

kazanmisti.3. Nahcivan Seferi Osmanli ordulari çekildikten sonra Sah Tahmasb,

l550 yili baslarinda Sirvan'i yeniden ele geçirmisti. Ayni yilin Mayis'inda

Özbek hükümdari Abdüllatif Han ile Sehzâde Barak Han'in Amuderya'yi geçip

Horasan'a akin etmeleri üzerine Tahmasb, Kazvin'den Sultaniye yaylaklarina

vararak hazirliklara baslamisti. Bu arada Ubeyd Han oglu Abdülaziz Han'in ölüm

haberini alan Özbek Hanlari, onun ülkesi Buhara'yi ele geçirmek üzere geri

dönmüslerdi. Bu yüzden Özbekler'den yana ferahlayan Sah, Tebriz'e ve oradan

kislamak üzere Karabag'a gelir. 958 (M. l55l) yazinda Sirvansahlardan Hasan

Bey'in oglu Dervis Mehmed Han'in ülkesi olan Seki'yi de istila eder.Bu siralarda

Erzurum Beylerbeyligine getirilen eski Van Beylerbeyi Iskender Pasa, Gürcü

Atabeylerinin elinde kalan son yerlere akinlar düzenleyerek l55l Mayis'inda

Ardanuç'u almis ve burayi bir sancak merkezi haline getirmistir. Iskender Pasa,

Ardanuç'ta Akkoyunlulardan kalma eski bir câmiin kalintilarini onarttirarak,

buraya bir boyahane ile 6l dükkâni vakfeylemistir. Böylece sancak merkezi haline

getirilen bu kasabanin kisa zamanda Islâmlasmasini da saglamisti. Iskender

Pasa'nin Ardanuç'u fethettigini duyan II. Keyhüsrev, Sah Tahmasb'dan yardim

isteyince o da Iskender Pasa üzerine yürür. Bununla beraber kisin yaklasmasi

üzerine bir sonuç alamadan Karabag'a döner. Tahmasb, daha sonra ordusunu dört

kola ayirarak Osmanli topraklarini isgale baslar. Erzurum'da Iskender Pasa'yi

sikistiran Tahmasb, Ahlat ve Van civarini yakip yikar. Bu arada Ahlat'i ele

geçiren Sah, burada büyük bir katliam yaptirir. Ercis ve Bargiri (Muradiye) de

zapteden Safevîler, l553 baharina kadar Dogu Anadolu'da tahrip ve öldürme

faaliyetlerine devam ederler. Bu hâdiseler Kanunî'yi, Erdel harekâtini durdurup,

yeniden dogu seferine çikma zorunda birakir. Bu sebeple derhal sefer

hazirliklarina baslayan Kanunî, Rumeli askerini Sokollu Mehmed Pasa komutasinda

Anadolu'ya gönderir. Vezir-i A'zam Rüstem Pasa da yeniçeri ve bölük halkiyla

Istanbul'dan hareket eder.

Rüstem Pasa, Ankara'ya geldiginde Kanunî'nin büyük oglu ve tahtin en

kuvvetli adayi olan Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa hakkinda bazi haberler

gönderme ihtiyacini duyar. O siralarda 38 yasinda bulunan Sehzâde Mustafa,

Kanunî'nin büyük oglu olmasi hasebiyle taht vârisi olabilecek durumdaydi.

Halbuki ogullarindan birinin veliahd olarak tahta geçmesini arzu eden Hurrem

Sultan, ona karsi pek iyi düsünmüyordu. Bu yüzden Sehzâde Mustafa gözden ve

tevccühten uzak tutuluyordu. Ilim ve marifette de kudretli olan Sehzâde Mustafa

diger sehzâdeler tarafindan da kiskanilmakta idi. Buna karsilik asker de

kendisini çok seviyordu. Sehzâde Mustafa da, artik babasinin yaslandigini,

sefere iktidarinin bulunmadigini, bu sebeple Rüstem Pasa'yi Dogu seferi ile

görevlendirdigini, bunun da kendisine düsman oldugunu, sâyet bunu yok ederse

kendisine taht yolunun açilacagi gibi telkinlere kapilarak saltanat davasina

sürüklenmisti. Rüstem Pasa ise sevmedigi ve muhalif oldugu Mustafa hakkinda

Kanunî'ye mektuplar göndermisti. Bunun üzerine Rüstem Pasa'yi geri çagirtan

Kanunî, bizzat sefere çikmaya karar verir.

l2 bin civarindaki yeniçeri, l8 Ramazan 960 (28 Agustos l553) 'ta

Istanbul'dan Üsküdar'a geçen Kanunî'yi, büyük bir merasimle karsilar. Kanunî,

yaninda oglu Cihangir bulundugu halde 22 Eylül'de Bolvadin'e gelir. O, kendisine

âsi rakip olacak diye tanitilan büyük oglu Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa'yi

da sefere katilmak üzere yanina çagirtir. 26 Sevval 960 (5 Ekim l553) günü Konya

Ereglisi civarinda babasina yetisen Mustafa, sairlerin tarih ibâresinde

belirttikleri mekr-i Rüstem ( = 960 yili) yüzünden o gün Pâdisah'in emriyle

çadirinda bogdurularak cenazesi Bursa'ya gönderilir. Rüstem Pasa da sadaretten

azledilerek yerine Kara lakapli II. Vezir Ahmed Pasa getirilir. Hurrem Sultan ve

Rüstem Pasa'nin isbirligi ve hileleri ile 6 Ekimde meydana gelen bu elim hâdise,

halk arasinda büyük bir infiale sebep olmustu. Bunun için Kanunî, sefer

arifesinde nahos bir olaya sebebiyet vermemek için Rüstem Pasa'yi azletmek

zorunda kalmisti.

Sehzâdenin ölümü, kendisini candan seven Anadolu halkini yaraladigi

gibi, nimetleriyle perverde olan yüzlerce bilgin, sair, san'atkâr ve seyh de bu

beklenmedik ölüme agliyorlardi. Bu arada Kanunî'nin süt kardesi olan Mehmed

Çelebi, olaydan iki sene sonra Pâdisah Iran seferinden Istanbul'a dönünce,

Sehzâde Mustafa'ya kiydigi için yüzüne karsi agir sözler söylemisti.

Sehzâde'nin, iftiraya kurban gittigi kanaati, devletin tamaminda ve hatta bütün

dünyada hâkim olmustu. Burada suna dikkat çekmeliyiz ki, Nahcivan seferinden

önceki 2. Iran sefer-i hümayûnunda Kanunî ile Sehzâde, karsilikli görüsüp

dertlesmislerdi. Bu mülakatta Kanunî, oglunun yüzüne karsi hakkindaki ithamlari

siralamis, fakat Sehzâde'nin cevaplari karsisinda kendisine hak vermisti. Ama bu

sefer, yani ölümünden önce meydana gelecek olan son karsilasmada Sehzâde, daha

babasiyle görüsme imkâni bulamadan öldürülmüstü. Gerçi Sehzâde Mustafa,

aleyhindeki havanin agirligini biliyordu. Hatta ikinci vezir Ahmed ile üçüncü

vezir Haydar Pasalar, bir bahane uydurup Amasya'dan gelmemesi için kendisine

haber göndermislerdi. Fakat Sehzâde böyle bir yolu tutmaya tenezzül etmedi. Zira

babasi ile yüz yüze geldiklerinde onu ikna edecegine kani idi.

Halk ve asker tarafindan sevilen Sehzâde Mustafa'nin katli, halkin

üzüntüsüne sebep olmustu. Bu bakimdan birçok sair Rüstem Pasa, Hurrem Sultan ve

hatta Kanunî'yi yeren siirler kaleme almislardir. Bu mersiyelerden en çok

bilinen ve yaygin olani sancakbeyi rütbesinde bir asker olan büyük mesnevi sairi

Taslicali Yahya Bey'indir. Yahya Bey, 7 bend ve 42 beyit tutan ve klasik Türk

siirinin mersiye vâdisindeki saheserlerinden biri olan bu çok cesurca yazilmis

olan manzumesinde Rüstem Pasa'ya siddetle çatmaktadir. Esasen Mekr-i Rüstem =

Rüstem'in hilesi terkibi de Sehzâde'nin katline tarih (H. 960 = M. l553) olarak

düsürülmüstü. Bu eserinde Yahya Bey, bütün ordunun hislerine tercüman olarak

Rüstem Pasa'nin idamini açiktan açiga istemisti. Büyük tarihçi Âlî (Gelibolulu

Mustafa Âlî) Yahya Bey'e: Gazab-i pâdisahîden havf etmedin (korkmadin mi) mi

ki, böyle nazma cür'et ettin? diye sorunca o da: Sehzâde'nin firaki beni

mecnun ve mecbur etmis idi der. Yahya Bey, Türk fikir hürriyetinin

âbidelerinden olan bu eserinde Pâdisahi da tenkid etmekle beraber nizâm-i

âlemi muhafaza etmek için hükümdarin aleyhinde daha fazla ileri gitmemistir.

Bununla beraber Rüstem Pasa, gerek kendisine, gerekse Kanunî'ye çatildigi için

sikâyette bulunarak Yahya Bey'in cezalandirilmasini istemisti. Fakat Kanunî Bu

makulelere kulak tutma ve intikam kasdin etme diyerek kendisini dahi tenkid

etmis olan Yahya Bey'i, himaye etmis ve makul tenkid hürriyetine saygisini

göstermistir. Bundan baska, birçok sair, halkin bu konudaki hislerine tercüman

olacak sekilde siirler kaleme almislardir.

8 Kasim'da Haleb'e ulasan Kanunî, burada ikinci bir aci ile sarsilir.

Bu aci, agabeyinin öldürülmesinden müteessir olan Cihangir'in hastaliginin iyice

ilerlemesinden sonra 20 Zilhicce (27 Kasim)'da vefat etmesiydi. Peçevî'nin

ifadesine göre Cihangir, sehzâdelerin en küçügü oldugundan dolayi Pâdisah

tarafindan çok seviliyordu. Doktorlarin bütün gayret ve çabalari, Sehzâdenin

hastaligina ve sonunda da ölümüne mani olamadi. Cenaze Namazi Haleb'de

kilindiktan sonra na'si Istanbul'a gönderilir. Kanunî, iki oglunun verdigi aciyi

hafifletmek ve biraz olsun avunabilmek için, Haleb, Sam ve Kudüs'te bozulan

düzeni yeniden tanzim edip yerine getirmek ve vakiflari gelistirmekle ugrasir. Kisi Haleb'de geçiren Kanunî, 6 Cemaziyelevvel 96l (9 Nisan l554)

günü Haleb'ten çikip sehrin önündeki Gökmeydan'da ordugaha geçen Kapikulu çerisi

ile ilerleyen Kanunî, 23 Cemaziyelevvel (26 Nisan)'da daha önceden gönderilen

usta ve isçiler tarafindan kurulmus bulunan Birecik köprüsünden geçerek Urfa'ya,

oradan da Diyarbekir'e gider. Burada yapilan divanda askerin Erzurum'da

toplanmasi kararlastirilir. Kendisi de Erzurum'a dogru yola çikar. Tahmasb ise,

daha önce yaptiklarini bir bakima tekrarlayarak pasif savunmasini sürdürür.

Ayrica, daha Kanunî ve ordusu yetismeden Hakkari, Gevas, Van ve Adilcevaz

taraflarini yagmalattigi gibi yollarin üstündeki her seyi de yakip yiktirir. 5

Temmuz'da Kars ovasina gelen Kanunî, Tahmasb'a bir mektup göndererek onu savasa

davet eder. Mektubunda, Rafizîlik'ten ve halkin mallarini yagmalamaktan

vazgeçmesini, sayet bütün korkusu top ve tüfek ise bunlari birakabilecegini,

savasmak için sadece kilicin da yeterli olacagini bildirmisti.

Bu siralarda Tahmasb, Nahcivan bölgesinde bulunuyordu. Kanunî'nin

mektubunu aldigi zaman ülkesi yer yer Osmanli kuvvetleri tarafindan tahrib

ediliyordu. Kanunî, mektubunda Osmanli ulemasinin verdigi fetvalari nakl ederek

onu Hz. Peygamberin seriatina davet ediyordu. Bu arada Kanunî, l7 Saban 96l (l8

Temmuz l554)'da Revan'a, daha sonra Nahcivan'a ulasir. Ancak çevrenin âdeta çöle

dönmüs oldugunu görür. Çevredeki saray ve konaklar da Osmanli ordusu tarafindan

yagma edilir. Böylece Safevî tahribinin öcü alinmis oluyordu. Tahmasb ise yine

Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekiniyordu. Kanunî daha ileri gitmeyerek geri

dönme karari alir. Hazirliklar basladigi sirada Osmanlilarin bazi kuvvetleri ile

Safevî kuvvetleri arasinda çarpismalar meydana gelir. Bu çarpismalar sonunda

Safevî kuvvetleri dagitilir. Bundan sonra Osmanli ordusu geri dönerek 6

Agustos'ta Beyazit'a gelir. Bu esnada Sah'in mektubunu tasiyan bir elçi gelir.

Tahmasb'in, Vezir-i A'zam Ahmed Pasa'ya hitaben yazdirdigi bu mektupta Pâdisah,

Sark'a on defa gelse bile karsisina çikilmayacagi belirtiliyordu. Bundan sonra

gelen mektuplarda da baris isteniyordu. Osmanlilar'in karsi cevabi, kendi

ülkesinde rahat oturup, fitne ve fesada karismamasi seklinde idi. Bundan baska

Kanunî, Safevîler'in kutsal sayilan yerlerinden olan Erdebil ve Tebriz'i tahrib

tehdidinde bulunmustu ki bu, Safevîler'i büyük bir telasa düsürmüstü. Gerçekten,

Osmanli hükümdarinin kuvvetlerini dagitmadan serhadde kislayip ertesi sene

Safevîler'in mukaddes sehri ve aile ocagi olan Erdebil üzerine yürüyüp tahrib

edecegi yolundaki tehdidi, Tahmasb'i barisi saglayip sulh yahmak üzere kesif bir

siyasî faaliyet göstermeye zorlamisti. Nitekim Osmanli ordusu, Elesgirt'e

vardigi zaman Tahmasb'in elçisi ile yeni bir mektubu gelir.

Aradaki düsmanligin kaldirilmasi ve barisin gerçeklesmesini

saglayacak olan bir mütarekenin kabulünü uygun karsilayan Kanunî, Sah'in

elçisine ayrica cevabî bir mektup verir. Kanunî'nin kisi geçirmek üzere

Amasya'ya hareketi ve burada beklemesi, baharda Osmanli ordusunun tkrar harekete

geçecegini ve Erdebil ile Tebriz'in tahribi yolundaki tehdidin ciddi oldugunu

isbatlamis; Tahmasb'i baris hususunda yeniden harekete geçmeye mecbur

birakmistir.4. Amasya Antlasmasi Kanunî Sultan Süleyman'in kisi Amasya'da

geçirdigi siralarda, Sah Tahmasb'in esik agasi (saray nâziri) Ferruhzâd Bey, 9

Cemaziyelahir 962 (l0 Mayis l555)'de çesitli hediyeler ve sahin mektubu ile

Amasya'ya gelir. Elçi ve maiyeti, Osmanli vüzerasi ile görüstükten sonra 2l

Mayis'ta divana kabul edilir. Elçiler Divân-i Hümayûna gelüb vezirlerin

karsisinda iskemlelerde oturdular. Sah, bu mektubunda, Pâdisah'in gönderdigi

mektubu sanki Süleyman Nebiden geliyormusçasina aldigini, kendisine büyük

saygi duydugunu, haberlesme kapisinin devamli surette açik bulundurulmasi

gerektigini ifade ederek halk arasinda da iyi münasebetlerin kurulmasina temas

ediyordu. Peçevî'nin aynen naklettigi bu mektubunda (Peçevî, I, 329 - 336) Sah,

dostluk teminati verdigi gibi Siîlerden Ka'be ve diger mukaddes yerleri ziyaret

etmek isteyenlere izin verilmesini de taleb etmekteydi. Büyük iltifatlara nail

olan Ferruh Bey'e, 8 Receb 962 (l Haziran l555) günü, Kanunî tarafindan, Sah

Tahmasb'a hitaben yazilmis bir mektup verilir. Osmanli - Iran devletleri

arasindaki barisi tasdik eden bu muhtasar mektupta, arzu edilen baris sulh u

salâh-i umûr ki, mutazammin-i âsâyis-i halk ve müstelzim-i intizâm-i ahvâl-i

cumhurdur ifadeleri ile hüsn-i kabul gördügü belirtildigi gibi, arada dostluk

kurulup, asagidaki su üç maddenin de müvafik görüldügü

belirtilmekteydi:

a) Iran'da ashab-i güzin ve hulefa-yi mehdiyyine sebb etmek (sövmek,

küfr etmek) olan Teberrâiligin men'i, yani taskin Siîler'in, üç halife (Hz. Ebu

Bekr, Ömer ve Osman) ile Hz. Aise'ye sögüp saymalarinin ve bunu bir merasim

haline getirmelerinin yasaklanmasi hususunda elçinin verdigi teminatin

gerçeklesmesinin umuldugu;

b) O taraftan herhangi bir fitne (kiskirtma) ve taarruz olmadikça

Osmanli hudud ümerasinin tecavüz ve taarruzunun men edilecegi;

c) Hacilarin refah ve itminanla hacci edâ etmelerine izin verlimesi

ki bu madde mektupta su ifadelerle yer almaktadir: Huccac-i Beytu'l-Haram ve

züvvar-i merkad-i Hazret-i seyyidu'l-enâm aleyhi's-salâtu ve's-selâm refahiyet

ve itminan ile ol saadete faiz olmalaridir.

Amasya antlasmasi ile Basra, Bagdad, Sehrizor, Van, Bitlis, Erzurum,

Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanli hâkimiyeti Safevîlerce taninmis

oluyordu. Böylece Gürcistan'da iki taraf arasinda nisbî de olsa nüfuz bölgeleri

tesis edilmistir. Bu antlasmadan sonra, Tahmasb'in l576'da vefatina ve Iran'da

karisikliklarin çiktigi zamana kadar Osmanli - Safevî münasebetleri dostâne bir

sekilde devam etmistir. Böylece, Osmanlilarla Safevîler arasinda otuz yedi

seneden beri araliklarla devam eden harblere son verilir. Bunun sonucu olarak

taraflar, her vesile ile aradaki sulhun te'yidine gayret sarfetmeye baslarlar.

Bu sebeple olsa gerek ki, Tahmasb, Süleymaniye külliyesinin açilisi (l5 Agustos

l556) münasebetiyle tebrikte bulundugu gibi kiymetli hediyeler de göndermisti.

Bundan baska bu antlasma sartari, ileride yapilacak olan Osmanli - Safevî

antlasmasinin temel unsurlarini teskil edecektir.IÇ OLAYLAR VE SEHZÂDELER ARASINDAKI MÜCADELE

Kanunî dönemi, Osmanli Devleti'nin askerî, siyasî, kültürel ve medenî

faaliyetler gibi hemen her sahada zirveye ulastigi bir devirdir. Bununla beraber

bu dönemde de bazi iç karisikliklar oldugu gibi taht kavgasi için sehzâdeler

arasinda da mücadeleler olmustu. Hatta yine bu dönemde baba ile ogul arasinda da

böyle olaylara rastlandigi için bizzat Kanunî kendi oglu Mustafa'yi feda etmek

zorunda kalmisti. Bu sebeple biz de dönemin bu neviden olaylarina kisaca

deginmeye gayret edecegiz.

l. Kirim HâdiseleriKanunî döneminde Osmanli Devleti'ne bagli Kirim'da

aile kavgalari ve kardesler arasindaki mücadeleler artmisti. Osmanlilar, bu

mücadeleyi dikkatle takip ediyorlardi. Islâm Giray'in yerine hanliga tayin

edilen Sahib Giray, Istanbul'dan Kirim'a gidince kendini ister istemez

mücadelenin içinde bulmustur. Zira eski han Islâm Giray, Sahib Giray'in

Osmanlilar'in destegi ile hanlik makamina oturmasini ve otoritesini kuvvetle

tesise çalismasini hos karsilamamisti. Sahib Giray ise muhaliflerini yok etmek

ve otoritesini saglamlastirabilmek için çalismalara baslamisti. Bu sebeple önce

Nogaylar'a yaklasarak onlari kendi taraffina çekmis ve Islâm Giray'in,

Mangitlar'in basi olan, Kirim asilzâdeleri arasinda sahsî cesaret ve cür'etiyle

sivrilen Baki Bey tarafindan öldürülmesinden sonra da bu defa Nogaylar'a karsi

cephe almistir. Sahib Giray, siyasî bir manevra ile ayni zamanda yegeni olan ve

kendisine karsi muhalefette bulunan Baki'yi kendi saflarina çekmisti. Birlikte

giristikleri Moskova seferi sonrasi onu da ortadan kaldirmaya muvaffak olmustur.

Daha sonra basi bos ve otorite tanimayan Nogaylar'a karsi Sirinler'le birleserek

l546 - l547'de Kirim tarihinde Nogay Kirimi adi verilen olay cereyan etmistir.

Han'in, atesli silahlari önünde Nogaylar, büyük bir bozguna

ugramislardi.

Kabile aristokrasisine karsi Kirim'da, Osmanli modeline göre bir

hâkimiyet tesisine çalisan Sahib Giray'in, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmasi,

Osmanli vezirleri arasinda aleyhine bir faaliyetin baslamasina sebep oldu. Sahib

Giray da bu faaliyeteri tahrik edici bazi hareketlerde bulunmaktan çekinmiyordu.

Nitekim Kanunî'nin Iran'a yaptigi sefere yardimci kuvvet göndermemesi, gözden

düsmesine yol açmis ve onun müstakil bir hanlik kurmak için çalistigi yolundaki

söylentileri kuvvetlendirmistir. Bu arada Sahib Giray, Kazan Hanligi'nda vefat

eden Safâ Giray'in yerine Istanbul'da yetismis ve bir ara Saadet Giray zamaninda

kalgay olmus olan Mübarek Giray'in oglu Devlet Giray'in b ve tayinini

Pâdisah ve Divan'dan istemis, muhtemelen bu suretle bir rakipten kurtulmayi ümid

etmisti. Fakat aleyhinde kurulan bir tertiple kendisi azlolunur. Bundan sonra

Osmanli Devleti tarafindan Kirim'a gönderien Devlet Giray, askerleri yanindan

ayrilan Sahib Giray'i yakalayarak üç oglu ile birlikte öldürür. Ruslarin büyük

bir düsmani olan Sahib Giray ortadan kalktiktan sonra Ivan Vasili, Kazan ile

Ejderhan'i zaptederek çar ünvanini almisti. Bununla beraber, Devlet Giray'in

hanligi zamaninda Ruslarin eline düsen Ejderhan H. 96l (M. l554)'de geri

alindigi gibi Moskova'ya akinlar yapilarak Ruslar vergiye baglanmisti. Devlet Giray, Zigetvar seferinde Mirzalar komutasinda Tatar askeri

göndermisti. Bu kuvvetler, Erdel Beyi Sigismund Zapolyai ile birlikte bir sene

önce Avusturyalilar'in eline geçmis bulunan bazi yerlerin geri alinmasinda büyük

hizmetler görmüslerdi.2. Düzme Mustafa OlayiDevleti bir müddet mesgul eden bu

olay, Osmanli tarihinde ayni isimle ortaya çikan ikinci vak'adir. Kanunî, 2l

Haziran'da Amasya'dan hareket edip Istanbul'a dogru ilerlerken, Rumeli'nin

muhafazasi için biraktigi Sehzâde Bâyezid'den bir haber alir. Bu habere göre,

Sehzâde Mustafa'ya çok benzeyen bir adam, genis kapsamli bir isyan hareketinde

bulunmaktadir.

Kimligi ve nesebi pek bilinemeyen bu adam, seklen maktul Sehzâde'ye

benzediginin birçok kimse tarafindan söylenmesinden cesaret alarak saltanat

sevdasina düser. Bu sebeple kendisinin Sehzâde Mustafa oldugunu söyleyerek

Selanik ve Yenisehir taraflarinda ortaya çikar. O, Silistre ve Nigbolu

sancaklarinda Simavna softa ve dervislerinden de bir hayli taraftar toplamisti.

Bu isyanin, özellikle Dobruca çevresindeki Seyh Bedreddin taraftarlari arasinda

gelismesi dikkat çekicidir. Saltanatini ilan eden ve kendisine bir vezir ile

Simavna softalarindan iki kadiasker tayin eden Düzme Mustafa, etraftaki

zenginlerin çiftliklerini basmaya ve vergi toplamaya baslar. Bu yolla gasb

ettigi mal ve parayi fakirlere dagitarak etrafina l0.000'e yakin adam toplamaya

muvaffak olur. Peçevî, bu anarsik olayi tafsilatli bir sekilde günümüze

aktarmaktadir. Bununla beraber biz, konuyu fazla uzatmadan kisaca özetlemek

istiyoruz:

962 ( M. l555 ) senesi, Yenisehir ve Selanik dolaylarinda nesebi

meçhul kötü yaratilisli biri ortaya çikar. Bazi serseri ve asagilik kimseler,

kendisine rahmetli Sehzâde Mustafa'ya benziyorsun diye onun fesad dolu kafasina

bir saltanat sevdasi soktular. Böyle diyenlere o : Aman, Allah rizasi için

sirrimi ifsa etmeyin, celladin pençesinden kurtulan basima kast etmeyin diye

fesad ve kötülüklerle dolu isini sürdürür. Bu is o kadar ileri vardi ki, birçok

serseri ve hatta akli basinda kimseler, onun gerçekten Sehzâde Mustafa olduguna

kandilar. Güya rahmetli Sehzâde Mustafa katlolunacagi sirada, celladin elinde

Mustafa'ya benzer baska bir suçlu bulunuyormus, o öldürülmüs ve Sultan Mustafa

serbest birakilmisti.

Durumun, gittikçe nezâket kazanip ehemmiyet arz etmesi üzerine

Rumeli'nin asayisi ile görevli Sehzâde Bâyezid, gerekli tedbirleri almaya

çalismisti. Bu cümleden olarak Nigbolu Beyi olan Dulkadirli Mehmed Han, âsileri

te'diple vazifelendirilmisti. Mehmed Han, çesiti vaadlerle Düzme Mustafa'nin

vezirini elde etmisti. Bunun üzerine bu adam da Düzme Mustafa'yi yakalayip

Nigbolu Beyi'ne teslim eder. Düzme Mustafa, daha sonra Istanbul'a gönderilerek

idam edilmis ve cesedi, Sehzâde Mustafa olmadiginin isareti olarak halka teshir

edilmistir.3. Sehzâde Bâyezid Olayi Kanunî döneminin önemli olaylarindan biri

de, süphesiz ki sehzâdeler arasinda saltanata geçip tahti elde etme mücadelesi

idi. Bilindigi gibi Kanunî Sultan Süleyman'in ogullarindan Sehzâde Mustafa ve

Cihangir'in vefatlari üzerine taht vârisi olarak iki sehzâde kalmisti. Bunlar,

Selim ile Bâyezid idi. Saray, gayr-i memnun sinif ve diger bazi insanlarin

tesvikleri ile bu iki kardes âdeta rakip duruma gelmislerdi. Kanunî'nin,

yaslanmaya baslamasi, kendisinden sonra tahta kimin geçecegi konusunu gündeme

getirmisti. Kendi ogullarindan birini tahta geçirmek isteyen Hurrem Sultan,

tahtin kuvvetli vârisi Sehzâde Mustafa'nin katlinde müessir oldugu gibi, kendi

ogullari arasinda dahi bir tercih yapma durumuna gelmisti. Hurrem Sultan, iki

oglundan Bâyezid'i tercih etmekle birlikte öz ve büyük oglu Selim'e karsi cephe

aldigi da söylenemez. Sehzâde Selim'in Nahçivan seferinde babasinin yaninda

bulunmasi ve yumusak huylulugu ile babasinin üzerinde müsbet bir tesir

birakmasina karsilik, Hurrem Sultan da Bâyezid üzerine kanat germis, hakkinda

duyulan ufak tefek itimatsizliklari gidermis, hatta onu, Konya'dan daha iyi bir

mevki gibi telakki edilen Kütahya sancagina naklettirmisti. Bu esnada (l558)

Bâyezid, Kütahya'da Mekke emîri tarafindan elçilikle Istanbul'a gönderilen

Kutbeddin el-Mekkî'yi kabul etmis ve ona, kendisine saltanat müyesser oldugu

takdirde her sene kanun geregi Haremeyn-i Serifeyn'e gönderilmekte olan Sürre

-i Hümayûn vesilesiyle, gerçeklestirmek istedigi bazi arzularindan bile bahs

etmisti. Gerçekten Bâyezid, sahsiyeti, kültürü ve yasayisi bakimindan tahta en

yakin aday olarak görülüyordu. Selim'in, Manisa'da nedimeri ile eglenceye

dalmasina karsilik Bâyezid, Kütahya'da bir ilim ve irfan muhiti kurabilmisti.

Fakat Hurrem Sultan'in ayni sene vefati üzerine Bâyezid, büyük bir hâmisini

kaybetmis oluyordu. Bundan sonra Selim ile Bâyezid arasinda birçok

anlasmazliklar çikar. Her iki sehzâdenin taraftarlarinin tutumlari gittikçe

aradaki soguklugu artiriyordu. Bu arada her iki sehzâdenin de hizmetinde bulunan

Lala Mustafa Pasa'nin çevirdigi entrikalar, taraflari tam anlamiyla birbirine

düsürdü. Kardesler arasindaki münaferet ve çekismenin artmasi üzerine vaziyeti

dikkat ve titizlikle takip eden Kanunî, duruma müdahele eder. Sehzâdelerden her

birine 300.000'er akça terakki vermek suretiyle onlarin sancaklarini degistirir.

Selim'i Manisa'dan Konya'ya, Bâyezid'i de Kütahya'dan Amasya'ya tayin eder. O,

bununla da kalmayarak Selim'in sehzâdesi Murad'a Aksehir, Bâyezid'in büyük oglu

Orhan'a da Çorum sancaklarini tevcih eder.

Fakat bu tahvil, Sehzâde Bâyezid'i memnun etmemisti. Zira o,

pâyitahttan uzak bir yere yapilan bu tayini, bir hakaret olarak kabul ediyordu.

Nitekim Bâyezid, bir mektubunda, bu tayin isinde Selim'in parmaginin

bulundugunu, bunun da Selim'in kendisine tercih edildigi anlamina geldigini

yazarak bu hakaretten ölmek yeg idi diyerek hissiyatini belirtmisti. Bu

sebeple Amasya'ya gitmek istemiyordu. Bâyezid'in, Kütahya'dan ayrilmamak için

ileri sürdügü mâzeretleri kabul etmeyen Kanunî, bu sehrin imari hususunda pek

çok para sarf ettigini, bu bakimdan nakil için paraya ihtiyaci oldugunu

bildirmesine karsilik hükümdar, onun, Kütahya'dan hareketini bildirir bildirmez

kendisine para gönderilecegi cevabini vermisti. Bâyezid, bundan sonra da bazi

bahaneler ileri sürdüyse de nihayet l5 Muharrem 966 (28 Ekim l558)'de

Kütahya'dan ayrilmak zorunda kalmisti. Bununla beraber çok yavas yol aliyor ve

konaklarda gerekenden fazla kalarak babasinin vaadlerini yerine getirmesini

bekliyordu. Esasen çok kalabalik bir kafile ile hareket edip yola çikan Sehzâde

Bâyezid'e, yol boyunca birçok kimse iltihak ettigi için gittikçe kuvveti de

artiyordu. Bu vaziyet karsisinda endiseye kapian Kanunî, Bâyezid'e sözünü

geçirebilecek ve onu yatistirarak bir an önce Amasya'ya gitmesini saglayacak bir

nasihatçiyi gönderme zaruretini duymustu. Bununla birlikte tarafsiz hareket

etmis olmak için ayni anda Sehzâde Selim'e de bir baskasini göndermeye karar

verir. Su kadar var ki kendi emirlerine itaat eden Selim'e gönderilen sahis bir

nasihatçidan ziyade bir müsavir gibi vazife görecektir ki bu, üçüncü vezir

Sokollu Mehmed Pasa'dir. Bâyezid'in yanina gönderilen dördüncü vezir Pertev Pasa

ise sehzâdeyi yatistirmaya çalismis, fakat yatismis gibi görünen Bâyezid,

babasina ve Selim'e karsi olan tutumunda bir degisiklik yapmamistir. Bu arada

Bâyezid, babasina karsi tehdid unsurlari ihtiva eden mektuplar göndermekten de

çekinmemistir. Nitekim bir mektubunda o, Bendenizi sorarsaniz rûz-u seb (gündüz

- gece = her zaman) hayir duaniza mesgul bilesüz, amma ki gam ve gussadan ve

gayretten helâk bilesüz. Ah bilmem ne idem bana karindasimin hatiri içün acîb

zulm eyledünüz, beni yerümden yurdumdan ayirdiniz diordu. Gerek davranislari,

gerekse gönderdigi mektuplar yüzünden Kanunî, tamamen Selim'e meyletmistir.

Tarihçilerin bildirdigine göre Bâyezid, yevmlü adiyla birçok eskiyayi yanina

toplayip onlari kapikulu, sekbân ve tüfekçiyan yazdirip 20.000 civarinda bir

kuvvete sahip odugu haberinin gelmesi üzerine iki taraf artik yavas yavas geri

dönülmesi mümkün olmayan bir yolun esigine gelmisti. Bâyezid'in, ister silah

zoru ile saltanat tahtini ele geçirmek, ister nefsini müdafaa gayesiyle etrafina

kuvvet toplayarak bir ordu meydana getirmesi, Selim'i de harekete geçirmisti. Bu

sebeple o da askerî hazirliga koyulmustu.

Bâyezid'in asker toplayip kendi basina hareket etmesine karsilik

Selim, babasinin direktifleri dogrultusunda askerî hazirliga baslamisti.

Bâyezid, Selim'in, merkezden gönderilen emirler uyarinca Anadolu Beylerbeyi,

Dulkadir, Karaman Beylerbeyleri ve Adana Sancakbeyleri ile müstereken hareket

ettikleri haberini alinca, takriben l5.000 kisilik bir kuvvetle Ankara

istikametine dogru harekete geçer. Bu haberin Istanbul'a ulasmasi üzerine bizzat

Kanunî tedbirlerin alinmasi gerektigine karar verir. Bu kararin bir sonucu

olarak o, Sokollu Mehmed Pasa ile Rumeli Beylerbeyisini Konya'ya gönderir. Bu

arada Kanunî, Selim'e müdafaa muharebesini Konya'da kabul etmesini emretmisti.

Ayni zamanda Seyhülislâm Ebu's-Suûd Efendi'den, âdil bir sultanin evlatlarindan

birinin itaattan ayrilip bazi kalelere saldirmasi, zorla halktan para alip asker

toplamasi halinde ve onu bu hareketlerinden baska bir sekilde çevirmeye imkân

olmadigi takdirde cemiyetleri dagilincaya kadar kitâle cevaz oldugu hakkinda

bir fetva alir. Kanunî, bundan sonraki olaylari daha yakindan takib edebilmek

için 28 Saban 966 (5 Haziran l959) 'da otagini Üskürdar'da kurdurarak Selim'e de

savunma savasini Konya'da yapmasina dair emirler göndermisti. Bâyezid, babasinin

hareketini ögrenince Konya üzerine yürümüs, böylece iki kardes arasinda Konya

yakinlarinda 22 Saban 966 (30 Mayis l559) günü çarpismalar vuku bulmustu. Ilk

gün sabahtan aksama kadar devam eden çarpismalar sonucunda taraflar birbirlrine

üstünlük saglayamadilar. Savasin ikinci günü Lala Mustafa Pasa'nin tedbiri ile

Bâyezid'in kuvvetleri bozguna ugratilmisti. Bunun üzerine Amasya'ya çekilen

Bâyezid, af isteginde bulunduysa da bu istegi, sözü ile hareket ve davranislari

birbirlerine uymadigi gerekçesiyle Kanunî tarafindan red edilmisti. Bunun

üzerine çareyi Iran'a iltica etmekte bulan Bâyezid, çocuklari ile birlikte

Iran'a siginmisti. Onun ilticasi, iki devlet arasinda karsilikli müzakerelere

sebep olmus ve nihayet Sah Tahmasb, para karsiligi onu, gelen Osmanli heyetine

teslim etmisti. 23 Temmuz l562'de bu talihsiz sehzâde, ogullari ile birlikte

hemen orada bogdurulmak suretiyle hayatlarina son verilmisti. Tahnit edilen

cesetleri, Sivas'a getirilip orada defnedilmistir.

Sehzâde Bâyezid hâdisesi, Anadolu'da bazi iç karisikliklarin

çikmasina sebep oldu. Bu bakimdan devlet, bir müddet onun taraftarlarina karsi

mücadele etmek zorunda kaldi. Bundan sonra benzer olaylarla karsilasmamak için

umumi bir teftis yapildi. Bu arada birtakim idarî degisikliklere lüzum görüldü.

Bundan sonra yeniçeriler muhafiz olarak Anadou'ya yayildilar. Sehzâdelerin

sancaga çikarilmalari usûlünde de degisiklikler yapildi.

Bu esnada, Kanunî üzerinde müsbet ve menfi derin tesirler birakan

Rüstem Pasa l2 Temmuz l56l'de vefat etti. O, sahsiyeti ve icraati ile gerek

Pâdisah, gerekse bu devir üzerinde müsbt veya menfi olarak derin bir te'sir

birakmis olan iki vezir-i a'zamdan biri sayilabilir. Hatta Kanunî'nin

saltanatini, Ibrahim ve Rüstem Pasalar'in birbirlerini tamamlayan basica iki

büyük sadaret devri olarak mütalaa etmek mümkündür. Bunlardan ilki nasil

devletin büyüklük, zindelik ve ihtisam devrini temsil etmisse, ikincisi de

devlet hazinesinin en zengin, askerî kudretinin en parlak bulundugu zamanin

mümessilidir. Bu devir icraatinda, Pâdisah'in karar ve hareketleri üzerinde en

tesirli rol oynayan sahsiyet, her türlü hâdisenin seyir ve gelismesinde damgasi

görülen adam Rüstem Pasa'dir. Busbecq'in müsahedesine göre, keskin ve uzagi

gören zekâsiyle Pâdisah'in san ve söhretini te'siste onun büyük hizmeti vardi.

Bununla beraber Rüstem Pasa'nin, Pâdisah üzerindeki nüfuzu ve kayin validesi ile

zevcesi Mihrimah Sultan sâyesinde hükümdara bazi yolsuz tutumlari da kabul

ettirmis olmasi, Kanunî döneminin sosyal yapisinda olumsuz sonuçlar da

dogurmustu. Hakkindaki bir sikâyetten anlasidigina göre, Eflâk voyvodalarindan

biri, sadrâzama rüsvet vermek suretiyle voyvodaligi kendisine temin etmis, fakat

bu yüzden devlet hazinesi büyük bir zarara ugramisti. Iste böyle bir sadrâzamin

yerine, karekter bakimindan onun tam ziddi olan ikinci vezir Semiz veya Kalin

lakaplari ile taninan cömert, iyi kalpli, halk adami, nüktedan ve baris sever

bir insan olan Semiz Ali Pasa getirilmisti.KANUNî DÖNEMI DENIZCILIGI VE DENIZ SEFERLERI

Kanunî Sultan Süleyman döneminde, ordunun karadaki basarilarina

parelel olarak Osmanli armadasi da Akdeniz, Kizildeniz ve Hind Okyanusu'nda

faaliyet göstermekteydi. Gerçi, Kanunî döneminden önce ve bilhassa Sultan II.

Bâyezid ile Yavuz Sultan Selim zamanlarinda da Osmanli donanmasi, teknik ve

yetismis insan gücü bakimindan büyük bir gelisme göstermis ve Avrupa'li denizci

devletlerin filolari ile mücadele edebilecek güce ulasmisti. Bilindigi gibi,

Kanunî devrinin savas ve zafer meydani, sadece karalar degil, belki onlar kadar

önemli olan denizlerdi de. O denizler ki, aslan gibi kükreyen dalgalarin üstünde

yelken açan levendler ile sehbazlarin olmazlari oldurdugu, erlik, yigitlik

meydani, ugras ve savas mahalli idi. Nitekim Kanunî'nin ilk hükümdarlik

yillarinda, Belgrad'in fethi esnasinda Osmanli donanmasi, Tuna nehrinin agzindan

girerek büyük isler basardigi gibi, Rodos'un zaptinda da büyük rol oynamisti.

Bundan sonra teknik ve askerî güç bakimindan daha da güçlendirilen donanma, o

dönemde yetisen yürekli, tecrübeli ve üstün yetenekli denizcilerin elinde

zaferden zafere kosmaya baslayacakti. Bu zaferlerde en büyük pay sahibi olan

kisi ise Osmanli denizciligine yeni bir ruh ve anlayis kazandiran Barbaros

Hayreddin Pasa olacaktir.

Döneminin en büyük ve muhtesem hükümdari olan Kanunî'nin bahti,

Zenbilli Ali Cemalî Efendi, Ibn-i Kemal ve Ebu's-Suûd Efendi ile Sinan ve Baki

gibi fikir ve san'at kahramanlarinin kanunlari, fetvalari, Süleymaniye'leri,

gazelleri, kasideleri ve te'lifleri yaninda kiliç ve cenk erlerinin gözle

görülebilen âbidelesmis eserleri yoksa da, tarihin dünya durdukça zihinlere ve

hâfizalara haykiran sesi vardir. Iste bu ses, naklettigi nice hikayenin arasinda

memleketler zaptedip devletlere omuz silken asîl ve feragatli bir sehbaz

levendin kissasini söyler.

Savas ve mücadeleyi karadan denizlere tasiyan Kanunî döneminin deniz

savaslarinin meydana geldigi sahalari, Akdeniz ve Hint Okyanusu sulari olmak

üzere genellikle iki grupta toplamak mümkündür.AKDENIZ SULARI

Bulundugu cografya itibariyle bir Akdeniz ülkesi olan Osmanli

Devleti, daha kurulus yillarindan itibaren Akdeniz'le ilgilenmek zorunda

kalmisti. Nitekim, Orhan Gazi dönemi siyasî ve askerî faaliyetlerine bakildigi

zaman, Akdeniz'in burada önemli bir sahne oldugunu görüyoruz. Gerek Trakya'daki

yerlesimi saglamlastirip vatan edinme, gerek Istanbul'un fethi ve gerekse Hac

yolu üzerinde bulunan bazi adalardaki korsanlarin Müslüman hacilara karsi

giristikleri faaliyetlere son vermek için bu deniz ve kollarinda harekete geçmek

zorunlugu bulunmaktaydi. Buradaki faaliyetlerin basarili olabilmeleri için de

icab eden bütün tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Kanunî dönemi ise bu

tedbirlein en iyi sekilde alindigi bir dönemdir. Biz, Kanunî döneminde Osmanli

Devleti'nin bu faaliyetlerinden ana hatlariyla bahs etmek istiyoruz. l. Barbaros Hayreddin'in Ilk Faaliyetleri Asil adi Hizir olan

Barbaros Hayreddin, Vardar Yenicesi'nden gelip Midilli Adasi'nin fethinden sonra

buraya yerlesen Yakub adli bir sipahinin ogludur. l478 yili civarinda dogdugu

tahmin edilmektedir. Batililar, havuç rengine çalan kirmizi sakalindan dolayi

agabeyi Oruç'a verdikleri Barbarossa adini daha sonra Hizir için de

kullandiklarindan Barbaros diye taninmisti. Hayreddin lakabini ise kendisine

Yavuz Sultan Selim takmistir.

Dört kardesin en küçügü olan Hizir, gençliginde yaptirdigi bir

gemiyle Midilli, Selanik ve Egriboz arasinda ticarete baslar. Rodos

sövalyelerine esir düsen agabeyi Oruç'un kurtarilmasindan sonra iki kardes,

Sehzâde Korkud'un himayesine girerler. Bu siralarda Ispanyollar'in Bati

Akdeniz'e hâkim olma gayretleriyle Endülüs'te yaptiklari zulümler yüzünden

buradan ayrilmak zorunda kalan Müslümanlarin göçleri, bölgedeki eski dengeyi

bozar. Bunun üzerine Oruç ve Hizir kardesler, Bati Akdeniz'e yönelerek l504'ten

sonra Kuzey Afrika sahillerinde görünmeye baslarlar. Iki gemilik küçük filolari

için emin bir liman arayan iki kardes, Tunus Hafsî Sultani Ebû Abdullah Muhammed

b. Hasan ( l493 - l526 ) ile anlasarak Halkulvâdi'ye yerlesirler. Gemilerinin

sayisi artinca da Cerbe adasina geçip orayi üs edinirler. Buradan sürdürdükleri

akinlarini Italya kiyilarina kadar uzatirlar. l5l3 yilinda bir yarimada üzerinde

bulunan Cicelli ( Djidjelli)'yi ele geçirirler. Kendi baslarina bir sehir

yönetimi kurmus bulunan Cicelli halki, Oruç'u sultan ilan eder. Böylece Barbaros

kardeslerin Kuzey Afrika'da kuracaklari devletin temelleri atilmis olur. Kisa

zamanda büyük söhret kazanan iki kardesin etrafinda Kurdoglu Muslihiddin ve

Kemal Reis'in yegeni Muhyiddin gibi pek çok Türk denizcisi toplanir. Dönemin

Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim ile de temasa geçen Oruç ve Hizir Reisler,

Cezayir kiyilarinda tutunmaya muvaffak olmuslardi. Kaynaklarin ifadesine göre

Barbaros kardesler, Katolik Ferdinand'in ölümünden (l5l6) faydalanarak Ispanyol

isgalinden kurtulmak isteyen Cezayir sehrinin yardimina kosarlar. Böylece

Cezayir ve onun batisindaki Sersel'in ele geçirilmesinden sonra Oruç Reis Sersel

ve Cezayir sultani ilan edilir. Bunu l5l7'de Tenes ve Telemsen sehirlerinin

zapti takib eder. Ancak yerlilerle anlasan Ispanyollar'in l5l8'de Telemsen'i

geri aldiklari savasta Oruç Reis sehid olur. Agabeyinin sehâdetinden sonra

yalniz kalan Hizir, artik onun desteginden de mahrum kalir. Ispanyollar ile

Telemsen emîrinin birleserek kendisini Cezayir'den atmak istedikleri Hizir Reis,

Avrupalilar'in verdikleri Barbaros adi ile söhret kazanmaya baslamis ve

bunlara karsi basarili savaslar vermisti. Ancak siddetli tazyik karsisinda

Osmanli Deveti'ne bas vurmayi uygun görmüs olacak ki, l5l9 yilinda dört gemiyi

hediyeler ile Istanbul'a göndererek Yavuz'a bagliligini arzettiginden Yavuz

Sultan Selim de kendisine askerî yardimda bulunarak beylerbiyilik hil'ati

yollamisti. Nitekim, Osmanli destegini güçlendirmek üzere adamlarindan Haci

Hüseyn'i, Cezayir halkinin Ekim l5l9 tarihli arîzasi ve kirk esirle birlikte

Osmanli Pâdisahi'na gönderir. Böylece Afrika'da olup bitenleri ögrenen Yavuz

Sultan Selim, Hizir Reis nasruddindir, hayrüddindir diye memnuniyetini ifade

ederek onun Cezayir hâkimi olarak tanindigini belirten bir hatt-i serif

gönderir. Ayrica kendisine Anadolu'da gönüllü asker toplama imtiyazi taninarak

yeniçerilerle topçulardan olusan 2000 kisilik bir yardimci birlik gönderilmesi

kararastirilir. Böylece hutbenin Pâdisah adina okundugu Cezayir, Osmanli

topraklarina katilmis oldugu gibi Hizir da bundan sonra Hayreddin diye anilmaya

baslanir. Bundan sonra Cezayir'e iyice yerlesmek için mücadele veren Barbaros,

bir ara oradan çekilmek zorunda kalmis, ancak üç senelik bir aradan sonra

yeniden Cezayir'e hâkim olmustu.

Barbaros'un, Akdeniz'deki faaliyetleri ile kazandigi basarilar,

Imparator Sarlken'i oldukça rahatsiz etmekteydi. Sarlken, Akdeniz'deki bu

proplemin bertaraf edilmesi için dönemin meshur kaptanlarindan Ceneviz'li Andrea

Doria'yi görevlendirmisti. Bu tecrübeli amiral, altmis gemilik bir donanma ile

Barbaros'u aramaya baslar. Ancak daha önce düsman sahillerini vurmus bulunan

Barbaros, büyük bir ganimet ile Cezayir'e döner. Barbaros, bu hareketi esnasinda

elde ettigi esirlerden, Andrea Doria'nin hazirliklari hakkinda bilgi alir. Bunun

üzerine haziriklarini tamamayan Barbaros, Cerbe adasindaki Sinan Reisi de

yardima çagirir. Bu esnada Ispanya adina hareket eden Andrea Doria, Çerçel

adasina hücum eder. Ancak siddetli bir mukavemetle karsilasir. Bu sirada da

Barbaros'un geldigini duyunca geri çekilip kaçmak zorunda kalir. Böylece, iki

taraf birbirlerine tesadüf edemediginden bir çarpisma meydana

gelmez.

Kanunî, tahta çiktigi andan itibaren Barbaros'un faaliyetlerini

dikkatle takip eder. Buna karsilik Barbaros da yaptigi isler ve kazandigi

zaferler yaninda Avrupa'da gelisen olaylar hakkinda ona bilgiler veriyordu.

Kanunî, l532 yilinda Alaman seferine çiktigi zaman Sarlken, Andrea Doria'yi Mora

üzerine göndermisti. Doria'nin yoklugundan istifade eden Barbaros, onbes gemi

hazirlayarak Ispanyol sahillerindeki Endülüs Müslümanlarini Afrika yakasina

geçirmek üzere gönderir. O, bu Müslümanlari gerek bu gemilere, gerekse Ispanyol

sahilerinden elde etmis oldugu ve böylece toplam sayilari otuzalti parçaya

yükselen gemilere bindirerek yetmis bin Endülüs Müslümanini Cezayir taraflarina

tasir. Bu kadar Müslüman'in zorla din degistirip Hiristiyanlastirilmasina mani

olmak suretiyle onlari büyük bir zulümden kurtarir. Din ve insanlik tarihi

bakimindan fevkalade önemli bu isi basarmasi, yedi sefer sonunda mümkün olmustu.

2. Barbaros'un Osmanli Hizmetine Girmesi Kanunî Sultan Süleyman, Andrea Doria

komutasindaki düsman donanmasinin kazandigi basarilar üzerine, bir memleketin

güçlenmesi ve düsmanlariyla basa çikabilmesi için deniz kuvvetlerinin ne denli

önemli oldugunu daha iyi kavrar Her ne kadar iyi yetismis insan gücü ve mükemmel

tersaneleri bulunan bir imkâna sahipse de Kanunî, devletinin bulundugu cografya

ve stratejik konumu itibariyle en az kara kuvvetleri kadar basarili bir deniz

gücüne olan ihtiyaci farketmisti. Bunun için donanmaya yön verecek, tecrübeli ve

kabiliyetli bir denizciye ihtiyaci oldugunu düsünüyordu. Karadaki basarilarin,

denizde de sürdürülmedikçe tam bir hâkimiyetin kurulamayacagi inancinda olan

Kanunî, basindan beri faaliyet ve basarilarini dikkatle takib ettigi Barbaros'u

bu vazifeye layik görüyor ve onun Sarlken'in donanmasina karsi çikabilecek

yegâne kisi olduguna inaniyordu. Bu sebeple Barbaros'a bir hatt-i humâyûn

göndererek onu Istanbul'a çagirir. Kanunî'nin davetini alan Barbaros, yanindaki

söhretli denizcilerle birlikte (Agustos l533) Istanbul'a dogru yelken açar. l533

senesinin Aralik ayinda Istanbul'a gelen Barbaros, büyük bir senlik ve merasimle

karsilanir. Istanbul'a gelisinden bir gün sonra yani ll Cemaziyelahir 940 (28

Aralik l533) günü on sekiz arkadasiyla birlikte Pâdisahin huzuruna çikmis olan

Barbaros'a Kanunî, Akdenizdeki faaliyetlerinden endise ettigi Andrea Dodia

hakkinda bazi sorular sormus, Barbaros'un endise etmeden ve bir bakima

pervasizca verdigi cevaplar Kanunî'nin hosuna gitmisti. Bunun üzerine Kanunî,

beylerbeyilik rütbesiyle bütün tersane islerini tam bir yetki ve selâhiyete

sahip olarak bu yeni amirale verir. Bundan sonra onu, Irakayn seferine çikmis

bulunan Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin (Makbul) yanina gönderir. Haleb'te

bulunan Vezir-i A'zam, Hayreddin Pasa'yi kabul edip Gelibolu Kaptanligi ile

Cezayir-i Bahr-i Sefid Beylerbeyligi pâyesini tevcih ederek hil'at giydirir ve

kendisini Kemankes Ahmed Pasa'nin yerine Kaptan-i Deryaliga tayin eder (6

Nisan l534). Böylece o zamana kadar Gelibolu Sancakbeyligi pâyesiyle verilen

Kaptan-i Deryalik, Beylerbeyilik derecesine yükseltilmis olur.

Bir Italyan yazar, onun Kanunî tarafindan karsilanisi ve kendisine

yapilan ihsanlar hakkinda epey bilgi verir. Buna göre Kanunî, sadece onun

Cezayir hâkimi olmasini tasdikle kalmaz, ayni zamanda kendisini devetinin

dördüncü derecedeki pasasi ve donanmanin bas komutani olarak tayin eder. Daha

sonra da amiral gemisine çekmesi için devlet sancagini, Kaptanpasa kilicini ve

elbisesini, diger masraflari için de 80.000 sultanî ve nihayet sahsî muhafizlari

olarak da yeter sayida yeniçeri verir. Filhakika Barbaros, sifahî olarak

kendisine genis yetki verilen bir divan toplantisinda, Osmanli donanmasinin

zayif noktalarini ciddi bir sekilde tenkid etmisti. Ona göre Ispanyol

donanmasina yetismek, hatta onu geçmek için, Osmanlilarin sahip olduklari az

sayidaki fakat agir gemilere ilaveten küçük ve kolayca hareket edebilen gemiler

insa etmek gerekiyordu. Deniz savaslarindaki yeni teknik karsisinda bu eski

kadirgalar ve bu agir kürekler, gemilerin hareketi aninda hafif kadirgalarin

güçlükle manevra yapmalarina sebep olduktan baska, sür'atli düsman gemilerine

karsi kolay bir hedef teskil ediyorlardi. Gerçi ates kudreti olan kadirgalar

ihmal edilemezdi, fakat onlari himaye etmek için kalyon ve fustalar lazimdi. Ibrahim Pasa, Haleb'de icra edilen bu merasimden sonra onu tekrar

Istanbul'a gönderir. Pâdisahin, Hayreddin Pasa'yi Haleb'e göndermesi, serasker

olmasi itibariyle bütün azil ve tayinlerin vezir-i a'zamin selâhiyeti dahilinde

olmasindan ileri gelmistir. Bu olay, Osmanli idare sisteminde vazife ve

selâhiyetlerin taksimi ile bunlara nasil riayet edildigini göstermektedir.

Devletin basi olmasi hasebiyle sinirsiz yetkilere sahip oldugu zannedilen

hükümdar, baskalarina ait olan yetkileri kullanmayi aklindan bile

geçirmemektedir. Bu sebeple beylerbeyilik tayin ve hil'atini almak için

Barbaros'u, Istanbul'dan Haleb'e göndermektedir.

Kanunî'nin, kendisini Istanbul'a davet eden hatt-i humâyûnunu alan

Barbaros, Cezayir'de gereken tertibati aldiktan sonra yerine evlatligi Kara

Hasan Aga'yi vekil ve Ramazan Çelebi ile Haci isminde birini ona müsavir

birakarak on (veya 20) çektiriden mürekkeb bir filo ile yola çikar. Deniz

yolunda rastladigi Deli Yusuf komutasindaki on alti çektiriyi de beraberine alip

Sardunya ile Korsika adalari arasindaki Bonifaçyo Bogazindan geçip Sicilya

adasina bugday götüren on sekiz gemiyi zapt ile yükünü ve mürettebatini aldiktan

sonra gemileri atese verir. Bu muharebe esnasinda Deli Yusuf sehid olmustu. Ele

geçen esirlerden Andrea Doria'nin elli parça gemi ile Koron'a gittigi

ögrenilince sür'atle hareket edilerek Preveze'ye gelindiginde Andrea Doria'nin

alti gün önce Italya'ya kaçtigi haberi alinir. Onun gerçek büyüklügü ve

fedakârligi ile Istanbul'a dogru yelken açisi ve yoldaki faaliyetleri özetle su

ifadelerle nakedilir:

O zamanlar bir zamandi ki, Barbaros denen bu namli yigit, çocuk

yasinda adim attigi kalyonundan, Daldi Rahmet Denizine Kaptan tarihinin

düsürüldügü ecel gününe kadar hemen hemen altmis sene, çikmadan yasadi. Gece

demeden, gündüz demeden evsanevî bir su kusu gibi karalara vurdu, dalgalar ile

güresti. Ufuktan ufka yelken açip, yâre de agyâre de karsisinda el baglatti. Onun büyük kudreti, büyük söhreti ve insan gücünün üstündeki

kahramanlik hikâyelerinin en asîl ve en hürmete sayan olani, süphe yok ki,

Cezayir gibi bir ülkeyi ele geçirip müstakil bir devlet reisi olmusken, tahtini

da, bahtini da bir Türk - Müslüman birliginin agirlik merkezi olan Osmanli

Imparatorlugu emrine verip, ölünceye kadar kendini bu birligin hizmetine adamis

olmasidir.

Ama, bir ülke teslim etmek üzere taht sehrine gelen Barbaros'un

Pâdisah'a hediyesi, sadece Cezayir degildi. Önüne katip getirdigi iki bin esirin

ellerinde bir devlet hazinesi tutarinda hediyeler de bulunmakta idi. Esâsen muzaffer ve hamiyetli kaptanin Istanbul'a gelisi, devlet

tarafindan paha biçilmez sanina ve insanligina lâyik olan bir senlik ve zafer

alayi ile kutlanacakti. Cezayir'den kirk kadirga ile hareket ederek yol boyunca,

kahramanliginin tomarina yeni yeni zaferler ilave ede ede gelmek isteyen

Barbaros, Italya sahillerini hizalayarak, Elbe ve Sardunya adalarini vurduktan

sonra Cenova'ya da ihrac yaparak kiyilari yagmalayip Sicilya'ya geçti. Sanki

daracik Mesina Bogazi, sarayinin bir dehlizi imis gibi tasasizca ilerlerken, bu

arada karsilastigi bir Ispanyol kalyonunu da imha etmis

bulunuyordu.

Barbaros, Kaptanpasaliga getirildikten sonra Ispanyollar'in öncülük

ettigi Avrupa ittifakini yenip, Akdeniz'de Osmanli üstünlügünü kurabilmek için

bir yandan güçlü ve düzenli bir donanmanin kurulmasina çalisirken, öte yandan da

V. Charles'a karsi Fransa ile isbirligi yapilmasina önem vermistir.

Barbaros, Istanbul'a döndükten sonra tersanede gemi insasiyle mesgul

olur. Bundan sonra l534 senesinin Agustos ayinda 80 (veya 84) parçalik bir

donanmanin basinda Istanbul'dan ayrilip denize açilan Hayreddin Pasa, Italya'nin

güney sahillerindeki Reggio, Sperlonga ve Fondi gibi sehirlere baskinlar

düzenler. Onun bu hareketi, Andrea Doria'yi kendi üzerine çekmek içindi. Ancak

Doria'dan bir ses çikmayinca Tunus üzerine yönelir. Bu esnada Tunus'u elinde

bulunduran Beni Hafs Hânedani'na mensub Mevlay Hasan kaçmak zorunda kalir.

Osmanlilarin Tunus'a hakim olmalari, Akdeniz hâkimiyeti için önemli bir adim

idi. Akdeniz'in Türk hâkimiyetinde olmasi, Avrupa deniz ticareti için büyük bir

darbe idi. Bu sebeple Akdeniz'deki denizci devletler Sarlken'e müracaatla onu

Osmanlilar'a karsi kiskirtmaktaydilar. Bunlara, Rodos Adasi'ndan kovulan Saint

Jean sövalyeleri de katilmisti. Öbür taraftan Mevlay Hasan da Sarlken'e

müracaatta bulunmustu. Bunun üzerine bizzat Sarlken'in de bulundugu ve Doria

komutasindaki büyük Haçli donanmasi Halkulvad'i ele geçirmeyi basarir. Lütfi

Pasa (Tarih, 356), Tunus Hâkimi'nin Sarlken'e müracaatini anlatirken Memleket

senin, ben dahi senin, iste Rumiler gelüp hile ile memlekete müstevli oldular.

Ve sizin komsulugunuza geldiler, bugün bize ittiler, irte size iderler diye

sekva idicek Ispanya dahi nice yüz pâre gemiler donadup ve binefsihi kendisi

binüp gelüp ifadelerini kullanir. Halkulvad'dan sonra Tunus alinir. Bu esnada

her taraf yagmalandigi gibi büyük bir katliam yapilir. Bu harpte Mevlay Hasan

Sarlken ile birlikte bulunmustu. Onun, Tunus halkina gönderdigi mektuplar,

kalenin düsmesinde büyük rol oynamisti. Sarlken sayesinde Tunus sultanligini

tekrar elde eden Hasan, bes sene daha Ispanyollar'in himayesinde kalmis, bes

sene sonra oglu tarafindan hal'edilmistir. Bu sirada Barbaros sehri terkederek

Cezayir taraflarina çekilmis bulunuyordu. Bu olayin akabinde Barbaros karsi

taarruza geçerek Balear adalarini basar. Bundan hemen sonra da Irakayn

seferinden dönmüs olan Kanunî, kendisini Istanbul'a çagirir. Daha sonra

donanmanin basinda Kaptanpasalik ile Pulya sahillerine gönderilir. Zira bu

dönemde Venedik ile olan münasebetler bozulmaya baslamisti.3. Korfu

SeferiVenedik Cumhuriyeti, devamli olarak iki tarafli bir siyaset takib ediyor,

firsat buldukça da Osmanlilarin aleyhine ittifaklara girmekte bir sakinca

görmüyordu. Bilhassa deniz savaslarinda Sarlken ile ittifak ediyor ve zaman

zaman da Türk ticaret gemilerini vuruyordu. Bu arada, ahidnâme hükümlerinin

yerine getirilmesi için elçi olarak Venedik'e gönderilen Tercüman Yunus Bey,

Sarlken'e karsi I. François ile ittifak yapmalari tavsiyesinde bulunmus, ancak

bu teklif Venediklilerce kabul edilmemisti. Onlar, Kanunî'nin teklifini kabul

etmemekle kalmadiklari gibi gemileri ile geri dönmek üzere yola çikan Yunus

Bey'e tecavüze yeltenirler. Bu hareket , Venedik'in düsmanca olan tavrini açikça

ortaya koymustu. Aradaki dostluk antlasmasina ragmen Venedik'i Osmanlilar'a

karsi hasmâne bir tavir takinmasina, Papa III. Pol'un faaliyetleri sebep

olmustu. Zira Papa, Türkler'e karsi Hiristianlari bir araya topamak isteyerek

Sarlken ile Fransa Krali I. François'in arasini bulup on senelik bir mütareke

yaptirmisti. Venedik te l537 yilinda bu ittifaka dahil olmustu.

Kanunî'nin, Irakayn seferinden dönüsünden sonra Istanbul'daki

tersanelerde yeni gemilerin insasina baslanir. Bu arada gerekli asker ve malzeme

temin edilir. Nihayet l Zilhicce 943 (ll Mayis l537)'de Vezir Lütfi Pasa ile

Barbaros Hayreddin Pasa idaresindeki donanma denize açilir. Bir hafta sonra da

Kanunî, yaninda iki oglu Selim ve Mehmed bulundugu halde ordu ile karadan

hareket eder. Donanma Otranto civarina çikarma yapmakla mesgul iken Andrea

Doria'nin Osmanli bandirali on ticaret gemisinden mütesekkil bir filoya hücum

ettigi haberi alinir. Barbaros derhal onun üzerine hareket ettiyse de Doria'yi

yakalayamaz. Zira Ispanya emrindeki bu Cenevizli Amiral, Barbaros'un karsisina

çikmaktansa kaçmayi tercih ederek kurtulabilecektir. Doria'yi yakalamakatna

ümidini kesen Barbaros idaresindeki Osmanli donanmasi, Pulya sahillerinden

dönmüs olan Lütfi Pasa ile birleserek Preveze'ye gelir.

Beri taraftan kara ordusu Avlonya'ya varmis, ardindan da sefer

Venedik üzerine çevrilmisti. Kanunî, Lütfi Pasa'ya Venedikliler'e ait Korfu'nun

muhasara edilmesini emr eder. Bunun üzerine Lütfi Pasa, Korfu adasi üstündeki

müstahkem San Angelo kalesini kusatmakla mesgulken, Kanunî de Korfu adasi

karsisindaki Bastia'da karargâh kurmustu. Mücadele bütün siddetiyle sürerken

Pâdisah, Ayas Pasa'yi göndererek kusatmanin kaldirilmasini emreder. Lütfi Pasa

ve Barbaros'un, kalenin her an düsebilecegi ve kusatmasinin kaldirilmamasi

yolundaki itirazlari kabul edilmez. Kaynaklar, Pâdisahin bu ani kararinin

sebebini havalarin sogumasi ve kusatma zamanin geçmis olmasi ile izah etmeye

çalisirlar. Ancak burada baska bir noktaya da temas ederler . Buna göre kusatma

esnasinda bir top mermisi askerin içine düser. Bu yüzden dört gazi sehid olur.

Bunun üzerine Pâdisah: Bir mücahid kulumu böyle bin kaleye vermem diyerek

kusatmayi kaldirir. Kusatmanin kaldirilmasindan sonra ordu 22 Kasim l537'de

Istanbul'a döner. Bununla beraber Barbaros, Akdeniz'de Venedikliler'e karsi

harekâta devam ederek bazi adalari vurdugu gibi bazilarini da zapt eder. 4.

Preveze Zaferi Barbaros Hayreddin Pasa'nin, Adalar seferinden döndükten sonra

tersanedeki gemi insasina hiz verdigi bir sirada Kanunî de Bogdan seferine

çikmak üzere hazirliklara baslar. Preveze zaferinin kazanildigi l538 senesinde

Osmanlilar, karada ve denizde üç ciddi harekâti birden baslatmislardi. Bir

taraftan Kaptan-i Derya Hayreddin Pasa ikinci adalar seferine hareket ediyor,

öbür taraftan Misir valisi Hadim Süleyman Pasa Hind seferine çikiyor, beri

taraftan da Kanunî, ordu-yu humâyunla Bogdan'a yürüyordu. Ayri ve birbirinden

çok uzak sahalarda icrâ edilen bu büyük tesebbüsler, Osmanli Devleti'nin

iktisadî ve askerî gücünün ne kadar büyük oldugunu gösterir.

l538 senesi kisinin sonlarina dogru Kanunî, vezirlere kendi

masraflari ile hazirlayip techiz etmelerini emreyledigi l50 gemi henüz hazir

degilken, Barbaros Hayreddin Pasa'ya denize açilmasini emreder. Bu arada Andrea

Doria'nin Girit'e geldigi haberini alan Barbaros, 40 gemi ile 9 Muharrem 945 (7

Haziran l538) günü Istanbul'dan hareket edip Akdeniz'e açilir. Kendisine 3.000

yeniçeri ile deniz ümerâsindan olan bazi sancakbeyleri (Kocaeli Beyi Ali Bey,

Teke sancagi Beyi Hurrem Bey, Sayda sancak Beyi Ali Bey ve Alaiye Beyi Mustafa

Bey) katilmislardi.

Bilindigi gibi, Ege Denizi'nin kontrolü bakimindan oldukça önemli

olan Girit, o dönemlerde Venediklilerin elinde bulunuyordu. Barbaros

komutasindaki Osmanli donanmasi, Ege'de bazi hareket ve fetihlerde bulunduktan

ve Istanbul'dan bekledigi 90 gemi ile Salih Reis'in Misir'dan getirdikleri de

kendisine iltihak ettikten sonra Girid'e ugrayarak adanin bazi mevkilerine asker

çikarir. Donanma daha sonra Preveze'ye yönelmek için buradan ayrilir. Bu esnada

Rodos civarindaki bazi adalara da ugrar. Donanma Modon açiklarinda iken Andrea

Doria'nin Preveze'yi zapta çalistigi, fakat sonradan kusatmayi kaldirarak

müttefik Haçli donanmasinin harekat üssü olarak kararlastirdigi Korfu'ya

çekildigi haberi gelir.

Gerçekten, Barbaros'un Ege ve Akdeniz'deki faaliyetleri, Sarlken'i

harekete geçirmisti. Papa da Osmanlilar'in aleyhinde ittifak yapilmasi

hususundaki çalismalarina hiz vermisti. Osmanlilar'in, Ege'deki bu harekâti

üzerine Korfu'da toplanan Venedik donanmasina, Alman, Ispanyol, Portekiz, Malta,

Ceneviz ve Papalik gemileri de yardima gelecekti. Bu ittifaktan dolayi öyle bir

donanma toplanmisti ki, tarih, o zamana kadar bu büyüklükte bir donanmaya sâhid

olmamisti. Bu durumu haber alan Barbaros, bir kesif kolu göndererek düsmanin

durumunu ögrenir. O, bu kadarla da etinmeyecek gönderdigi bir iki gönüllü gemisi

ile kâfir yakasina gönderip dil (esir) aldirmis ve bunlari Bogdan seferinde

bulunan Pâdisah'a göndermisti. Müttefik bir donanma meydana getiren düsmanin

durumunu ögrenen Barbaros, Preveze'ye dogru hareket eder. Emrinde l22 kadar gemi

vardi. Andrea Doria'nin idaresindeki Haçli donanmasinin savas yapabilen (savas

gemisi) gemi mevcudu ise 302 idi. Bunlardan l62'si kadirga idi. Bu gemilerde

2500 top ve 60.000 asker vardi. Su halde sayi itibariyle Osmanli donanmasi

düsmana nazaran üçte bir oldugu gibi top itibariyle de onaltida birdi. Bundan

baska Barbaros idaresinde bulunan Osmanli donanmasinda 8.000 cenkçi askere karsi

müttefiklerin gemilerinde forsalar hariç altmis bin asker bulunuyordu. Asker,

silah ve gemi üstünlüklerine magrur olan Haçli reisleri, kudretlerinin azameti

karsisinda zaferden o kadar emindiler ki, kisa bir müddet sonra gerçeklesecek

olan galibiyet ve basarilarinin meyvelerini pesin olarak yani daha savas

baslamadan önce paylasmislardi.

24 Eylül l538'de Preveze önlerine gelen Barbaros, harp vaziyeti alir.

Bir gün sonra Preveze önlerine gelen Doria da Barbaros'un bulundugu yerin iki

mil açigina demir atar. Andrea Doria, Barbaros'u Preveze'den çikarip savasa

girmeye mecbur etmek için 27 Eylül'de Inebahti'ya hücumda bulunmak üzere

harekete geçer. Ayni günün sabahi Osmanli donanmasi da Korfu istikametinde

harekete geçmisti. Günes yükseldiginde müttefik Haçli donanmasinin komutani olan

Doria, Osmanli donanmasini arkasinda görüp sasirir. Bu saskinligi ile savasa

girip girmeme hususunda tereddüdler geçirir. Bu saskinligindan biraz

kurtulduktan sonra harp vaziyeti alir. Iki taraf Ayamavra Adasi'nin bati

kiyisinda üç dört mil açikta karsi karsyia gelirler. Bunun üzerine Barbaros,

alinacak tedbirleri kararlastirmak üzere harp meclisini toplar. Sonra da

donanmaya harp nizami aldirir.

Bu muharebede Osmanli donanmasi hilâl seklinde tertibat alir. Arkada

Turgut Reis idaresinde ihtiyat kuvvetleri bulunuyordu. Osmanlilar'in hilâl

nizamina karsilik Haçli donanmasi, borda nizami almis ve birbiri arkasinda üç

saf teskil etmisti. Bu sirada rüzgârin güneyden esmesi, Osmanlilar için büyük

bir tehlike meydana getiriyordu. Bunun üzerine Barbaros Hayreddin Pasa, Kâtib

Çelebi'nin ifadesine göre Kur'an-i Kerim'den âyetleri yazdirdigi varaklari

(sayfalari) derya yüzüne serptirip Cenab-i Hakk'a tazarru ve niyazda bulunur.

Duasi ind-i Ilâhî'de kabul olunmus oacak ki, rüzgâr hafifleyip yön degistirir.

Kâtib Çelebi, Tuhfetu'l-Kibâr fi Esfari'l-Bihar adli eserinde yukaridaki

ifadelerine sunlari da ilâve eder: Bu kissadan hisse sudur ki, serdar olanlar,

yalniz esbab-i cismaniye itibar etmeyüp, kadir olduklari kadar ruhanî sebeplere

de riâyet etmelidirler. diyerek muharebelerde mânevî kuvvetin ihmal edilmemesi

gerektigine isâret eder. Rüzgârin bu sekilde yön degistirisi, manevra kabiliyeti

az olan düsman gemilerinin hareketlerini yavaslatir.

Barbaros, gemilerini kivrik bir hançer (hilâl) seklinde yan yana

dizerek savas düzeni alir. Sag kanat komutanligini Turgut Reis'e, sol

kanadinkini de Sâlih Reis'e vererek kendisi ortada yer alir. Düsmanin sayica

üstünlügü karsisinda bir yarma harekâtina girisen Barbaros, müttefik Haçli

filosunun gerilerine kadar ilerler. Büyük bir hayret ve saskinlikla Osmanli

donanmasinin kendisini çevirdigini gören Doria, ancak ertesi gün (28 Eylül)

donanmasini harekete geçirebilir. Böylece, büyük bir bozguna ugratilan müttefik

donanmasinin otuz alti teknesi ele geçirildigi gibi 2l75 de esir alinir. Bu

savasta Türk donanmasinin kayiplari ise oldukça azdi.

Doria'nin her türlü savas taktigine, ayni sekilde karsilik veren

Barbaros, küçük bir kuvvetle büyük bir zafer kazanir. Gece karanliginin basmak

üzere oldugu bir sirada Doria, bir donanma için hem serefsizlik, hem de

ugursuzluk alâmeti olan fener söndürme emrini vermisti. Böylece o, gecenin

karanligindan istifade ederek kaçmayi basarir. Barbaros'un bu muharebede

cesaretle tatbik ettigi yarma harekâti, daha sonra pek çok meshur amirale örnek

olur. Gerçekten, Hiristiyan Avrupa'nin çikarabilecegi en büyük deniz gücü, bes

saat içinde tamamen tahrib edildigi gibi, Akdeniz hâkimiyeti de Osmanlilarin

lehine olarak kesin bir sonuca baglanmisti. Preveze zaferiyle Dogu Akdeniz'den

sonra Orta Akdeniz bölgesinde de Osmanli hâkimiyeti saglanmis olur.

Anlasildigi kadari ile Avrupa'li bazi yazarlar, bu savasi küçümsemeyi

bir âdet hâline getirmislerdir. Böylece, Doria'i düstügü durumdan kurtarmaya

gayret ederler. Bununla beraber Osmanlilarin bu zaferle denizlerde nasil bir

prestij kazandiklarini da söylemeden edemezler. Nitekim, Muhtesem Süleyman

diye bir eser yazmis bulunan Renzo Sertoli Salis, Osmanlilarin denizlerdeki

basarisindan bahs ederken: Türklerin stratejik ve taktik zaferi, onlarin

denizlerdeki prestijini bir parça artirmisti. Süleyman, adam seçme hususundaki

kabiliyeti sâyesinde, o zamana kadar Osmanli sultanlarinin ihmal etmis olduklari

bu prestiji kazanmasini bilmisti der.

Bogdan seferinden dönmekte olan Kanunî, Barbaros'un gönderdigi zafer

haberini Yanbolu konaginda iken almisti. Bu haberi müteakip Kanunî, Divan-i

Humâyûnu fevkalade bir toplantiya çagirarak zafernâmeyi okutturmustu. Sultan, bu

zaferi, bir kita büyüklügünde olan ülkesinin her tarafina duyurarak senlik ve

dualarla kutlanmasini emretmistir. Barbaros Istanbul'a dönünce halkin coskun

tezâhüratiyle karsilanmisti. Bizzat kendisi Sultan'a bütün detaylari ile

muharebeyi anlatmisti.

Bilhassa yabanci kaynaklarin dili ve bakis açilariyla bize Preveze

Zaferi hakkinda bigi veren ve onun, Akdeniz tarihinde açilan yeni bir dönemin

baslangici olduguna isaret eden A. Büyüktugrul, bu konuda sunlari söylemektedir: Muharebenin uzak sonuçlarina bakacak oursak; Preveze'den kaçmak,

Ispanyollara otuz yillik mahcubiyet, agir zararlar ve deniz yenilgilerine mal

olmustu. Tam da Akdeniz egemenligini kazanacagi bir anda V. Charl, Andrea Doria

vâsitasiyle pek rezil bir halde bunu kaybedip Türklere birakmisti. Bu davranisin

üzücü tepkileri Cezayir'de bizzat görüldügü gibi ayni rezilligi halefi de Cerbe

muharebesinde görmüstü.

Preveze günü Ispanyol armadasi için, yüz serefli yenilgiden baska

mes'um bir gün oldu. Düsünülerek yapilan bu kaçisin tepkileri Lepanto

muharebesine kadar pek çok yillar ve hatta daha sonralari da

görüldü.

Kendi konularina büyük bir askla bagli bulunan ve bu askin etkisinde

olaylari büyük mübalagalarla anlatan Kardinal Guglielmotti, olaylar arasindaki

baglantilari da açik biçimde görerek, Preveze muharebesini söyle özetlemisti: O

ana kadar denizlerde belirli bir noktaya kadar korkak ve asagi yukari ümitsiz

bulunan Türkler, bu kadar büyük olan basarinin kusurlu taraflarini baskalarina

yüklemeyi asla düsünmediler. Fakat sadece kendi muazzam üstünlüklerinden söz

ederek sonradan, asla büyüklügü görülmemis biçimde haddini bilmemezlik ederek

küstahlasmislar ve Hiristiyan adina karsi muazzam istihfaflar sürdürmüslerdir.

Bundan sonra biz, Hiristiyan filolarinin Türklerin önünden daima kaçtiklarini

fazlasiye görecektik. dedikten sonra Cerbe'deki yenilginin sebebini de böyle

bir korkakliga baglar.

Preveze zaferinden sonra, Hersek'e bagli olan ve daha önce Doria

tarafindan ele geçirilen Adriyatik kiyisindaki Nova (Castelnuova) l0 (veya 24)

Agustos l539'da kolaylikla ele geçirilir. Bu zaferden sonra Haçli ittifakindan

ayrilmak isteyen Venedikliler, Osmanlilar'la bir baris antlasmasi yapma zemini

aramaya basladilar. Zira ittifaka dahil olduklarindan beri pek çok zarara

ugramislardi. Bu durumdan kurtulmak ve Osmanlilar ile yeniden bir antlasma

yapmanin mümkün olup olmadigini ögrenmek için gizlice Istanbul'a bir ajan

gönderirler. Ajanlarinin, müsbet bir cevapla Venedik'e dönmesi üzerine Kanunî

nezdine evvela Pietro Zen, onun yolda ölmesi üzerine yerine Tomaso Contarini

Istanbul'a gönderilir. Ancak Kanunî tarafindan kabul edilmekle birlikte iyi

muamele görmeyen bu elçiye Vezir-i A'zam Lütfi Pasa, bir antlasma yapilmasinin

genis selâhiyet ve mezuniyete sahip olmakla mümkün olabilecegini anlatmak

isteyerek, simdi Venedik'e dönmesini, fakat sehzâdelerin sünnet ve sultanin

izdivaci dügünlerinde bulunmak üzere Eylül'de yeniden Istanbul'a gelmesini

tavsiye etmisti. Bu sirada Venedik, Avrupa'nin siyasî durumu ve Imparator

(Sarlken)'la Fransa Krali arasinda bir konferansin akdi karari sebebiyle

Osmanlilar'la barismanin akillica bir hareket olacagini anladigindan, birçok

fedakârliklarla barisi kazanmak istemekteydi. Bu gaye ile Istanbul'a gelen

Venedik elçisi ile 20 Ekim l540'da imzalanan antlasma sonucunda Mora'daki

Malvasia (Monemvasia) ile Anabolu (Napoli di Roma) Osmanlilar'a terkedildi.

Dalmaçya ve Ege'de ele geçirilmis yerlerde Osmanli hâkimiyeti tanindi. Bu

antlasmaya göre Venedikliler, 300.000 altin vermeyi de kabul ettiler. Buna

karsilik kendilerine yeniden ticarî bazi imtiyazlar tanindi.5. Barbaros'un

Fransa'ya yardim SeferiKanunî Sultan Süleyman, l54l yilinda Macaristan seferine

çikarken Barbaros'u da yetmis gemiden mütesekkil bir donanma ile Adriyatik

sahillerinin muhafazasi ile görevlendirmisti. Bu siralarda Sarlken, Cezayir

üzerine yürümek niyetinde idi. Daha önce de temas edildigi gibi Barbaros

Hayreddin Pasa, Osmanli donanmasi kaptan-i deryasi olmakla birlikte ayni zamanda

Cezayir Beylerbeyligini de uhdesinde bulundurmaktaydi. Istanbul'da bulundugu

siralarda yerine evlatligi Hasan'i vekil olarak birakmisti. Hasan, Sicilya'dan

Cebelitarik'a kadar Avrupa sahillerini tehdid ediyor ve yeni dünyadan tasinan

kiymetli mallari ele geçiriyordu.

Bu tehdid ve tehlikeye bir son vermek isteyen Sarlken, bizzat

kendisinin basinda bulundugu ordusu ile Cezayir üzerine yürüme karari alir. 65

parça kadirga, 400'e yakin nakliye ve yelkensiz gemi ile Cezayir üzerine hareket

eder. Imparatorun da yer aldigi Doria idaresindeki donanma, 20 Ekim l54l'de

Cezayir sahillerine gelir. Böylece yirmi bes bin kisilik bir kuvvetle Cezayir

kusatilir. Ancak Cezayir kalesindeki Hasan Aga'nin, az sayidaki kuvvetinin büyük

direnisi ve hava sartlarinin elverissizligi yüzünden Sarlken, Cezayir önlerinde

büyük bir hezimete ugrar. Imparator, firtina yüzünden çogu batmis bulunan

donanmasini güçlükle toparlayarak Ispanya'ya dönebilir.

Lütfi Pasa'nin, Mel'un Ispanya Krali diye isimlendirdigi Sarlken'in

bu seferinde 80 pâre kadirga ile 200 parça karavele, kalyete ve kayiklarla

toplam 500 kadar gemi ile Cezayir'e gelip Hasan Aga'ya teslim olmalari için bir

mektup gönderdigini ve fakat bunun reddedildigini nakleder.

Cezayir'de basina gelen bu bozgundan sonra Sarlken, Fransa Krali I.

François ile yeniden mücadeleye girisir. Zaten tek basina Sarlken ile basa

çikamayacagini anlamis bulunan François, Preveze Zaferi'nden sonra yeniden

Osmanlilar'a yaklasmak istiyordu. Bu sebeple Osmanlilar'dan yardim talebinde

bulunur. Basindan beri Fransizlar'la is birliginden yana olan ve l532'de I.

François ile iliski kurmus bulunan Barbaros'un da uygun görmesiyle Akdeniz'de

Sarlken'e bagli bulunan yerlere karsi ortak bir harekete karar verilir. Böylece,

Fransa'ya yardim karari alinir. Bu karardan sonra Barabors, Fransiz donanmasi

ile birlikte müstakil bir harekâta memur edilir. 28 Mayis l543'te yaninda

Fransiz elçisi oldugu halde Istanbul'dan hareket eden Barbaros, ll0 gemilik

filosuyla Messina, Reggio ve Ostia gibi Italyan sahillerini vurduktan sonra 20

Temmuz'da Marsilya önlerine geldiginde burada törenlerle karsilanir. Burada,

Fransiz donanmasinin hazirliklarinin tamamlanmasindan sonra 30 gemilik Fransiz

donanmasi ile müstereken Sarlken'in müttefiki ve Savoi Dükü olan Charles'in

elinde bulunan Nice'i muhasara eder. Sehir, 20 Agustos'ta ele geçirildigi halde,

Fransizlarin gevsekligi ve iki yüzlü davranmalarindan dolayi iç kaleyi fethe

lüzum görmedigi ve Fransizlarin bu tavrina çok kizdigi için Barbaros, kusatmaya

son verir. Bundan sonra Türk donanmasinin kisi Toulon'da geçirmesi uygun

görülür. Fakat alti ay kadar Güney Fransa'da kalan Barbaros, François'in,

Sarlken ile anlasmasi karsisinda Istanbul'a dönmek zorunda kalir. Dönüs

sirasinda da Cenova'da esir bulunan Turgut Reis'le birlikte orada esâret hayati

yasayan birçok Müslüman ve Türk esiri de kurtarir. O, Cenova'daki Müslüman

esirleri kurtardiktan baska, oradan da birçok esir ve ganimet alip l544

senesinin yaz aylarinda Istanbul'a döner. Kanunî tarafindan büyük deniz

gazasinin kahramani sifatiyle kabul edilerek iltifatlara mazhar olur.

NICE SEFERI

Barbaros'un son büyük seferidir. Bundan sonra daha çok tersane

isleriyle mesgul olan Barbaros, 6 Cemaziyelevvel 953 (5 Temmuz l546 )'da kisa

bir hastaliktan sonra vefat eder. Cenazesi, sagliginda Besiktas'ta yaptirdigi

medresenin yanindaki türbesine defnedilir sözü ölümüne tarih olarak

düsürülmüstür.

Tabir yerinde ise çekirdekten yetisme diyebilecegimiz bir denizci

olan Barbaros Hayreddin Pasa zamaninda Osmanli denizciligi, gücünün zirvesine

ulasmisti. Onun mektebinde (ekol) yetisen degerli denizciler ve teskilâtli

tersane sâyesinde bu güç varligini bir süre daha devam ettirmistir. Nitekim

Piyale Pasa'nin kaptan-i deryaliga getirilmesi ile Turgud, Uluç Ali, Hasan ve

Salih Reis'lerin de bulundugu Osmanli donanmasi Akdeniz'de güç ve varligini

devam ettirdi. 6. Fransa'ya Ikinci Yardim Seferi l55l senesi baharinda

hazirlanan 90 kadirgalik bir Osmanli donanmasi, Sinan Pasa idaresinde Egriboz'da

bulunan Turgud Reis ile birleserek l4 Temmuz'da Malta önlerine gelip oradan da

Trablusgarb'a hareket eder. Buranin, l530'da Malta'ya yerlesmis bulunan Saint

Jean sövalyelerinin elinde bulunmasi, çevredeki Müslüman halkin mücadelesine

sebep olmus, hatta bunlar, Kanunî'ye müracaatla yardim bile istemislerdi. Bunun

üzerine Kanunî, Enderûn agalarindan Murad'i buraya göndermisti. Sinan Pasa,

Trablusgarb önlerine gelince Murat Aga ile irtibat kurarak sehri kusatir.

Nihayet l3 Agustos'ta sehir teslim olarak idaresi Murad'a verilmisti. Turgut

Reis ise Karlieli Sancakbeyligine getirilmisti.

Osmanli donanmasi l552 senesi ilkbaharinda Kaptan-i Derya Sinan Pasa

komutasinda Bati Akdeniz seferine çikar. Donanma, Fransa Krali II. Henri'nin,

Sarlken ile aralarinda meydana gelen düsmanlik yüzünden Osmanlilar'dan yardim

istemesi üzerine ikinci defa olarak Fransa'ya yardima gidiyordu. Bu sefere

Karlieli sancakbeyi Turgud Reis de katilmisti. Fransa elçisi Daramon da üç gemi

ile Osmanli donanmasi ile beraberdi. Baslangiçta Fransa'nin yardim talebini

kabul etmeyen Kanunî, daha sonra Avusturya ile aralarindaki nazik durum

karsisinda Fransa'ya yardima karar verir. Karlieli Beyi Turgud Reis, Sicilya

kiyilarini vurmaya memur edilmisti. Donanma Italya sahillerini dolasarak

Napoli'ye gelir. Orada Fransiz donanmasi beklenir. Fakat beklenilen donanma

gelmeyince yolda rastlanilir diye bir müddet kuzeye dogru seyredilir. Bu sirada

Andrea Doria'nin Napoli tarafina geçecegi haber alinarak Turgud Reis'in

tavsiyesiyle Ponza adalari tarafinda pusu kurulur. Pusuya düsürülen Andrea Doria

yenilerek Sardunya adasina dogru kaçar. 5 Agustos l552'de cereyan eden bu

hadisede Doria'nin 7 gemisi zaptedilir.

Bundan sonra gerek Sinan Pasa'nin, gerekse onun vefati üzerine yerine

gelen Piyale Pasa'nin deniz seferleri vardir. Bunlardan biri, 966 (M. l558 )'de

Ispanya sularinda dolasan Kaptan Piyale Pasa'nin, Minorka adasinin önemli

sehirerinden olan Siüdadela'yi zaptetmesidir. Bundan baska yine Piyale Pasa

maiyetinde Turgud ve Salih Pasalar bulundugu halde Italya sahillerini vurup

Reçyo sehrini zapt etmis ve Afrika sahilindeki Oran'i, Ispanyollar'in elinden

alip basarili bir sekilde geri dönmüstü. Bu olaydan sonra Ispanya ve Papa basta

omak üzere Italya yarimadasindaki devletlerin tamaminin Osmanlilar aleyhine

meydana getirdikleri ittifak, l559'daki Cerbe muharebesini dogurmustur.7. Cerbe

Muharebesi Preveze'den l3 yil gibi kisa bir müddet sonra Trablusgarb'i zapteden

Osmanlilar, Orta Akdaniz havzasina kesin olarak yerlesmislerdi. Kanunî Sultan

Süleyman'in, Kuzey Afrika sahillerini takib ederek Cebelitarik'a kadar

tirmanmasi ve dolayisiyle Türk hâkimiyetinin Bati Akdeniz'de de hissedilmeye

baslanmasi, bu defa da babasindan Akdeniz siyasetini devr amis olan Ispanya

Krali II. Philippe ( l556 - l598 )'i harekete geçirmisti. Fakat Türkleri Bati

Akdeniz kiyilarindan uzaklastirmak gayesini güden bu tesebbüs, Ispanyol ve

müttefiklerinin l560'da Cerbe'de agir bir yenilgiye ugramalari ile

sonuçlanmisti. Fernand Braudel'in deyimi ile Ispanyol askerleri Türkler

karsisinda boylarinin ölçüsünü almislar ve Akdeniz'de Türk deniz üstünlügü

kurulmustu.

Biraz önce ifade edildigi gibi, Trablugarb'in alinmasi ile Osmanlilar

Dogu Akdeniz'den sonra Orta Akdeniz'e de kesin olarak yerlesmislerdi.

Trablusgarb'in, Osmanli idaresine geçmesi ve hâkimiyet mücadelesinin Bati

Akdeniz'e kaymasi, Malta'daki Saint Jean sövalyelerini oldukça rahatsiz

ediyordu. Zira burasi onlar için stratejik ve ekonomik degeri hâiz önemli bir

mevki idi. Bundan baska yavas yavas siranin kendilerine geleceginden de

korkuyorlardi. Bu sövalyelerin gayretleri ve babasinin siyasetini sürdürmek

isteyen Ispanya Krali II. Philippe ile Papa'nin tesvikleri sonucu Ispanya,

Papalik, Cenova, Floransa, Sicilya, Malta, Napoli ve Monaco gibi Akdeniz'deki

Hiristiyan devletler, bir ittifak kurmuslardi. Basi sikistikça Osmanlilar'dan

yardim isteyen Fransizlar ve Osmanlilar ile bir baris antlasmasi imzalamis

bulunan Venedikliler, fiilen bu ittifaka girmemekle birlikte, gizlice

müttefikleri desteklemeye devam ediyorlardi.

Akdeniz'deki Hiristiyanlar tarafindan meydana getirilen bu ittifakin

duyulmasi üzerine Piyale Pasa Istanbul'a çagrilir. Hazirliklarini tamamlayan

Piyale Pasa, 20 parça gemi ile baslangiçta müttefik donanmayi Malta

istikametinde aradiysa da onlarin Cerbe sularinda oldugunu ögrenince Turgud Reis

kuvvetleriyle birlesmek üzere buraya gelir. Bu arada 200 gemiden mütesekkil

müttefik donanmasi, 2 Mart l560'da Cerbe'ye asker çikarmisti. Bu esnada

Trabusgarp'ta bulunan Turgud Reis adina adayi idare eden yerli bir seyh, adayi

müttefik donanmaya teslim eder.

l3 Mayis l560'da Cerbe önlerine gelen Osmanli donanmasini gören

düsman, bir hayli telaslanir. Bununla beraber Cerbe adasindan 7 - 8 mil uzakta

bulunan birlesik düsman donanmasi ile Osmanli donanmasi arasinda l6 Mayis

l560'da büyük bir deniz savasi meydana gelir. Bizzat Piyale Pasa'nin

bildirdigine göre 3 gün 3 gece devam eden savas sonunda düsmanin 20 kadirgasi

alinmis, bunlardan biri yakilmis, 26 gemisi ele geçirilmis, bir kismi da kaçip

kurtulmustu. Osmanli donanmasinin top atesine baslamasi üzerine heyecanlanan

Giovanni Doria, gemilerine demir aldirtarak derhal denize açilir. Denize açilan

müttefik donanmasi, Osmanli gemilerince bir hayli yipratilir. Bu hengamede genç

amiral Giovanni Doria, karaya sürünmekle birlikte canini kurtararak Sicilya'ya

dogru kaçabildi. 60 kadar gemisini kaybeden müttefik donanma müthis bir bozguna

ugramisti. Bu bozgun haberi Ispanya ve Italya'da derin bir teessüre yol açti. Genç Doria'nin kaçmasi üzerine Don Alvaro, saglam surlari bulunan

Cerbe kalesine siginmak zorunda kalir. Bu deniz zaferinden sonra Osmanli

kuvvetleri kaleyi kusatirlar. Turgud Reis'in de katildigi ve Trablus

Eyâleti'nin, Trablus, Kayrevan, Sfeks gibi sehirlerin piyade ve süvari

kuvvetlerini de beraberinde getirerek yaptigi kusatma 80 gün sürer. Böylece üç

aya yakin bir kusatmanin sonunda 3l Temmuz l560'da Don Alvaro bir gemiye

atlayarak kaçmak istediyse de Turgud Reis tarafindan takib edilir. Kurtulus

imkâni bulamayan Don Alvaro, esir olarak teslim alinir. Büyük bir zaferle

sonuçlanan bu savas, müttefiklere 20.000 kadar ölü ve 5000 kadar da esire mal

olur. Bu zafer sonunda ada Turgud Reis'e verilir. Piyale Pasa ise Trablus'a

ugradiktan sonra tekrar Istanbul'a döner.

Türk denizcilik tarihinin sanli muharebelerinden biri olan Cerbe

Zaferi, Akdeniz'deki Osmanli hâkimiyetini perçinleyip kuvvetlendirmistir.

Filhakika, XVI. asirda Osmanli donanmasinin kazandigi büyük ve kesin zaferlerin

basinda gelen Cerbe Savasi, Osmanlilarin, Bati Akdeniz'den çikarilamayacagini

isbatlamis görünmektedir. Bunun içindir ki II. Philippe, ugradigi yenilginin

intikamini almak yerine, aradaki anlasmazligi ortadan kaldirmak ve barisa

kavusabilmek için Istanbul'a elçiler göndermeyi tercih edecektir.

Cerbe'de gâlib gelen Osmanli donanmasi, Avusturya elçisi Busbecq'in

müsahedelerine dayanarak belirttigi gibi esirler, ganimetler ve yedeginde

düsmandan zaptolunan gemilerle Piyâle ve Turgut Pasalarin emrinde Dersaâdet

(Istanbul)'e gelmis ve burada merasimle karsilanmisti. Ilk Osmanli kadirgasi,

Salîb ( Haçli ) donanmasinin, Hz. Isa'nin çarmiha gerilmis tasvirini tasiyan

büyük bayragini denizde sürüyerek ilerliyor ve bunlari diger Hiristiyan

bayraklarini ayni tarzda sürükleyen gemiler takip ediyordu. Düsmandan zaptolunan

kadirgalarin direk ve küpesteleri alinarak basit birer tekne haline

sokulduklarindan Türk gemilerinin yaninda küçük ve adi seyler gibi

görünüyorlardi. Kaptan Pasa gemisinin arkasinda esir alinan düsman komutanlari

ve asilzâdeleri görünüyordu. Toplarini atesleyerek alay köskündeki Pâdisah'i

selâmlayan donanma-yi hümâyûnun hasmeti ve kazanilan zaferin büyüklügü,

Sultan'in üzerinde en ufak bir gurur isareti dogurmamisti. Bu duruma hayret eden

Avusturya elçisi Busbecq, Kanunî'nin vezirlere Iste insan bunlari görüp te

tekebbüre kapilmamali, her seyin Cenâb-i Hakk'in inâyetiyle oldugunu fikredip ,

Allah'a sükürler etmelidir dedigini nakleder. Yine Busbecq, Kanunî'yi dinî

vazifelerini ifâya ve câmiye namaza giderken gördügünü, hâlinde ayni husû ve

hüzün isâretini müsahede ettigini yazmaktadir. Bu ifadeler, Kanunî'nin, ne

derece yüksek bir Islâmî ve manevî olgunluga sâhip oldugunu göstermektedir.

Gerçekten bu hal, degil hükümdarlarda velilerde de çok az rastlanilan manevî bir

kemâl tezahürüdür.8. Malta KusatmasiOsmanlilarin zaferi ile sonuçlanan ve

onlarin Bati Akdeniz'den çikarilamayacagini bir kere daha ortaya koyan Cerbe

muharebesinden sonra dikkatler Malta'ya çevrilir. Zira Misir, Trablusgarb,

Cezayir ve diger bazi mühim yerlerin idare ve emniyeti, Malta'nin Osmanli

idaresinde bulunmasini gerektiriyordu. Daha önce temas edildigi gibi Rodos

Adasi'nin Osmanlilar tarafindan fethini (l522) muteakip Malta Adasi, Sarlken

tarafindan buradan çikarilan Saint Jean sövalyelerine verilmisti. Ada, kisa bir

zaman içinde sövalyeler tarafindan pek mustahkem bir hale getirilmisti. Cezayir

yolu üzerinde bulunan adadaki sövalyeler, korsanlik faaliyetlerini sürdürüyor,

Türk ticaret gemilerini vurmak suretiyle Osmanli ticaretine zarar veriyor ve

nihayet Osmanliar aleyhine olan savaslara (Preveze ve Cerbe gibi) istirak

ediyorlardi. Ayrica Hiristiyan korsan gemileri de burada kendileri için çok

güvenli bir siginak buluyorlardi. Iste bütün bu sebepler gözönüne alindigi zaman

Osmanlilar bakimindan Malta'nin fethi kaçinilmaz bir gereklilik olarak ortaya

çikiyordu. Ispanyollar ise Malta'nin fethinin sonunda Osmanli donanmasinin

Sicilya, Napoli ve havalisine gelecegini bildiklerinden, Malta'nin savunmasina

büyük bir önem veriyorlardi. Bütün bu diplomatik ve stratejik düsüncelere ragmen

Osmanlilar, Malta seferi konusunda pek istekli görünmüyor veya en azindan acele

etmiyorlardi. Fakat bu siralarda saray için alinan esyayi getiren bir Türk

gemisinin Zanta ve Kefalonya adalari arasinda 7 (yedi) Malta korsan gemisi

tarafindan zaptedilmesi, adanin, Osmanlilar tarafindan zapti hakkindaki tasavvur

ve düsünceyi meydana çikardi.

Yillardan beri ahali-i Islâm-i nüsret encâma zarar ve hasaretten

hâli olmayan Malta sövalyelerine ait kila' ve buka'in kal' ve kam'ina karar

verilince yani Malta'ya sefer karari alininca, büyük bir hazirliga girisilir.

Haliç, Gelibolu ve Sinop tersanelerinde yeni gemiler insa ve mevcudlar tamir

edilip kalafatlanirken, bazi gönüllü reisler için Rodos'ta l8 oturakli kalitalar

yaptirilmasi yoluna da gidilir.

Malta üzerine gönderilecek kuvvetlere Besinci Vezir Kizilahmedlü

Mustafa Pasa serdar tayin edilerek seferin bütün selâhiyeti kendisine

verilmisti. Donanma ise Cerbe gâlibi Cezayir Beylerbeyi Kaptan-i derya Piyâle

Pasa'nin emrine verilmisti. Ayrica Beylerbeyi Turgud Pasa (Reis)'ya da emirler

gönderilerek Piyâle Pasa'ya yardimda bulunmasi istenmisti. Mühimme

Defterlerindeki kayitlardan anlasildigina göre bu konuda Turgud Reis'e biri 25

Rebiülevvel 972 (3l Ekim l564), digeri de bundan dört gün sonra 29 Rebiülevvel

972 (4 Kasim l564)'de gönderilmistir.

Osmanli donanmasi, 29 Mart l565'te 300'e yakin irili ufakli gemi ve

40-50 bin kisiden mütesekkil muazzam bir ordu ile Malta'ya hareket eder. l9

Mayis'ta adaya varilarak karaya asker çikartilir. Kanunî'nin emir ve

tavsiyelerine ragmen çok tecrübeli bir denizci olan Turgud Reis gelmeden

kusatmaya baslanarak yanlis mevkilere hücuma geçilir. Bununla beraber Turgud

Reis'in aldigi önlemlerle bu hatalar düzeltilir. Ancak Turgud Reis, hücum

yapildigi sirada (l8 Haziran) Sant Elmo burçlari önünde, atilan bir top

güllesinin çarptigi kayadan firlayan bir tasin basina isabet etmesiyle

yaralanir. Dört gün ve gece kendini bilmeden (koma hali) yatar. Burçlarin feth

edildigi besinci günü (23 Haziran) vefat eder. Cesedi bes parça kadirgasiyle

Trablus'a gönderilip orada yaptirdigi câmi ve medresesinin yanindaki türbesine

defnedilir.

Saint Helen kalesi on yedi günde (24 Haziran l565) alinmakla beraber

asil maksat olan Malta muhasara edilir. Bundan sonra siddetlenen çarpismalar,

Osmanli ordusunda büyük zayiatlara yol açar. Sicilya genel valisinin Ispanya,

Fransa ve Papa'nin destegiyle 72 kadirga ve on bin askerle yardima gelmesi ve

deniz mevsiminin geçmekte oldugunun görülmesi üzerine kalenin alinamayacagi

anlasilarak kusatmaya son verilir. Serdar Mustafa Pasa, Turgut gibi büyük bir

denizci ile takriben 20.000 askerin sehâdetine mal olan bu kusatmayi kaldirarak

ll Eylül'de asker ve malzemeyi gemilere yükleyerek denize açilir. Bu

muvaffakiyetsizlik üzerine Malta seferi için Serdar tayin edilen Mustafa Pasa

vezirlikten azl olunur.

Fethi için büyük hazirliklar yapilan ve maalesef büyük zayiatlara

sebebiyet veren bu kusatmanin kaldirilmasina, kalenin hem müstahkem bir mevkide

bulunmasi, hem de saglam surlarla çevrili olmasinin yaninda ada, geregi gibi

abluka altina alinamiyordu. Bu da kaleyi müdafaa edenlere disardan devamli

yardimlarin gelmesine sebep oluyordu. Bu arada kusatma planinda yapilan büyük

hatalar, kusatmanin uzamasindan dolayi donanmanin maruz kaldigi erzak ve malzeme

sikintisi ile orduda hastaligin bas göstermesi gibi durumlar, adanin fethine

imkân vermemisti.

Kanunî Sultan Süleyman, bu basarisizligi hazmedemeyecek ve yeni bir

seferin açilmasi için hazirliklara baslanmasini emredecektir. Ancak Avrupa'ya

yeni bir kara harekâtinin yapilma mecburiyeti, bu seferi ikinci plana itmistir.

Bununla beraber Kanunî, son seferi olan Sigetvar'a çikmadan önce donanmaya

denize açilma emrini vermisti. Bu sefer sonunda Sakiz Adasi bütünüyle Osmanli

hâkimiyetine geçecektir.9. Sakiz Adasi'nin Alinmasi Donanma, Kanunî'nin emri

üzerine harekete geçip denize açilmisti. Gerçi Sakiz Adasi, daha Fâtih Sultan

Mehmed zamaninda vergiye baglanmisti. Ancak bura sakinleri, firsat buldukça

Osmanlilarin askerî harekâtlari ile donanmanin durumu hakkinda disariya bilgi

sizdirmaktan geri kalmiyorlardi. Zaman zaman da vergilerini aksatiyorlardi.

Bundan baska Malta kusatmasi sirasinda da bazi Sakizlilar, Osmanlilar'a karsi

savasmislardi. Öte yandan, tamamen Osmanli hâkimiyetindeki Ege Denizi'nde böyle

bir adanin bulunmasi, Osmanli menfaatlerine zarar verebilirdi. Kâtib Çelebi'nin

ifadesiyle Kanunî, bütün bu durum ve sebepleri su sözlerle ifade ediyordu: Misir diyarina giden hacilarin yol üzerinde kiyiya yakin Sakiz Adasi

hisarinda oturan kâfirler görünüste haraca bagli iseler de savasçi kâfirlerle

iyi dostluk üzere olup her daim devlet kapisinda olan isleri yazip

bildirmektedirler. Ve donanma-yi humâyûn gemileri çiktikça kaç gemidir ve ne

yana gidecektir hep bildirip ufak Islâm gemilerine zarar eristirmekten geri

durmadiklarini biliyorum. Ne yoldan olursa bu adayi tutup almaya dürisesin. diye

buyurmuslardi. Bunun üzerine 973 baharinda ( Mart - Nisan 1566 ) Kaptan Piyâle

Pasa 70 parça kadirga ile denize açilip, adanin karsisindaki Çesme'ye gelir.

Donanmanin Çesme'ye geldigini gören Sakizlilar, bazi hediye ve armaganlarla

Kaptan Pasa'ya geldilerse de bu, kalenin zaptina mani olamadi. Zira Pâdisah'in

bu konudaki emri kesindi. Bu sebeple 24 Ramazan 973 (14 Nisan 1566 )'da Sakiz'a

gelen Piyâle Pasa, kan dökmeden adayi zapt edip onu bütünüyle Osmanli

hâkimiyetine alir. Buraya muhafizlar koyan Piyâle Pasa, büyük kiliseyi de câmi

haline getirmisti. Böylece Ceneviz, Ege'deki son kolonisini de kaybetmis

oluyordu. Türklerin adayi ele geçirmesi, Katolik Cenevizlilerin tazyiklerinden

sikâyetçi olan yerli Rumlar tarafindan sevinçle karsilanmisti. Böylece Sakiz

Adasi da diger komsu adalar gibi Osmanli hâimiyetinin sagladigi müsamaha

havasindan faydalanmistir.

Sakiz Adasi'nin artik bütünüyle Osmanli hâkimiyetine girdigi haberini

alan Kanunî, eyü tedarük olunmus diyerek memnuniyetini izhar etmisti. Piyâle

Pasa'ya gönderilen hükümde ise, Sakiz'in bir sancak halinde Kaptanpasa eyâletine

ilhaki uygun görülmüs ve buranin sancakbeyligi Kirsehir Beyi Gazanfer Bey'e

50.000 akça terakki ile tevcih olunmustu. Ayrica Sakiz'in tahriri yapilarak

buranin gelirleri ile nüfusu tesbit edilmisti. Bu esnada Sakiz'in ileri

gelenleri Istanbul'a gönderilmisti.HIND OKYANUSU SULARI

Bilindigi gibi Kanunî dönemindeki deniz harekâti, sadece Akdeniz'le

sinirli kalmamis, ayni zamanda Hint Okyanusu ve kollarinda da devam etmistir. Bu

dönemde, Isâm dünyasinin mümessili olarak bir cihan devleti haline gelmis

bulunan Osmanli Devleti'nin, o günün ulasim ve teknik imkânlarina göre çok uzak

olan bu sularda bulunmasinin bazi önemli sebepleri vardi. Bunun için burada hem

bu sebepleri, hem gelismeleri, hem de bu seferlerin sonuçlarini gözler önüne

sermeye çalisacagiz. Böylece Osmanlilarin o kadar uzak olan bölgelere niçin ve

hangi gâye ile gittiklerini daha iyi kavramis olacagiz.

XV. asrin meshur denizcileri olarak bilinen Ispanyol ve Portekiz gibi

iki Hiristiyan devletin, dayanikli gemiler insa ettikleri ve cografî kesiflerde

önemli adimlar attiklari bilinmektedir. Bu kesifler, Osmanli Deveti'ni yakindan

ilgilendiriyordu. Gerçekten, Portekiz'in Hind Okyanusu'na açilmasi bir tesadüf

eseri olmayip, Rahib John'un ülkelerini ve baharat memleketlerini kesfetmek

gâyesiyle 7 Mayis l487'de bu bölgelere seyahata çikan Portekizli maceraperest

Joâo Peres de Covilhâo'nun raporlarinin bir sonucudur. Bu bakimdan

Portekizlier'in Hind denizine açilmalarini basit tesadüflere baglamamiz mümkün

degildir. Onlarin bu hareketleri, Müslümanlara karsi Haçli Ruhu, Afrika'daki

Guinea altinina erisme ve Dogu'da Hiristiyanligi temsil eden efsanevî Joâo

Peres de Covilhâo ile Dogu'daki baharatin menseini bulma gibi sebeplere

dayaniyordu. Bu dönemde Hindistan sularina gelen Portekizliler, Gao'yu ele

geçirerek Kizildeniz'de faaliyete geçtikleri gibi Mekke'nin limani durumundaki

Cidde'yi de tehdid etmeye baslamislardi. Bu esnada onlar, Dogu mallarinin

Akdeniz'e ulasma merkezlerine hâkim olmuslardi. Hatta, ticaret gelirlerinin

azalmasi yüzünden Memlûk Devleti ile Portkizliler arasinda mücadeleler

baslamisti. Bu mücadelede esnasinda Memlûk Deveti'nin, Osmanlilar'dan yardim

talebinde bulundugu ve Sultan II. Bâyezid'in yardim için buraya Selman Reis'i

gönderdigine daha önce temas edilmisti.

Memlûk Devleti'nin merkezi durumundaki Misir'in, Osmanli hâkimiyetine

girmesi üzerine Portekizliler ile Osmanliar, bu uzak denizlerde karsi karsiya

gemis oluyorlardi. Osmanlilarin hedefi, hem Cidde'yi Portekiz tehdidinden

kurtarmak hem de neredeyse tamamen kapanma durumuna gelen klasik baharat yolunu

yeniden eski durumuna getirmekti. Bu hedefe ulasabilmek için de Portekiz

nüfuzunun kirilmasi gerekiyordu. Bu da ancak Süveys'te güçlü bir donanmanin

kurulmasi ile mümkündü. Iste bunun içindir ki, Ahmed Pasa'nin isyani üzerine

Misir'a gelen Ibrahim Pasa, Süveys limani merkez olmak üzere l525'te bir Misir

kapudanligi kurmustu. Daha önce Yemen'e gidip burada Osmanli hâkimiyetinin

yerlesmesinde mühim bir rol oynamis bulunan Selman Reis, Misir'a gelen Ibrahim

Pasa'ya, Yemen'in ahvali hakkinda tafsilatli bilgiler verir. Bundan sonra

l525'te Süveys'te yeni Cidde Beyi Hüseyin er-Rumî ( = Anadolu'lu ) tarafindan

hazirlanan 20 kadirgadan ibaret bir Türk filosuyla Yemen ve Aden taraflarina

gider. Ayni zamanda iyi bir gözlemci olan Selman Reis, l0 Saban 93l (l0 Haziran

l525) de Kizildeniz'deki limanlar ile Portekizlilerin Hindistan'da sahip

olduklari kalelerin, -Sumatra ve Malaka dahil- bütün bu bölgenin ticarî durumunu

belirten bir layiha da kaleme alir. l. Hadim Süleyman Pasa'nin Hind Seferi

Peçevî (Peçuylu) tarihinde buunan bir kayda göre Süleyman Pasa, Misir'daki ilk

valiligi esnasinda Yemen ve Aden'e sefer yapmayi tasarliyor ve bunun için

hükümeti iknaya çalisiyordu. 937 ( l530 )'de kendisine bu müsaade verilerek

malzemesi, Misir haricinden getirilmek suretiyle Süveys'te 80 kitalik bir

donanma hazirlanir. Fakat Bagdad seferi sirasinda baska göreve tayin edilerek

yerine Hüseyin Pasa getirildiginden sefer akamete ugrayip basarisiz olur. Gerçi Ibrahim Pasa, Portekizlilerin faaliyetlerine engel olmak için

daha önce Yemen ve Hind denizlerine kuvvet gönderme karari alarak Selman Reis'in

idaresine verdigi l9 gemilik bir Osmanli filosunu Hind denizine göndermisti ki

bu, Osmanlilarin ilk fiili Hind seferi oluyordu.

Kanunî'nin, Irakayn seferinden sonra ikinci defa Misir valiligine

getirilen Süleyman Pasa, Kizildeniz ve Hind ticareti ile yakindan ilgilenmekte

idi. Bu esnada Hindistan'da bulunan Gücerat ve Kalküta gibi Müslüman hükümetler,

Portekizliler'e karsi Osmanlilar'dan yardim istemislerdi. Bunun üzerine Hind

denizinde rol oynamaya namzed bulunan Osmanlilar, bu talebi bir vesile saydilar.

Bunun içindir ki, Hadim Süleyman Pasa ikinci sefer Misir valisi olunca, Süveys

tersanesinde Cenovali deniz insaiye mühendisleri nezaretinde insa edilmis olan

74 gemiden ibaret bulunan donanma, Gücerat üzerine hareket etmek üzere 22

Haziran l538'de Kizildeniz'e açilir. Önemli bir ticaret merkezi oldugu kadar

stratejik konumu itibariyle de mühim bir sehir olan Aden, 27 Temmuz'da ele

geçirilip Osmanli hâkimiyetine idhal edilir.

Aden'den hareket eden ve Akdeniz sartlarina göre hazirlanmis yelkenli

gemilerden ziyade kürekli galley'lere dayanan Osmanli donanmasi, l9 günlük bir

yolculuktan sonra Hindistan sahillerine varir. Gokala ve Kat kalelerine hücum

edilerek buralar kolayca zaptedilir. Portekizlilerin bu kitadaki en büyük ve

müstahkem kalelerinden biri olan Diu (Dev) kalesi önüne gelinerek karaya asker

ve toplar çikarilarak kale muhasara edilir. Bu esnada Süleyman Pasa, yerlilerin

kendisini destekleyecegini ümid ediyor ve kaleyi onlarin da yardimiyla kolayca

zaptedebilecegini düsünüyordu. Halbuki hükümdar Bahadir'in halefi olan

Gücerat'in yeni hâkimi Mahmud Sah, böyle düsünmedigi gibi Osmanlilara karsi

samimi hisler de beslememekteydi. Bununla beraber karadan ve denizden

sikistirilan Diu, toplarla dövülmeye baslanir. Diu'yu savunanlar iç kaleye

siginmak zorunda kalirlar. Tam bu sirada Süleyman Pasa, gerekli yardimi

görmedigi ve Portekiz donanmasinin gelmekte oldugu haberini alinca kusatmayi

kaldirir. Bunda Mahmud Sah'in da büyük rolü olmustu. Bu arada geri dönen

Süleyman Pasa, Yemen taraflarinin asayisi ile mesgul olur.

Misir'in ilhaki üzerine Osmanli hâkimiyetini kabul eden Zebid hâkimi

Barsbay'in ölümünden sonra yerine geçen Iskender Bey ve onu öldüren Nâhuda

Ahmed, Osmanli hâkimiyetini tanimamislardi. Hadim Süleyman Pasa, Muha önlerine

gelir gemez Nâhuda Ahmed'i yanina çagirir. Fakat o, yapilan bu dâveti bazi

bahaneler ileri sürerek nazikçe reddeder ve Biz bu memleketi kilicimizla feth

ettik. Elimizden almak isteyen varsa gelsin kilici ile alsin der. Bununla

beraber Süleyman Pasa'nin Nâhuda Ahmed'e göndermis oldugu kethüdasi Süeyman Aga,

onunla bir anlasma yapar. Buna göre Nâhuda Ahmed her yil l.000.000 akça vergi

vermek sartiyla Zebid Beyligi'nde kalacaktir. Böylece Hadim Süleyman Pasa'nin

direktifi geregince Nâhuda'yi güzellike Osmani hâkimiyeti altina sokan Süleyman

Aga, ona hil'at, sancak ve berat vererek geri dönüp Muha'ya gelir. Fakat çok

geçmeden Nâhuda Ahmed, Süleyman Pasa kuvvetlerinin Yemen'den ayrilir arilmaz

anlasmayi bozacagini söyler. O, bununla da kalmayacak Aden kalesini bile

alacagini söyleyecektir. Bunu haber alan Süleyman Pasa, donanma ile Kamaran

adasina gelip Salif iskelesine asker çikarir. Bu esnada Nâhuda Ahmed, Türk, Arab

ve Habeslilerden meydana gelen ordusunu Süleyman Pasa üzerine sevk ettiyse de

bir sey yapamayarak Zebid'e çekilir. Hadim Süleyman Pasa 5 Sevval 945 (24 Subat

l539)'da müsait sartlar altinda kolayca Zebid'e girer. Nâhuda'yi Divan-i Âlî'de

muhakeme ettikten sonra idam ettirir. Böylece l9 Sevval 945 (6 Mart l539) Cuma

günü Pâdisah adina hutbe okutturarak Zebid vilayetini ve bütün mülhakatini

Osmanli topraklarina kattigini ilan eder.

Osmanli donanmasinin kudretini göstermesi bakimindan bu ilk Hind

seferi, Portekizliler'e büyük bir korku salmisti. Hadim Süleyman Pasa, Özdemir

Bey'i Habesistan'a göndermis, böylece buraya (Habesistan) ait olan kisim hariç,

Bâbu'l-mendeb'e kadar olan denizin iki tarafina hâkim olunarak, Dogu ticareti

için Portekizliler'le yeni bir mücadele sahasi açilmis oluyordu. 2. Habesistan

Seferi Osmanlilar, Aden ve Zebid'in zaptindan sonra Yemen'deki hâkimiyet

sahalarini genisletmeye çalisirlar. 952 senesinin Zilkade ( Ocak l546) ayi

ortalarinda Mustafa Nessar Pasa'nin yerine Yemen'e tayin olunan Üveys Pasa,

Zeydiyye ailesi arasindaki ihtilaftan istifade ile Taiz'i zapteder. Sehrin

muhafazasi için adamlarindan birini burada birakip kuvvetleriyle San'a üzerine

yürür. Bu esnada yolu üzerinde bulunan kale, iskele ve geçitleri de ele geçirir.

Bu basarili harekât esnasinda Mutahhar'dan da yardim görür. Böylece bölgeyi

kontrolü, halki da hâkimiyeti altina alir. Ancak yerliler bu disiplinden

sikilirlar. Bu yüzden ondan kurtulmayi düsünürler. Pehlivan Hasan adindaki

levendin tahrikleriyle ve ulûfelerini istemek bahanesiyle meydana gelen isyan

esnasinda, San'ay'i almaya giden Pasa, Habban vadisinde konakladigi ve gece

yatip uykuya daldigi zaman katledilir. Bu olaydan sonra Üveys Pasa'nin yerine

tayin edilen Ferhad Pasa, Aden ve çevresindeki isyanlari bastirip sükûneti tesis

edecektir. Bu arada Yemen'e gelen Özdemir Pasa da l547'de San'a'yi ele geçirerek

Ferhad Pasa'nin yerine Yemen Beylerbeyi olur. Özdemir Pasa, Yemen'de önemli

isler basarmis, Üveys Pasa'nin katillerini bulup cezalandirmistir. l554 yilinda

azledilince Istanbul'a gelen Pasa, Pâdisah ile görüstükten sonra Habesistan'a

gönderilmistir.

Misir'a gelir gelmez asker toplayan Özdemir Pasa, l555'te harekete

geçerek Nil nehrinden güneye dogru ilerler. Bu hareketinde o, Said bölgesindeki

Sallal mevkiine kadar gelir. Bu arada tekrar Istanbul'a dönerek Habes

beylerbeyligi'nin kurulmasini saglar. Bunun üzerine Resmen Habes Beylerbeyi olan

Özdemir Pasa, Misir'da toplanan kuvvetlerle önce Sevakin'e oradan da Massava'ya

hareket eder. Burasi l557 yilinda alinmis, bunu takiben Habes Kralligi'nin

önemli limanlarindan biri olan Arkiko da ele geçirilmistir. Bundan sonra iç

kesimlerde önemli bir merkez olan Tigre l558'de zaptedilmistir. Debrava adli

mevkii üs yapan Özdemir Pasa, l560 yilinda burada vefat eder. Böylece, Özdemir

Pasa'nin çabalari sonucunda bugünkü Eritre ile Habesistan'in kuzeybati bölgesi

Osmanli hâkimiyetine girmis oluyordu.>3. Umman Denizi'nde Osmanli - Portekiz

Mücadelesi ve Pîrî Reis Hadim Süleyman Pasa'nin Hind seferinden sonra

Portekizlilerle olan mücadele devam etmisti. Bu arada, Haci Mehmed adinda

birinin oglu olan Pîrî Reis, Kemal Reis'in yegenidir. Denizcilige nasil

basladigi kesin ve tam olarak bilinemeyen Pîrî Reis, l547 yilinda Hind

kaptanligina getirilir. Pîrî Reis, amcasi (veya dayisi) Kemal Reis'in vefatini

muteakip bir müddet Barbaros'un yaninda bulunduktan sonra, Ibrahim Pasa ile

birlikte Misir'a gider. Kaptanliga getirildigi sirada yasi bir hayli

ilerlemisti. Bu siralarda Portekizliler Cidde'yi isgal etmek istedilerse de buna

muvaffak olamazlar. Bununla beraber Aden'i ele geçirip Kizildeniz'in çikisini

kontrol altinda bulundurmak istiyorlardi. Fakat Pîrî Reis komutasindaki Osmanli

donanmasi 3 Subat l549'da Aden'i tekrar geri alacaktir. Gerçi Portekizliler,

Yemen'deki Osmanli tahkimatindan ve Basra ile Lahsa bölgelerinin Osmanli

hâkimiyetine girmesinden de endise ediyorlardi. Keza onlar, Basra körfezine

giris ve çikisi kontrol eden Hürmüz'ün de Osmanli idaresine girmesinden

korkuyorlardi. Bu arada Katif'in Osmanli idaresine geçmesi,Portekizliler'i

harekete geçirir. Bunun üzerine l550'de Katif'i sikistirip aldilarsa da Basra

üzerine tertipledikeri sefer tam bir hezimetle sonuçlanir.

l552 senesi Nisan'inda 24 kadirga (veya 30 kadirga ), 4 kalyon

(barça) ve 850 askerden mütesekkil donanma ile Süveys'ten hareket eden Pîrî

Reis, önce Cidde'ye ve Babu'l-mendeb'ten Aden'e, oradan da Maskat limanina

gelir. O esnada Portekizlilerin elinde bulunan Maskat, alti günlük bir kusatma

sonucunda ele geçirilir. Maskat'in alinmasindan sonra l9 Eylül l552'de Hürmüz

kalesi kusatilir. Bununla beraber, Portekiz Genel Valisi'nin büyük bir donanma

ile geldigini ögrenen Pîrî Reis, muhasarayi kaldirip Basra körfezine çekilir.

Portekiz donanmasi, Basra körfezinin agzini kapatarak onun çikmasina engel

olmaya çalisir. Pîrî Reis, elindeki askerlerin dagilmasi üzerine emrindeki üç

gemi ile Portekiz ablukasini yarmaya çalisir. Bu yarma hareketini basarili bir

sekilde gerçeklestiren Pîrî Reis, iki gemi ile Misir'a ulasir. Ancak aralarinda

anlasmazlik bulunan Basra Beylerbeyi Kubad Pasa'nin, onun hakkinda çikan

söylentileri Istanbul'a bildirmesi üzerine basarisizligi bahane edilerek

Kahire'de idam edilir. Bazi kaynaklar onun ölüm tarihini 962 (l554 - l555) yili

olarak kabul ederlerse de, bu tarihin 960 (l552 - l553) olmasi daha büyük bir

ihtimaldir. Ölümünden sonra Pîrî Reis'in pek çok serveti çikmisti. Bütün serveti

devlet hazinesi adina alinmisti. Onun ölümünden sonra Hürmüz'den bir hey'et,

Istanbul (veya Misir)'a gelerek, Pîrî Reis'in bura halkina eziyet edip mal ve

servetlerini müsadere ettigini, bu yüzden onun malini almalari gerektigini ileri

sürmüs ise de hey'etin bu iddialari kabul edilmemistir.

Pîrî Reis, büyük bir deniz komutani oldugu kadar, devrinin mühim

haritacisi ve denizci müelliflerinden biridir. Açik fikirli ve ögrenme arzusuna

sahip bir kimse oldugundan, daha ilk dönemlerinden itibaren gördüklerini

kaydetmis, deniz haritaciligi ve cografyasina dair eline geçen eser ve

haritalardan da istifade etmekten geri kalmamistir. Böylece topladigi bilgilerin

önemli bir kismi ve bunlara dayanarak yazdigi eser (Kitab-i Bahriye) ile yaptigi

haritalar, ilim tarihinde mühim bir yer isgal eder. 4. Seydi Ali Reis'in Hind

Kaptanligi Mâcerali Hindistan seyahati ve deniz cografyasina ait eserleriyle

söhret kazanmis bir Osmanli denizcisi olan Seydi Ali Reis, Galata'daki Dâru

sina-i Âmire kethüdasi olan Hüseyin'in oglu olup XVI. asrin baslarinda

dogmustur. Aslen Sinop'lu olan büyük babasi da Fâtih Sultan Mehmed zamaninda

Galata tersanesi kethüdaligi yapmisti. Seydi Ali, bu aile meslegini devam

ettirerek küçük yasta tersane hizmetine girmis, Rodos'un zaptindan (l522)

baslayarak, donanmanin Akdeniz'deki bütün faaliyetlerine katildigi gibi,

Barbaros Hayreddin'in maiyetinde savaslara da istirak etmisti.

Murad Reis'in kaptanligindan sonra Basra'da mahsur kalan Süveys

donanmasini getirmek için kaptan olarak tayin edilen Seydi Ali Reis, 960

(l553)'da Haleb yolu ile Basra'ya gelir. Tecrübeli bir denizci olan Seydi Ali

Reis, burada l5 gemiden mürekkeb donanmanin hazirlik ve ikmali ile mesgul olur.

Portekiz donanmasinin durumunu arastirdiktan sonra 2 Temmuz l554'te Basra'dan

hareket ederek Katif (Bahreyn)'e gelir. Donanma Basra'dan hareketinin kirkinci

günü Umman sahillerinde yirmi bes veya yirmi sekiz mevcudlu bir Portekiz

donanmasi ile karsilasir. Meydana gelen muharebede Portekizliler bir gemilerini

kaybederler. Bunun üzerine gecenin karanligindan istifade ile kaçan Portekiz

donanmasi Hürmüz'e çekilir.

Yoluna devam eden Türk donanmasi, Maskat limanina yaklastigi sirada

otuz iki (veya otuz dört) gemiden mürekkeb baska bir Portekiz filosu ile

karsilasir. Iki taraf arasinda meydana gelen siddetli çarpismalara ragmen kesin

bir sonuç alinamaz. Iki ordu savastan sonra birbirlerinden ayrilirlar. Bu esnada

Seydi Ali Reis'in donanmasi firtina yüzünden rotasindan çikarak Iran ve

Belücistan sahillerine dogru sürüklenir. Firtina yüzünden sürüklenen donanma,

Müslüman bir levend gemisinin kilavuzlugunda Güvader limanina gelir. Buranin

hükümdari olan Celâleddin b. Dinar bunlara ikramda bulunup ihtiyaçlarini

karsilar. Kendilerine çeki düzen veren Seydi Ali Reis'in donanmasi batiya dogru

hareket etmek üzere buradan ayrilir. Bu sefer de kuvvetli bir firtina çikarak

donanmayi Hindistan sahillerine dogru sürükler. Günlerce deniz üzerindeki

tehlikelerden sonra Diyu, Gücerat ve Surat taraflarina gelinir. Donanmada artik

harb edecek kudret kalmamisti. Seydi Ali Reis, karaya çikip harp gemileri ile

techizatindan kalmis olanlari ve birkaç topu Surat limaninda Gücerat Sultani'nin

valisi bulunan Receb Han'a biraktiktan sonra arzu eden askerleri de onun

hizmetine vererek kendisi elli kadar arkadasiyla Istanbul'a gelmek üzere karadan

yola çikar. Sind, Hind, Zabulistan, Bedahsan, Maveraünnehr, Harezm, Horasan ve

Iran'dan geçerek Anadolu üzerinden üç senede Istanbul'a ulasir. O sirada

Pâdisah'in Edirne'de bulunmasindan dolayi oraya giderek Kanunî'nin katina çikan

Seydi Ali Reis, Kanunî ile Rüstem Pasa'nin iltifat ve ihsanlarina mazhar olur.

Seksen akça yevmiye ile hünkâr müteferrikasi oldugu gibi arkadaslarina da

ikramlarda bulunulur. O, bu seyahattan bahs ile kaleme aldigi Mir'atu'l-Memâlik

isimli eserini Kanunî Sultan Süleyman'a takdim eder.

Bir denizci olarak hakli bir söhret kazanmis olan Seydi Ali Reis,

telif ettigi eserlerle de bir ilim adami oldugunu göstermistir. Nitekim,

gemilerin sevk ve idaresi, deniz cografyasi ve astronomiye dair olan eserleri

kendisine bu sahada hakli bir söhret kazandirmislardir.

Görüldügü gibi Seydi Ali Reis de donanmayi geri getirememis, bir

taraftan Portekizliler'le diger taraftan da Hind Okyanusu'nun firtinalariyla

mücadele etmek zorunda kalmisti.

Seydi Ali Reis'ten sonra Süveys kaptanligi Kurdoglu Hizir Reis'e

verilmisti. Bu siralarda Portekizliler, Hind denizindeki adalari ele geçiriyor

ve özellikle dogudan gelecek telikelere karsi Hind Okyanusu'ndaki adalari zapt

ediyorlardi. Bu adalardaki devletler içinde en güçlüsü Açe Islâm Devleti olup

Sumatra adasiyle Malaka yarimadasinda hüküm sürüyordu. Açe hükümdari Sultan

Alaeddin, Portekizliler'in, buralari almak istemeleri üzerine, o siralarda

donanmalari Hind sularina kadar gelmis olan Osmanli Devleti'nden yardim istemek

üzere 972 ( l565 )'de Istanbul'a elçi göndermisti.

Sultan Alaeddin, Osmanli hükümdarindan top, tüfek ve askerle

kendisine yardim edilmesini diliyordu. Elçinin gelisi, Sultan Süleyman'in

Sigetvar seferine ve ölümüne tesadüf etmisti. Elçilik heyeti iki sene kadar

Istanbul'da kalir. Osmanli Devleti, bu Müslüman devletin müracaatini kabul edip

Süveys'teki donanma ile yardima karar verir. Böylece yirmiden fazla gemi ile

Süveys kaptani Kurdoglu Hizir Reis bu ise memur edilir. Istenilen malzeme ile

gemi yapan ve top döken ustalar da gemilere bindirilerek denize açilmak üzere

iken Yemen'de bir ayaklanma olur. Zeydî Mezhebi'nin imami Mutahhar isyan ederek

San'a ile birlikte Yemen'in önemli bir bölümünü ele geçirdiginden Kurdoglu Hizir

Bey, Yemen serdari Sinan Pasa'nin maiyetinde Yemen'deki isyani bastirmakla

görevlendirildiginden Açe seferi geri kalmis olur. Bununla beraber Açe

Devleti'ne gönderilmesi gereken harp levazimi ve gemi insa edip top dökebilen

san'atkârlar iki gemi ile sevkedildiler. Bunlar, Açe Islâm Devleti'nin hizmetine

girip orada yerlestiler.

Osmanlilarin, XVI asrin ikinci yarisinda bu uzak denizlerdeki

faaliyetleri, Portekizlilerin bölgedeki hâkimiyetlerine karsi büyük bir engel

teskil etmistir. Hatta bu faaliyetler sonucunda baharat ticaretinde bir canlanma

oldugu gibi Kizildeniz ile limanlari, Portekiz hegemonyasindan da

kurtulmuslardi. Bu da Osmanlilarin Kizildeniz ve Basra körfezinde önemli

noktalara hâkim olmaya basadiklari l540 tarilerinden itibaren baslamisti. Basra

ve Kizildeniz'e gelen sayisiz kervanlar, Akdeniz ticaretini canlandirmis, Haleb,

Trablussam, Iskenderiye ile Kahire gibi liman ve sehirler gittikçe gelisme

göstermislerdir. Portekiz baharat ticareti ise çok gerilemis, buna karsilik

Osmanli gümrük gelirlerinde büyük artislar meydana gelmistir. Bu esnada

Sumatra'daki Açe Sultanligi'ndan bol miktarda baharat Kizildeniz'e akmis,

Portekizlilerin buna mani olmak için l554 - l559 yillarinda Kizildeniz'de

faaliyet göstermeleri onlar açisindan önemli bir sonucun saglanmasina

yetmemistir.KANUNî'NIN SON DÖNEMLERI

Saltanat hususunda kendisi ile rekabet edecek kardesleri bulunmayan

Kanunî Sultan Süleyman, hükümdarigini yarim asra yakin bir sürede zaferlerle

süslemis, ordusunun basinda hem batiya hem de doguya seferlerde bulunmus ve son

seferinde ordusunun komutani olarak muharebe sahasinda vefat etmistir. O,

söhretini sadece seferleri ve bunlarin sonucu olarak kazandigi zaferleriyle

degil, ayni zamanda tedvin ettirip vaz' ettirdigi kanunlarinin, devlet

teskilâtini ve ordusunu zamanin ihtiyaçlarina göre tanzim etmesiyle de

kazanmisti. Bu bölümde biz, onun son seferi, vefati ve sahsiyeti hakkinda kisaca

bilgi vermeye çalisacagiz.l. Kanunî'nin Son Seferi ve Ölümü 970 (l562) Osmanli -

Avusturya muahedesinden hemen sonra iki devlet arasindaki hudud boylarinda yeni

karisikliklar çikar. Avusturyalilar'in Seçen'e karsi hücuma geçmeleri üzerine

Budin ve Timasvar beylerbeyleri de Samos nehri civarindaki bazi sehirlere karsi

harekete geçerler. Bu esnada Avusturyalilar l563'te Kostanoviç'e kadar

ilerlerler. l564 'te Imparator Ferdinand ölünce yerine oglu II. Maximilien

geçince Osmanlilar anlasmanin yenilenip yenilenmeyecegini anlamak ve cülusu

tebrik etmek için Bali Çavus'u gönderirler. Bu esnada Erdel'de yine

karisikliklar bas gösterir. Avusturyalilar Erdel'e asker gönderirler. Buna

karsilik Budin Beylerbeyi Yahya Pasazâde Arslan Pasa, Erdel'e 6.000 kisilik bir

yardim kuvveti gönderir.

Harp taraftari olmayan Semiz Ali Pasa'nin vefati üzerine 27 Haziran

l565'te Sokullu Mehmed Pasa'nin vezir-i a'zam olmasi, Avusturya'ya karsi harp

ilani fikrini kuvvetlendirir. Sokullu, Avusturya elçisine, Tokaj ile Szerencz'in

iade edilmesini ve verginin ödenmesini, barisin yenilenmesinin bunlara bagli

oldugunu bildirir. Bütün bu görüsmeler bir sonuç vermediginden 9 Sevval 973 (

Nisan sonu l566 )'da Avusturya'ya karsi harp ilan

edilir.SIGETVAR SEFERI

Bu sefer, artik iyice yaslanmis bulunan Kanunî Sultan Süleyman'in

baskomutan olarak ordusunun basinda istirak ettigi on üçüncü ve sonuncu

seferidir. Pâdisah, Sigetvar ve Egri kalelerinin fethi ile Macaristan'daki

mukavemet yuvalarini dagitmak istiyordu. Ayrica yeni vezir Sokullu'nun tesiriyle

bu sefere bizzat çikmak ve böylece l0 yildir sefere çikmamasini tenkid edenleri

de susturmak niyetinde idi. Bu siralarda Sultan Süleyman'in yasi yetmis üçü (73)

bulmustu. Hem yasli, hem bazi hastaliklara duçar olmus, hem de ayaginda aileden

gelen bir hastalik olan Nikris vardi. Bu sebeple yürümekte zorluk çektigi için

bazi yerlerde araba, bazi yerlerde de tahtirevan ile gidiyordu. Fakat kasabalara

girilecegi sirada dinçlik ve zindelik gösterip halk üzerinde iyi bir tesir

birakmasi için ata biniyordu.

Hükümdar bizzat sefere çikmadan iki ay evvel Ikinci vezir Pertev

Pasa'yi Timisvar hududunda bulunan Gyula (Göle)'yi zaptetmek üzere gönderir.

Harp planina göre, Erdel ve Hirvatistan taraflarina taarruzla bütün bir Tuna

bölgesi zaptedilerek, Komarom üzerine yürünecek ve Avusturyalilar Viyana'ya

dogru çekilmeye zorlanacakti.

l Mayis l566'da son seferi için Istanbul'dan hareket eden Kanunî,

biraz önce temas edilen yürüyüs sekli ile l9 Haziran'da Belgrad'a, oradan da

Zemlin (Zemin, Zemun)'e geldigi sirada Janos Zsigmond, kuvvetleriyle birlikte

orduya katilir. Bu arada Budin Beylerbeyi, Palota kalesi üzerine basarisiz bir

harekâtta bulunurken Avusturya kuvvetleri de Tata ve Vesprim'i alarak büyük bir

katliam yapmislardi. Osmanli ordusu dogru Sigetvar üzerine yürür. Kale muhasara

edilerek toplarla dövülür. Kaleyi savunan Kont Zirinyi Miklos, bütün gücü ile

müdafaada bulunur. Arka arkaya yapilan ve bir sonuç alinamayan basarisiz

hücumlar karsisinda yasli hükümdar üzülmekte ve ... bu kal'e benüm yüregüm

yakmisdur, dilerüm Hakk'dan ateslere yana... diye hislerini izhar etmekteydi.

Nihayet 2l Safer 974 ( 7 Eylül l566 )'de kale alinmis, Kont Zirinyi de

yakalanarak idam edilmisti. Bu arada Vezir Pertev Pasa komutasinda Erdel beyi'ne

yardim etmek üzere gönderilen kuvvetler de bazi kaleleri feth etmislerdi.b)

Kanunî'nin Vefati Sigetvar kalesi hücumlari devam ederken yetmis üç yasinda

ordusunun basinda on üçüncü seferini yapmis olan Gazi Sultan Süleyman, 6 Eylül'ü

7 Eylül'e baglayan gece (20 Safer 974) sabaha dört saat kala vefat eder.

Sigetvar'in fethini büyük bir sabirsizlikla bekleyen Hünkâra bu fethi görmek

nasib olmayacakti. Bununla beraber onun vefatinin ertesi günü kale feth

olunmustu. Sokullu Mehmed Pasa, henüz düsman karsisinda bulunulan bir zamanda

ölüm haberinin açiklanmasini tehlikeli bulmustu.

Sokullu, Pâdisa'in ölüm haberini alir almaz, diger vezir ve

yetkilileri haberdar etmeden sadece kendi kâtibi olan Feridun Bey'e

(Münseâtu's-Selâtin müellifi) haber vermis ve derhal Kütahya Valisi Sehzâde

Selim'e, Hasan Çavus adinda bir divan çavusu ile mektup gönderip acele ordugâha

yetismelerini bildirmisti.

Hasan Çavus giderken gerçekte asil meselenin ne odugunu bilmiyordu.

Sadece Haleb beylerbeyligine tayin olunan bir pasaya müjdeci olarak

gönderildigini ve geçerken de bu mektubu Sehzâde Selim'e vermeye memur oldugunu

zannediyordu. Bu esnada Selim, Siçanli sahrasinda yaylada bulunuyordu. Hasan

Çavus buradan geçerken vezir-i a'zamin mektubunu sehzâdeye verip agizdan da

Sigetvar fethi haberini ile Pâdisah'in sihhat ve afiyette oldugunu söyleyip

geçecekti.

Vezir-i A'zam bir taraftan Otag-i Humâyunda, yazisi Pâdisah'in

yazisina benzeyen Silahtar Cafer Aga'yi oturtup onun yazisiyla degisik islerle

ilgili Hatt-i Humayûnlar gönderterek Pâdisah hayatta imis gibi hareket ederken,

diger taraftan merhum Pâdisah'in na'sini Otag-i Humayûn'da yikatip vefat

haberine vâkif olan tabip Keysûnîzâde, Pâdisah imami Dervis ve rikabdar Mustafa,

Musa ve Hasan Aga'lar ile tamami l2 kisiden mürekkeb bir cemaatla namazini

kildirir. Bundan sonra iç organlarini çikartip orada gömdürmüs, cesedi de

ilaçlatir. Bu ameliyeden sonra, cesedi kokulu bez ve musambalara sarip bir

tabuta koyar. Bu tabutu da Otag-i Humayûn'daki tahtin altina

gizler.

Sokollu Mehmed Pasa, Sigetvar'in fethinden sonra vezirleri Kanunî'nin

vefatindan haberdar eder. Böylece Pâdisah'in vefat haberinden belli ve muayyen

bir zümrenin haberi olur. Vezir-i A'zam, bu tehlikeli durumun yayilmasini

önlemek için elde edilen zaferden dolayi etrafa fetihnâmeler gönderiyor, kaleyi

tamir ettirip içine asker ve silah koydurtuyor, fetih münasebetiyle ilk gün

Otag-i Humayûn'da ikinci gün de kendi çadirinda mevlidler okutturuyor, senlikler

tertipliyor ve Sigetvar kilisesini tamir ettirerek câmie çevirdikten sonra

Pâdisah'in Cuma namazina çikacagini ilan ettiriyordu. Birkaç gün sonra da nikris

illetinden fazla rahatsiz olan Gâzi Hünkâr'in namaza çikamayacagini

yaydiriyordu. Bu arada asker arasinda henüz fisilti halinde dolasan söylentileri

de bertaraf etmek için sanki hiç bir seyden haberi yokmus gibi orduda dellallar

gezdirip Divan-i Humayûn toplantisinin yapilacagini ilan ettirirmek suretiyle

dedikodulara son verdirir. Bu konuda da Yeniçeri Agasi ile görüsen Vezir-i

A'zam, o ve diger üyelerle söz birligi ederek sanki gerçek divan toplanmis gibi

askere verilecek terakkilerden ve Pâdisah'in onlara yaptigi hayir dualardan onun

agzindan söylüyormus gibi tekrarlar.

Sokollu, ordunun Belgrad'a hareketi esnasinda da Kanunî'nin ölümünü

gizlemis, hatta arabaya ona çok benzeyen birini bindirerek, pâdisahmis gibi saga

sola selam verdirerek askerin süpelerini gidermeye çalismisti. Nihayet,

hafizlarin arabanin etrafinda Kur'an okumaya baslamalari üzerine hükümdarin

vefat ettigi anlasilarak feryadlar baslamistir. Sokollu, askeri yatistirmaya

muvaffak olmustu. Ordu, Belgrad'a ulastiktan sonra babasinin yerine Osmanli

tahtina geçmis bulunan II. Selim'in otagi önünde cenaze namazi kilindiktan sonra

tabut Istanbul'a gönderilmis ve buradan da 28 Kasim l566'da cenaze namazi

tekrarlanmistir.2. Kanunî Sultan Süleyman'in Sahsiyeti ve

Yaptigi Hayir Eserleri 26 Yasinda tahta geçip 46 yil hüküm süren

Kanunî Sultan Süleyman'in bu uzun saltanati sirasinda Osmanli Devleti, üç kitada

hâkimiyet tesis eden bir cihan devleti haline gelmisti. Onun döneminde Osmanli

ordulari Asya, Avrupa ve Afrika kitalarinda birçok muharebeler yapmis, kazanilan

zaferlerle devlet arazisi üç kita üzerinde büyük bir genisleme kaydetmistir.

Bizzat kendisi birçok sefere istirak ederek ordunun yüksek komutasini üzerine

aldigi gibi devletin genisleme ve yükselmesinde de büyük bir hisseye sahiptir.

Onun döneminde kazanilan siyasî basarilar, ekonomik ve sosyal yapiyi belirlemis,

hukuk ve adalet prensipleri ön plana çikmistir. Ordunun intizami, teknik gücü ve

disiplini gibi bütün müesseseleriyle devlet, çaginin en büyük devleti haline

gelmistir. Hak ve adâlete verdigi önemden dolayi halk tarafindan sevilen Kanunî,

ordusu tarafindan da ayni nisbette sevilmekte idi. Nitekim, ordusunun intizamina

ve askerin terakkisine dair mühim ve esasli kanunlar koymus olmasi da onun ordu

tarafindan sevilmesine sebep olmustu. Eyyûbî, onun tebeasi olan bütün insanlar

için sergiledigi adâleti su ifadelerlerle nazmen günümüze ulastirmaya

çalismistir:

Adâletle görür âlemde dâdi

Cihan halkina hem oldur muradi

Cihan halkina adlidur sifa-bahs

Cemâli âlemde oldi safa-bahsSaâdet tacinun sâhib kemâli

Adâlet mihri sen göster cemâli

Geçelden tahta ol sâhib saadet

Reâyâ hayli gördiler riâyetDeminde yokdurur hiç kibr u kine

Meger Müslimle kâfir birbirine

Reâyâ adlün ile bagladi üns

Cemâlin cilve-gâh-i gül-sen-i kuds.

Hareket ve davranislarinda vakar sahibi olan Kanunî, uzun boylu,

uzunca boyunlu, yuvarlak yüzlü, ela gözlü, siyah kirpikli, kaslarinin arasi

biraz açik, dogan burunlu, seyrek disli, genis omuzlu, mevzun ve yakisikli, söz

ve hareketleri ölçülü, aheste yürüyüslü, arslan heybetli ve mert sözlü idi.

Âlim, sair ve hakimlerle bulunmaktan hoslanir, hos sohbet, maddî ve manevî bütün

iyi hasletleri sahsinda toplamis bir pâdisah idi.

Kanunî Sultan Süleyman, göreve getirdigi insanlarin kabiliyet ve

derecelerini iyi bilip takdir ederdi. Bundan dolayi kendisine gelisi güzel adam

tavsiye edilemezdi. O, adam yetistirmesini de bilirdi. Nitekim oglu Selim ve

torunu III. Murad dönemlerinde ileriyi gören devlet adamlari onun zamaninda

yetismis olanlardir.

O, vakur, azim ve irade sahibi, yaratilis itibariyle çok konusmadigi

gibi, verecegi kararlarda da acele etmezdi. Bir konuda karar vermek istedigi

zaman çok düsünür, gerekenlerle istisarelerde bulunur, çikan sonuca göre verdigi

karardan geri dönmezdi. Devlet nüfuz ve haysiyetine halel getirecek konularda

müsamaha göstermezdi. Kendisiyle görüsenlerin kapali mütalaalarindan ne demek

istediklerini anlar ve ona göre cevap verirdi.

Sultan Süleyman'in, fevrî bir yaratilisa sahip olmamasi, kararlarini

düsünüp tasinarak ve ekseriya vezirlerine de danisarak vermesi, temkin ve

itidali elden birakmamasi, onun basari yolunu açan ve kendisini büyüklüge

götüren hasletlerden sayilmaktadir. Devlet kudret ve nüfuzunu her seyin üstünde

tuttugu, devletin yüksek menfaatlerine aykiri saydigi hareketlere tevessül eden

kimseleri, en sevdikleri bile olsa, feda etmekten çekinmedigi bir

vâkiadir.

O, son seferi olan Sigetvar'a giderken adeta ölüm seferine çikiyordu.

Baska bir ifade ile ölecegini bile bile bu sefere çikmistir. Bunun bütün emâre

ve delilleri bilinmekteydi. Bununla beraber atalari gibi harp meydaninda ve

ordusunun içinde otag-i humayûnunda ölmek istemisti. Bu davranisiyla o, son

nefesine kadar devletinin selâmetini ve yüceligini düsünmüstü. Gerçekten de o,

gittigi bu seferinde ordusu içinde iken otag-i humayûnda vefat etmis ve bu olay,

dönemin dirayetli veziri Sadrazam Sokollu Mehmed Pasa tarafindan 48 gün gizli

tutulmustu. Bâki, Kanunî için yazdigi Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han adli

terkib-i bend seklindeki siirinde bunu su misra ile belirtir:Halk-i cihana kirk

sekiz gün duyurmadi

O, memleketin birçok yerine oldugu gibi Istanbul'un imarina da

ehemmiyet verip hizmet eden bir hükümdardir. Memleketin kültür ve maarifine

hizmet eden Süleymaniye külliyesinden baska, babasinin adina yaptirdigi Sultan

Selim Câmii ile müstemilati, ogullari Sehzâde Mehmed ve Cihangir namina

yaptirdigi Sehzâde (Sehzâdebasi Câmii) ve Cihangir câmileri ile tesisleri, kizi

Mihrimah Sultan nâmina yaptirdigi Edirnekapi ve Üsküdar Câmileri, zevcesi Hürrem

Sultan adina insa ettirdigi Haseki sultan Câmii, medrese ve Dârussifa,

Istanbul'un görütüsünü çok degistirmislerdir. Sonuç olarak o, hayir eserlerine

büyük bir önem vererek eserlerinin birçogunu Mimar Sinan'a insa ettirdi ki,

Süleymaniye Câmii bunlarin basinda gelmektedir. Ayrica Istanbul'a su

getirtilmesi yolunda da büyük çabalar sarf etti. Nitekim Istanbul'daki kirk

çesme denilen su yollari da Kanunî'nin büyük ve önemli eserlerindendir. Keza 0,

Büyük Çekmece Köprüsü'nü de yaptirmistir. Onun hayir eserleri sadece Istanbul'da

degil, ülkenin pek çok yerinde vardir. Nitekim Bagdad'da Siîlerin uzun bir süre

önce yikmis olduklari Imam A'zam Ebû Hanife türbesini imar ve bunun yaninda bir

câmi ile bir imâret insa ettirdigi gibi , yine Bagdad'da Kadirîye Tarikati'nin

kurucusu Seyh Abdülkadir el-Geylanî türbe ve camisini tamir ile bunlara yeteri

kadar vakiflar tahsis etmisti. Konya'da Mevlana Celâleddin Rumî türbesi yaninda

iki minaleri bir cami ile bir semahâne, bir imâret ve dervisler için hücreler

yaptirmisti. Kefe ve Iznik'te önceleri kilise iken, sonradan câmie tahvil edilen

mabedleri harab olmaktan kurtarmis, Sam'da (Dimask) câmi, medrese, imâret ve

mektep yaptirmistir. Kudüs'teki Kubbetu's-sahra denilen mukaddes mekânin

duvarlarinin içini ve disini nakisli çinilerle süslettirmistir. Ka'beyi, daha

önceki halifeler gibi tamir ve tezyine çalisan ilk Osmanli Pâdisahidir. Bu

tezyinatin cevazi hakkinda Seyhülislâm Ebu's-Suûd Efendi'den fetva almis ve

insaatin Mekke fukahasi ile Hanefî, Safiî, Malikî ve Hanbelî mezheblerinin

imamlari huzurunda yapilmasini emretmistir. Bu dört mezheb için 4 medrese

yaptirip bunlara Osmanli medreseleri usûlüne göre talebe ve muid tayin

ettirmistir. Müderrislere yevmiye olarak 50, muidlere 4, talebeye de 2'ser akça

tahsis etmistir. Bu arada Mekke'nin en büyük ihtiyaci olan su yollari için

tahsisat ayirmistir. Kanunî Sultan Süleyman'in Istanbul, Haremeyn ( Mekke -

Medine), Bagdad ve diger sehir ile bölgelerde yaptirdigi hayir eserlerini

tafsilatli bir sekilde veren Eyyûbî de, bu konuya su beyit ile

baslar:

Gel imdi gûs-i câni eyle hazir

Diyem hayrat-i sâhi sana bir bir

Islâm'dan alinan ilhamla meydana getirilen Osmanli medeniyeti, bir

dis medeniyeti oldugu kadar ayni zamanda bir iç ve ruh medeniyeti idi. Iste bu

müsterek faaliyetin verimleri, taht sehri olan Istanbul'u, yeryüzünün efsaneler

ile boy ölçüsen cenneti hâline getirmisti. Kanunî tarafindan imar edilip

genisletilen sehir, baglar, bostanlar ve tarlalardan gayri Galatasaray'daki

Acemioglanlar kislasi ile Venedik ve Lehistan elçilikleri saraylarindan baska

bina bulunmayan Beyoglu'na ve Galata'ya dogru tasarak, Kasimpasa, Piyâle Pasa,

Ayaz Pasa ve Pîrîpasa mahallelerini kazanmisti. Bununla beraber Istanbul'a bir

Müslüman Türk sehri karekterini kazandiran baslica hususiyetler, sehri büyük -

küçük dinî ve milli merkezler etrafinda toplayan site fikri idi. Öyle ki, câmii,

mescidi, sebili, imâreti, hani, hamami, tekkesi, türbesi, medresesi,

kütüphânesi, çesmesi, meydanlari ve çinarlari, kestaneli, asmali, salkimli

bahçeler içindeki evleri,konaklari ve saraylari ile her semt, her mahalle,

müsterek bir kültür ve medeniyetten sagilip akan millî ruhun tâ kendisi

idi.

Hele medreseler, yesilliklerle yazilmis siirler gibi idi. Bahçe

zevkini o kadar agirbasli, zarif ve asîl çizgilerle halletmis bahçe mimarligi,

san'at ile tabiati birbirinin emrine vermis bir tarz ve tanzim saheseri

sayilabilirdi. Bu dönem öyle bir dönemdi ki, toplum neyi isteyecegini tayin

edebilecek kivamli seviyeyi yakaadigi için ne yaptigini da biliyordu. Bu sebeple

yapici olan hareketlerinde yanilmiyordu. Gözün gördügü, elin degdigi, kulagin

duyup dudagin söyledigi her sey, millî ve dinî bir özellik tasiyordu. Sehrin göbeginde hesaba gelmez saraylar, câmiler, hanlar ve hamamlar

vardi. Ami kiyilarda köselerde, bir sebili, bir mescidi, bir türbesi, hatta bir

çinari ortasina almis öyle sokaklar, mahalleler bulunuyordu ki, bu kurulus ve

istifteki vakar, iffet, hicab ve edep motiflerinin kaynasmasindan çikar siirli

terkib, ölüm tehdidi karsisinda dahi dogruyu söyleyen bir dudak gibi yerliye de

yabanciya da kendisinin Müslüman Türk oldugunu söylerdi.

Böylece sehrin yükü , asla bir semte yigilmamisti. Zevk ve san'at,

her tarafa birden dagilmisti. Bu cemiyet, çiçegi, agaci ve hayvani âdetâ

ailesinin birer ferdi imis gibi derecelendirdigi bir muhabbetle seviyor, onlara,

hayati içinde yer ve kiymet veriyordu. O devrin Istanbul'unda, bahçesiz bir ev,

agaçsiz bir bahçe düsünülemezdi. Bogaziçi ormanlarini teskil eden çinarlar,

meseler, ardiçlar, erguvanlar, çitlenbikler, sehrin içine girince ismi degisir

ve koru adini alarak saltanatina devam ederdi. An'ane, nebatin da hayvanin da

gönülü hâmisi idi. Hayatinin içinde yeri olan bu masum yoldaslara saygisizligi,

ictimaî suçlardan daa da agir kabul ederek kestirmece günah der ve zarurete

ona el vuran tahribçiye kötü gözle bakar ve umumi bir nefret agi içine düsürerek

kendinden uzaklastirirdi. Bugün dahi baltasinin yüzünü çaputla örterek odun

kesmeye giden köylü ve kurban edecegi hayvanin evvela gözlerini baglayan adam, o

devirlerin saygi mirasindan duygu dagarciginda artiklar kalabilmis

bahtiyarlardandir.

Emrinde ve hizmetinde olan yaratilmislara âzamî sefkat ve nezâketi

imaninin geregi kabul eden an'ane, agaç sevgisi ile hayvan sevgisini at basi

takib eder. Bunlara karsi saygisizlik ve lâubaliliklere cephe almayi da yine o

imanin icabi sayarlardi. Kanunî devrinde bir Venedik'li kuyumcunun, tuttugu kusa

eziyet ettigini görenler tarafindan sürüklenerek kadi'nin uzuruna

götürülmesi,toplumun bu konuda gösterdigi bitmez tükenmez hassasiyetten alinmis

basit bir örnektir.

Sultan Süleyman, Osmanli hükümdarlari içinde Kanunî lakabini

tasiyan tek pâdisahtir. Bilindigi gibi Osmanli devleti'nin kurulusu ile birlikte

ülkede müdevven olsun veya olmasin Ser'î ve Örfî kanunlar uygulanmakta idi.

Ancak Kanun-nâme seklinde bir codification ameliyesini ilk defa küçük ve eksik

olmasina ragmen Fâtih Sultan Mehmed zamaninda ve esasli olarak da Sultan

Süleyman zamaninda görüyoruz. Onun, Kanunî sifatini almasina sebep olan bu

kanun-nâme, süphesiz ki o zamana kadar yavas yavas tekevvün eden huhukî, idarî,

malî, askerî ve diger mevzuatin islâh edilerek en mütekâmil sekline kavusmasi bu

pâdisah zamaninda olmustur. Bu kanun-nâme üç ana bölüm ve bunlarin tali

kisimlarindan mütesekkildir. Burada, ceza kanununu, vergi kanunlarini, bir de

reâyâ ve bazi askerî siniflarla ilgili kanunlari görmek mümkündür.

Kanun-nâmedeki maddeler, Ebu's-Suûd Efendi'nin fetvalari ile kanuniyet

kesbederek Sultan Süleyman Kanun-nâmeleri adi ile asirlarca mer'iyette

kalmistir. Bu kanun-nâme, Kanunî'yi dünya tarihinin büyük hukukçulari arasina

sokmaktadir. Gerçekten, Kanun-nâme'nin l. bâbinin birinci faslinda, ceza hukuku

bakimindan devletin bütün tebeasinin (vatandaslarinin) birbirlerine esit oldugu

, hepsinin ayni cürümden ayni cezayi görecegi, su ifadelerle nakledilir: Cinayat mukabelesinde olan cürmü siyaset bâbinda vaz' oundu ki,

sipahî ve raiyyet ve serif ve vazi' ve deni ve refi' arasinda müsterektir. Söyle

ki: Her kim bu cerâimden birisi ile mücrim ola, mukabelesinde ta'yin olunan

ukubetle muâkab ola. Kanun-nâme'nin bu maddesini degerlendiren I. Hami

Danismend, hakli olarak söyle der: Herhalde bu vaziyet XVIII. asrin

sonlarindaki Fransiz inkilâbindan çikan müsavat esasinin Türkiye'ye ancak XIX.

asirdaki Tanzimat-i Hayriye'den itibaren girebilmis oldugunu iddia edenlerin

yüzlerini kizartmak lazim gelecek bir vaziyettir. Sahsî hukuk itibariyle sinif

ve mevki farki gözetmeyen bu müsavat (esitlik) prensibi, siyasî hukuk bakimindan

da Osmanli Imparatorlugu'nun tesekkülünden beri tatbik edilmis en eski

mahiyetindedir. Burada sunu da belirtelim ki, gerek Kanunî, gerek kendisinden

önceki Osmanli hükümdarlari, gerekse daha sonrakiler, adâlet konusunda son

derece titiz davranmak zorunda idiler. Zira bu konuda titizlik göstermek,

mensubu bulunduklari dinin (Islâm) emri idi. Bu din, adâlet sahsî ceza konusunda

insanlar arasinda bir ayirim yapmaz. Insan olarak herkesi esit ve ayni haklara

sahip kabul eder. Keza bu din, insanlarin zorla Müslüman yapilmalarina da

müsaade etmez. Gerçi gerek Islâm'in, gerekse Osmanli'nin bu anlayisini

kavrayamayan dönemin Avrupali bazi yazar, elçi ve seyyahari birtakim yanlis

degerlendirmelerde bulunurlar. Bununla beraber sonunda onlar da gerçekleri

söylemekten kendilerini alamazlar. Nitekim o dönemden (l530) zamanimiza kadar

gelen bir eserde Bosna ve halki ile ilgili bazi bilgiler verildikten sonra

Bununla birlikte Pâdisah, Hiristiyanlarin papazlarina, kiliselerine ve çesitli

mezheplerine bagli kalmalarina da izin vermistir

Osmanlilarin bu büyük pâdisahi zamaninda, nüfus ve arazi tahrirlerine

büyük bir önem verildiginden, Kanunî de bir hükmünde, memleketin gerçek

vaziyetinin bütün teferrüatiyle bilinmesinin, zamanla meydana çikmasi muhtemel

olan bazi yolsuzluk ve haksizliklarin ortadan kaldirilabilecegine isaret

etmistir.

Kanunî Sultan Süleyman ilim ve kültür adamlarini himaye ettigi gibi

onlari çesitli sekillerde taltif edip desteklerdi. Kendisi de sair olan ve

Muhibbî mahlasiyla siirleri bulunan Kanunî Sultan Süleyman'in, matbu bir de

divani vardir. Topkapi Sarayi Müzesi Arsivinde kendi el yazisiyla manzumelerini

hâvi perakende müsveddeleri mevcuddur. Günümüz Türkiye'sinin hemen hemen bütün

saglik kuruluslarinda bir levha seklinde duvarlarda asili bulunan ve: Âlem içre

muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sihat gibi

Saltanat dedikleri ancak cihan gavgasidir

Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi misralari da ona

aittir.

O, sadece kendisi siir söylemekle kalmamis ayni zamanda sair ve

ediplerin elinden tutup onlarin yetismelerine de yardimci olmustur. Nitekim o,

siirdeki kudretini anladigi meshur sair Bâki'nin elinden tutup yetismesine

himmet etmistir. Nimet ve kadirsinas olan Bâki'nin, Sultan Süleyman'in vefatina

dair kaleme aldigi mersiye edebiyatimizin saheserlerindendir. Onun, ilim ve

marifet erbabina karsi gösterdigi itibar ve onlara olan riayeti pek ziyade idi.

Zamaninda yetistirdigi ulema ve suâranin (sairler) eserlerini kütüphanesinde

saklardi. Onun, edebî eserlere verdigi degeri göstermesi bakimindan Kelile ve

Dimne'nin mütercimi Alaeddin Ali Çelebi'ye olan iltifati örnek olarak

gösterilebilir. Ali Çelebi, Hümayun-nâme adi ile yaptigi tercümeyi takdim

ettigi zaman, o, bu eseri bir gecede okuyarak, mütercimini Bursa kadiligina

tayin eder. Kanunî'nin büyük bir hükümdar oldugunda ittifak eden tarihçilerden

bir kismi, onun devrinin on büyük sadrazami oldugunu ve on mümtaz vasifli

defterdar ve nisancisi yaninda, on tane büyük âlim ile on büyük sair bulundugunu

da bildirmektedirler.

Kanunî Sultan Süleyman'in, toplumdaki insanlari nasil

degerlendirdigini ortaya komasi ve onlara nasil bir kiymet atfettigini

göstermesi bakimindan nakledecegimiz su olay büyük bir deger tasimaktadir. Buna

göre bir gün o, mahremleri ile görüsürken onlara dünyanin velinimetinin kim

oldugunu sorar. Onlarin, Pâdisah hazretleridir demeleri üzerine Hayir,

velinimeti-i âlem reâyâ yani köylüdür ki, ziraat ve hirâset (çiftçilik ile

ugrasmak) emrinde huzur ve rahati terk ile iktisâb ettikleri (kazandiklari)

nimetle bizleri it'am ederler demisti.

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: Kanunî, Muhtesem ve Büyük gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:41 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.