Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

II. ABDÜLHAMîD HÂN

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler II. ABDÜLHAMîD HÂN Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Şehzade Abdülhamid'in zeka ve hafızasının son derece yüksek oluşu ile politik kabiliyeti, amcası olan Sultan Abdülaziz'in dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han, onun daha serbest bir ortamda yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Şehzade Abdülhamid de bu imkanlardan ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

II. ABDÜLHAMîD HÂN

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 01:13 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart II. ABDÜLHAMîD HÂN

Şehzade Abdülhamid'in zeka ve hafızasının

son derece yüksek oluşu ile politik kabiliyeti, amcası olan Sultan Abdülaziz'in

dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han, onun daha serbest bir ortamda

yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Şehzade

Abdülhamid de bu imkanlardan en iyi şekilde istifadeye çalıştı. Yabancı basını

devamlı takib ederek dış devletlerin niyet ve emellerini ve gayelerine

ulaşabilmek için uyguladıkları metodları çok iyi etüd etti. Ayrıca o, ticari

faaliyetlerde de bulundu. Kendisinin marangoz atölyesi ile çiftliği vardı.

Toprak işleriyle meşgul oldu. Koyun besletti. Üstübeç madenleri işletti. Son

derece cömerd olan Şehzade, kazandığı paraları saltanatı sırasında din ve devlet

işleri ile fakir ve yoksullara harc etti.

İngilizlerden para alarak

düşmanın kuklası haline gelen Hüseyin Avni Paşa; Midhat, Mütercim Rüşdi, Mahmud

Celaleddin ve Nuri paşalar, şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile anlaşarak

1876'da Sultan Abdülaziz'i tahttan indirdiler ve çok geçmeden de şehid ettiler.

Yerine çıkardıkları şehzade Murad, rahatsızlığı sebebiyle ancak üç ay tahtta

kalabildi. Bunun üzerine şehzade Abdülhamid otuz dört yaşındayken 31 Ağustos

1876 Perşembe günü Osmanlı tahtına oturdu.

Sultan Abdülhamid Han

tahta çıktığında devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Bosna-Hersek ve Bulgar

ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Girit'te

huzursuzluk had safhadaydı. Rusya, bu karışıklıkta devletten en büyük payı kapma

sevdasıyla savaş hazırlıkları yapıyordu. Yeni Osmanlı Padişahı ise aktif bir

siyaset takip ediyordu. Bütün hükümet üyeleriyle mabeyn personelini saraya davet

ederek bir yemek verdi. Burada yaptığı konuşmada da milli birliğe duyulan

ihtiyacı dile getirdi. Tersaneye giderek bahriyelilerle birlikte oturup asker

yemeği yedi. Zaman zaman haber vermeden çeşitli camilere gidip, halkın arasında

aynı safta namaz kıldı. Sultanın bu hareketleri asker ve halkın hoşuna

gidiyordu. Nitekim herkeste ve özellikle orduda bir moral düzelmesi görüldü.

Bunun neticesi olarak Sırp cephesindeki ordu önemli başarılar kazanmaya başladı.

Osmanlı ordusu Belgrat'a girmek üzereyken büyük devletler işe karıştılar.

Rusya'nın savaşa derhal son verilmesi konusundaki ültimatomu üzerine Sırbistan

ile üç aylık ateşkes imzalandı. Diğer taraftan İngiltere, Şark Meselesinin

İstanbul'da toplanacak bir konferansta ele alınmasını istedi. 23 Aralık 1876'da

İstanbul'da toplanan Tersane Konferansından sonra batılı devletler Osmanlı

Devletinin bağımsızlığını tehlikeye sokacak ağır hükümler taşıyan teklifler

sundular. Bu toplantıdan bir gün önce 23 Aralık 1876'da Osmanlı Devletinde

Kanun-i Esasi ilan edilmiş ise de batılılar bunu nazar-ı dikkate

almamışlardı.

Tersane Konferansı kararlarını reddetmenin, devletini

Rusya ile karşı karşıya bırakacağını bilen Sultan Abdülhamid Han, bu teklifleri

kabul etmiş görünerek ortalığı yatıştırmak istiyordu. Ancak İngilizlerin

kendilerini destekleyeceği vadine aldanan sadrazam Midhat Paşa, mecliste gayri

müslimleri de kendi tarafına çekmek suretiyle Rusya aleyhine bir konuşma yaptı.

Harb aleyhinde rey kullanacak olanları; peşinen vatan sevgisizliği ve ihaneti

ile itham etti. Neticede meclis, Tersane Konferansı kararlarını reddetti. Ayrıca

Sultan Abdülhamid'in devlet işleriyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmesini siyasi

geleceği açısından tehlikeli gören Midhat Paşa, onu tahttan indirmenin yollarını

aramaya başladı. Hatta Osmanlı Hanedanını dahi ortadan kaldırmayı planlayan

Midhat Paşa, konağında topladığı Namık Kemal, Ziya ve Rüşdi paşalarla kendi

taraftarı olan diğer devlet ileri gelenlerine Âl-i Osman yerine Âl-i Midhat

denilse ne olur? demişti. Yine sadareti müddetince Müslüman halkın çoğunlukta

bulunduğu vilayetlere azınlıktan valiler tayin etmek ve Osmanlı ordusunun temeli

durumundaki Harbiye Mektebine Rum talebe almak gibi Osmanlı Devletini temelinden

yıkabilecek faaliyetler içerisindeydi. Onun bu zararlı icraatları üzerine Sultan

Abdülhamid Han, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Midhat

Paşayı sadrazamlıktan uzaklaştırdı ve yurd dışına sürdü.

Diğer

taraftan Midhat Paşa sadrazamlıktan uzaklaştırılmış ancak Tersane Konferansı

kararlarını mecliste reddettirmekle Osmanlı Devletini Rusya ile karşı karşıya

getirmişti. Nitekim 24 Nisan 1877 günü Rusya, Osmanlı Devletine resmen harb ilan

etti. Mali 1293 senesine rastladığı için 93 Harbi denilen bu savaş, Edirne

Mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. Plevne'de Gazi Osman Paşa, doğuda Ahmed

Muhtar Paşanın kısmi başarılarına rağmen savaş umumi bir bozgunla neticelendi.

Ruslar Edirne'ye girdiler ve Yeşilköy'e kadar geldiler. Doğuda ise Kars düşmüş

ve Rus kuvvetleri Erzurum'a yaklaşmıştı. Savaşlarda on binlerce Müslüman-Türk

şehid olurken, bir o kadarı da İstanbul'a akın etti. Muhacirler bir plan içinde

Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmeye çalışıldı. Bu sırada memleketin

tek karar organı olan mecliste de tam bir anarşi hüküm sürmekte ve

milletvekilleri hiçbir meselede bir araya gelememekte idiler.

Bu

vaziyet karşısında Sultan Abdülhamid Han, İngiltere'yi devreye sokarak savaşın

sona erdirilmesini sağladı. Arkasından devletin başına böyle bir felaketin

gelmesine sebeb olan, savaşın bitmesi ile de bu durumda hiçbir mesuliyeti yokmuş

gibi padişahı suçlamaya başlayan Meclis-i Meb'usan'ı süresiz kapattı (13 Şubat

1878). Bu arada Rusya ateşkesin sağlanmasından hemen sonra Osmanlı Devleti ile

antlaşma imzalayarak galip gelmenin avantajını iyi kullanmak istiyordu. Nitekim

3 Mart 1878'de imzalanan Ayastefenos Muahedesi, Osmanlılar için çok ağır ve feci

şartlar getiriyordu. 29 Maddelik antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan

prensliği kurulacak, Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli bir Rus kuklası olarak

düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya'ya

verilip, Karadağ ve Sırbistan'ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı

Devleti, Rusya'ya 245 milyon Osmanlı altını harb tazminatı verecekti.



Sultan Abdülhamid Han devleti için çok tehlikeli olan bu antlaşmayı kabul

etmedi. Diğer taraftan Hind yolunun tehlikeye girdiğini gören İngiltere de,

Paris Antlaşmasını ihlal ettiği iddiasıyla Ayastefenos Antlaşmasının

milletlerarası bir konferansta gözden geçirilmesini istedi. Ayrıca İngiltere

toplanacak olan bu konferansta Osmanlı Devletini desteklemek vadi ile bazı

tavizler kopardı. Kıbrıs'ın idaresinin geçici olarak İngiltere'ye bırakıldığı

antlaşma, 4 Haziran 1878'de imzalandı. Sultan Abdülhamid Han hükumetin bir oldu

bitti ile imzaladığı bu antlaşmayı kabul etmemek için çok direndi. İngilizler

askeri tehditte bulundular. Bunun üzerine Padişah, Kıbrıs'ta hükümranlık

haklarına asla zarar verilmeyeceği konusunda İngilizlerden bir belge almak

suretiyle antlaşmayı onayladı. Buna rağmen İngiltere 13 Temmuz 1878'de imzalanan

Berlin Muahedesinde Osmanlılara vaad ettiği desteği vermedi. Her ne kadar Berlin

muahedesi ile daha önce kaybedilen bazı topraklar geri alındı ise de Osmanlılar

ümid ettikleri sonuca ulaşamadılar. Çünkü Kıbrıs'ın İngiltere'ye bırakılmış

olması diğer devletlerin de bu konudaki faaliyetlerini arttırdı. İngiltere'nin

teşvikiyle Bosna-Hersek'in idaresi Avusturya'ya bırakıldı. 1881'de Fransa

Tunus'a, ertesi yıl İngiltere Mısır'a bir oldu bitti ile el koydular. Bulgarlar

da 1885'te Doğu Rumeli eyaletini işgal ettiler.

Sultan Abdülhamid

Hanın tahta çıktığı iki yıl içinde gelişen feci olaylarda padişahın sorumluluğu

yok denecek kadar azdı. Çünkü bu sırada Osmanlı dış siyasetine yön veren devlet

adamları yabancı diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. Devletin yüksek

menfaatlerini bir kenara iterek yabancı devletlerin çıkarlarına alet olmuşlardı.

Bu yanlış tutum dolayısıyla devletin dış itibarı sarsılmış, İstanbul ve Berlin

kongrelerinde devlet adamları hakaret derecesine varan muameleye maruz

kalmışlardı. Bu sebeple milletlerarası politikada devletin bağımsızlık ve toprak

bütünlüğünü savunmayı birinci hedef gören Sultan Abdülhamid Han, hükümet

üyelerinden bu hususta raporlar istedi. Ayrıca son yüz yıldır Osmanlı Devletinin

başına gelen felaketlerin dış devletlerin piyonu olmuş Osmanlı devlet

adamlarının basiretsiz tutumlarından kaynaklandığını anlayan ve Hüseyin Avni

Paşa gibi İngilizlerden para bile alanları gören Padişah, devlet hizmetinde

çalışanları kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbarat teşkilatı kurdu. Nitekim

Sultan Abdülhamid de bu teşkilatı; Vatandaşı değil, hazineden maaş aldıkları,

Osmanlı nimetiyle gırtlaklarına kadar dolu olduklar halde devletine ihanet

edenleri tanımak ve takib etmek için kurduğunu belirtmektedir.



Gerçekten de Sultan Abdülhamid'in bu tedbirleri almasındaki isabeti çok geçmeden

görüldü. İngiliz taraftarı olup devletin ancak İngiliz yardımı ile

kurtulabileceğine inanan Ali Suavi, Galatasaray Lisesi Müdürlüğünden

azledilmesini hazmedemeyerek Çırağan Sarayına bir baskın düzenledi. Ali

Süavi'nin hedefi, Sultan Abdülhamid Hanı saltanattan düşürmek ve yerine Beşinci

Murad'ı tekrar padişah yapmaktı. Fakat Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Paşa,

kısa sürede isyanı bastırdı. Çıkan vuruşma sırasında Ali Suavi öldürüldü (20

Mayıs 1878).

Sultan Abdülhamid Han, amcası

Sultan Abdülaziz'i şehid ettiren Midhat Paşa ve arkadaşlarının yargılanması için

27 Haziran 1881'de Yıldız Mahkemesini kurdurdu. Bu sırada suçluluğun verdiği bir

duygu ile mahkemeye çıkmaktan korkan Midhat Paşa, İzmir'de Fransız

Konsolosluğuna sığındı. Fransızlar, Midhat Paşayı teslim etmek istemedilerse de

Padişah'ın sert direktifi karşısında duramayıp teslime mecbur kaldılar. Nitekim

mahkeme sonucunda da suçlu görülen Midhat Paşa ve arkadaşları idama mahkum

edildiler ise de, Padişah verilen cezaları müebbed hapse çevirdi.

Öte

yandan devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid

Han, bilhassa savaşlardan kaçınma yoluna gitti. O, savaşlardan zaferle sona

erenlerin dahi milleti yorup bitirdiği görüşündeydi. Saltanatı müddetince daima

idareli davrandı. Devletin pekçok ihtiyaçlarını hazineden para almak yerine

kendi kesesinden karşıladı. Padişah öncelikle devleti ekonomik alanda düştüğü

borç bataklığından kurtarmak istiyordu. Alacaklı devletlerin başında İngiltere

ve Fransa geliyordu. Rusya da, Berlin Muahedesine göre tazminat alacaklısı

durumundaydı. Padişah, 20 Aralık 1881'de yayınlanan Muharrem Kararnamesiyle

borçların ödenebilmesi için yeni bir formül buldu. Bu kararnameye göre devletin

tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık ve sigara tekelleri ile bazı imtiyazlı

eyaletlerin maktu vergileri bu iş için kurulan Duyun-i Umumiye teşkilatına

bırakılıyordu. Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar

verdikleri borçları muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun

karşılığında 278 milyon borcun 161 milyonu, yani yarısından fazlası Türkiye

lehine siliniyordu. Alacaklılar alacaklarını belirli şekilde tahsil

edebilecekleri için memnundular. Meselenin bu şekilde halli ve Osmanlı

Devletinin üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan Abdülhamid'in büyük

başarılarından biri oldu.

Osmanlı Devletine hasta adam gözü ile

bakıldığı ve paylaşma hesapları yapıldığı bir devrede başa geçen Sultan

Abdülhamid Hanın, devletin idaresini bizzat eline aldığı 1878'den sonraki dış

siyaseti dahiyane bir mahiyet arz etmektedir. Padişah'ın dış siyaseti prensip

itibariyle basit fakat uygulaması bakımından zordu. O, dünyadaki politik

gelişmeleri yakından takip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu.

Osmanlı ülkesiyle ilgili bütün dünyada çıkan yazılar ve dış temsilciliklerden

Padişah'a gelen raporlar burada toplanır ve değerlendirilirdi. Abdülhamid Han,

zaman zaman önemli gördüğü meselelerde yerli ve yabancı ilim adamlarından dış

politika konusunda bilgi alırdı. Padişah'ın dış politikada hedefi Osmanlı

Devletini savaştan uzak, barış içinde yaşatmak ve her bakımdan güçlü bir hale

getirmekti. Devletler arası rekabetin Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaştığı bir

devirde böyle bir siyaseti uygulamak gerçekten zordu. Padişah bilhassa Avrupa

devletlerinin Türkiye üzerinde birbirleriyle çatışan çıkar ve ihtiraslarından

faydalanmaya çalıştı. Bu sebeple milletler arası şartlar değiştikçe onun

siyaseti de değişiyordu.

Sultan Abdülhamid Hanın İslam dünyasındaki

itibarı pek fazlaydı. Doğu Türkistan ve Orta Afrika'daki Sultanlıklar bile onun

adına hutbe okutup, para bastırıyor ve ona tabi oluyorlardı. Padişah'ın, Almanya

İmparatoru ve Prusya Kralı İkinci Wilhelm ile şahsi dostluğu vardı. Avusturya ve

Macaristan ile dostluk kurulmuş olup, İtalya ile münasebetler iyiydi. Sırbistan

ve Romanya etkisizdi. Karadağ ve Bulgaristan prensleri ise, Padişah'a

bağlıydılar. Yanya ve Girid vilayetlerine göz diken ve Osmanlı hududunda

tecavüzkar faaliyetlerde bulunan Yunanistan'a ise, 18 Nisan 1897'de harp ilan

edildi. Büyük devletler işe karışmadan Yunanistan'ın işini bitirmek isteyen

Sultan Abdülhamid, başkumandan Edhem Paşaya yıldırım savaşı istediğini bildirdi.

Avrupalıların altı ayda geçilemez dedikleri Tırhala-Çatalca hattını bir kaç

günde aşan Osmanlı birlikleri, Dömeke önlerinde Yunan ordusunu büyük bir bozguna

uğrattılar. Artık Atina'ya 150 km kalmış ve yol açılmıştı. Ancak Yunanistan'ın

Osmanlılar eline geçeceğini anlayan Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri,

Sultan Abdülhamid'den harbin durdurulmasını rica ettiler. Babıali 10 milyon

altın savaş tazminatı ve işgal edilmiş olan Teselya'nın teslimi karşılığında

mütarekeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak mütareke sırasında işe karışan Avrupa

devletleri tazminatın 4 milyon altına indirilmesini ve Türkiye'nin küçük bazı

toprak parçaları ile yetinmesini sağladılar. Böylece Osmanlı Devleti, bütün

hıristiyan devletlerin bir araya gelmeleri neticesinde, zaferle çıkmış olduğu

bir harbin bile faydasını göremedi. Fakat Yunanlılar önemli ölçüde ezilmiş

oldu. Sultan Abdülhamid Hanın fevkalade

akıllı ve tedbirli siyaseti ile bütün İslam alemini kendisine bağladığını gören

İngilizler, Osmanlı Devletinin iyiye gidişini durdurmak ve yıkmak için

faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bir taraftan Padişah aleyhine faaliyette

bulunan İttihad ve Terakki Cemiyetini desteklerken, diğer taraftan Arabistan

Yarımadasında bedevi kabilelerini ve Doğu Anadolu'da Ermenileri Osmanlı

Devletine karşı kışkırttılar. Bu arada Osmanlı Devletinden Berlin antlaşmasının,

Anadolu'da Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde ıslahat yapılmasını isteyen 61.

maddenin kesinlikle tatbik edilmesini istediler. Bu uygulamanın ermeni

muhtariyetini doğuracağını bilen Sultan Abdülhamid Han, İngilizleri yıllarca

oyalıyarak böyle bir teşebbüse fırsat vermedi. Ayrıca ermenilerin, Avrupa

devletlerinin dikkatlerini çekmek üzere giriştikleri isyanları anında bastırdı.

Hatta bu iş için polis ve jandarmadan ziyade sivil halkı kullandı (1895-1896).

Bunun üzerine Ermeniler bir arabaya yerleştirdikleri saatli bomba ile Padişah'ı

Cuma namazından çıkışta öldürmek istediler. Fakat Abdülhamid Han, bu suikastten

kurtuldu. Bütün bu faaliyetler onu, tatbik ettiği politikadan zerre kadar

döndürmedi.

Anadolu'yu Ermenistan olarak görmek isteyen Fransız yazar

Albert Vandal, bu Türk Hakanına Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan diyerek iftiralar

yağdırdı. Ne yazık ki bu satırlar Osmanlı ülkesindeki İslamiyet ve Türklük

düşmanları tarafından da aynen alınarak Padişah'a karşı kullanıldı. Günümüzde

dahi bazı gafiller bu iftiraları eserlerine koyarak genç nesilleri

aldatmaktadır.

Sultan Abdülhamid Hanın kabul etmediği ve sonuna kadar

direttiği önemli konulardan birisi de Filistin meselesiydi. Siyonistler,

Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması için Sultan Abdülhamid'e başvurdular ve

Osmanlı maliyesinin en büyük problemi olan dış borçların bir kalemde

silineceğini bildirdiler. Padişah bu teklifi şiddetle reddettiği gibi,

Yahudilerin çeşitli yollarla Filistin'e gelip yerleşmelerine engel olacak

tedbirleri de aldı.

Bu arada İngilizlerin Arabistan'da Cemaleddin

Efgäni ve meşhur casus Lawrens yolu ile hilafet meselesini kurcalamaya

başlamaları üzerine, Sultan Abdülhamid de bölgeye büyük bir derviş kafilesi

gönderdi. Aynı şekilde bir kafileyi de Hindistan'a gönderen Padişah, böylece

İngilizlerin propagandalarını etkisiz kılmaya çalıştı. Padişah'ın bu

faaliyetleri üzerine İngilizler onu saltanattan uzaklaştırmadıkça emellerine

kavuşamıyacaklarını anladılar. Bunun için İttihad ve Terakki Cemiyetinin

faaliyetlerine hız verdirdiler. Başta Adana olmak üzere memleketin çeşitli

yerlerinde isyanlar çıkardılar. Neticede İttihad ve Terakki Partisine mensup

bazı Türk subayları, Padişah'ı, Kanun-i Esasi'yi ilan etmeye zorladılar. İkinci

Abdülhamid Han da 23 Temmuz 1908'de anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilan

etti. İkinci Meşrutiyet adı verilen bu olay, beklenenin aksine Osmanlı

Devletinin dağılmasını daha da hızlandırdı. Avusturya-Macaristan imparatorluğu

1908'de Bosna-Hersek'i işgal ettiğini bildirdi. Aynı gün Bulgaristan

bağımsızlığını ilan etti. Bir gün sonra da Girit Yunanistan'a katıldığını

açıkladı. Bu olaylar cereyan ederken 17 Aralık 1908'de yeni seçilen Meclis-i

Meb'usan toplandı. En azılı Osmanlı düşmanları dahi mebus seçilerek meclise

girmişti. Mecliste Osmanlı düşmanları daha etkiliydi.

Meşrutiyete

göre Sultan, sadece sadrazam ile şeyhülislamı seçebiliyordu. Sadrazam da

nazırları seçiyor, kabine güven oyu alırsa çalışıyor, meclis istediği zaman

hükümeti düşürebiliyordu. Neticede devletin idaresi ehliyetsiz, tecrübesiz

ellere geçti. Böylece çeşitli din, dil ve ırka mensup meb'usların hepsi Osmanlı

Devletinden ayrılarak istiklallerini ilan etmek için her türlü gayr-i meşru

vasıtalara başvuruyorlardı. Binlerce Müslümanın kanına giren Yunan, Sırp, Bulgar

ve Ermeni çeteleri için umumi af ilan edildi. Osmanlı Devletinden kaçan ne kadar

isyancı varsa, hepsine yeniden kapılar açıldı ve bunlar İstanbul'a geldiler.

İngilizler, Ruslar ve diğer hıristiyan devletler, azınlıklara el altından bol

miktarda silah gönderdiler.

İttihad ve Terakki Cemiyeti liderleri,

yaptıkları acemi siyasetleri ile ortalığı birbirine karıştırmışlardı.

Yapacakları icraatlarda kendilerine destek olması için, Selanik'ten avcı

taburlarını getirerek taş kışlaya yerleştirdiler. Kendilerine karşı olanları

çekinmeden öldürüyorlar, memlekette terör havası estiriyorlardı. Kısa zamanda

halkın huzuru kaçtı. İttihatçılar lanetle anılmaya başlandı. Yine bunların

baskısıyla hükumet alaylı subayları ordudan çıkarttı. Bu sırada bazı gazeteler,

İttihatçılara karşı halkın dini duygularını galeyana getiren neşriyat yaparak,

halkı ve orduyu isyana teşvik ediyordu. Rumi 31 Mart günü dördüncü avcı taburuna

bağlı askerler gece yarısı isyan ederek subaylarını hapsettiler. Padişah

Abdülhamid Han, isyanı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf sonucu

öğrendi. İsyancılar sadrazamın azledilmesini, görevden alınan alaylı subayların

tekrar orduya alınmasını istiyorlardı. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı

sadrazamlıktan azl ederek yerine Tevfik Paşayı getirdi ve Müşir Edhem Paşayı da

harbiye nazırı yaptı. Mabeyn başkatibi ile isyancılara isyandan vazgeçtikleri

takdirde affedildiklerine dair bir hatt-ı hümayun gönderdi. Bunun üzerine isyan

bir mikdar yatıştı. Ancak, ertesi gün yine alevlendi.

İsyanın

Rumeli'deki yankısı büyük oldu. Hadisenin kim tarafından hazırlandığı belli

olmadığı için, Sultan boy hedefi oldu. Üçüncü ordu ile gönüllü Bulgar müfrezesi

ve Sırp, Yunan, yahudi, Arnavut çetecilerden müteşekkil bir ordu kurularak

İstanbul'a sevk edildi.

Mevcudu on beş bine varan Hareket Ordusu, 24

Nisan'da Topkapı ve Edirnekapı'dan şehre girerek yol üzerindeki askeri

karakolları teslim aldı ve Harbiye Nezaretini işgal etti. Taksim kışlası ile

Taşkışla'daki mukavemet, şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Bu arada Yıldız

Sarayının işgali sırasında Sultan Abdülhamid Han kendisine sadık olan Birinci

ordu ile, Hareket ordusuna karşı konulması hususunda yapılan teklifleri kabul

etmeyerek; Müslümanların halifesi olduğunu ve Müslümanı Müslümana

kırdıramayacağını söyledi. Eğer ülkenin en mükemmel ordusu olan Birinci Orduya,

karşı koyma emri verilseydi, derme çatma olan Hareket ordusu bir anda

dağıtılabilirdi. Padişah'ın emrine boyun eğen askerler silahların teslim edince,

25 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul'a hakim oldu. Mahmud Şevket Paşa,

sıkıyönetim ilan ederek suçlu suçsuz bir çok insanı idam ettirdi. Yüzlerce

Balkan çetesiyle saraya girerek kıymetli eşyaları yağmaladı. İttihad ve Terakki

hakimiyetini devam ettirmek için İstanbul'da terör havası estirmeye

başladı.

27 Nisan 1909 günü Ayan ve Mebuslar meclisi toplandı.

Ayan'dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, kürsüye gelerek, önceden kararlaştırıldığı gibi

Padişah'ın hal' edilmesini teklif etmişti. Bu teklif kabul edildikten sonra,

yine Gazi Ahmet Muhtar Paşa, hal' kararının bir fetvaya istinad ettirilmesi

lüzumuna işaret etmişti. Hal' fetvasının ilk müsveddesini mebuslardan Elmalılı

Hamdi Yazır hoca yazmıştı. Fetvada Sultan Abdülhamid Hana 31 Mart İsyanına sebeb

olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazinesini israf etmek,

insanları suçsuz oldukları halde idam ettirmek... gibi asılsız suçlar

yükleniyordu. Fetva emini Hacı Nuri Efendi bu suçlamaların iftira olduğunu ileri

sürerek fetvayı imzalamadı. Ancak Meclis, bu fetva gereği Sultan'ı hal' kararı

aldı.

Nihayet, hal' kararını Padişah'a tebliğ için, Ayan ve Mebusanı

temsilen bir heyet seçilmiş ve Yıldız Sarayına gönderilmişti.

Sultan

Abdülhamid Hana hal'ini tebliğ için Yıldız'a gönderilen heyetin teşekkül tarzı

ise, Türk tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı

tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan hey'ette tek bir

Türk yoktu. Bunlar; Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram

Efendi ve Padişah'ın uzun seneler yaverliğini yapmış olan katışık soydan Arif

Hikmet Paşa idiler. Padişah, hal' kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu,

mabeyn başkatibi Cevad Beye sorup öğrenince; Bir Türk padişahına, İslam

halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve

bir nankörden başkasını bulamadılar mı?! demekten kendini alamadı.



İttihatçılar, o gece (27 Nisan 1909) Sultan Abdülhamid Hanı İstanbul'dan

çıkararak, kontrol altında tutabilecekleri Selanik'e naklettiler.

Bu

sırada hiçbir şeyini almasına izin verilmedi. Padişah'a yolculuğunda üç kızı ile

oğullarının ikisi refakat etti. Selanik'te Alatini Köşkü kendisine tahsis

edildi. Burada çok sıkı bir nezaret içinde acıklı yıllar geçirdi. Gazete

okumasına dahi izin verilmedi.

Sultan Abdülhamid Han, Selanik'te üç

yıldan fazla kaldı. Yunanistan'ın Osmanlı Devletine harb ilan etmesi üzerine,

Büyük kabine denilen Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, Sultan Abdülhamid Han'ın

Selanik'te muhafazası zorlaşacağından, İstanbul'a nakledilmesini kararlaştırdı.

Sultan Reşad da bu kararı tasdik etti.

1 Kasım 1912 günü Loreley vapuru ile

İstanbul'a getirilen Hakan-ı sabık (eski padişah), ikametine tahsis olunan

Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi.

Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi

Sarayında beş buçuk yıl yaşadı. Bu müddet zarfında, otuz üç yıl dahiyane bir

denge siyaseti ile harp riskine sokmadan ayakta tutmaya çalıştığı devletin bir

oldu bittiye getirilerek harb-ı umumi felaketine sürüklendiğine şahid oldu.



İngilizler ile Fransızların Çanakkale Boğazını zorladıkları günlerdi.

Boğaz istihkamlarının dayanamayacağı ve düşman donanmasının Marmara Denizine

geçebileceğinden endişe edildiği için bir tedbir olarak padişahın ve hükumetin

Eskişehir'e nakli kararlaştırılmıştı. Durum Abdülhamid Hana bildirilince; Ben

Fatih'in torunuyum. Hiçbir vakit Bizans İmparatoru Kostantin'den aşağı kalamam.

Dedem İstanbul'u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa savaşa ölmüştür.

Biraderim nereye giderse gitsinler. Fakat o ve hükumet, İstanbul'dan

ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben Beylerbeyi Sarayından

ayağımı dışarıya atmam! diye cevab verdi. Onun bu kararlılığı karşısında

hükumet İstanbul'da kaldı. Böylece devletin daha o gün yıkılmasını önlemiş

oldu.

Abdülhamid Han, Harb-ı Umuminin sonuna yaklaşıldığı 1918

yılının Şubat ayı başında hastalandı. Yetmiş yedi yaşındaydı. Şiddetli bir

nezleye tutulmuş, yaşlılığından dolayı yatağa düşmüştü. 10 Şubat 1918 günü

akşamı vefat etti ve Çemberlitaş'taki Sultan Mahmud türbesine defnedildi.



Sultan Abdülhamid'i tahttan indiren paşalar ise sonunda, memleketi düşman

çizmeleri altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver Paşa, Talat Paşa, Doktor

Behaeddin Şakir, Doktor Nazım, 30 Ekim 1918'de Mondros Antlaşmasını imza

ettikten sonra, gece yarısı ülkeyi terkettiler. Talat Paşa, 1921'de kırk dokuz

yaşında Berlin'de, Enver Paşa 1922'de kırk yaşında Türkistan'da, Cemal Paşa da

1922'de elli yaşında Tiflis'te öldürüldüler.

Sultan Abdülhamid

zamanında: Her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, yapıldı.

Viyana'dan başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi açıldı.

1876'da Mekteb-i Mülkiyeyi yaptırdığı gibi 1879'da da bir müze yaptırdı. 1880'de

Hukuk Mektebi ve Divan-ı Muhasebatı (Sayıştay) kurdu. Beyoğlu Kadın Hastanesini

yaptırdı. 1881'de Güzel Sanatlar Akademisi, 1883'te Yüksek Ticaret Mektebi,

1884'te Yüksek Mühendis Mektebi ve Yatılı Kız Lisesi açıldı. 1886'da Terkos

Suyunu İstanbul'a getirtti ve Mülkiye Lisesini açtı. 1887'de Alman İmparatoru

İstanbul'a geldiğinde, Sultan Ahmed Meydanında Alman Çeşmesi yapıldı. 1889'da

Bursa'da İpekçilik Mektebini yaptırdı. 1891'de Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi

ile Kağıthane'de bir poligon kurdurdu. 1890'da Bursa demiryolunu ve Aşiret

Mektebini yaptırdı. 1891'de Üsküdar Lisesi ve Rüşdiyye Mektebleri ve yeni

postane binası ve Osmanlı Bankası ile reji binalarını ve Yafa-Kudüs demiryolu

ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine 1892'de Hamidiye Kağıt Fabrikası, Kadıköy

Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı Rıhtımını yaptırdı. 1893'te Osmanlı sigorta

şirketi, Küçüksu Barajı ve Manastır-Selanik demiryolu yapıldı. 1894'te Şam-Horan

demiryolu ve Eskişehir-Kütahya demiryolu yapıldı. Yine 1894'te Hamidiye Yüksek

Ticaret Mektebi ve Galata-Tophane Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi inşa edildi.

1895'te Beyrut-Şam demiryolu, Darülaceze binası, mum fabrikası, Afyon-Konya

demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul Lisesi binası,

İstanbul-Selanik demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1896'da

Tuna Nehrinde Demirkapı Kanalını, Kapalıçarşı tamirini yaptırdı. Akıl

Hastanesini, 1900'de Medine-i münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. 1902'de

Hamidiye Hicaz demiryolu Zerka'ya kadar işledi. Kağıthane'deki Hamidiye suyu

İstanbul'a getirildi. Yeni balıkhane, Haydarpaşa Rıhtımı, Maden Arama Mektebi,

Şam'da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. Haydarpaşa'da 1903'te Askeri Tıbbiye Mekteb-i

Şahanesi, 1904'te Dilsiz ve Sağırlar Mektebi açıldı. 1904'te Bingazi'ye telgraf

hattı yapıldı. 1905'te İstanbul-Köstence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon

Binası yapıldı. Beşiktaş Tepesindeki Yıldız Sarayı ve önündeki camiyi yaptırdı.

Velhasıl Avrupa'da yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda

yaptırdı.

Sultân İkinci Abdülhamîd Hân Osmânlı donanmasını en modern vâsıtalarla yeniledi.

İngiltereden sonra Avrupada ikinci derecede oldu.

1310 [m. 1892]

senesi sâlnâme-i Bahrî, ya'nî takvîmi, Osmânlı donanmasını uzun anlatmakdadır.

175. ci sahîfesinde, 18 aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu,

tûlü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdârı, pervâne adedi, makinanın beygir

kuvveti, ateşli silâhları, torpido kovanı, vazîfeye başladığı târîh, sür'ati ve

aldığı kömür mikdârları yazılıdır. Meselâ, Hamîdiyye fırkateyn harb gemisi için

bunların: 6700,292 kadem, 9 fus ve 55 kadem, 7 fus, 10 fus ve 24 kadem, 1

pervâne, 6800 beygir kuvveti, 10 ve 15 cm.lik 4 Krup ve bir 300 librelik ağızdan

dolma ve 6 Armstrong ve 7 küçük top ve 1 Nordenfeld ve 1 Roket, 2 torpido kovanı

bulunduğu, 1301 [m. 1883] de vazîfeye başladığı, sür'atinin 13 mil olduğu, 600

ton kömür aldığı bildirilmekdedir. Zırhsız harb gemisi 40 adet, torpido

stimbotu, birinci sınıf 13, ikinci sınıf 7, üçüncü sınıf 1, tahtelbahr [deniz

altı] 2 dir. Bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de

yazılıdır. Sultân İkinci Abdülhamîd Hânın donanmayı Halice çekdirerek eskimesine

sebeb olduğuna dâir insafsız sözlerin sâhibleri bu yazımızı insâfla okumalı ve

tevbe etmelidirler.

Haydar Pâşa tıb fakültesi, Viyana tıb

fakültesinden sonra Avrupada en ileri idi. Her bölümün laboratuvarları en yeni

âlet ve makinalarla techîz edilmişdi. 1931 senesinde, bu fakültede okuyanlar,

Histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her

mikroskop üzerinde sultân Abdülhamîd hânın tuğrası, ya'nî ismi oyma olarak

yazılı olduğunu söylemişlerdir. Avrupadan getirilen seçme profesörlerin

yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb

bilgilerini veriyorlar. Değerli mütehassıslar yetişiyordu.

Kolağası

kimyâger Cevad Tahsin beğin 1321 de (Mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne matba'ası)nda

basdırdığı kimyâ kitâbı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usûllerini bütün

incelikleriyle yazmakdadır. Miralay Mehmet Şâkir beğin 1319 da basılan (Dürûs-i

Hayât-i Beşeriyye) kitâbındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb

fakültesinde hijyen profesörü Muhammed Fahri beğin 1324 de basılan (İt'âm ve

Tağdiyye) kitâbındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimyâ

muallimi olan tabib kolağası Vasil Neun beğin 1312 de basılan (İlm-i Kimyâyı

Tıbbî) kitâbını ve yine o sene Mısrda basılan (Hulâsatül Kavl fî tahlîlil-bevl)

kitâbını okuyanlar ve mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne botanik muallimi tabib

Şerefeddîn beğin 1305 senesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen (ilm-i

nebâtât) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i mülkiyeyi şâhâne ve hendese-hâne fizik

muallimi Sâlih Zeki beğin (Hikmet-i tabî'iyye) kitâbını ve bunlar gibi nice

kıymetli kitâbları görenler, Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında çok değerli

mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdîka mecbûr

kalmakdadır. Sultân ikinci Abdülhamîd hânın mubârek

beldelere ve bunların şefâ'at sâhibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler,

öncekilerin hizmetlerini kat-kat aşmışdır. İhsânları ve hizmetleri yalnız

Ümerâya ve Ülemâya ve makâmlara mahsûs kalmamış, ehâlînin ve fakîrlerin hepsine

ulaşmışdır. Mescid-i harâmı gözleri kamaşdıracak derecede ta'mîr ve tezyîn

etmiş, Hadîce-tül Kübrânın türbesini ve Mevlidin-Nebî ile Mevlid-i Fâtıma olan

binâları, benzeri olmayacak şeklde ihyâ etmiş, Minâ şehrini su şebekeleri ile

doldurmuşdur. Seyyid Ahmed Rıfâînin ve diğer Velîlerin türbelerini fevkal'âde

bir himmet ile ta'mîr etmişdir. Mekkede Gayretiyye ve Hamîdiyye piyâde

kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yapdırmışdır. Osmânlı

halîfelerinin herbirinin (Hâdimülharemeyn) olduklarını, eserleri bütün dünyâya

i'lân etmekdedir. Vehhâbî eşkiyâları, Haremeyn-i şerîfeyni tekrâr ele

geçirdikden sonra, bu behâ biçilemiyen târihî eserleri, güzel san'atları,

sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile

islâmiyyeti içerden yıkmakdadırlar.

Sultân ikinci Abdülhamîd hân

memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. 1950 senesinde

Bursa askerî lisesinin kumandanı, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişdi. Lise

müdîri kimyâger Rıfat beğe, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle

haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat beğ, (Bu mektebin her odası böyle güzel, havadar

ve hoşdur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultân Abdülhamîd hân, büyük

şehrlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yapdırmışdır.

Bu binânın ta'mîre ihtiyâcı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan

ticâret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. Şimdi ta'mîr ediliyor) dedi, târihî

birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde

(Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynı idi.

Ankara vâlîlerinden

Âbidîn pâşa, Elmadağından Ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para

toplamışdı. İşe başlamak için halîfeden izn istedi. İkinci Abdülhamîd hân,

vâlîye gönderdiği cevâbda, (Susuzlara su vermek çok sevâbdır. Dînimizin

emrlerinden biridir. Bu vazîfe ve şeref bana âiddir. Topladığın paraların

hepsini sâhiblerine geri ver. Bütün masrafı hazîne-i şâhânemden olmak üzere

hemen işe başla. Milletimi iyi suya kavuşdur!) dedi. Az zemân içinde Ankaralılar

tatlı suya kavuşduruldu.

Sultân ikinci Abdülhamîd hânın Osmânlı

devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islâm düşmânlarının ve en

başta İngilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. 1308 [m. 1890] senesinde

politik ve masonik feâliyete geçdiler. Birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi

tarafından (İttihâd ve terakkî cem'iyyeti) kuruldu. Yedi sene sonra, haber

alınarak dağıtıldı. Birkaç üyesi Parisde çalışmalarına devâm etdi. Halîfe, mit

başkanı Orgeneral Ahmed Celâleddîn pâşayı Parise gönderdi. Nasîhatleri te'sîr

ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. Ancak Ahmed Rıza beğ ve birkaç arkadaşı

nasîhat dinlemediler. Haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları

lüks hayâtdan, kadınlı, içkili sefâhet âleminden ayrılmak istemediler. Hele

Ahmed Rıza beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va'dinin sevinci ve

serhoşluğu içinde, türk düşmânlarının kuklası hâline gelmişdi. Halîfeye karşı

basın propagandasına başladılar. 1326 [m. 1908] senesinde ikinci meşrûtiyyetin

i'lânına ve bir sene sonra da, Halîfenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular.

Sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini Millet meclisi başkanlığından

atdılar. Onların düşmânı hâline geldi. Cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan

hâtırâtında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci Abdülhamîd hânı, överek ve pişmân

olduğunu bildirerek öldü.

Aynı hâl, sultân ikinci Abdülhamîd hânı,

tahtdan indiren Tâlat, Enver ve Cemâl pâşalarda da tecellî etdi. Onun

büyüklüğünü anlayamadıklarını i'tirâf edip, hayâtlarını hüsrânla bitirdiler.

1326 [m. 1908] senesinde devlet idâresini ellerine geçiren gençler, câhil,

tecrübesiz, dünyâ ve memleket şartlarından gâfil, gözü kapalı adamlardı. Kimi,

telgraf memûru iken başbakan oldu. Kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye

nâzırı ve başkumandan vekîli, kimi jandarma teğmeni iken dâhiliye nâzırı oldu.

İttihâd ve terakkîcilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının,

sultân Abdülhamîd devrini aratmış olduğunda bütün târîhciler birleşmekdedirler.

İttihâd ve terakkî cem'iyyeti, Türkiyede kötü bir particilik hayâtının

başlamasına, bölücülüğe yol açdı. Particiler, birbirlerine düşmân gibi oldular.

Bu yüzden balkan harbi ve birinci cihân harbi gayb edildi. Nihâyet imperatorluk

parçalandı.

Sultân ikinci Abdülhamîd hânın tahtdan indirilmesi ile

din işlerine de fesâd karışdı. İttihâd ve terakkî fırkasına kaydlı olan

câhiller, hattâ masonlar, din işlerinde yüksek mevki'lere getirildi. İlk iş

olarak, sultân Abdülhamîd hânın son şeyh-ül-islâmı Muhammed Ziyâ-üd-dîn efendi,

vazîfesinden alındı. Bu yüksek makama 1328 [m. 1910] da Mûsâ Kâzım efendi

getirildi. Bu zât, koyu ittihâdcı ve mason idi. Bunun gibi, islâmiyyete uymıyan

hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci Abdülhamîd hân tarafından

nefy edilmiş, Iraka ve Fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, İstanbula

getirilip, kendilerine din işlerinde vazîfeler verildi. Bu câhil ve partizan

kimseler, bozuk, sapık din kitâblarının yazılmasına, yayılmasına, önayak

oldular. Abdülhamîd hân zemânında yazılan din kitâbları, bir ilm hey'eti

tarafından tedkîk edilirdi. Tasdîk edilip, izn verilenler basdırıldı. Böylece, o

târîhlerde basılan din kitâblarına güvenilir. 1327 [m. 1909] den sonra din

kitâbları salâhiyyetli âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitâblardan,

ancak vesîkalar vererek, yazılanlara güvenilir. Ne oldukları belirsiz kimselerin

ve şî'îlere, vehhâbîlere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları

bozuk kitâbları okuyan müslimân yavruları, temiz gençler, dîni yanlış

öğrendiler. Böyle câhil yetişdirilen müslimânlardan ba'zıları, siyâset

canbazlarının tuzaklarına düşdüler. Kendi partilerinden olmıyanlara kâfir

diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. Müslimânlar arasındaki bu fitne, islâm

düşmânlarının işlerine yaradı. İngilizlerin (İslâmiyyeti yok etmek) plânlarının

gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. İşte bunun için, Allahü teâlâ, müslimânların

bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan

düşmânlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. (Birleşmemiz

kâfirleri korkutur ve Allahın yardım etmesine sebeb olur. Tefrikaya düşmemiz

kâfirleri sevindirir ve Allahın gadabına uğramamıza sebeb olur) nasîhati, her

müslimânın kalbine işlenmiş olmalıdır.

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


II. ABDÜLHAMîD HÂN

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler II. ABDÜLHAMîD HÂN Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Şehzade Abdülhamid'in zeka ve hafızasının son derece yüksek oluşu ile politik kabiliyeti, amcası olan Sultan Abdülaziz'in dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han, onun daha serbest bir ortamda yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Şehzade Abdülhamid de bu imkanlardan ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 04:34 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.