Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| II. ABDÜLHAMîD HÂN Şehzade Abdülhamid'in zeka ve hafızasının
son derece yüksek oluşu ile politik kabiliyeti, amcası olan Sultan Abdülaziz'in
dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han, onun daha serbest bir ortamda
yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Şehzade
Abdülhamid de bu imkanlardan en iyi şekilde istifadeye çalıştı. Yabancı basını
devamlı takib ederek dış devletlerin niyet ve emellerini ve gayelerine
ulaşabilmek için uyguladıkları metodları çok iyi etüd etti. Ayrıca o, ticari
faaliyetlerde de bulundu. Kendisinin marangoz atölyesi ile çiftliği vardı.
Toprak işleriyle meşgul oldu. Koyun besletti. Üstübeç madenleri işletti. Son
derece cömerd olan Şehzade, kazandığı paraları saltanatı sırasında din ve devlet
işleri ile fakir ve yoksullara harc etti.
İngilizlerden para alarak
düşmanın kuklası haline gelen Hüseyin Avni Paşa; Midhat, Mütercim Rüşdi, Mahmud
Celaleddin ve Nuri paşalar, şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile anlaşarak
1876'da Sultan Abdülaziz'i tahttan indirdiler ve çok geçmeden de şehid ettiler.
Yerine çıkardıkları şehzade Murad, rahatsızlığı sebebiyle ancak üç ay tahtta
kalabildi. Bunun üzerine şehzade Abdülhamid otuz dört yaşındayken 31 Ağustos
1876 Perşembe günü Osmanlı tahtına oturdu.
Sultan Abdülhamid Han
tahta çıktığında devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Bosna-Hersek ve Bulgar
ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Girit'te
huzursuzluk had safhadaydı. Rusya, bu karışıklıkta devletten en büyük payı kapma
sevdasıyla savaş hazırlıkları yapıyordu. Yeni Osmanlı Padişahı ise aktif bir
siyaset takip ediyordu. Bütün hükümet üyeleriyle mabeyn personelini saraya davet
ederek bir yemek verdi. Burada yaptığı konuşmada da milli birliğe duyulan
ihtiyacı dile getirdi. Tersaneye giderek bahriyelilerle birlikte oturup asker
yemeği yedi. Zaman zaman haber vermeden çeşitli camilere gidip, halkın arasında
aynı safta namaz kıldı. Sultanın bu hareketleri asker ve halkın hoşuna
gidiyordu. Nitekim herkeste ve özellikle orduda bir moral düzelmesi görüldü.
Bunun neticesi olarak Sırp cephesindeki ordu önemli başarılar kazanmaya başladı.
Osmanlı ordusu Belgrat'a girmek üzereyken büyük devletler işe karıştılar.
Rusya'nın savaşa derhal son verilmesi konusundaki ültimatomu üzerine Sırbistan
ile üç aylık ateşkes imzalandı. Diğer taraftan İngiltere, Şark Meselesinin
İstanbul'da toplanacak bir konferansta ele alınmasını istedi. 23 Aralık 1876'da
İstanbul'da toplanan Tersane Konferansından sonra batılı devletler Osmanlı
Devletinin bağımsızlığını tehlikeye sokacak ağır hükümler taşıyan teklifler
sundular. Bu toplantıdan bir gün önce 23 Aralık 1876'da Osmanlı Devletinde
Kanun-i Esasi ilan edilmiş ise de batılılar bunu nazar-ı dikkate
almamışlardı.
Tersane Konferansı kararlarını reddetmenin, devletini
Rusya ile karşı karşıya bırakacağını bilen Sultan Abdülhamid Han, bu teklifleri
kabul etmiş görünerek ortalığı yatıştırmak istiyordu. Ancak İngilizlerin
kendilerini destekleyeceği vadine aldanan sadrazam Midhat Paşa, mecliste gayri
müslimleri de kendi tarafına çekmek suretiyle Rusya aleyhine bir konuşma yaptı.
Harb aleyhinde rey kullanacak olanları; peşinen vatan sevgisizliği ve ihaneti
ile itham etti. Neticede meclis, Tersane Konferansı kararlarını reddetti. Ayrıca
Sultan Abdülhamid'in devlet işleriyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmesini siyasi
geleceği açısından tehlikeli gören Midhat Paşa, onu tahttan indirmenin yollarını
aramaya başladı. Hatta Osmanlı Hanedanını dahi ortadan kaldırmayı planlayan
Midhat Paşa, konağında topladığı Namık Kemal, Ziya ve Rüşdi paşalarla kendi
taraftarı olan diğer devlet ileri gelenlerine Âl-i Osman yerine Âl-i Midhat
denilse ne olur? demişti. Yine sadareti müddetince Müslüman halkın çoğunlukta
bulunduğu vilayetlere azınlıktan valiler tayin etmek ve Osmanlı ordusunun temeli
durumundaki Harbiye Mektebine Rum talebe almak gibi Osmanlı Devletini temelinden
yıkabilecek faaliyetler içerisindeydi. Onun bu zararlı icraatları üzerine Sultan
Abdülhamid Han, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Midhat
Paşayı sadrazamlıktan uzaklaştırdı ve yurd dışına sürdü.
Diğer
taraftan Midhat Paşa sadrazamlıktan uzaklaştırılmış ancak Tersane Konferansı
kararlarını mecliste reddettirmekle Osmanlı Devletini Rusya ile karşı karşıya
getirmişti. Nitekim 24 Nisan 1877 günü Rusya, Osmanlı Devletine resmen harb ilan
etti. Mali 1293 senesine rastladığı için 93 Harbi denilen bu savaş, Edirne
Mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. Plevne'de Gazi Osman Paşa, doğuda Ahmed
Muhtar Paşanın kısmi başarılarına rağmen savaş umumi bir bozgunla neticelendi.
Ruslar Edirne'ye girdiler ve Yeşilköy'e kadar geldiler. Doğuda ise Kars düşmüş
ve Rus kuvvetleri Erzurum'a yaklaşmıştı. Savaşlarda on binlerce Müslüman-Türk
şehid olurken, bir o kadarı da İstanbul'a akın etti. Muhacirler bir plan içinde
Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmeye çalışıldı. Bu sırada memleketin
tek karar organı olan mecliste de tam bir anarşi hüküm sürmekte ve
milletvekilleri hiçbir meselede bir araya gelememekte idiler.
Bu
vaziyet karşısında Sultan Abdülhamid Han, İngiltere'yi devreye sokarak savaşın
sona erdirilmesini sağladı. Arkasından devletin başına böyle bir felaketin
gelmesine sebeb olan, savaşın bitmesi ile de bu durumda hiçbir mesuliyeti yokmuş
gibi padişahı suçlamaya başlayan Meclis-i Meb'usan'ı süresiz kapattı (13 Şubat
1878). Bu arada Rusya ateşkesin sağlanmasından hemen sonra Osmanlı Devleti ile
antlaşma imzalayarak galip gelmenin avantajını iyi kullanmak istiyordu. Nitekim
3 Mart 1878'de imzalanan Ayastefenos Muahedesi, Osmanlılar için çok ağır ve feci
şartlar getiriyordu. 29 Maddelik antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan
prensliği kurulacak, Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli bir Rus kuklası olarak
düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya'ya
verilip, Karadağ ve Sırbistan'ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı
Devleti, Rusya'ya 245 milyon Osmanlı altını harb tazminatı verecekti.
Sultan Abdülhamid Han devleti için çok tehlikeli olan bu antlaşmayı kabul
etmedi. Diğer taraftan Hind yolunun tehlikeye girdiğini gören İngiltere de,
Paris Antlaşmasını ihlal ettiği iddiasıyla Ayastefenos Antlaşmasının
milletlerarası bir konferansta gözden geçirilmesini istedi. Ayrıca İngiltere
toplanacak olan bu konferansta Osmanlı Devletini desteklemek vadi ile bazı
tavizler kopardı. Kıbrıs'ın idaresinin geçici olarak İngiltere'ye bırakıldığı
antlaşma, 4 Haziran 1878'de imzalandı. Sultan Abdülhamid Han hükumetin bir oldu
bitti ile imzaladığı bu antlaşmayı kabul etmemek için çok direndi. İngilizler
askeri tehditte bulundular. Bunun üzerine Padişah, Kıbrıs'ta hükümranlık
haklarına asla zarar verilmeyeceği konusunda İngilizlerden bir belge almak
suretiyle antlaşmayı onayladı. Buna rağmen İngiltere 13 Temmuz 1878'de imzalanan
Berlin Muahedesinde Osmanlılara vaad ettiği desteği vermedi. Her ne kadar Berlin
muahedesi ile daha önce kaybedilen bazı topraklar geri alındı ise de Osmanlılar
ümid ettikleri sonuca ulaşamadılar. Çünkü Kıbrıs'ın İngiltere'ye bırakılmış
olması diğer devletlerin de bu konudaki faaliyetlerini arttırdı. İngiltere'nin
teşvikiyle Bosna-Hersek'in idaresi Avusturya'ya bırakıldı. 1881'de Fransa
Tunus'a, ertesi yıl İngiltere Mısır'a bir oldu bitti ile el koydular. Bulgarlar
da 1885'te Doğu Rumeli eyaletini işgal ettiler.
Sultan Abdülhamid
Hanın tahta çıktığı iki yıl içinde gelişen feci olaylarda padişahın sorumluluğu
yok denecek kadar azdı. Çünkü bu sırada Osmanlı dış siyasetine yön veren devlet
adamları yabancı diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. Devletin yüksek
menfaatlerini bir kenara iterek yabancı devletlerin çıkarlarına alet olmuşlardı.
Bu yanlış tutum dolayısıyla devletin dış itibarı sarsılmış, İstanbul ve Berlin
kongrelerinde devlet adamları hakaret derecesine varan muameleye maruz
kalmışlardı. Bu sebeple milletlerarası politikada devletin bağımsızlık ve toprak
bütünlüğünü savunmayı birinci hedef gören Sultan Abdülhamid Han, hükümet
üyelerinden bu hususta raporlar istedi. Ayrıca son yüz yıldır Osmanlı Devletinin
başına gelen felaketlerin dış devletlerin piyonu olmuş Osmanlı devlet
adamlarının basiretsiz tutumlarından kaynaklandığını anlayan ve Hüseyin Avni
Paşa gibi İngilizlerden para bile alanları gören Padişah, devlet hizmetinde
çalışanları kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbarat teşkilatı kurdu. Nitekim
Sultan Abdülhamid de bu teşkilatı; Vatandaşı değil, hazineden maaş aldıkları,
Osmanlı nimetiyle gırtlaklarına kadar dolu olduklar halde devletine ihanet
edenleri tanımak ve takib etmek için kurduğunu belirtmektedir.
Gerçekten de Sultan Abdülhamid'in bu tedbirleri almasındaki isabeti çok geçmeden
görüldü. İngiliz taraftarı olup devletin ancak İngiliz yardımı ile
kurtulabileceğine inanan Ali Suavi, Galatasaray Lisesi Müdürlüğünden
azledilmesini hazmedemeyerek Çırağan Sarayına bir baskın düzenledi. Ali
Süavi'nin hedefi, Sultan Abdülhamid Hanı saltanattan düşürmek ve yerine Beşinci
Murad'ı tekrar padişah yapmaktı. Fakat Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Paşa,
kısa sürede isyanı bastırdı. Çıkan vuruşma sırasında Ali Suavi öldürüldü (20
Mayıs 1878).
Sultan Abdülhamid Han, amcası
Sultan Abdülaziz'i şehid ettiren Midhat Paşa ve arkadaşlarının yargılanması için
27 Haziran 1881'de Yıldız Mahkemesini kurdurdu. Bu sırada suçluluğun verdiği bir
duygu ile mahkemeye çıkmaktan korkan Midhat Paşa, İzmir'de Fransız
Konsolosluğuna sığındı. Fransızlar, Midhat Paşayı teslim etmek istemedilerse de
Padişah'ın sert direktifi karşısında duramayıp teslime mecbur kaldılar. Nitekim
mahkeme sonucunda da suçlu görülen Midhat Paşa ve arkadaşları idama mahkum
edildiler ise de, Padişah verilen cezaları müebbed hapse çevirdi.
Öte
yandan devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid
Han, bilhassa savaşlardan kaçınma yoluna gitti. O, savaşlardan zaferle sona
erenlerin dahi milleti yorup bitirdiği görüşündeydi. Saltanatı müddetince daima
idareli davrandı. Devletin pekçok ihtiyaçlarını hazineden para almak yerine
kendi kesesinden karşıladı. Padişah öncelikle devleti ekonomik alanda düştüğü
borç bataklığından kurtarmak istiyordu. Alacaklı devletlerin başında İngiltere
ve Fransa geliyordu. Rusya da, Berlin Muahedesine göre tazminat alacaklısı
durumundaydı. Padişah, 20 Aralık 1881'de yayınlanan Muharrem Kararnamesiyle
borçların ödenebilmesi için yeni bir formül buldu. Bu kararnameye göre devletin
tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık ve sigara tekelleri ile bazı imtiyazlı
eyaletlerin maktu vergileri bu iş için kurulan Duyun-i Umumiye teşkilatına
bırakılıyordu. Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar
verdikleri borçları muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun
karşılığında 278 milyon borcun 161 milyonu, yani yarısından fazlası Türkiye
lehine siliniyordu. Alacaklılar alacaklarını belirli şekilde tahsil
edebilecekleri için memnundular. Meselenin bu şekilde halli ve Osmanlı
Devletinin üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan Abdülhamid'in büyük
başarılarından biri oldu.
Osmanlı Devletine hasta adam gözü ile
bakıldığı ve paylaşma hesapları yapıldığı bir devrede başa geçen Sultan
Abdülhamid Hanın, devletin idaresini bizzat eline aldığı 1878'den sonraki dış
siyaseti dahiyane bir mahiyet arz etmektedir. Padişah'ın dış siyaseti prensip
itibariyle basit fakat uygulaması bakımından zordu. O, dünyadaki politik
gelişmeleri yakından takip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu.
Osmanlı ülkesiyle ilgili bütün dünyada çıkan yazılar ve dış temsilciliklerden
Padişah'a gelen raporlar burada toplanır ve değerlendirilirdi. Abdülhamid Han,
zaman zaman önemli gördüğü meselelerde yerli ve yabancı ilim adamlarından dış
politika konusunda bilgi alırdı. Padişah'ın dış politikada hedefi Osmanlı
Devletini savaştan uzak, barış içinde yaşatmak ve her bakımdan güçlü bir hale
getirmekti. Devletler arası rekabetin Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaştığı bir
devirde böyle bir siyaseti uygulamak gerçekten zordu. Padişah bilhassa Avrupa
devletlerinin Türkiye üzerinde birbirleriyle çatışan çıkar ve ihtiraslarından
faydalanmaya çalıştı. Bu sebeple milletler arası şartlar değiştikçe onun
siyaseti de değişiyordu.
Sultan Abdülhamid Hanın İslam dünyasındaki
itibarı pek fazlaydı. Doğu Türkistan ve Orta Afrika'daki Sultanlıklar bile onun
adına hutbe okutup, para bastırıyor ve ona tabi oluyorlardı. Padişah'ın, Almanya
İmparatoru ve Prusya Kralı İkinci Wilhelm ile şahsi dostluğu vardı. Avusturya ve
Macaristan ile dostluk kurulmuş olup, İtalya ile münasebetler iyiydi. Sırbistan
ve Romanya etkisizdi. Karadağ ve Bulgaristan prensleri ise, Padişah'a
bağlıydılar. Yanya ve Girid vilayetlerine göz diken ve Osmanlı hududunda
tecavüzkar faaliyetlerde bulunan Yunanistan'a ise, 18 Nisan 1897'de harp ilan
edildi. Büyük devletler işe karışmadan Yunanistan'ın işini bitirmek isteyen
Sultan Abdülhamid, başkumandan Edhem Paşaya yıldırım savaşı istediğini bildirdi.
Avrupalıların altı ayda geçilemez dedikleri Tırhala-Çatalca hattını bir kaç
günde aşan Osmanlı birlikleri, Dömeke önlerinde Yunan ordusunu büyük bir bozguna
uğrattılar. Artık Atina'ya 150 km kalmış ve yol açılmıştı. Ancak Yunanistan'ın
Osmanlılar eline geçeceğini anlayan Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri,
Sultan Abdülhamid'den harbin durdurulmasını rica ettiler. Babıali 10 milyon
altın savaş tazminatı ve işgal edilmiş olan Teselya'nın teslimi karşılığında
mütarekeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak mütareke sırasında işe karışan Avrupa
devletleri tazminatın 4 milyon altına indirilmesini ve Türkiye'nin küçük bazı
toprak parçaları ile yetinmesini sağladılar. Böylece Osmanlı Devleti, bütün
hıristiyan devletlerin bir araya gelmeleri neticesinde, zaferle çıkmış olduğu
bir harbin bile faydasını göremedi. Fakat Yunanlılar önemli ölçüde ezilmiş
oldu. Sultan Abdülhamid Hanın fevkalade
akıllı ve tedbirli siyaseti ile bütün İslam alemini kendisine bağladığını gören
İngilizler, Osmanlı Devletinin iyiye gidişini durdurmak ve yıkmak için
faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bir taraftan Padişah aleyhine faaliyette
bulunan İttihad ve Terakki Cemiyetini desteklerken, diğer taraftan Arabistan
Yarımadasında bedevi kabilelerini ve Doğu Anadolu'da Ermenileri Osmanlı
Devletine karşı kışkırttılar. Bu arada Osmanlı Devletinden Berlin antlaşmasının,
Anadolu'da Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde ıslahat yapılmasını isteyen 61.
maddenin kesinlikle tatbik edilmesini istediler. Bu uygulamanın ermeni
muhtariyetini doğuracağını bilen Sultan Abdülhamid Han, İngilizleri yıllarca
oyalıyarak böyle bir teşebbüse fırsat vermedi. Ayrıca ermenilerin, Avrupa
devletlerinin dikkatlerini çekmek üzere giriştikleri isyanları anında bastırdı.
Hatta bu iş için polis ve jandarmadan ziyade sivil halkı kullandı (1895-1896).
Bunun üzerine Ermeniler bir arabaya yerleştirdikleri saatli bomba ile Padişah'ı
Cuma namazından çıkışta öldürmek istediler. Fakat Abdülhamid Han, bu suikastten
kurtuldu. Bütün bu faaliyetler onu, tatbik ettiği politikadan zerre kadar
döndürmedi.
Anadolu'yu Ermenistan olarak görmek isteyen Fransız yazar
Albert Vandal, bu Türk Hakanına Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan diyerek iftiralar
yağdırdı. Ne yazık ki bu satırlar Osmanlı ülkesindeki İslamiyet ve Türklük
düşmanları tarafından da aynen alınarak Padişah'a karşı kullanıldı. Günümüzde
dahi bazı gafiller bu iftiraları eserlerine koyarak genç nesilleri
aldatmaktadır.
Sultan Abdülhamid Hanın kabul etmediği ve sonuna kadar
direttiği önemli konulardan birisi de Filistin meselesiydi. Siyonistler,
Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması için Sultan Abdülhamid'e başvurdular ve
Osmanlı maliyesinin en büyük problemi olan dış borçların bir kalemde
silineceğini bildirdiler. Padişah bu teklifi şiddetle reddettiği gibi,
Yahudilerin çeşitli yollarla Filistin'e gelip yerleşmelerine engel olacak
tedbirleri de aldı.
Bu arada İngilizlerin Arabistan'da Cemaleddin
Efgäni ve meşhur casus Lawrens yolu ile hilafet meselesini kurcalamaya
başlamaları üzerine, Sultan Abdülhamid de bölgeye büyük bir derviş kafilesi
gönderdi. Aynı şekilde bir kafileyi de Hindistan'a gönderen Padişah, böylece
İngilizlerin propagandalarını etkisiz kılmaya çalıştı. Padişah'ın bu
faaliyetleri üzerine İngilizler onu saltanattan uzaklaştırmadıkça emellerine
kavuşamıyacaklarını anladılar. Bunun için İttihad ve Terakki Cemiyetinin
faaliyetlerine hız verdirdiler. Başta Adana olmak üzere memleketin çeşitli
yerlerinde isyanlar çıkardılar. Neticede İttihad ve Terakki Partisine mensup
bazı Türk subayları, Padişah'ı, Kanun-i Esasi'yi ilan etmeye zorladılar. İkinci
Abdülhamid Han da 23 Temmuz 1908'de anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilan
etti. İkinci Meşrutiyet adı verilen bu olay, beklenenin aksine Osmanlı
Devletinin dağılmasını daha da hızlandırdı. Avusturya-Macaristan imparatorluğu
1908'de Bosna-Hersek'i işgal ettiğini bildirdi. Aynı gün Bulgaristan
bağımsızlığını ilan etti. Bir gün sonra da Girit Yunanistan'a katıldığını
açıkladı. Bu olaylar cereyan ederken 17 Aralık 1908'de yeni seçilen Meclis-i
Meb'usan toplandı. En azılı Osmanlı düşmanları dahi mebus seçilerek meclise
girmişti. Mecliste Osmanlı düşmanları daha etkiliydi.
Meşrutiyete
göre Sultan, sadece sadrazam ile şeyhülislamı seçebiliyordu. Sadrazam da
nazırları seçiyor, kabine güven oyu alırsa çalışıyor, meclis istediği zaman
hükümeti düşürebiliyordu. Neticede devletin idaresi ehliyetsiz, tecrübesiz
ellere geçti. Böylece çeşitli din, dil ve ırka mensup meb'usların hepsi Osmanlı
Devletinden ayrılarak istiklallerini ilan etmek için her türlü gayr-i meşru
vasıtalara başvuruyorlardı. Binlerce Müslümanın kanına giren Yunan, Sırp, Bulgar
ve Ermeni çeteleri için umumi af ilan edildi. Osmanlı Devletinden kaçan ne kadar
isyancı varsa, hepsine yeniden kapılar açıldı ve bunlar İstanbul'a geldiler.
İngilizler, Ruslar ve diğer hıristiyan devletler, azınlıklara el altından bol
miktarda silah gönderdiler.
İttihad ve Terakki Cemiyeti liderleri,
yaptıkları acemi siyasetleri ile ortalığı birbirine karıştırmışlardı.
Yapacakları icraatlarda kendilerine destek olması için, Selanik'ten avcı
taburlarını getirerek taş kışlaya yerleştirdiler. Kendilerine karşı olanları
çekinmeden öldürüyorlar, memlekette terör havası estiriyorlardı. Kısa zamanda
halkın huzuru kaçtı. İttihatçılar lanetle anılmaya başlandı. Yine bunların
baskısıyla hükumet alaylı subayları ordudan çıkarttı. Bu sırada bazı gazeteler,
İttihatçılara karşı halkın dini duygularını galeyana getiren neşriyat yaparak,
halkı ve orduyu isyana teşvik ediyordu. Rumi 31 Mart günü dördüncü avcı taburuna
bağlı askerler gece yarısı isyan ederek subaylarını hapsettiler. Padişah
Abdülhamid Han, isyanı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf sonucu
öğrendi. İsyancılar sadrazamın azledilmesini, görevden alınan alaylı subayların
tekrar orduya alınmasını istiyorlardı. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı
sadrazamlıktan azl ederek yerine Tevfik Paşayı getirdi ve Müşir Edhem Paşayı da
harbiye nazırı yaptı. Mabeyn başkatibi ile isyancılara isyandan vazgeçtikleri
takdirde affedildiklerine dair bir hatt-ı hümayun gönderdi. Bunun üzerine isyan
bir mikdar yatıştı. Ancak, ertesi gün yine alevlendi.
İsyanın
Rumeli'deki yankısı büyük oldu. Hadisenin kim tarafından hazırlandığı belli
olmadığı için, Sultan boy hedefi oldu. Üçüncü ordu ile gönüllü Bulgar müfrezesi
ve Sırp, Yunan, yahudi, Arnavut çetecilerden müteşekkil bir ordu kurularak
İstanbul'a sevk edildi.
Mevcudu on beş bine varan Hareket Ordusu, 24
Nisan'da Topkapı ve Edirnekapı'dan şehre girerek yol üzerindeki askeri
karakolları teslim aldı ve Harbiye Nezaretini işgal etti. Taksim kışlası ile
Taşkışla'daki mukavemet, şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Bu arada Yıldız
Sarayının işgali sırasında Sultan Abdülhamid Han kendisine sadık olan Birinci
ordu ile, Hareket ordusuna karşı konulması hususunda yapılan teklifleri kabul
etmeyerek; Müslümanların halifesi olduğunu ve Müslümanı Müslümana
kırdıramayacağını söyledi. Eğer ülkenin en mükemmel ordusu olan Birinci Orduya,
karşı koyma emri verilseydi, derme çatma olan Hareket ordusu bir anda
dağıtılabilirdi. Padişah'ın emrine boyun eğen askerler silahların teslim edince,
25 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul'a hakim oldu. Mahmud Şevket Paşa,
sıkıyönetim ilan ederek suçlu suçsuz bir çok insanı idam ettirdi. Yüzlerce
Balkan çetesiyle saraya girerek kıymetli eşyaları yağmaladı. İttihad ve Terakki
hakimiyetini devam ettirmek için İstanbul'da terör havası estirmeye
başladı.
27 Nisan 1909 günü Ayan ve Mebuslar meclisi toplandı.
Ayan'dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, kürsüye gelerek, önceden kararlaştırıldığı gibi
Padişah'ın hal' edilmesini teklif etmişti. Bu teklif kabul edildikten sonra,
yine Gazi Ahmet Muhtar Paşa, hal' kararının bir fetvaya istinad ettirilmesi
lüzumuna işaret etmişti. Hal' fetvasının ilk müsveddesini mebuslardan Elmalılı
Hamdi Yazır hoca yazmıştı. Fetvada Sultan Abdülhamid Hana 31 Mart İsyanına sebeb
olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazinesini israf etmek,
insanları suçsuz oldukları halde idam ettirmek... gibi asılsız suçlar
yükleniyordu. Fetva emini Hacı Nuri Efendi bu suçlamaların iftira olduğunu ileri
sürerek fetvayı imzalamadı. Ancak Meclis, bu fetva gereği Sultan'ı hal' kararı
aldı.
Nihayet, hal' kararını Padişah'a tebliğ için, Ayan ve Mebusanı
temsilen bir heyet seçilmiş ve Yıldız Sarayına gönderilmişti.
Sultan
Abdülhamid Hana hal'ini tebliğ için Yıldız'a gönderilen heyetin teşekkül tarzı
ise, Türk tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı
tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan hey'ette tek bir
Türk yoktu. Bunlar; Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram
Efendi ve Padişah'ın uzun seneler yaverliğini yapmış olan katışık soydan Arif
Hikmet Paşa idiler. Padişah, hal' kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu,
mabeyn başkatibi Cevad Beye sorup öğrenince; Bir Türk padişahına, İslam
halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve
bir nankörden başkasını bulamadılar mı?! demekten kendini alamadı.
İttihatçılar, o gece (27 Nisan 1909) Sultan Abdülhamid Hanı İstanbul'dan
çıkararak, kontrol altında tutabilecekleri Selanik'e naklettiler.
Bu
sırada hiçbir şeyini almasına izin verilmedi. Padişah'a yolculuğunda üç kızı ile
oğullarının ikisi refakat etti. Selanik'te Alatini Köşkü kendisine tahsis
edildi. Burada çok sıkı bir nezaret içinde acıklı yıllar geçirdi. Gazete
okumasına dahi izin verilmedi.
Sultan Abdülhamid Han, Selanik'te üç
yıldan fazla kaldı. Yunanistan'ın Osmanlı Devletine harb ilan etmesi üzerine,
Büyük kabine denilen Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, Sultan Abdülhamid Han'ın
Selanik'te muhafazası zorlaşacağından, İstanbul'a nakledilmesini kararlaştırdı.
Sultan Reşad da bu kararı tasdik etti.
1 Kasım 1912 günü Loreley vapuru ile
İstanbul'a getirilen Hakan-ı sabık (eski padişah), ikametine tahsis olunan
Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi.
Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi
Sarayında beş buçuk yıl yaşadı. Bu müddet zarfında, otuz üç yıl dahiyane bir
denge siyaseti ile harp riskine sokmadan ayakta tutmaya çalıştığı devletin bir
oldu bittiye getirilerek harb-ı umumi felaketine sürüklendiğine şahid oldu.
İngilizler ile Fransızların Çanakkale Boğazını zorladıkları günlerdi.
Boğaz istihkamlarının dayanamayacağı ve düşman donanmasının Marmara Denizine
geçebileceğinden endişe edildiği için bir tedbir olarak padişahın ve hükumetin
Eskişehir'e nakli kararlaştırılmıştı. Durum Abdülhamid Hana bildirilince; Ben
Fatih'in torunuyum. Hiçbir vakit Bizans İmparatoru Kostantin'den aşağı kalamam.
Dedem İstanbul'u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa savaşa ölmüştür.
Biraderim nereye giderse gitsinler. Fakat o ve hükumet, İstanbul'dan
ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben Beylerbeyi Sarayından
ayağımı dışarıya atmam! diye cevab verdi. Onun bu kararlılığı karşısında
hükumet İstanbul'da kaldı. Böylece devletin daha o gün yıkılmasını önlemiş
oldu.
Abdülhamid Han, Harb-ı Umuminin sonuna yaklaşıldığı 1918
yılının Şubat ayı başında hastalandı. Yetmiş yedi yaşındaydı. Şiddetli bir
nezleye tutulmuş, yaşlılığından dolayı yatağa düşmüştü. 10 Şubat 1918 günü
akşamı vefat etti ve Çemberlitaş'taki Sultan Mahmud türbesine defnedildi.
Sultan Abdülhamid'i tahttan indiren paşalar ise sonunda, memleketi düşman
çizmeleri altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver Paşa, Talat Paşa, Doktor
Behaeddin Şakir, Doktor Nazım, 30 Ekim 1918'de Mondros Antlaşmasını imza
ettikten sonra, gece yarısı ülkeyi terkettiler. Talat Paşa, 1921'de kırk dokuz
yaşında Berlin'de, Enver Paşa 1922'de kırk yaşında Türkistan'da, Cemal Paşa da
1922'de elli yaşında Tiflis'te öldürüldüler.
Sultan Abdülhamid
zamanında: Her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, yapıldı.
Viyana'dan başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi açıldı.
1876'da Mekteb-i Mülkiyeyi yaptırdığı gibi 1879'da da bir müze yaptırdı. 1880'de
Hukuk Mektebi ve Divan-ı Muhasebatı (Sayıştay) kurdu. Beyoğlu Kadın Hastanesini
yaptırdı. 1881'de Güzel Sanatlar Akademisi, 1883'te Yüksek Ticaret Mektebi,
1884'te Yüksek Mühendis Mektebi ve Yatılı Kız Lisesi açıldı. 1886'da Terkos
Suyunu İstanbul'a getirtti ve Mülkiye Lisesini açtı. 1887'de Alman İmparatoru
İstanbul'a geldiğinde, Sultan Ahmed Meydanında Alman Çeşmesi yapıldı. 1889'da
Bursa'da İpekçilik Mektebini yaptırdı. 1891'de Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi
ile Kağıthane'de bir poligon kurdurdu. 1890'da Bursa demiryolunu ve Aşiret
Mektebini yaptırdı. 1891'de Üsküdar Lisesi ve Rüşdiyye Mektebleri ve yeni
postane binası ve Osmanlı Bankası ile reji binalarını ve Yafa-Kudüs demiryolu
ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine 1892'de Hamidiye Kağıt Fabrikası, Kadıköy
Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı Rıhtımını yaptırdı. 1893'te Osmanlı sigorta
şirketi, Küçüksu Barajı ve Manastır-Selanik demiryolu yapıldı. 1894'te Şam-Horan
demiryolu ve Eskişehir-Kütahya demiryolu yapıldı. Yine 1894'te Hamidiye Yüksek
Ticaret Mektebi ve Galata-Tophane Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi inşa edildi.
1895'te Beyrut-Şam demiryolu, Darülaceze binası, mum fabrikası, Afyon-Konya
demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul Lisesi binası,
İstanbul-Selanik demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1896'da
Tuna Nehrinde Demirkapı Kanalını, Kapalıçarşı tamirini yaptırdı. Akıl
Hastanesini, 1900'de Medine-i münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. 1902'de
Hamidiye Hicaz demiryolu Zerka'ya kadar işledi. Kağıthane'deki Hamidiye suyu
İstanbul'a getirildi. Yeni balıkhane, Haydarpaşa Rıhtımı, Maden Arama Mektebi,
Şam'da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. Haydarpaşa'da 1903'te Askeri Tıbbiye Mekteb-i
Şahanesi, 1904'te Dilsiz ve Sağırlar Mektebi açıldı. 1904'te Bingazi'ye telgraf
hattı yapıldı. 1905'te İstanbul-Köstence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon
Binası yapıldı. Beşiktaş Tepesindeki Yıldız Sarayı ve önündeki camiyi yaptırdı.
Velhasıl Avrupa'da yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda
yaptırdı.
Sultân İkinci Abdülhamîd Hân Osmânlı donanmasını en modern vâsıtalarla yeniledi.
İngiltereden sonra Avrupada ikinci derecede oldu.
1310 [m. 1892]
senesi sâlnâme-i Bahrî, ya'nî takvîmi, Osmânlı donanmasını uzun anlatmakdadır.
175. ci sahîfesinde, 18 aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu,
tûlü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdârı, pervâne adedi, makinanın beygir
kuvveti, ateşli silâhları, torpido kovanı, vazîfeye başladığı târîh, sür'ati ve
aldığı kömür mikdârları yazılıdır. Meselâ, Hamîdiyye fırkateyn harb gemisi için
bunların: 6700,292 kadem, 9 fus ve 55 kadem, 7 fus, 10 fus ve 24 kadem, 1
pervâne, 6800 beygir kuvveti, 10 ve 15 cm.lik 4 Krup ve bir 300 librelik ağızdan
dolma ve 6 Armstrong ve 7 küçük top ve 1 Nordenfeld ve 1 Roket, 2 torpido kovanı
bulunduğu, 1301 [m. 1883] de vazîfeye başladığı, sür'atinin 13 mil olduğu, 600
ton kömür aldığı bildirilmekdedir. Zırhsız harb gemisi 40 adet, torpido
stimbotu, birinci sınıf 13, ikinci sınıf 7, üçüncü sınıf 1, tahtelbahr [deniz
altı] 2 dir. Bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de
yazılıdır. Sultân İkinci Abdülhamîd Hânın donanmayı Halice çekdirerek eskimesine
sebeb olduğuna dâir insafsız sözlerin sâhibleri bu yazımızı insâfla okumalı ve
tevbe etmelidirler.
Haydar Pâşa tıb fakültesi, Viyana tıb
fakültesinden sonra Avrupada en ileri idi. Her bölümün laboratuvarları en yeni
âlet ve makinalarla techîz edilmişdi. 1931 senesinde, bu fakültede okuyanlar,
Histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her
mikroskop üzerinde sultân Abdülhamîd hânın tuğrası, ya'nî ismi oyma olarak
yazılı olduğunu söylemişlerdir. Avrupadan getirilen seçme profesörlerin
yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb
bilgilerini veriyorlar. Değerli mütehassıslar yetişiyordu.
Kolağası
kimyâger Cevad Tahsin beğin 1321 de (Mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne matba'ası)nda
basdırdığı kimyâ kitâbı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usûllerini bütün
incelikleriyle yazmakdadır. Miralay Mehmet Şâkir beğin 1319 da basılan (Dürûs-i
Hayât-i Beşeriyye) kitâbındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb
fakültesinde hijyen profesörü Muhammed Fahri beğin 1324 de basılan (İt'âm ve
Tağdiyye) kitâbındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimyâ
muallimi olan tabib kolağası Vasil Neun beğin 1312 de basılan (İlm-i Kimyâyı
Tıbbî) kitâbını ve yine o sene Mısrda basılan (Hulâsatül Kavl fî tahlîlil-bevl)
kitâbını okuyanlar ve mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne botanik muallimi tabib
Şerefeddîn beğin 1305 senesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen (ilm-i
nebâtât) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i mülkiyeyi şâhâne ve hendese-hâne fizik
muallimi Sâlih Zeki beğin (Hikmet-i tabî'iyye) kitâbını ve bunlar gibi nice
kıymetli kitâbları görenler, Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında çok değerli
mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdîka mecbûr
kalmakdadır. Sultân ikinci Abdülhamîd hânın mubârek
beldelere ve bunların şefâ'at sâhibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler,
öncekilerin hizmetlerini kat-kat aşmışdır. İhsânları ve hizmetleri yalnız
Ümerâya ve Ülemâya ve makâmlara mahsûs kalmamış, ehâlînin ve fakîrlerin hepsine
ulaşmışdır. Mescid-i harâmı gözleri kamaşdıracak derecede ta'mîr ve tezyîn
etmiş, Hadîce-tül Kübrânın türbesini ve Mevlidin-Nebî ile Mevlid-i Fâtıma olan
binâları, benzeri olmayacak şeklde ihyâ etmiş, Minâ şehrini su şebekeleri ile
doldurmuşdur. Seyyid Ahmed Rıfâînin ve diğer Velîlerin türbelerini fevkal'âde
bir himmet ile ta'mîr etmişdir. Mekkede Gayretiyye ve Hamîdiyye piyâde
kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yapdırmışdır. Osmânlı
halîfelerinin herbirinin (Hâdimülharemeyn) olduklarını, eserleri bütün dünyâya
i'lân etmekdedir. Vehhâbî eşkiyâları, Haremeyn-i şerîfeyni tekrâr ele
geçirdikden sonra, bu behâ biçilemiyen târihî eserleri, güzel san'atları,
sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile
islâmiyyeti içerden yıkmakdadırlar.
Sultân ikinci Abdülhamîd hân
memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. 1950 senesinde
Bursa askerî lisesinin kumandanı, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişdi. Lise
müdîri kimyâger Rıfat beğe, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle
haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat beğ, (Bu mektebin her odası böyle güzel, havadar
ve hoşdur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultân Abdülhamîd hân, büyük
şehrlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yapdırmışdır.
Bu binânın ta'mîre ihtiyâcı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan
ticâret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. Şimdi ta'mîr ediliyor) dedi, târihî
birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde
(Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynı idi.
Ankara vâlîlerinden
Âbidîn pâşa, Elmadağından Ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para
toplamışdı. İşe başlamak için halîfeden izn istedi. İkinci Abdülhamîd hân,
vâlîye gönderdiği cevâbda, (Susuzlara su vermek çok sevâbdır. Dînimizin
emrlerinden biridir. Bu vazîfe ve şeref bana âiddir. Topladığın paraların
hepsini sâhiblerine geri ver. Bütün masrafı hazîne-i şâhânemden olmak üzere
hemen işe başla. Milletimi iyi suya kavuşdur!) dedi. Az zemân içinde Ankaralılar
tatlı suya kavuşduruldu.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın Osmânlı
devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islâm düşmânlarının ve en
başta İngilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. 1308 [m. 1890] senesinde
politik ve masonik feâliyete geçdiler. Birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi
tarafından (İttihâd ve terakkî cem'iyyeti) kuruldu. Yedi sene sonra, haber
alınarak dağıtıldı. Birkaç üyesi Parisde çalışmalarına devâm etdi. Halîfe, mit
başkanı Orgeneral Ahmed Celâleddîn pâşayı Parise gönderdi. Nasîhatleri te'sîr
ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. Ancak Ahmed Rıza beğ ve birkaç arkadaşı
nasîhat dinlemediler. Haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları
lüks hayâtdan, kadınlı, içkili sefâhet âleminden ayrılmak istemediler. Hele
Ahmed Rıza beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va'dinin sevinci ve
serhoşluğu içinde, türk düşmânlarının kuklası hâline gelmişdi. Halîfeye karşı
basın propagandasına başladılar. 1326 [m. 1908] senesinde ikinci meşrûtiyyetin
i'lânına ve bir sene sonra da, Halîfenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular.
Sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini Millet meclisi başkanlığından
atdılar. Onların düşmânı hâline geldi. Cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan
hâtırâtında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci Abdülhamîd hânı, överek ve pişmân
olduğunu bildirerek öldü.
Aynı hâl, sultân ikinci Abdülhamîd hânı,
tahtdan indiren Tâlat, Enver ve Cemâl pâşalarda da tecellî etdi. Onun
büyüklüğünü anlayamadıklarını i'tirâf edip, hayâtlarını hüsrânla bitirdiler.
1326 [m. 1908] senesinde devlet idâresini ellerine geçiren gençler, câhil,
tecrübesiz, dünyâ ve memleket şartlarından gâfil, gözü kapalı adamlardı. Kimi,
telgraf memûru iken başbakan oldu. Kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye
nâzırı ve başkumandan vekîli, kimi jandarma teğmeni iken dâhiliye nâzırı oldu.
İttihâd ve terakkîcilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının,
sultân Abdülhamîd devrini aratmış olduğunda bütün târîhciler birleşmekdedirler.
İttihâd ve terakkî cem'iyyeti, Türkiyede kötü bir particilik hayâtının
başlamasına, bölücülüğe yol açdı. Particiler, birbirlerine düşmân gibi oldular.
Bu yüzden balkan harbi ve birinci cihân harbi gayb edildi. Nihâyet imperatorluk
parçalandı.
Sultân ikinci Abdülhamîd hânın tahtdan indirilmesi ile
din işlerine de fesâd karışdı. İttihâd ve terakkî fırkasına kaydlı olan
câhiller, hattâ masonlar, din işlerinde yüksek mevki'lere getirildi. İlk iş
olarak, sultân Abdülhamîd hânın son şeyh-ül-islâmı Muhammed Ziyâ-üd-dîn efendi,
vazîfesinden alındı. Bu yüksek makama 1328 [m. 1910] da Mûsâ Kâzım efendi
getirildi. Bu zât, koyu ittihâdcı ve mason idi. Bunun gibi, islâmiyyete uymıyan
hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı ikinci Abdülhamîd hân tarafından
nefy edilmiş, Iraka ve Fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, İstanbula
getirilip, kendilerine din işlerinde vazîfeler verildi. Bu câhil ve partizan
kimseler, bozuk, sapık din kitâblarının yazılmasına, yayılmasına, önayak
oldular. Abdülhamîd hân zemânında yazılan din kitâbları, bir ilm hey'eti
tarafından tedkîk edilirdi. Tasdîk edilip, izn verilenler basdırıldı. Böylece, o
târîhlerde basılan din kitâblarına güvenilir. 1327 [m. 1909] den sonra din
kitâbları salâhiyyetli âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitâblardan,
ancak vesîkalar vererek, yazılanlara güvenilir. Ne oldukları belirsiz kimselerin
ve şî'îlere, vehhâbîlere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları
bozuk kitâbları okuyan müslimân yavruları, temiz gençler, dîni yanlış
öğrendiler. Böyle câhil yetişdirilen müslimânlardan ba'zıları, siyâset
canbazlarının tuzaklarına düşdüler. Kendi partilerinden olmıyanlara kâfir
diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. Müslimânlar arasındaki bu fitne, islâm
düşmânlarının işlerine yaradı. İngilizlerin (İslâmiyyeti yok etmek) plânlarının
gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. İşte bunun için, Allahü teâlâ, müslimânların
bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan
düşmânlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. (Birleşmemiz
kâfirleri korkutur ve Allahın yardım etmesine sebeb olur. Tefrikaya düşmemiz
kâfirleri sevindirir ve Allahın gadabına uğramamıza sebeb olur) nasîhati, her
müslimânın kalbine işlenmiş olmalıdır. Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |