Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Hayatım Değişti Klubü > Serbest Kürsü > Öğretici Bilgiler

Uyarılar

ASKERÎ TESKILAT

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler ASKERÎ TESKILAT Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Disiplinli ve sistemli hareket eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir. Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf edilen ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi

ASKERÎ TESKILAT

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 29-12-2008, 01:18 PM   #1 (permalink)
Albay
 
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
bluemoon24 is an unknown quantity at this point
Standart ASKERÎ TESKILAT

Disiplinli ve sistemli hareket eden bir

askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte üne kavusmus bütün

büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde hassasiyetle durarak onu

muhafazaya çalismislardir.

Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili

fikrinden hareketle sarf edilen çabalar, milletlerin kendi bünyeleri,

bulunduklari cografî ortam ve zamanlarina göre degisik olagelmistir. Bu

sebepledir ki, hayatlarini ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki

sikiya bagli olmayan göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü

vardi. Bu, onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu. Keza bu, onlarin

harp disiplin, oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu. Nitekim

sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri, bu önemli gerçek içinde

yatiyordu. Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya gelerek yaptiklari bu

sürek avlari, Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit savas egitimi idi. Ekonomi,

devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina

konuyor, yasaniyor ve deneniyordu.

Ortaasya'li atli kavimlerin hayatlarinin en

önde gelen özelligi, hareket halinde olma idi. Fertlerin bu hareketli hayati,

topluma da bir dinamizm veriyordu. Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek

ki, Islâm öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayisa göre kendileri bir kurt,

düsmanlari da bir koyun sürüsü idi. Türklerdeki bu dinamizm, Müslaman olduktan

sonra daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir. Zira onlar, tarihî

kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu anlayisi, Islâm'in

cihâd ve sehidlik motifleri ile birlestirmislerdi.

Düsmanlarina karsi yaniltma, ani hücum ve

sizma gibi taktikleri ile taninan Türklerin, Müslüman Arap ordulari içinde yer

almalarindan sonradir ki, Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma

imkânini buldular. Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs

eden bir arastirici sunlari söylemektedir:

Bazen uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan

düsman hatlarini tuzaga düsürmek veya hemen girisilen muharebe ile anlari,

önceden hazirlanmis tuzak bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj,

saf nizaminda hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de, âni

hücum, yaniltici çekilme, kanatlara sizma, her taraftan ok yagdirma ve hücumu

sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi.

Tarih sahnesinde görünen birçok millet, askerî

güç olarak ifade ettigimiz devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden

istifade edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur. Bu meyanda, harplerin

sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için

galiplerin, maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da görülmektedir.

Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem, onlarin basarili sonuçlar almalarina

sebep olmustur.

Özellikle kurulus ve daha sonraki dönemlerde

kullanilan sistemler ile ordunun sahip oldugu disiplin, Osmanli ordusunu

basarili bir hale getiriyordu. Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina

varilan bu duruma isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o

seyyahin ifadesini söyle nakleder:

Osmanlilar, daha önceden Hiristiyan

ordularinin ne vakit geleceklerini ve kendileri ile çatisma için müsait yerin

neresi oldugunu bilirler. Çünkü bunlar, daima seferber bir halde idiler.

Çavuslari ve casuslari, kuvvetleri nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini

biliyorlardi. Bunlar, birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hiristiyan askeri,

on bin Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu. Trampet bir defa vurdu mu,

derhal yürüyüse baslarlar, adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir komut

verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi. Hafif techizatli olduklari için

Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri mesafeyi bir gece içinde kat

ederlerdi.

Pek çok müessesede oldugu gibi, kendinden

önceki Müslüman ve MüslümanTürk devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis

bulunan Osmanlilar, bu uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi. Gerçekten,

Osmanli askerî teskilâtinin, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Ilhanli ve Memlûk

askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin dogrulugunu ortaya

koymaktadir. Bununla beraber biz, daha açik bir fikir vermesi bakimindan B.

Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana hatlari ile bahs etmek

istiyoruz.

Özellikle Alp Arslan ve oglu Meliksah

dönemlerinde devrinin en büyük askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu,

günümüzün Milli Savunma Bakanligi durumundaki Divan-i Arizu'l-Ceys denilen bir

teskilât tarafindan idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu, çesitli kavimlerden

alinarak hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis, tören, usûl ve protokolü

bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan Gulaman-i saray, en seçkin

komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir bekleyen Hassa ordu su ile

melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin askerleri ve tabi

hükümetlerin askerlerinden kurulu idi. Isimleri Divan defterinde yazili

bulunan Gulaman-i saray efradi, yilda dört maas (bistgâni) alirdi. Devletin

esas askerî gücünü teskil eden, harplere katilan ve düsmana agir darbeler

indiren Hassa ordusu askeri de maasliydi. Ayrica vezir Nizamülmülk (öl.

485/1092) vâsitasiyle daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini

arazi gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari

kuvveti (sipahiyan) de vardi. Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir askerî

kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu. Buna karsilik Gazneliler ile

Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu. Sikisik durum ve

zamanlarda, devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu. Böyle durumlarda

komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve hesaplarina topluyorlardi.

Halkla aralarinda bir menfaat birligi olmadigindan askerin faaliyetleri, zaman

zaman vilayetlerin harab olmasina kadar variyordu. Halbuki askerî iktalar

sayesinde Büyük Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçuklulari da 100 bin

kisilik bir orduya sahip bulunuyorlardi.OSMANLILARIN ILK ASKERÎ TESKILÂTI

Bizans Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan

ve Osman Gazi'ye bagli olan Türk asiretleri atli idiler. O dönemin iklim, harp,

teknoloji ve siyasi sartlarina göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey

zamaninda harplere istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi. Asiret

kuvvetleri, baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor,

fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen topraklardan yerlesme

hakki elde ediyorlardi. Topraga yerlesen Türkmenler, tasarruf ettikleri

(kullandiklar) yer karsiliginda Osman Gazi'ye tabi oluyorlardi. Timarlarinin

gerektirdigi sayida atli askeri de savasa gönderiyorlardi. Osman Bey, uç beyi

olduktan sonra kendisi ile yakin çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret

alan askerlerin sayisini artirdi. Bunlar, Selçuklular'da oldugu gibi Kul veya

Nöker adi ile aniliyorlardi. Ulûfeli askerlerin sayisi, beyligin gücü ile

orantili olarak artiyordu. Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe Osman

Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu.

Osman Bey zamaninda, beyligin kuvvetleri,

hizmetleri karsiligi ganimetten hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker

vermek sartiyla yerlesen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen

Osman Bey'in sahsî askerlerinden ibaretti. Nöker veya Kul adini tasiyan bu

askerler, fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya

ulasmamislardi.

Asiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk

zamanlarda yeterli oldularsa da fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye

basladilar. Bu bakimdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman

arayisina baslama ihtiyacini duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu zaman

Sögüt, Karacasehir, Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde oturan ve

tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.

Atli olan asiret birlikleri, özellikle kale

muhasaralarinda fazla tesirli olamiyorlardi. Bundan baska fetihler sonucu arazi

genisleyip birçok gayr-i müslimin, devletin vatandasi durumuna gelmesi ve

muhasaralarin uzamasi üzerine asiret kuvvetleri, istenilen zamanda istenilen

yere ulasamiyorlardi. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve devamli bir askerî

birlige ihtiyaç duyuldu.YAYA VE MÜSELLEMLER

Osman Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra,

beyligin sinirlarinin genislemesi ve kisa bir gelecekte, daha bir genislemeye

namzed olmasi, Orhan Bey'i askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda

birakti. Gerçekten de beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek

için, düzenli bir orduya ihtiyaç vardi. Orhan Bey de bu görüsten hareketle önce

orduyu ele aldi.

Orhan Bey'in saltanatinin ilk yillarinda

askerî kuvvetler, Osman Bey zamanindan pek farkli degildi. Fetihler arttikça

topraga yerlesen Türkmenlerin sayisi artmis, buna bagli olarak timarli sipahî

sayisi da çogalmisti. Kul veya Nöker denilen sinif, Osman Bey zamaninda oldugu

gibi yine ulûfe aliyordu.

Fetihlerin devami için zarurî olan ordunun

organizasyonu, yani, ilk düzenli birlikler, Bursa'nin fethinden sonra ve

Iznik'in fethinden önce Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara

Halil'in (öl. 1387) teklifleri dogrultusunda yapilmisti. Buna göre devamli

surette savasa hazir yaya ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu. Bu

maksatla Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine Yaya,

atli askerine de Müsellem adi verildi. Alaeddin Pasa'ya göre askerî sinifa

mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kiyafet giyerek halktan ayird

edilmeliydi. Bu sebeple, bunlarin giyecekleri elbise ve baslarinda tasiyacaklari

sarigin renk ve biçimi tesbit edildi. Buna göre bunlar Ak börk giyeceklerdi.

Böylece tasradaki timarli sipahilerden de ayrilacaklardi.

Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi

olan bu askerî birligin efradi. Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti.

Asikpasazâde'nin ifadesine göre birçok kisi Yaya yazilmak için Çandarli Kara

Halil'e müracaat etmisti. Savas zamaninda bu gençlere önce birer, daha sonra da

ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi. Savas olmadigi zamanlarda da

ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi. Bunlar, vergilerden muaf

tutuldular. Orhan Bey zamaninda hassa ordusu sayilan yaya ve müsellemler, kaç

sancak varsa o kadar yaya ve atli sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin

edildi. Yaya denilen piyade sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi), her

yüz kisiye de daha büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti. Müsellem adi verilen

atli birligin her otuz kisisi bir Ocak meydana getiriyordu. XV. yüzyil

ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve Müsellemler,

Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara terk ettiler. Daha

sonra Rumeli'deki Yürükler, Canbazlar ve Tatarlarin katilmasiyla Osmanli askerî

teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana getirdiler. Bu sinif, köprü yapimi,

yol insaati, kale tamir ve yapimi ile hendek kazimi gibi islerde

kullanildi.

Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin ilk

döneminde, yani Osman Bey zamaninda beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret

bulunuyordu. Bunlardan biri, Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine

hizmetleri karsiliginda elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli

kuvvetler, digeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdigi sahsî

askerlerdi. Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan meydana gelmisti.

Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni ve devamli bir askerî

birlik kurulmustu.

Bu bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi

zaman Osman ve Orhan Bey'ler zamaninda Osmanli ordusu, üç gruptan tesekkül

ediyordu. Bunlardan biri asiret kuvvetleri, ikincisi Nöker adi verilen ve

sonradan azab adini alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana

getiriyorlardi. Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz Yaya ve

Müselle ordusu idi.

Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli

ordusu Kara ve Deniz olmak üzere iki kisimdan

ibaretti.OSMANLI KARA ORDUSU

Ordu-u Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu,

genel olarak iki bölüme ayrilmakta idi. Bunlardan biri Kapikulu Askerleri

digeri de Eyâlet Askerleri adini tasiyordu. Bu askerî birliklerin her biri,

gördükleri hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre

isimler aliyor. Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip olusturduklarindan

ayrica bunlara ocak deniyordu. Ocag'in en büyük subayina da Ocak Agasi adi

veriliyordu.KAPIKULU ASKERLERI

Kapikulu denilen bu askerî birlik, Selçuklular

ve diger bazi devletlerde oldugu gibi Hassa Orduyu meydana getirmekteydi. Bu

sinifa dâhil olan askerler, devletten Ulûfe adiyla maas alirlardi. Burada

kapi kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de Kapikulu

askeri denmesinin sebebi, Kapi kelimesinden bizzat devletin anlasilmasiydi. Zira

eskiden beri dogu ülkelerinde isler, hükümdar saraylarinin kapisinda görülürdü.

Bu tabir, Kapi müdafaasinda bulunan askerler için de kullanilmakla beraber

sadece onlara hasr edilmeyen bir kelimedir. Askerler için de bu kelime

kullaniliyordu. Iste bu sebepten dolayi devletten maas alan askerlere Kapikulu

askerleri deniyordu.

Kapikulu askerleri baslangiçta devlet

merkezinde bulunuyorlardi. Fakat ülke genisleyip muhafazasi için hudud

boylarinda kaleler insa edilince oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde

kaldilar.

Osmanli Devleti, Rumeli taraflarinda fetihler

yapip genislemeye baslayinca devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç

hasil olmustu. Bu da savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun hiristiyan

çocuklarinin kisa bir müddet Türk terbiyesi ile yetistirilerek yeni bir askerî

sinifin meydana getirilmesiyle karsilanmisti. Iste bu teskilât, Kapikulu

ocaginin çekirdegini teskil etmisti. Kapikulu askerleri iki gruba

ayrilmaktadirlar. Bunlar:

1. Kapikulu Piyadesi

2. Kapikulu Süvarisi.KAPIKULU PIYADESI

Osmanli Devleti'nin, merkez askerî teskilât,

içinde yer alan Kapikulu askerleri, Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir

bölümünü meydana getiriyorlardi. Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri

gruplara ayrilmisti.ACEMI OCAGI

Osmanli askerî tarihinde, önemli yeri bulunan

ve Kapikulu piyadesinin mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan

Acemi ocagi, Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile

Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti. Hoca Saadeddin

Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci Murad'in devr-i

saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi ile baslamistir. Devlet

adina ve Pencik kanununa göre alinan esirler, Yeniçeri ocagina asker

yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan Acemi ocagina gönderiliyor ve

yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile Çardak arasinda isleyen at gemilerinde

hizmet görüyorlardi. Bir müddet sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi.

Fakat bu esirler, firsat buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem

degistirildi. Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela

Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir ücretle

hizmet ettirilmeye baslandi.

Gerçi bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa

zamaninda, bizzat kendisi tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari

ile basladigi belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi,

yukarida belirtilen sekilde olmustur.

Sözlük manasiyle beste bir demek olan pencik

harplerde ele geçirilen esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin

alinmasi demektir.

Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis

oldugu prensiplerinden dogmus olan pencik, Osmanli Devleti'nin ilk kurulus

yillarinda uygulanmiyordu. Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi

esirler de gazilere taksim ediliyordu. Gaziler, hisselerine düsen esirleri,

Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri

olmayan da onlari satabiliyordu.

Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde

alinirdi. Bunlardan biri savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden

(pencik), digeri de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi. Savaslarda

elde edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili Pencik Kanunu tertib

edilmisti. Buna göre alinan esir oglanlara Pencik Oglani adi verilmisti. Elde

edilen bu esirler, Pencikçi denilen memur tarafindan tesbit edilir, bunlardan

on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek esirlerden vücutça kusursuz ve saglam

olanlar devletçe üçyüz akça karsiligi satin alinirdi. Böylece Acemi ocagina ilk

efrad, Pencik kanunu ile toplanmistir. Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde

rolü bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik)

toplamakla görevlendirilmisti.

Pencik oglanlarinin, Anadolu'daki Türk

çiftçilerinin yanina verilmesi, aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak

içindi. Bununla beraber, zaman zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi

görülüyordu. Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun

hakkinda kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir. Bu cümleden olarak

Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk akinlarda

olduguna dair rivayetler bulunmaktadir.

Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina

verilen Acemi oglanlarina çok az bir ücretin verilmesi, onlarin ben padisah

kuluyum deyip çiftlik sahibine kafa tutmamasi içindi.

Acemi oglanlar, ziraat islerinde

çalistirildiklari gibi kisa zamanda Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve

âdetlerini de ögreniyorlardi. Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir

akça gündelikle Acemi Ocagina kayit ettiriliyorlardi. Burada bir müddet hizmet

gördükten sonra yevmiye iki akça karsiligi Yeniçeri Ocagina gönderiliyorlardi.

Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden bu

usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç karisikliklarin

bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez olmustu. Kapikulu

ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska bir çareye bas vurmak

gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan tebeadan muayyen bir kanunla ve

Devsirme ismiyle münasib sayida Hiristiyan çocugu alinmasina karar

verildi.

Daha önce de temas edildigi gibi Ankara

Savasi'ndan sonra Osmanli fetihleri durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk

edilmislerdi. Gerek Çelebi Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in

ilk devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade

edilememisti. Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm devletlerinde

uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan tebeasi olan ve yaslan

uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli ordusuna alinmasi

kararlastirildi. Böylece Hiristiyan vatandaslarin çocuklarindan asker devsirmek

için bir Devsirme Kanunu yürürlüge konuldu. Bu yeni kanunla, bastan basa

gayr-i müslim olan Rumeli halki, tedrici surette müslümanlastirilacakti.

Müslümanlastirilan bu insanlarla da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti. Böylece

devlet, bu sayede Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu.

Gerek Müslüman nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme

bakimindan iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu ile asker

almanin yerine geçmisti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye

baslamisti.

Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes

senede ve bazan daha da uzun bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve

bazan yirmi yas arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani

alinmaya basladi. Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu.

Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan, daha sonra

ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi. Bu durum, XV.

Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocagina kayit ve kabullerine

Çikma veya Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi.

Devsirme usûlü, kendi dönem ve zamanina göre

iyi bir sonuç vermisti. Bu sonuç hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen

aileler için faydali olmustu. Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o

dönemin bitip tükenmek bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer

makine haline gelmislerdi. Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek

ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim

vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü. Böylece hem Islâm Türk mefkûresinin daha

genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi asil nüfusuna dokunmamak

suretiyle azinliga düsmeyecekti. Devsirme sistemi, çocugu devsirilenler

bakimindan da faydali bir seydi, çünkü onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari

mali sikintidan kurtulacagini biliyorlardi. Muhtemelen çocuklari devlet

kademelerinde vazife alir ve yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri

için faydali olacagi bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok

Hiristiyan ailenin, çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile

yaristiklarini kayd ederler. Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi

kanun iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek

suretiyle acemi oglani alinirdi. Zira bunu bizzat kendileri

arzuluyordu.

Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi

devsirme sisteminde de arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir.

Buna karsilik devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye

gayret ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi

ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden bir

memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz paralar alip 5-10

yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade akçaya tekrar babalarina

sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad gönderilip hakkiyla teftis

olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan para, kumas vesair mühürlenip

defterle merkeze gönderilmesi emr edilmistir. Böylece devlet, bu ve benzeri

haksizliklarin önüne geçmeyi, adaletsizligi ortadan kaldirmayi

istiyordu.

II. Yeniçeri Ocagi

Avrupa'da kurulan devamli ordudan bir asir

önce vücuda getirilmis olan Yeniçeri ordusu, Osmanli Devleti'nin ilk

dönemlerinde dünyanin en mükümmel ordusu haline getirilmisti. Bu ordu, teskilât

ve disiplini ile bu sifati tasimaya hak kazanmisti. Osmanli Devleti'ni kuran ve

kisa bir zamanda hududlari Rusya, Lehistan, Macar ovalan ile Viyana, Venedik

önlerine;

Iran, Arabistan ve Misir çöllerine kadar

götüren hükümdarlarin en büyük dayanaklarindan biri bu ordu

olmustur.

Piyade birligi olan Yeniçeri ocaginin, hangi

tarihte ihdas edildigi kesin olarak tesbit edilememekle birlikte bunun, Murad

Hüdavendigâr zamaninda yani on dördüncü asrin son yarisi içinde bir ocak halinde

kuruldugu söylenebilir. Bazi kaynaklarda bu kurulusun 1365 yili oldugu

söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yilinda oldugudur. Türkçe asker

demek olan Çeri ile yeni kelimelerinin bir araya gelmesiyle meydana gelen bu

terim, Osmanli Devleti'nin merkezinde ve hükümdara bagli bulunan yaya askeri

için özel bir isim haline gelmistir. Haci Bektas-i Veli ile hiç bir ilgisi

olmamakla birlikte (Âsikpasazâde, 204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek

Yeniçerilere Taife-i Bektasiye, ocaga da Bektasî ocagi

denmistir.

Bu ocagin kurulus sebebi, mevcud askerin

azligina ragmen, fetihlerin çogalip sinirlarin genislemesi ve eldeki askerin de

bu sinirlari koruyamaz duruma gelme endisesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde

tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamli ve hükümdarin emir

komutasi altinda bir askerî birlige ihtiyaç vardi. Benzer teskilâtlar, yani

esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk

devletlerinde de vardi. Bu mânada Osmanlilarin, Selçuklular ile Memluklulari

örnek aldiklari anlasilmaktadir.

Yeniçeriligin ilk kurulusunda, orduya bin

kadar yeniçeri alinmisti. Bunlarin her yüz kisisine komutan olarak daha önce

Türklerden meydana getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir Yayabasi

tayin edilmistir.

Ocak, XV. yüzyil ortalarina kadar yaya

bölükleri veya daha sonra cemaat adi verilen bir siniftan ibaret iken Fâtih

Sultan Mehmed zamanindan itibaren (1451 senesi), Sekban bölügünün de

iltihakiyla iki sinif haline gelmis. XVI. asir baslarinda ise Aga bölügü

denilen üçüncü bir kisim daha teskil edilmistir. Yaya bölükleri peyderpey

artarak 101 bölüge kadar çikmistir. Aga bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34

rakamina kadar yükselmistir.

Yeniçeriler, baslarina börk ismi verilen beyaz

keçeden bir baslik giyerlerdi. Bunun arkasinda ise yatirtma denilen ve omuza

kadar inen bir parça yer almaktaydi. Yeniçeriler börklerini egri, subaylari da

düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildigine göre yeniçeri taifesine her

yil beser zira' laciverd çuka ve otuz iki akça yaka akçasi ile her birine

basina sarmasi için altisar zir'a astar verilmesi hükmü

konmustu.

Her yeniçeri bölügüne Orta denirdi. Her

ortanin da komutani olan ve Çorbaci denilen bir subayi bulunurdu. Sekban ve

Aga bölüklerinde bu komutana Bölükbasi denirdi. Yeniçeri ocaginin en büyük

komutani Yeniçeri Agasi idi. Yeniçeri Agasi, ocagin kurulusundan 1451 senesine

kadar .ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbasilardan tayin edilmeye

baslandi. Bununla beraber bu kanun daha sonra degistirilerek ocagin disindan

olan kimseler de tayin edilmistir. Yeniçeri Agasi, Yeniçeri Ocagi ile Acemi

Ocagi islerinden sorumlu idi. Bundan baska Istanbul'un asayisi ile de ilgilenir

ve yaninda bulunan bir heyetle kol dolasip güvenligi saglardi.Bu sebeple hükümdarlar, bunlarin güvenilir ve sadik

kimselerden olmasina dikkat ederlerdi. Yeniçeri Agalarinin azil ve tayini 1593'e

kadar dogrudan padisah tarafindan gerçeklestirilirken, bu tarihten itibaren

veziriazamlara intikal etmistir.

Yeniçeri Ocagi'nin en büyük komutani olan

Yeniçeri Agasi'ndan baska Sekbanbasi, Ocak Kethüdasi veya Kul Kethüdasi,

Zagarcibasi, Turnacibasi, Muhzir Aga ve Bas çavus ta ocagin büyüklerindendi.

Bunlardan baska bir de Yeniçeri Efendisi denilen ocak kâtibi

vardi.

Yeniçeriler, maaslarini (ulûfe) üç ayda bir

alirlardi. Bu konuda ocagin en büyük âmiri olan Yeniçeri Agasi ile herhangi bir

nefer arasinda fark yoktu. Onun için Yeniçeri Agasi da bu ulûfe isine dahil

edilirdi. Ulûfe, pâdisahin nezâretinde büyük bir merasimle her ortaya torbalar

halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dagitilan ulûfenin Sali günü

verilmesi kanundu.

XVI. asra kadar devsirmeden toplananlardan

baskasi katilamazken 990 (1582) senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in,

sehzadesi Mehmed için tertiplenen sünnet dügününe katilan bir sürü canbaz,

hokkabaz ve oyuncunun mükafat olarak bu ocaga kayd olmalari, ocagin yavas yavas

bozulmasina sebep olmustu. Devletin kurulusundan kisa bir müddet sonra teskil

edilen Yeniçeri Ocagi, belirtilen olaydan sonra hariçten insanlarin ocaga

girmesiyle bozulmaya yüz tutmustu. Çünkü, egitimsiz ve basibos kimselerin ocaga

girmeleriyle bu askerî teskilât, dogrudan siyasete katilan, devlet adamlarini

tayin veya azlettiren, padisahlari tahttan indiren veya tahta çikaran bir kuvvet

halini almisti. Gerçekten de onlarin zorbaliklarini ve yaptiklari kötülüklere

isaret eden (1826) tarihli bir hüküm Istanbul Kadisina gönderilmistir. Bu

hükümde söyle denilmektedir: Allah'a, Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre

itaatediniz âyet-i kerimesi muktezasinca kaffe-i mü'min ve muvahhid olanlar,

emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile me'mur olup bir müddetten beri Yeniçeri

nâmina olan eskiya makulesi, hilâf-i ser'-i serif, daire-i itattan huruc ederek

fürce bulmasi cihetiyle gerek memâlik-i mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-i

seniyede her bir sey çigirindan çikmis ve ol makule esrar-i nâsin garazlari olan

mel'aneti icra zimninda her bir seye müdahele daiyesine düsmelerinden nasi,

Ümmet-i Muhammed'in mal ve canlarindan emniyetleri kalmayip rahatlarina halel

gelerek bayagi alis verislerine varinca fesada varmis... Bu hükümde de açikça

görüldügü ve yukarida belirtildigi gibi Yeniçeri askeri her seye müdahele eder

olmus. Buna karsilik gerçek vazifesi olan askerligi tamamiyle unutur olmustu.

Zira onlar, askerlik yerine esnaflikla ugrasiyorlardi. XVII ve XVIII. asirlarda

sik sik ayaklanmislardi. Bunun üzerine ocak, Vak'a-i Hayriye diye

isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan Ikinci

Mahmud tarafindan lagv edilerek ortadan kaldirildi.CEBECI OCAGI

Kapikulu askerinin piyade ocaklarindan biri de

Cebeci Ocagidir. Kelime olarak cebe zirh demektir. Osmanlilar, bir nevi

istilah olarak bu kelimenin mana ve kapsamini genisletmis görünmektedirler.

Bunun içindir ki cebeci dendigi zaman belli hizmetleri olan bir askerî sinif

akla gelmektedir. Buna göre devletin yaya muharib askeri olan yeniçerilerin ok,

yay, kalkan, kiliç, tüfek, balta, kazma, kürek, kursun, barut, zirh, tolga,

harbe vesaire gibi ihtiyaçlari olan savas alet ve esyasi yapan veya tedarik eden

ocaga Cebeci Ocagi denirdi. Bu ocak, yeniçerilere lazim olan harp levazimatini

deve ve katirlarla nakl ederek, cephede bulunan yeniçerilere dagitirdi. Savas

sonunda da bunlari tekrar toplardi. Bu arada tamire muhtaç olanlari da tamir

ederek silah depolarinda muhafaza ederdi.

Sefer esnasinda ordu komutanlari refakatina

münasib bir miktar cebeci verilirdi. Bunlarin, kuvvetli, becerikli ve silahtan

anlayanlardan olmasi gerekirdi. Bu maksatla Cebecibasiya bu yolda emirler

verilirdi. Baris zamaninda bunlar, kendilerine tahsis edilen Ayasofya

taraflarinda ve Tophane civarinda bulunan kislalarinda ikamet

ederlerdi.

Bu ocagin kurulus tarihi kesin olarak tesbit

edilmekle birlikte, Yeniçeri ocagi ile birlikte veya ondan çok kisa bir müddet

sonra oldugu tahmin edilmektedir. Bu ocaga girecek olanlar, Pencik ve

Devsirme Kanunu devam ettigi müddetçe Acemi oglanlari arasindan seçilirdi.

Sonralari Yeniçeriler gibi bunlarin da evlenmelerine müsaade edildiginden

yetisen çocuklari da cebeci olurdu. Ocaga alinacak kimseler, önceleri sakird

ismiyle alinir, daha sonra fiilen cebeci olurlardi.

Ocak mevcudu, aralarindaki münasebet

dolayisiyla Yeniçeri askerinin azalip çogalmasina bagli olarak artar veya

eksilirdi. XVI. asir ortalarinda yeniçeriler 12 bin nefer iken bunlarin sayilan

500 kadardi. XVII. asirda (1675) te cebecilerin sayilari 4180 civarindadir.

XVIII. yüzyilda cebecilerin sayisi 2500-5000 arasinda degismekteydi. Yeniçeri

Ocagi'nin lagv edilmesi ile ortadan kalkan Cebeci Ocagi, Asakir-i Mansûre ile

yeniden tesis edilmisti.

Diger Kapikulu ocaklari gibi orta denilen ve

38 bölüge ayrilmis bulunan cebecilerin en büyük komutani Cebecibasi idi.

Ortalar, kendi aralarinda silah yapan, silahlan tamir eden, barutlari islâh

eyleyen, harp levazimatini tedarik edip hazirlayan ve humbara yapanlar gibi ayri

ayri kisimlara ayriliyorlardi.TOPÇU OCAGI

Top dökmek, top atmak ve top mermisi yapmak

gayesiyle teskil edilen bu ocak da, Kapikulu ocaklarinin yaya kismindandi.

Efradi, Acemi Ocagi'ndan saglanirdi. Osmanli ordusunda ilk top, Sultan I. Murad

zamaninda 1389 yilinda Kosova Meydan Muharebesinde kullanilmistir. Yildirim

Beyâzid tarafindan da gerek Istanbul muhasaralarinda gerekse Nigbolu

kusatmasinda topun bir silah olarak kullanildigi, Asikpasazâde tarafindan

anlatilmaktadir. Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin daha baslangiç yillarinda

top, ordunun ayrilmaz bir parçasi haline gelmistir. Bununla beraber topun

silahli kuvvetlerin agir ve önemli bir silahi olarak ordu ve donanmaya

yerlesmesini saglayan, Fâtih Sultan Mehmet olmustur. Kale yikan büyük toplar ile

havan topunun mucidinin de Fâtih Sultan Mehmed oldugu belirtilmektedir. Bu

silahin, askeriyedeki önemi o kadar büyümüs ve devlet ona o kadar ehemmiyet

vermistir ki, patlatilamayan bir topun patlamasini temin eden kimseleri bile her

türlü vergi ve rüsûmdan muaf saymistir.

Topçu ocaginin top döken kismi ile top

kullanan bölükleri ayri ayri idiler. Toplar, her zaman devlet merkezinde veya

fabrikalarinda döktürülmezlerdi. Bazen kale muhasaralarinda kalelerin önünde de

top imal edildigi görülmektedir. Nitekim Sultan II. Murad zamanindaki Mora ve

Arnavutluk seferlerinde, daha sonra da Istanbul kusatmasinda develerle getirilen

malzeme ile buralarda toplar döktürülmüstü.

Osmanlilar, gelecekteki ihtiyaçlarini

karsilamak ve devamli bir sekilde hazirlikli bulunmak gayesiyle Istanbul'un

disinda da top fabrikalari kurmuslardi. Bu fabrikalar, hudud veya hududa yakin

yerlerde idi. Bu yerler:

Belgrad, Semendire sancaginin Baç (Beç)

madeni, Budin, Içkodra, Praviste, Timasvar ile Asya'da Iran sinirina yakin

Kerkük'ün Gülanber kalesi idi. Bu toplarin mermilerini yapan fabrikalar da

Bilecik, Van, Kigi, Kamengrad, Novaberda ve Baç'da idi. Bu mermiler

(yuvarlak=gülle) için de ayri ayri yerlerde depolar yaptirilmisti. Her yil ne

kadar mermi ve gülle dökülecegi, Divan tarafindan planlanip Topçubasina

bildirilirdi. Dökümhanelere de buna göre emir giderdi. Bir gülle dökümhanesinin

yillik ortalama kapasitesi 20-24 bin aded arasinda degisiyordu. Bu mermilerin en

küçükleri 320 gram agirliginda idi. Bunlar, Sahî denilen toplarin gülleleri

idi. Sahîler, katir sirtinda tasinabilen ve yalniz iki topçu eri tarafindan

kullanilabilen küçük, pratik, atesi seri ve müessir toplardi. înce Donanmayi

meydana getiren nehir gemilerinde de bunlar kullanilirdi. Kale muhasaralarinda

surlari yikmak için kullanilan toplar daha büyüktü. Bu toplarin gülleleri 70 kg.

agirliginda idi. Top mermisi döken madenlerde dökücü ustalari ve yeterince isçi

vardi Dökücüler, Istanbul'daki Tophaneden gönderilirlerdi.

Osmanlilar, sadece madenî degil, tas gülle de

kullanmislardi. Bu gülleleri demir olanlardan ayirmak için Tas gülle tabirini

kullaniyorlardi.

Topçu ocaginin en büyük zâbitine (subayina)

Sertopî veya Topçubasi denirdi. Bundan baska Dökümcübasi, Ocak kethüdasi ve

çavusu gibi yüksek rütbeli subaylari ile Çorbaci veya Bölükbasi, Dökücü

halifeleri gibi subaylari ile Ocak katibi vardi.

Tophanede sivil memurlar da istihdam

ediliyordu. Bunlar, Tophane Nâzin ile Tophane Emini idi. Tophane Emini,

tophaneye alinan ve sarf edilen esyanin defterini tutar ve her sene hesabini

verirdi. Tophane levazimi, bunun eli ile tedarik edildiginden vazifesi çok

önemli idi. Bütün bunlardan anlasildigina göre Topçubasi, Dökümcübasi, Tophane

naziri, top dökümcüleri kethüdasi, Tophane emini ve Topçu çavusu Tophane

ocaginin yüksek rütbeli subaylarindandi.

Topçular, sayica Cebecilere yakin idiler.

XVI. asirda ocagin mevcudu 1204 nefer iken, XVII. asirda bu sayi 2026'ya kadar

yükselmistir. Onyedinci asrin sonlarinda muharebelerin devami yüzünden sayilari

5084'e kadar çikmistir.

Oldukça islah edilmesine ragmen Sultan III.

Selim'in tahttan indirilmesi (hal') esnasinda Kabakçi Mustafa'ya iltihak eden

Topçu ocagi, isyana istirak etmisti. Halbuki Sultan Selim, bu ocagin, zamanin

sartlarina göre islâh edilmesine ehemmiyet vermis, derece ve itibarlarini

artirmisti. Vak'a-i hayriye esnasinda topçular, devlete sadik kalarak Humbaraci

ve Lagimci ocaklari ile birlikte Sancag-i Serif altina gelmislerdi. Yeniçeri

ocaginin ilgasindan sonra Topçu ocagi yeni sekle göre tertip

edilmisti.

Topçu ocagi ile çok yakindan ilgisi bulunan

bir ocak daha vardir ki, bu da Top Arabacilari Ocagidir. Osmanlilarin ilk

dönemlerinde kullanilan toplar, deve, katir ve beygirlerle naklolunan küçük ve

hafif toplardi. XV. asirdan sonra topçulugun büyük ölçüde gelismesi üzerine ve

büyük toplarin dökülmesinden sonra, yenilik yapan Osmanlilar, bunlari araba ile

savasa götürmeye basladilar. Demek oluyor ki bu ocak, toplarin daha ziyade

tekemmül ederek arabalarla tasinmasindan sonra dogmustur. Arabacibasi adinda bir

subayin komutasinda bulunan bu ocak da çesitli ortalara

ayrilmisti.HUMBARACI OCAGI

Farsça asilli bir kelime olan humbara, içine

patlayici maddeler doldurulmak suretiyle demirden yapilmis bulunan mermi

demektir. Humbaraci da bu mermiyi havan topu ile kullanan topçu (havan topçusu)

demektir. Humbaranin el ile atilani (el bombasi) oldugu gibi havan topu ile

atilani da vardir. Ayrica tas da atilabilirdi.

Daha çok kale kusatmalarinda ve görülmesi

mümkün olmayan hedeflere karsi kullanilan havanlar sayesinde Müslüman Türkler,

dikkate deger basarilar saglamislardi. Topçular gibi Kapikulu ocagina mensub

bulunan humbaraci ortalarinin XVXVI. asirlar arasinda ihdas edildigi tahmin

edilmektedir. Humbaracibasi adi verilen bir subayin komutasinda bulunan bu ocak

mensuplari, baslangiçta biri topçulara, digeri cebecilere bagli olmak üzere iki

kisimdan ibaretti. Bu ocagin esas kisminin Kapikulu gibi maasli degil, timarli

oldugu bilinmektedir. Nitekim 1126 yili Safer ayinin sonlarinda Humbaracibasi

tarafindan Payitahta gönderilen bir arizadan, Hotin Kalesi muhafazasinda bulunan

timarli humbaraci neferatinin bulundugu anlasilmaktadir. Buna göre humbaracilari

topcu, cebeci, ve timarli olmak üzere üç kisma ayirabiliriz.

Bulunmasi gereken birçok vesikada isimleri

zikredilmeyen humbaracilarin müstakil bir ocak haline gelmesi XVII. asirdan

sonra olmalidir. XVIII. yüzyil baslarinda büsbütün ihmale ugrayan humbaracilik

mesleginin, günün sartlan ve Avrupa'daki gelismesi de göz önüne alinarak yeniden

tesisi düsünüldü. Bir müddet Avusturya'da kaldiktan sonra Osmanli ülkesine

iltica edip Müslüman olan Fransiz asilzâdesi Copmte de Bonneval (Ahmet Pasa),

Birinci Mahmud devrinde Mirimirân rütbesi ile humbaracibasiligina tayin edildi.

Humbaraci ocagi, fenn-i humbara ve sanayi-i atesbazîde maharet-i tammesi olan

bu zat tarafindan Avrupa'daki usûl ve sistemlere uygun bir sekilde

teskilatlandirilmaya tabi tutuldu. Ahmed Pasa'nin bu konudaki çabalari sonucunda

Bosna'dan 301 nefer alinarak her 100 kisi bir oda teskil etmek üzere bir ocak

vücuda getiriliyor, her bölüge bir yüzbasi, iki ellibasi, on onbasi, tabib,

cerrah ve yazicilar tayin olunduktan ve ulûfeler tesbit edildikten sonra

teskilât, humbaracibasinin emri ve sadrazamin nezareti altina aliniyordu. Siki

bir talim ve egitim ile yetisecek olan humbaracilardan tahsillerini bitirip

olgun bir hale gelenler, Vidin, Nis, Hotin, Azak ve Bosnanin serhad kalelerine

Humbaracibasi olarak tayin edileceklerdi.

Fabrika ve kislalari Üsküdar'da bulunan

humbaracilarin, devlet askerî teskilâti bakimindan önemli bir yeri bulunduklari

anlasilmaktadir. Yeniçeriligin ilgasi esnasinda meydana gelen olaylarda,

devletin yaninda yer almis olan Humbaraci Ocagi, Asakir-i Mansûre ordusu içinde

topçulara baglanarak ayri bir ocak olmaktan çikmis oldu.LAGIMCI OCAGI

Kusatma altindaki surlarinin altindan tünel

(lagim) kazmak suretiyle yikan veya düsmanin açtigi tünelleri kapatan bir

ocaktir. Osmanli ordusunda mühendislik bilgisine dayali olan bu ocak, XVII.

asrin ortalarindan itibaren bozulmaya yüz tutmustu. Biri, Cebecibasinin

komutasinda ve maasli, digeri de Lagimcibasi denilen komutanin emri altinda ve

timarli olan iki kisma ayriliyorlardi.

Yer altinda yollar açarak fitil ve barutla

kale bedenlerini yikan veya lagim açarak berheva eden lagimcilik, Osmanli

ordusunda çok gelismisti.Gerçekten, günümüzün

istihkâm sinifi diye adlandirabilecegimiz bu ocak hakkinda su ifadeler

kullanilmaktadir: XVIII. asra kadar Türk istihkamcisi, gerek teknik ve gerekse

tabya bakimindan dünyanin mukayese edilemeyecek kadar en üstün istihkâm sinifi

idi. Bunu, o dönemin bütün Avrupali yazarlari ve taninmis generalleri teyid

etmektedirler. Modem Avrupa istihkamciliginin kurucusu da Türklerdir. Türk

istihkâm teknigini ilk defa Fransizlar ögrenmis ve XIV. Louis devrinde tatbik

etmislerdir. Daha sonra bu teknik bilgi, Avrupa ordulari tarafindan aynen

iktibas edilmistir. (Lavisse-Rambaud, VI, 96) Avrupa istihkamciliginin babasi

sayilan mühendis general Vauban, ilk defa Türkler'den ögrendigi tabya teknigini,

1673 senesinde Hollanda'nin Maestricht kalesi kusatmasinda kullanmis, basarili

olmasi üzerine ayni asrin sonlarinda bu teknik, bütün Avrupa'ya yayilmistir.

Vauban, Türk istihkam tabyasini Kandiye'de ögrenmisti.

Vazifesi, sadece tünel açmakla bitmeyen bu

ocak, hem ordunun hem de agirliklarinin geçirilmesi için köprü yapmak ve

gerekiyorsa mevcudlari tamir etmek gibi vazifelerle de yükümlü idi. Kale

muhasaralarinda bunlarin bilgi, teknik ve faaliyetlerinden epey istifade

edilmistir. Bu sayede zapti kabil olmayan pek çok kale, bu ocak mensuplarinin

açtiklari tüneller sayesinde kolayca ele geçirilmisti. Nitekim Serdar-i Ekrem

Köprülüzâde Ahmed Pasa'nin 1078 (1667) senesindeki Kandiye kusatma ve fethinden

bahs edilirken lagimcilarin burada ne denli hizmet ve yararliliklar gösterdigine

temas edilir. Bu tarihten sonra da Osmanlilarin lagimciligi yavas yavas

gerilemeye baslamisti. Bu sebeple olsa gerek ki, 1207 (1792) de Nizam-i Cedid

denilen yeni bir sistemle dönemine göre modern bir hale getirilmeye çalisildi.

Bu maksatla ocak, biri lagim baglamak, digeri köprü, tabya ve kale yapmak gibi

mimarî bilgi gerektiren iki kisma ayrildi.KAPIKULU SÜVARISI

Osmanli kapikulu ordusunu teskil eden ikinci

sinif askerî güç, Kapikulu süvarisidir. Osmanlilarin muvaffakiyetli hamlelerinde

bu sinifin da büyük bir hissesi vardir. Osmanli topraklan genisledikçe timarlar

çogaliyor, timarlar çogaldikça da timarli süvari (sipahi)nin sayisi da

artiyordu. Fakat bunlar, kendi timarlarinda ikamet ettiklerinden, basarilari

mahdud kiliyordu. Bu bakimdan daha kurulus yillarindan itibaren devlet

merkezinde, yeniçeriler gibi devamli ve maas alan bir süvari birliginin

bulundurulmasi ihtiyaci hissediliyordu. Bu sebeple Sultan I. Murad döneminde,

Rumeli Beylerbeyi olan Timurtas Pasa'nin yardim ve tavsiyesiyle ilk adim atilmis

oluyordu. Önce Sipah ve Silahdar adi ile iki bölük olarak teskil edilen

Kapikulu süvarisine daha sonra Sag Ulûfeci ve Sol Ulûfeci (Ulûfeciyan-i

yemin ve yesâr) ile Sag ve Sol Garipler (Gureba-i yemin ve yesâr) ismi verilen

dört bölük daha ilave edilerek Kapikulu süvari ocagi alti bölüge yükseltilmis

oldu.

Kapikulu süvari sinifini meydana getiren efrad

da devsirme çocuklari ile harplerde esir alinan çocuklardan meydana geliyordu.

Bunlar da yeniçeriler gibi hükümdarin sahsina mahsus olan atli kuvvetler idi.

Bunlardan vücutça uygun ve kabiliyetli olanlar, Istanbul, Edirne ve Gelibolu

saraylarinda terbiye olunduktan sonra yedi senede bir Bölüge çikmak tabir

edilen bölüklere verme islemi yapilirdi. Derece ve maas itibariyle

yeniçerilerden daha yüksek olmalarina ragmen, idare üzerindeki nüfuzlari ve

harplerdeki önemleri itibariyla onlar kadar ilerde degillerdi.

Kapikulu süvari birliklerinden ilk ikisine

Bas, öbür ikisine Orta, son ikisine de Asagi bölükler adi verilmisti.

Bunlardan sipah bölügüne Kirmizi bayrak, silahtar bölügüne San bayrak, orta

ve asagi bölükler için de Alaca bayrak tabiri kullanilirdi.

Kapikulu süvarileri, hükümdarla birlikte

sefere gittikleri zaman onun sag ve solunda yürürlerdi. Sipah sagda, silahtar da

solda bulunurdu. Sipahin saginda sag ulûfeciler, silahtarlarin solunda da sol

ulûfeceler yürürlerdi. Bunlarin sag ve solunda da sag ve sol garipler

yürüyorlardi.

Sipah ve silahtarlar, muharebe meydaninda

padisahin çadirini (Otag-i hümâyun), ulûfeciler gerek muharebe esnasinda,

gerekse konaklama yerlerinde saltanat sancaklarini, garipler ise ordu

agirliklari ile hazineyi muhafaza ederlerdi.

Adi geçen Alti Bölük efradi, hayvan

besledikleri için devlet merkezinden fazla uzak olmayan ve mer'asi bol yerlerde

ikamet ediyorlardi. Bu yüzden bunlardan bir kismi Bursa ile Edirne, bir kismi da

Istanbul ve civarinda ikamet etmek zorunda idiler. Kanunî Sultan Süleyman

zamanindan baslamak üzere, bunlardan 300 kisi, sefer zamanlarinda devlet

merkezinde bir çesit yaverlik yapmak vazifesi ile görevlendirilmislerdi. Mülazim

adi verilen bu 300 kisi, baris zamanlarinda mirî mukataalarin idaresi ile cizye

cibâyeti (toplanmasi) gibi islerle görevlendirilmislerdi.

Kapikulu süvarilerini meydana getiren her

bölügün âmiri olarak ayri ayri agalari vardi. Bunlar, Sipah agasi, Silahtar

agasi, Sag ulûfeciler agasi gibi isimler aliyorlardi. Belge ve kanunnâmelerde bu

isimler aynen kullaniliyordu. Nitekim 18 Muharrem 973 (15 Agustos 1565) tarihli

Semendire ve Belgrad'a kadar yol üzerinde bulunan kadilara gönderilen hükümde bu

isimlerden ayni lafizlarla söz edilmesi bunun örneklerinden biridir. Protokol

bakimindan bunlarin en ileride olani Sipah agasi oldugu gibi, bunun komutasinda

bulunan bölük de en itibarli bölük idi. Agalardan baska her bölügün

bölükbasilari, kethüdalari, kethüda yeri, katip ve kalfa isimlerini tasiyan bir

komuta heyeti ile basçavus ve çavus adlarinda küçük rütbeli zâbitleri

vardi.

Kapikulu süvarilerinin kullandiklari silahlar,

genellikle o dönemde her kavim ve millet tarafindan kullanilan silahlardi.

Bunlarin orijinalligi, silahlarin imal ve kullanilmasinda idi. Türk silahlarinin

daha hafif, yani tasinma ve kullanilmasinin kolay olmasi bir üstünlük

sagliyordu. Hafif silahlar grubuna giren bu silahlar, ok, yay, kalkan, harbe

veya mizrak ile bele takilan balta, pala veya hançerle atlarin eger kasina

asilmis olan gaddare denilen genis yüzlü kisa bir kiliç ve bozdogan ismi verilen

yuvarlak basli bir agaç topuzdu. Kapikulu süvarilerinin bellerindeki ok

keselerinde (sadak) oklari vardi. Muharebelerde, bu silahlardan duruma göre

uygun olanini kullanirlardi. Bu süvarilerin üzerlerinde çelik zirhli gömlekler

vardi. Kalkanlari ise elbise ve basliklarinin renginde boyanmisti. Muharebelerde

yanlarinda yedek hayvanlari da bulunurdu.

Sultan III. Murad döneminden önce hariçten bir

kimsenin giremedigi bu ocaga, adi geçen hükümdar zamaninda, disardan iltihaklar

basladi. Ocak teskilâti bozulduktan sonra veledes denilen süvari ogullari da

ocaga alinmaya baslamisti. Kanunî Sultan Süleyman zamaninda sayilan yedi bin

kisi civarinda iken, hariçten ocaga girenler yüzünden bu sayi yirmi bini

bulmustu. Bilahere Kaptan-i Derya Kara Murad Pasa'nin, ocaklari, Ibsir Pasa

aleyhine kiskirtmasi sonucunda süvari mevcudu, ocaktan tard edilmis olanlari da

tekrar almak suretiyle elli bine ulasmisti XVII. asrin ortalarinda, vezir olarak

Osmanli Devleti'ne hizmet etmis bir aile olan Köprülüler iktidara geçince,

devletin inhitatini uzunca bir süre yavaslatmaya ve hatta durdurmaya

basladiklari gibi bazi islahat hareketlerinde de bulunmaya tesebbüs etmislerdi.

Iste bu dönemde, süvari bölüklerinde yapilan tenkisatla sayilan on bes bin

civarina indirilebilmisti. Bunlarin, yaptiklari bazi isyanlari da bastirilinca

takibata ugradilar. Bunun üzerine önemleri kalmayan bir sinif haline geldiler.

Zaman zaman zorbaliklar yapan ve isyan eden bu askerî birliklerin, Dördüncü

Murad ile Köprülü Mehmed Pasa'dan yedikleri iki büyük darbe, bunlari önemsiz bir

hale getirmisti. Hezarfen Hüseyin Efendi, bunlarin, bu dönemdeki sayilarini su

rakamlarla bize aktarmaktadir. Ona göre Sipah bölügü 7203, Silahtar bölügü 6254,

Ülûfeciyan-i yemin 488, Ulûfeciyan-i yesâr 488, Gureba-i yemin 410, Gruba-i

yesâr 312 olmak üzere toplam 15155 kisiye kadar yükselmektedir.

XVIII. asirdan itibaren sayi ve güçleri

giderek zayiflayan Kapikulu süvarisi de Vak'a-i Hayriye diye adlandirilan ve

yeniçeriligin ortadan kalkmasiyla sonuçlanan olayda lagv edildiler.

Yeniçerilerin bu siralardaki serkeslik ve isyanlarina katilmayan bu ocak

mensuplarindan, isteyenlerin yeni kurulan modem süvaride vazife almalarina

müsaade edilmisti.EYÂLET ASKERLERI

Osmanli kara ordusunun ikinci kismini meydana

getiren, devletin büyümesinde, gelismesinde ve sinirlarini genisletmesinde

önemli derecede rolü bulunan askerî kuvvet, eyalet askerleridir. Bunlan : Yerli

Kulu, Serhad Kulu, ve Timarli Sipahiler olmak üzere 3 grup halinde ele

alabiliriz.YERLIKULU

Yerli Kulu piyadesi, eyalet pasalari ile

sancak beylerinin komuta ve idaresinde bulunan, komutanlari da bunlar tarafindan

tayin olunan muntazam ve disiplinli bir askerî siniftir. Rikab-i Hümayûndaki

askere Kapikulu dendigi gibi, devlet merkezinin disinda bulunan bu askere de

Yerli Kulu denmekteydi. Hizmet gördükleri müddetçe maas alabilen bu askerî

sinifin iasesi, eyalet veya sancak beyi vasitasiyle veyahutta devlet

hazinesinden verilirdi. Bu sinifa dahil askerleri de gördükleri hizmetlere göre:

1 Azepler, 2 Sekban ve tüfekçiler, 3 Icareliler, 4 Lagimcilar, 5 Müsellem'ler

olmak üzere bes gruba ayirmak mümkündür.AZEPLER

Yerlikulu askerinin ilk sinifini meydana

getiren azepler, harplerde büyük hizmetler görüyorlardi. Ordunun ön saflarinda

yer almalarindan dolayi düsman taarruzuna en çok onlar maruz

kaliyorlardi.

Kelime olarak bekâr demek olan azep tabiri,

Osmanli askerî teskilâtinda: bekâr, güçlü ve kuvvetli olan gençlerden meydana

getirilmis bir askerî sinif için kullanilmaktaydi.

Klasik Osmanli ordusunda azepler, Anadolu'daki

Müslüman Türklerden kurulu hafif piyade askerî birligidir. Bununla beraber yine

ayni adi tasiyan ve 1450'den sonra Fâtih Sultan Mehmed tarafindan teskil olunan

kale azepleri de vardir.

Osmanlilarin ilk dönemlerinden itibaren XVI.

asrin yarisina kadar meydana gelen harplerde hafif okçu kuvvetlerine ihtiyaç

vardi. Bu bakimdan, harp esnasinda ne kadar azebe ihtiyaç varsa tesbit edilirdi.

Tesbit edilen miktar, sancaklara taksim edilirdi. Böylece ihtiyaca göre 20 veya

30 hâne (ev)den bir azep istenirdi. Istenilen azebin bekâr, güçlü ve kuvvetli

olmasi lazimdi. Sancaga bagli kazalardan seçilen her azebin ücret ve masrafi onu

seçen yere ait olup bu, XV. asrin sonu ile XVI. asirda her azeb için 300 akça

tutmakta idi. Her azebin, askerden kaçmamasi için bir kefili vardi. Kaçtigi

takdirde masraf bu kefilinden alinirdi. Azeplere verilecek para, azeb alinan yer

ile halkinin servetine göre tahsil edilirdi. Sefer hazirligi esnasinda azeplerin

toplanmasina Azep çagirtmak denirdi. Bunlarin maaslari olmadigindan harp

zamanlarinda bütün vergilerden muaf sayilirlardi.

Ok, yay ve pala gibi hafif silahlarla

donatilmis olan azepler, ordunun ön saflarinda bulunduklarindan ilk olarak onlar

düsman hücumuna maruz kalirlardi. Bunlarin gerisinde toplar, onlarin arkasinda

da yeniçeriler yer alirdi. Savas basladigi zaman azepler saga sola açilmak

suretiyle topçunun rahat ates etmesine imkan saglarlardi.

Bahsimize konu teskil eden ve iki asirdan

fazla büyük hizmetler ifa eden hafif piyade azepleri, XVI. asir ortalarinda,

Kanunî Sultan Süleyman saltanatinin sonlarina dogru ilga edildiler. Kale

azepleri ise 1826 senesine kadar hizmetlerine devam

ettiler.SEKBAN VE TÜFEKÇILER

Yerlikulu piyadelerinden olan sekbanlar,

askere ihtiyaç hasil oldugu zaman, gönüllü olarak toplanan köy halkindan

olduklari için, diger birlikler gibi saglam bir askerî egitime sahip degillerdi.

Salyâneden kurtulmak için zaman zaman Hiristiyanlar bile bu birlige istirak

edebiliyorlardi. Bunlar, bulunduklari bölgenin pasasindan baskasini

tanimazlardi. Hizmet gördükleri müddetçe ulûfe alirlardi. Sekbanlar, Bayrak

ismi ile siniflara ayrilirlardi. Sekban bölükbasisi ve Bayraktar adinda

subaylari vardi. Bunlar, silah olarak kiliç kullanirlardi.

Zamanla sekbanlarin önemleri azalinca bunlarin

yerini Tüfekçi adi ile yeni bir piyade sinifi aldi. Her elli-altmis tüfekçi

bir bayrak kabul edilerek, Gönüllü zabiti adi verilen bir subayin komutasi

altinda bulunurdu. Her sancak veya eyaletteki tüfekçi bayraklari, Tüfekçi basi

adi verilen bir subayin komutasina verilirdi. Önemli eyaletlerden üçer veya

beser tüfekçi basi varsa, bunlardan biri bas seçilerek adina Serçesme

denirdi.ICÂRELILER

Hudud boylarinda bulunan sehir ve kalelerde

istihdam edilen yerli topçulardan meydana getirilen bir siniftir. Ücretle vazife

gördüklerinden dolayi kendilerine bu isim verilmistir. Komutanlari, topçulugu

iyi bilen ve Topçu agasi adi verilen bir kimsedir. Topçu agasi, eyalet

pasalarinin komutasinda bulunmak üzere payitahttan

gönderilirdi.LAGIMCILAR

Yerlikulu askerinin bir bölümünü teskil eden

bu sinif, hududa yakin bulunan önemli bazi kalelerin aniden muhasara edilmesi

düsünülerek kurulmus bir siniftir. Ayrica düsman tarafindan kazilacak hendek ve

tünellere mukabil hendek ve tünel kazmak suretiyle harbi kazanmak gayesi

güdülmüstü. Kapikulu ocaklarindan olan Lagimcilarla ayni vazifeyi görmelerine

ragmen bunlarin durumlari daha farkli idi. Zira bunlar, baris zamanlarinda da

bagli bulunduklari kalelerde bulunuyor ve genellikle Hiristiyan tebeadan meydana

getiriliyorlardi. Bunlar, devlet merkezinden gönderilen ve Lagimcibasi denilen

bir subayin komutasina verilmislerdi.MÜSELLEMLER

Osmanli Devleti'nde, pek çok görevi yerine

getiren müsellemler, harp zamanlarinda ordunun geçecegi yollan temizlemek,

köprüleri tamir etmek ve yol açmak gibi hizmetlerle de mükellef idiler: Buna

karsilik baris zamanlarinda bütün vergilerden muaf sayiliyorlardi. Zaten bu ismi

bu yüzden almislardi. Rumeli'de genellikle Hiristiyan tebeadan olan müsellemlere

karsilik, Anadolu'da Müslüman tebea istihdam olunurdu. Bunlara Yörük ismi

verilirdi.SERHAD KULU

Osmanli kara ordusunun, önemli bir bölümünü

meydana getiren eyâlet askerlerinin bu ikinci sinifi olan Serhad kulu da, hizmet

ve durumlarina göre ayri kategorilerde mutalaa edilmistir. Bu sinif: Akincilar,

Deliler, Gönüllüler ve Besliler olmak üzere daha küçük birliklere

ayrilmislardir.AKINCILAR

Serhad kulu grubunun en önemli birligini

akincilar teskil ederdi. Müslüman Türklerden meydana getirilen hafif süvari

kuvvetlerine verilen bu isim, 500 sene sonra Avrupa'da komando olarak ortaya

çikacaktir.

Serhad denilen hudud boylarinda bulunan

akincilar, fevkalade disiplinli bir teskilâta sahiptiler. Bunlar, atlarla düsman

içlerine kadar sokulur, gerek bizzat gördükleri, gerekse düsmandan elde edilen

esirler vâsitasiyla ögrendikleri bilgileri degerlendirerek önemli bir istihbarat

agi kurmuslardi. Öncü kuvvetler olduklari için, ordunun kesif hizmetlerini

görüyorlardi. Bundan baska onlar, düsman topraklarindaki araziyi tedkik ederek

orduya yol açiyorlardi. Çok seri hareket ettikleri için, düsmanin pusu kurmasina

imkan vermiyorlardi. Ayrica ordunun geçecegi yerlerdeki mahsûlü korumak

suretiyle ekonomik bir fayda da sagliyorlardi. Akincilar, esir almak suretiyle

bölgede bulunan nehirlerin geçit yerlerini de ögreniyordu. Bunun içindir ki

akincilar, esas ordudan dört bes gün daha ileride bulunurlardi. Günümüzün

motorize birlikleri gibi pek seri ve sür'atli hareket ettikleri için, düsmana

karsi dehset saçar ve onlarin maneviyati üzerinde çok etkin psikolojik tesirde

bulunurlardi.

Islâmî suurdan kaynaklanan bir ruha sahip olan

akincilarin, ordunun basarisi için yaptiklari akinlarda, pekçok esir aldiklari

bir gerçektir. Akinci anlayisina göre savasmak (cihad yapmak) hem dinî hem de

millî bir vazifedir.

Hafif süvari birlikleri olduklarindan, düsman

kale ve ordusu üzerine varmayan akincilar, ordu için yollan açiyorlardi. Bu

yollarin birkaç yönden açilmasi gerekiyordu. Ordunun hedefi olan ülke, hem maddî

hem de manevî bir sekilde yipratilmali idi. Düsmanin, maddî güç kaynaklari yok

edilmeli, ekonomisi ile ordusu hirpalanmali idi. Halka korku salip onlarin

manevî güçlerini kirmak gerekiyordu. Elde edilmesi mümkün olan her türlü gizli

bilgi elde edilmeliydi. Akincilarin açtiklari bu yol ve verdikleri hizmetten

sonra, Padisah veya Serdar-i Ekrem asil ordu ile gelip harp

ederlerdi.

Akincilar içinde devsirme yoktur. Bu sinifa,

Arnavut ve Bosnak gibi, Osmanlilar vasitasiyle Müslüman olanlar da alinmazdi.

Akinci olabilmek için Osmanli Türkü olmak gerekiyordu. akinci beylerinin çogu,

Osman Gazi'nin arkadaslari olan maruf komutanlarin çocuklaridir. Akinci beyleri,

istediklerini ocaga alir, istemediklerini de almazlardi. Bu konuda Divan anlari

tamamiyla serbest birakmisti. Bu yüzden Divan, onlarin bu tasarruflarina

karismazdi. Akinci ocagi beyleri, genis bir yetkiye sahip ve dogrudan dogruya

padisahtan emir alan kimselerdi.

Büyük bir kismi, Avrupa ve Balkan halklarinin

dillerini çok iyi biliyordu. Bu sebeple sinirlarin ötesinde kendilerine bagli

birçok ajanlari vardi. Bu ajanlar sayesinde akincilar, Orta Avrupa ve ötesi

hakkinda günlük bilgileri elde edebiliyorlardi. Bu sekilde hareket etmek, onlar

için bir zorunluluktu. Aksi takdirde girisecekleri akin bir felaketle

sonuçlanabilirdi.

Her biri ayri bir komutana bagli bulunan

akinci birlikleri, ayri ayri yerlerde ikamet ediyorlardi. On kisilik akinci

birliginin komutanina onbasi, yüz kisilik birlik komutanina yüzbasi, bin kisilik

birligin komutanina da binbasi deniyordu. Bütün bunlarin üstünde de Akinci

beyi denilen akinci komutani vardi ki, buna akinci sancakbeyi

denirdi.

Düsman ülkesine yapilan bir akinin, akin adim

alabilmesi için o taarruzun akinci komutanlarinin emrinde olmasi lazimdi. Akinci

komutani kendisi sefere istirak etmez, gönderdigi birlik te 100 veya daha fazla

kisiden meydana geliyorsa buna Haramîlik, 100 kisiden daha az ise buna da

Çete denirdi. Hazar zamaninda (harb olmadigi zaman) akincilar, kendi is ve

talimleri ile mesgul olurlardi. Düsman ülkesine yapilan akinlar, gelisigüzel

degil, bir plan ve program dahilinde olurdu.

Rumeli'de ayri ayri ocaklar halinde bulunan

akincilar, komutanlarinin isimleri ile anilirlardi. Osmanlilar'in ilk fetihleri

zamaninda Evrenos Bey akincilari vardi. Daha sonra Mihalogullari, Turhan ve

Malkoç Bey akincilari meydana çikti. XVI. asir sonlarina kadar söhretlerini

muhafaza eden akincilar, Osmanli fetihlerinde önemli rol oynamislardi. Genelde

Akincilar, Rumeli sinir boylarinda kullanilmakla birlikte zaman zaman Anadolunun

dogusunda da istihdam edilmislerdir.

Savaslarda basarili olan akincilara dirlik

tahsis edilince timarli akincilar ortaya çikti. Böylece akincilar, timarli ve

vergiden muaf olanlar diye iki gruba ayrilmis oldular. XVII. asir baslarindan

itibaren vergiden muaf olanlar, bazi kadilar tarafindan vergi vermeye zorlanmis

görünmektedirler. Merkezden gönderilen emirlerle kadilarin bu neviden

davranislarindan vaz geçmeleri istenmektedir. Nitekim 1014 (1605) senesine ait

bir hükümde söyle denilmektedir:

Akinci taifesinin sakin olduklari yerin

kadilarina hüküm ki, kadimu'l-eyyamdan olan sefer-i hümayunuma eser akinci

taifesi sefere estikleri (sene) umûmen avanz-i divâniye ve tekâlif-i örfiyeden

muaf ve müsellem olmak babinda emr-i serifim vârid olmus iken, haliya taife-i

mezbureye kudat tarafindan tekâlif çektirilmekle, sefere ihraç olunmak lazim

geldikte taife-i mezbûre sair reaya gibi hem tekâlif çekeriz ve hem sefere

teklif idersiz deyü sefere gitmekte taallul ettikleri ilam olundu. Imdi taife-i

mezbûre memur olduklari sefere gelüp hizmet ettiklerinden sonra tekâlif ile

rencide olunmamak ferman olunmustur.

Akincilarin silahlan, bir zirhli gögüslük ve

yaka ile mizrak, kalkan ve atlarinin egerine takili basi topuzlu bir bozdogandi.

Akincilarin tamami zirh kullanmazdi. Bunlarin yiyecekleri ve kaplari da

kendileri gibi hafifti. Atlarinin egerine asili birer küçük kushâne ile yemek

islerini görürlerdi. Çogu zaman bu tencerede pirinç, kavurma veya koyun

pastirmasini pisirirlerdi.

XVI. asir sonlarina kadar Bati'da önemli

hizmetlerde bulunan akincilarin sayisi, zaman ve sartlara bagli olarak azalip

çogaliyordu. Nitekim 1530 Budin ve 1532 Alman seferinde sadece Mihaloglu Mehmed

Bey'in komutasinda 50 binden fazla akinci vardi.

Eflak Beyi Mihal'in isyanindaki harekâtta

(1595), Vezir-i A'zam Sinan Pasa'nin tedbirsiz hareketi sonucu adeta mahv

olurcasina zayiat veren akincilar, bundan sonra pek fazla is yapamadilar. Gerçi

XVII. yüzyilin ilk yarisi içinde cüz'î bir kuvvetle bazi muharebelerde

görünmüslerse de eski kuvvet ve kudretlerine ulasamadilar. Bundan sonra

akincilarin vazifesi, Tatar ve Kirim Hani kuvvetleri tarafindan görülür olmustu.

Varligini ismen de olsa uzun süre devam ettiren akincilik, 1826 yilinda resmen

ortadan kaldirilmisti.DELILER

Serhad kulu askerinin bir bölümünü de

Deliler teskil ediyordu. Bunlarin büyük bir kismi Türk'tü. Öncü birliklerden

olan ve deli denilen bu atlilar da akincilar gibi gözünü budaktan

sakinmiyorlardi. Gerçekten bu sinifa mensub olanlar, öyle bir cesarete sahip

idiler ki, asir delil demek olan bu tabir, cesaretlerinden dolayi halk

arasinda deli olarak meshur olmustu. Iri yan ve cesaretli kimselerden meydana

gelen bu hafif süvari birligi, ocaklarini Hz. Ömer'e kadar dayandirirlar.

Fevkalade cesaret, atilganlik ve korkunç kiyafetleri ile düsmana dehset veren

Deliler, hep galip gelirlerdi. Bu sinif askerî birligin parolasi yazilan gelir

basa seklinde idi. Böyle bir anlayis ve suura sahip olduklari için hiç bir

tehlikeden çekinmezlerdi.

Sancak beyi veya beylerbeyi maiyetinde olan

delilerde, akincilarin bütün silahlan vardi. Bunlarin her ellialtmis kisisi

bayrak adi ile bir birlik meydana getiriyordu. Bu birliklerin birkaç tanesi

Delibasi adinda bir subayin komutasinda idi. Birkaç delibasinin askerleri de

Alaybeyi veya Serçesme denilen daha yüksek rütbeli bir subayin komutasina

havale edilmislerdi.

XVI. asirlardan önce pek görülmeyen bu askerî

birlik, Türklerden baska Bosnak, Sirp ve Hirvat gibi Müslüman olmus

cengaverlerden meydana gelmisti. Bunlar, tamamiyle Rumeli halkindan olduklari

için orada bulunurlardi.

Baslarinda, benekli sirtlan derisinden

yapilmis ve üzerine kartal kanatlari takilmis bir baslik bulunurdu. Salvarlari

kurt veya ayi derisinden olup tüyleri disarda idi. Bu kiyafetleri ile deliler,

düsmana büyük bir korku verirlerdi.

Devlette, zaaf belirtilerinin görüldügü XVIII.

asirdan itibaren bu askerî birlik de önemini kayb etti. Yeniçerilerin ortadan

kaldirilmasi ile bunlar da lagv edildi.

Serhad kulu askerini teskil eden Gönüllü ve

Besliler diye iki ayri birlik daha vardir. Hafif süvari birlikleri olan bu

birlikler, zamanlarina göre önemli hizmetler ifa etmislerdi. Bunlar,

hududlardaki sehir ve kasabalarin muhafazasina memur edilmislerdi. Bu birlikler,

ulûfelerini bulunduklari yerin maliyesinden aliyorlardi. Atli ve tüfekli olan

gönüllü sinifi sag ve sol gönüllüler diye ikiye ayriliyorlardi. Besliler de sag

ve sol besliler diye ayrildiklari gibi Cemaat-i besluyan-i evvel, Besluyan-i

sani, Besluyan-i salis ve Besluyan-i rabi gibi isimler

alirlardi.TIMARLI SIPAHILER

Osmanli eyâlet kuvvetlerinin en kalabalik ve

önemli sinifini timarli sipahi denilen atli birlikler meydana getiriyordu.

Devletin büyüyüp gelismesinde baslica rolü oynayan toprakli ve timarli süvari

teskilâti, daha önceki Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Osmanlilar, bu

sistemi daha da gelistirmislerdi. Bu sayede Osmanlilar, bir taraftan topragin

islenmesini saglarken, öbür taraftan devletin atli ihtiyacini gideriyorlardi. Bu

mânâda kendilerine dirlik verilmis olan toprak sahipleri, buna mukabil devletin

muhafazasini üzerlerine almislardi. Kurulus döneminden itibaren devam edegelen

bu sistem, uzun müddet devam etmisti. Böylece devletin asker ihtiyaci,

kendilerine timar vermek suretiyle halk tarafindan

karsilaniyordu.

Dirlik verilen timar sahibi, elindeki

imkânlardan istifade ile Cebelû veya Cebelî denilen bir askerî güç

bulundurmak zorunda idi. Timarli sipahilerin besleyecekleri asker (cebelû)

sayisi, timarin gelirine göre degisiyordu. Sefer esnasinda timar sahibi olan

sipahi, cebelûleri ile birlikte harbe istirak etmek zorunda idi. Aksi takdirde

geri verilmemek üzere timari elinden alinirdi. Mesru bir mazeretinden dolayi

gelemeyen veya beylerbeyinin emri ile güvenlik mülahazasiyla yerinde kalip

sefere istirak etmeyenler için böyle bir ceza uygulanmazdi. Atli olan bu askerî

sinif, binicilikte ve kiliç kullanmada son derece maharet sahibi idi.

Piyadelerin korunmasi bunlarin sayesinde mümkün oluyordu.

Cebelûler, genellikle Anadolu gençlerinden

teskil ediliyorlardi. Bununla beraber bazan sipahinin para ile satin aldigi veya

savaslarda esir etmis oldugu kimselerden de olabilirdi. Cebelûnun bütün masrafi

sahib-i arz da denen timar sahibine aitti. Sipahi, kendi bölgesinde veya bagli

bulundugu sancak dahilinde oturmak zorunda idi.

Timarli sipahiler her sancakta bir kisim

bölüklere ayrilmislardi. Her bölügün Subasi denilen çeribaslari ile bayraktar

ve çavuslari vardi. Timarli sipahilerden her on bölük (bin kisi) bir alaybeyinin

komutasi altinda bulunurdu. Alaybeyleri ise sipahileri ile birlikte bagli

bulunduklari sancakbeylerinin, onlar da eyalet valisi olan beylerbeyinin

komutasi altinda sefere giderlerdi. Timarli sipahilerin iyi atlari, kiliç,

kargi, kalkan ve oklari ile baslarinda migfer, üstlerinde de zirh bulunurdu.

Savas esnasinda ordunun sag ve solundaki kanatlari teskil ederek hilal seklini

almak suretiyle yandan gelecek saldirilara karsi merkezi muhafaza ediyorlardi.

Savasta ölen sipahinin çocuklari devlet tarafindan himaye edilir ve

çocuklarindan birine dört bin, ikincisine üç bin akçalik timar

baglanirdi.

Bilindigi gibi mirî arazi rejiminin bir sonucu

olarak ortaya çikan dirlik sisteminde sipahî, topragin gerçek sahibi degildir.

Bu sebeple o, tasarruf hakkini elinde bulundurdugu araziyi herhangi bir sekilde

satamayacagi gibi varislerine miras da birakamazdi. O, devlet tarafindan belli

hizmetler karsiliginda kendisine verilen araziyi kullanma (tasarruf) yetkisine

sahiptir. Kanunnâmelerle belirlenen kaidelerin disina çikamaz. Bu bakimdan,

vazifesini kötüye kullandigi veya timarinda çalisanlara (reâya) zulm ve teaddi

ettigi kesin olarak belirlenen sipahinin topragi elinden alinirdi. Kendisi

ayrica cezaya da çarptirilirdi. Bununla beraber sipahinin seferde ölmesi halinde

timari çocuklarina kalirdi. Nitekim daha Osman Gazi zamaninda, sipahi, çocuklari

ve timarla ilgili bazi kanunlarin yürürlüge girdigi bilinmektedir.

Asikpasazâde'nin ifadesine göre ölen dirlik sahibinin timari, ogluna

verilecektir. Sayet ölen kimsenin oglu küçük ve sefere gidemeyecek yasta ise, o

zaman onun yerine hizmetçileri sefere gideceklerdir. Böyle bir uygulama,

seferdeki sipahiye daha bir kuvvet kazandiriyordu. Insan ruh dünyasinin karmasik

isteklerinden biri de kendinden sonra evlatlarina bir seyler birakma arzusudur.

Binaenaleyh, tam anlamiyla maliki olmasa bile öldükten sonra topraginin kendi

çocuklarina intikal edecegini bilen bir sipahi, sefer esnasinda cephe gerisinden

emin demekti. Bu da ona ayri bir güç veriyordu. Çünkü ölse bile, devletin kendi

çocuklarini koruyacagini biliyordu. Bu bilgi, ona bir dinamizm

veriyordu.

Kanunî Sultan Süleyman'in son zamanlarina

kadar Türk ordusunun en güçlü askeri olan timarli sipahi, bilhassa XVI. yüzyilin

sonlarindan itibaren bu sinifin arasina da yabancilarin girmesiyle yavas yavas

bozulmaya yüz tutmustu. Bunlarin, disiplinli ve muntazam olmalari, Kapikulu

ocaklari ile bir denge sagliyordu. Timarlarin önemlerini kayb etmesi, timarlarin

muharib olmayan siniflara verilmesi ve bazi timar gelirlerinin mukataa-i miriye

adi ile hazineye aktarilmasi, bunlarin nüfuzlarinin azalmasina sebep oldu. Keza,

XVII. yüzyilin ortalarindan itibaren hizmet bölüklerinin kaldirilmasi üzerine

timarli süvariler, adeta yaya, müsellem ve yörükler gibi top, cephane ve diger

harp levazimatini, nakl etmek, kalelere zahire götürmek, tamir islerinde hizmet

görmek ve benzer daha nice geri hizmetleri ile vazifelendirildiler. Bu uygulama,

teskilat için ikinci bir darbe oldu.

XVII. asir baslarina kadar Anadolu ve

Rumeli'deki timarli sipahîlerle, bunlarin kanunen beraberlerinde harbe götürmeye

mecbur olduklari Cebelû sayisi 90 binden fazla iken bu miktar, sonralari üçte

bire inmisti. Timarli sipahi askerinin azalmasi sonucunda valiler, kapilarinda

besledikleri derme çatma levend, sarica, sekban gibi kuvvetlerle bunlarin

yerlerini doldurmaya çalistilar.

Kaynak: Osmanli tarihi

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

bluemoon24 isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


ASKERÎ TESKILAT

Serbest Kürsü ve Öğretici Bilgiler ASKERÎ TESKILAT Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Disiplinli ve sistemli hareket eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir. Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf edilen ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Öğretici Bilgiler telkin cd indir izle İstanbul Öğretici Bilgiler nerededir kimdir Öğretici Bilgiler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Öğretici Bilgiler hipnoz Öğretici Bilgiler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Öğretici Bilgiler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Öğretici Bilgiler kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:33 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.