Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| TOPRAK IDARESI Bir toplumun, devlet olabilmesi için, bazi
hususiyetleri tasimasi gerekir. Toprak (ülke) bu hususiyetlerin basinda
gelmektedir. Çünkü her bagimsiz devletin, hak ve selahiyetlerini, mutlak surette
kullanabildigi, belirli sinirlarla tesbit ve tayin edilmis bulunan cografî bir
toprak parçasi diye tarif edilen ülke kavrami, ancak belli bir topraga sahip
olmakla mümkün olabilir.
Islâm öncesi Türklerinde toprak, biri fertlerin
digeri de cemaatin olmak üzere iki kisma ayriliyordu. Islâm öncesi Türk
devletlerinin, kismen yerlesik de olsa, göçebe hayat tarzi ve an'anelerine göre
bir mülkiyet telakkisine sahip olduklari bilinmektedir. Hayvanlarina otlak
vazifesi görmesinden dolayi göçebeler için topragin ehemmiyeti büyüktü. Eski
Türklerde otlaklar, fertlerin degil, kabile veya cemaatlerin mülkiyetinde
bulunuyorlardi. Yedisu havalisinde oturan Kazak-Kirgizlarin isledikleri
topraklarda, özel mülkiyet ve cemaat mülkiyeti olmak üzere iki tip mülkiyet
vardi. Özel mülkiyete dahil bulunan arazi, kabilenin müsterek mülkiyetinde
bulunan topraklarin paylasilmasi ve sahis ile kabileye ait olmayan bos yerlerin
benimsenmesi suretiyle meydana gelmisti. Hususi mülkiyette sahibi, tam anlamiyla
toragi temellük eder. Öldügü zaman arazi, ogullarina miras kalir. Ancak vâris
bulunmadigi zaman söz konusu olan toprak cemaata kalir. Cemaat içerisinde yeni
bir aile kurulunca, cemaat ona idaresindeki araziden bir hisse verir. Sayet
verilebilecek yeni bir arazi yoksa, cemaat tarafindan onun için, bir arazinin
tedarik edilmesine çalisilirdi. Cemaat mülkiyetine ait olan arazi, muayyen
parçalara ayrilarak bir kira karsiliginda geçici olarak fertlerin istifadesine
terk edilirdi. Bu arazinin kiracilar elinde birakilma müddeti, muhtelif yerlerde
toprak, su ve ekim sartlarina göre degisiyordu.
Türklerin Islâm'i kabul edip Islâm medeniyeti
içindeki yerlerini almalarindan sonra, dinî, iktisadî ve ictimaî hayatlarinda
degisiklikler meydana geldi. Bu sebeple Müslüman Türkler, her konuda oldugu gibi
toprak hukuku ve idaresi bakimindan da Islâmî prensiplere bagli kaldilar. Bunun
içindir ki, Islâm toprak hukuku ile ilgilenenler tarihî açidan bu sistemi dört
ana devreye ayirirlar. Bunlar:
a) Islâmiyetin baslangicindan Hz. Ömer'in halifeligi
dönemine kadar olan devre,
b) Hz. Ömer devri,
c) Abbasi ve Selçuklu devri,
d) Osmanli devre.
Islâm medeniyeti içerisinde basli basina bir devreye
konu olabilecek olan Osmanli toprak uygulamasi, gerçekten toprak hukuku
bakimindan büyük bir önem arz eder. Filhakika Osmanlilar, birçok müessesede
oldugu gibi toprak mevzuunda da kendisinden önceki müslüman devletlerin
tatbikatindan istifade etmislerdi. Zaten onlara bigâne kalmalari da mümkün
degildi. Bu sebepledir ki devlet, henüz bir beylik durumunda oldugu zaman bile,
Islâmî bir sistemin yerlesmesi için çalisiyordu. Bunun içindir ki bu Müslüman
unsurlar (göçlerle gelen ve uçlarda yasayan göçebe Müslüman Türkler) Osmanli
Beyligi'ni siyasî ve kültürel bakimlardan, klasik Islâm geleneklerinin ihyasini
hedef tutan bir devlet olmaya dogru gelistirdiler. Osman Gazi'nin halefleri,
tedricen sultanlar haline geldiler. Onlarin etrafinda karakterini dil ve
irktan ziyade din ve medeniyetin tayin ettigi bir Osmanlilar cemiyeti tesekkül
etti.
Islâm âleminde bir gelenek olarak, Osmanlilardan
önceki müslüman devletlerde ve özellikle Büyük Selçuklularda görülen ikta
sistemi, Büyük Selçuklulardan sonra gelen bütün Türk Islâm devletlerinde
uygulanmistir.
Selçuklularin, askerî mukataalar ihdas etmeleri,
hanedanin, kendi baslica dayanagi olan Türk unsuruna mensup kütleleri yabanci
sahalarda yerlestirmek, onlara hem toprak vermek hem de lüzumunda askerî bir
kuvvet olarak faydalanmak fikrinden dogmustur. Bu suretle yavas yavas topraga
baglanan göçebeler, hem bir karisiklik âmili olmaktan çikiyor, hem de devlete
kuvvetli bir askerî dayanak teskil ediyorlardi. Bu usulün ehemmiyet ve faydasi,
bilhassa Bizans'tan zapt edilen yeni sahalarda daha açik bir sekilde
görünüyordu. Kismen harplerde ve fetihlerde imha veya esir edilen ve kismen de
yerlerinde birakilan yerli ahaliden kalmis genis Anadolu topraklari,
Selçuklularin takib ettikleri ikta sistemi sayesinde yavas yavas
Türklesti.
Osmanlilarin, kendilerinden önceki Müslüman Türk
devletlerinden mâhirâne bir usul ile alip tatbik ettikleri timar sistemi, Osman
Gazi ile baslar. O, zapt ettigi bütün yerleri timar olarak silah arkadaslari ile
askerlerine veriyordu. Itaat eden yerli halki da yerinde birakiyordu. Hatta o,
arkadaslarindan bazilarinin uysal ve itaat eden ahaliyi herhangi bir sebeple
yerlerinden kaçirmalarina engel oluyordu. Âsikpasazâde'ye göre o: Her kime kim
bir timar virem âni sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldügü vakitte ogluna
ve eger küçücük dahi olsa vireler. Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere
varalar, tâ ol sefere yarayinca. Ve her kim kanun düzse Allah andan râzi olsun.
Ve eger neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden ve
ettirenlerden Allah Teâla râzi olmasin demistir. Selçuklu uygulamasi ile ayni
özellikleri tasiyan bu sözlerden su sonuçlar çikmaktadir:
1- Sebepsiz yere hiç kimsenin timari elinden
alinamaz.
2- Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna
intikal eder.
3- Ogul sefere gidemeyecek kadar küçükse, harbe
gidecek yasa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlari sefere
gideceklerdir.
Anadolu'da, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi,
ondan sonra gelen torunlari tarafindan devam ettirildi. Gerçekten de Orhan
zamaninda timar tevcihlerine dair bir çok tarihî kayit bulunmaktadir. Ayrica
gazilerin yani timar erlerinin yeni zaptedilen uslara yerlestirildigi hakkindaki
rivayetler de timarlarin askerî özellik ve mahiyetlerini daha iyi anlamamiza
vesile olmaktadir. Hatta timarlarda bulunan yerli halk da zaman zaman
sipahilerle birlikte kendi din kardeslerine karsi harplere katiliyorlardi.
Rumeli fetihleri baslayinca timar sistemi oralarda da uygulanmaya basladi.
Gelibolu havalisinin Yakub Ece ile Gazi Fazil'a timar olarak verildigi ilk
tarihî kaynaklarda belirtilmektedir. Sultan I. Murad devrinde Rumeli fütuhati
ehemmiyet kazaninca Anadolu'dan pekçok halk ve bazi Türk asiretleri oradan
alinip Rumeli'ye iskan ettirildiler. Bu yeni gelenlerin geçimlerini saglamak
için onlara toprak tahsis edilmesi gerekiyordu. Bu durum sebebiyle, timar
sistemi daha da yayginlik kazanmaya basladi.
Baslangiçta Has ile Timar seklinde
ikiye ayrilmis olan birlikler, I. Murad döneminde yeni bir kategorinin
katilmasi ile üç kisma ayrildilar. Rumeli Beylerbeyi Lala Sahin Pasa ölünce,
onun yerine Kara Ali oglu Kara Timurtas Pasa beylerbeyi olmustu. Dirlikleri
yeniden düzenlemek isteyen Kara Timurtas Pasa, Has ile Timar arasinda
Zeâmet adi ile yeni bir derece ihdas etti. Tedricî bir tekâmül takib ettigi
muhakkak olan bu toprak sistemi, topragin mülkiyet haklari ile ilgili degildir.
Böylece rakabesi (possesio) devlet elinde alikonulmus topraklar rejimi, Osmanli
Devleti'nde en genis ölçüde ve en serbest bir sekilde tatbik edilebilmistir. Bu
rejimde, topragin menfaati kendisine birakilan sinif, topragi fiilen isleyen
reâyâdir.Burada sunu da hemen belirtelim ki,
Osmanli reâyasinin sahip bulundugu haklar, Avrupa'daki Serf'lerin sahip oldugu
haklar ile kiyas edilemeyecek kadar daha medenî, daha insanî ve daha
mütekâmildir. Konuyu daha netlestirmek ve bir fikir vermek üzere Osmanli
reâyasinin muasiri olan Avrupa'daki serflikten ve onlarin durumundan kisaca söz
etmek gerekir.
Avrupa'da topraga yerlestirilmis olan köle (serf,
çiftçi) bazi isleri hür insanlar gibi yapamaz. O, birçok haktan mahrumdur.
Derebeylik sisteminin getirdigi feodalizme göre serfler, hukukî bakimdan diger
insanlardan tamamen farkli bir hüviyete sahiptirler. Asagidaki maddeler, onlarin
nasil bir statüye sahip olduklarini ortaya koyacaktir:
a- Istedikleri ile evlenemezler, baska senyörlerin
serfleri veya hürlerle evlenemez.
b- Serflerin mirasi hür olan insanlarinki gibi
vârislerine intikal etmez, sahipleri istedikleri gibi mirasa müdahale
edebilirler.
c- Istedikleri meslegi seçme, çalisip çalismamada
serbestlikleri yoktur.
d- Efendilerinin angarya islerinde çalismak ve belli
zamanlarda onlara hediye takdim mecburiyetleri var.
e- Serfleri cezalandirmak efendilerine
aittir.
f- Serfler, ruhban sinifi ve manastirlara giremezler,
mahkemelerde hür bir insana karsi sahidlikleri kabul edilmez.
Serflerin içinde bulundugu bu duruma karsilik Osmanli
reâyâsi hür insanlardi. Onlar ,her türlü hukukî statüye sahiptirler. Serf veya
ortakçi kullarla bir ilgileri yoktur. Bu sebepledir ki, Avrupa feodal toplum
yapisinda görülen köylü isyan ve ihtilallerine, son derece karisik dinî ve
sosyal gruplari bünyesinde toplayan Osmanli Devleti'nde tarihin hiç bir
döneminde rastlanmaz. Sinif tesekkül ve kavgasina zemin hazirlamayan Osmanli
toplum yapisi, baska toplumlarla kiyasi mümkün olmayan sosyal bir özellik
arzeder. Bati insaninin yüzyillar boyu sürdürdügü sinif mücadelesini ve
kölelikten kurtulma savasinin izlerini Türk ictimaî hayatinda görmek mümkün
degildir.
Osmanli Devleti kuruldugu ve daha sonra feth ettigi
memleketlerde, bir çesit toprak köleliginin mevcud oldugu düzensiz bir
derebeylik nizami ile karsilasmistir. Bu nizamin, toprak münasebetlerinde sebep
olacagi düzensizlikleri önlemek için mevcud toprak düzenine sür'atle müdahale
etmis, topraga dayanan asalete son vermek suretiyle, topragi isleyenleri serf
olmaktan çikarmis, derebeylik yerine timar sistemini, serf yerine timar sahibi
olan sipahî ile aralarinda sadece akdî bir münasebet bulunan, bir çesit aynî hak
sahibi kiraciya benzer toprak mutasarriflarini ikame etmistir. Böyle bir toprak
düzeni ise topragin mülkiyetinin devlette olmasiyla mümkündür. Iste bunun
içindir ki Osmanli hükümdarlari, Islâm fetihlerinin baslangicinda oldugu gibi,
fethedilen topraklarin bir kisminin mülkiyetini halka birakirken, bir kisminin
rakabesini hazine için alikoymus ve sadece tasarruf hakkini halka tefviz
etmistir.
Baslangiçta, arazinin mülk ve mirî olarak ikiye
ayrildigi Osmanli Devleti'nde, bilahare arazinin tamamina yakin bir kismi mirî
rejime tabi tutulmustur. Üsküp ve Selânik kanununun basina koydugu
mukaddimesinde Ebu Suud Efendi (898-982/1490-1574), arazinin mirî olus
sebeplerine temas ederken ayni zamanda, Islâm hukukuna göre arazinin
mahiyetinden de söz eder. Ona göre:
Bilâd-i Islâmiyede olan arazi, muktezay-i seriat-i
serife üzre üç kisimdir:
Bir kismi arz-i ösriyyedir ki hin-i fetihte (fetih
esnasinda) ehl-i Islâm'a temlik olunmustur. Sahih mülkleridir (gerçek
mülkleridir). Sâir mallari gibi nice dilerlerse tasarruf ederler. Ehl-i Islâm
üzerine ibtidâen harac vaz'i, na mesrû olmagin (mesru olmadigi için) ösür vaz'
olunmustur. Ekerler, biçerler, hâsil olan gallenin ösründen gayri asla bir habbe
alinmaz. Âni dahi kendiler fukara ve mesâkine virürler. Sipahdan ve gayridan
asla bir ferde helâl degüldür. Arz-i Hicaz ve arz-i Basra
böyledir.
Bir kismi dahi arz-i haraciyedir ki, hin-i fetihte
keferenin ellerinde mukarrer kilinup kendilerine temlik olunub üzerlerine
hasillarindan ösür yahut sümün yahud subu', yahud südüs, nisfa degin (1/10, 1/8,
1/7, 1/6, 1/2) arzin tahammülüne göre harac-i mukaseme vaz' olunup yilda bir
miktar akça dahi harac-i muvazzaf vaz' olunmustur. Bu kisim dahi sahiplerinin
mülk-i sahihleridir. Bey'a ve siraya (satma, satin alma) vesair enva-i
tasarrufata kadirdirler. Istira edenler dahi vech-i mezbur üzerine ekerler
biçerler, harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin verirler. Ehl-i Islâm istira
etseler dahi kefereden alinagelen haraclari sâkit olmaz (haraçlari düsmez). Bi
kusur edâ ederler. Egerçi ehl-i Islâm'a ibtidâen harac vaz' olunmak mesru
degildir. Amma bekaen alinmak mesrudur. Mutasarrif olanlar eger ehl-i zimmettir
eger ehl-i islâmdir madem ki ellerinde olan yerleri ziraat ve hiraset edüp
ta'dil eylemeyeler asla dahl ve taarruz olunmaz nice dilerler ise tasarruf
ederler. Fevt oldukta sair emvâl ve emlakleri gibi vereselerine intikal eder.
Sevad-i Irak arazisi böyledir. Kütüb-i ser'iyyede mestûr ve meshur olan arazi bu
iki kisimdir.
Bir kisim dahi vardir ki, ne ösriyyedir ne de vech-i
mezbûr üzerine haraciyyedir. Âna arz-i memleket derler. Asli haraciyedir. Lakin
sahiplerine temlik olundugu takdirde fevt olup verese-i kesire mabeynlerinde
taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a degüp her birinin hissesine
mabeynlerinde taksim olunup her birine bir cüz'î kit'a degiip her birinin
hissesine göre haraclari tevzi ve tayin olunmakta kemal-i suûbet ve iskâl olup
belki âdeten muhal olmagin rakabe-i arazi, beytü'l-mal-i müslimîn içün
alikonulup reâyaya ariyet tarikiyla virülüp ziraat ve hiraset idüp, bag, bahça
ve bostan idüp hâsil olandan harac-i mukasemin ve harac-i muvazzafin vermek emr
olunmustur. Sevad-i Irak'in arazisi eimme-i din mezheblerinde bu
kabildendir.
Bu diyar-i bereket siarin arazisi dahi bu uslûb
üzerine arz-i memlekettir ki, arz-i mîrî demekle mâruftur. Reâyânin mülkleri
degüldür. Ariyet tarikiyla tasarruf idüp ziraat ve hiraset idüp ösür adina
harac-i mukasemesin ve çift akçasi adina harac-i muvazzafin virüp madem ki,
ta'til itmeyüp vücuh-i merkume üzerine tamir idüp hukukun eda ederler kimesne
dahl ve taarruz eylemeyüp fevt oluncaya degin nice dilerler ise tasarruf
ederler. Fevt oldukta ogullari kendilerin makamlarina kayimlar tafsil-i mezbur
üzerine tasarruf ederler. Ogullan kalmaz ise hariçten tamire kadir kimesnelere
ücret-i muaccele alinip tapuya verilip anlar dahi tafsil-i sâbik üzere tasarruf
ederler.
Görüldügü gibi devlet, reâyânin elindeki topragin
miras yolu ile parçalanmasi, serbest alisveris usûlü ile gelisigüzel sahip
degistirmesi ve borç için hacz edilmesi gibi sebeplerie müstakil küçük köylü
isletmelerinin mevcudiyetini tehlikeye düsüren muameleleri önleyici hükümler
koymustu. Bu yüzden kanunnâmelerde yer beyliktir, yerde bey'u sira ve hibe ve
miras vesair tasarrufat ser'an ve örfen memnudur denilmektedir.
Müslüman Devletlerde arazinin mîrî olus sekillerini
söyle siralayabiliriz:
a) Fethedilen arazi, gâliplere (fâtihlere) tevzi,
veya mahallî halk elinde birakilmayarak devlete (beytü'l-mal) mal edilmek
suretiyle. Islâm hukukuna göre devlet baskani bu arazi ile ilgili olarak
istedigi gibi tasarrufta bulunabilir.
b) Fetih esnasinda nasil muamele gördügü belli
olmayan arazi.
c) Mülk araziden olan topragin, mâlikinin mirasçi
birakmadan ölmesi ve vasiyette bulunmamasi halinde arazinin hazineye intikal
etmesi ile.
d) Topragin, mururu zaman (zaman asimi) ile sahibi
bilinememek yüzünden hazineye intikali suretiyle.
e) Rakabesi devlete ait olmak üzere ihya edilen ölü
(mevat) toprak.
Osmanli toprak sisteminde emîriyye denilen arazi de
iki kisma ayrilmaktadir. Bunlar:
1- Arazi-i emirîye-i sirfa (beytü'l-male
ait)
2- Arazi-i emirîye-i mevkufa (vakfa
ait)
Tafsilatina girmeden,sadece kaç kisim olduguna isaret
ettigimiz arazi-i emirîye, 1274/1858 tarihli arazi kanunnâmesinin 3. maddesinde
söyle tarif edilmektedir:
Arazi-i emirîyye, beytü'l-male ait olarak ihale ve
tefvizi, taraf-i Devlet-i Aliyye'den icra olunagelen tarla ve çayir ve yaylak ve
kislak ve korular ve emsali yerlerdir ki, mukaddema ferag ve mahlulat vukuunda
sahib-i arz itibar olunan timar ve zeamet ashabinin ve bir aralik mültezim ve
muhassillarin izin ve tefviziyle tasarruf olunur iken, muahharan bunlarin ilgasi
hasebiyle el-haletu hazihi taraf-i Devlet-i Aliyye'den bu hususa memur olan
zatin izin ve tefviziyle tasarruf olunup mutasarriflari yedlerine bâlâsi tugrali
tapu senetleri verilir.
1858 tarihli arazi kanununa göre Osmanlilarda
arazi:
a- Arazi-i Memlûke, b- Arazi-i Emîrîye, c- Arazi-i
Mevkufa, d- Arazi-i Metrûke, e- Arâzi-i Mevât olmak üzere bes gruba
ayrilmaktadir:
a- Arazi-i Memlûke: Mülkiyet yolu ile tasarruf edilen
topraklar olup dört kisimdan ibarettir:
1- Kasaba ve köylerdeki arsalar olup yarim dönümlük
yerlerdir.
2- Emîrîye topraklardan mülkiyete dönüstürülen
yerlerdir.
3- Ösrî topraklardir.
4- Haracî topraklardir.
Arazi-i Memlûkeye mâlik olanlar, mallarini
diledikleri gibi kullanir, isler, satar, hibe veya vakf edebilir. Bütün bu
muamelat için fikhî hükümler tatbik edilir.
b- Arazi-i Emirîye: Devlete ait olup fertlere, tarla,
otlak, yaylak, kislak vs. olarak tahsis edilen yerlerdir. Eskiden timar ve
zeamet sahipleri tarafindan kullanilan bu topraklar, arazi kanunnâmesi
hükümlerine göre tapu ile tasarruf edilir hale getirilmistir.
c- Arazi-i Mevkufa: Toplumun menfaati göz önünde
bulundurularak vakf edilmis olan topraklardir. Vakfi yapan (vâkif) tarafindan
tesbit edilen sartlara göre kullanilir.
d- Arazi-i Metrûke: Toplumun menfaati için yapilan
yollar, köprüler ile köy ve kasaba halkinin birlikte istifade edebilmesi için
birakilan mera, koru vs. gibi yerlerdir.
e- Arazi-i Mevât: Köy, kasaba ve fertlere tahsis
edilmemis bulunan ve imar bölgeleri disinda birakilmis olan
topraklardir.TIMAR (DIRLIK)
Bu sistem, devlete ait mîrî arazinin, savaslarda
yararliligi görülen, kale yapim ve tamirinde bulunan, devlete hizmet eden
mücahidlere, askerlere ve diger bazi hizmet erbabina dagitilarak, bu kimselerin,
kendilerine verilen araziye ait örfî ve ser'î vergileri toplamasi seklinde
belirlenebilir. Topragin rakabe denilen çiplak mülkiyeti devlete, kullanma ve
yararlanma hakki timar sahibine aittir. Daha önce de temas edildigi gibi toprak
üzerindeki bu hak, babadan ogula intikal etmekte, ancak timar sahibinin topragi
satmasi, hibe etmesi, bagislamasi, rehine koymasi veya miras olarak intikal
ettirmesi mümkün degildir.
Osmanli Devleti'nde, mirî arazi rejiminin sonucu
olarak timar (dirlik) adi verilen bir sistem ortaya çikti. Bu, daha önceki
Müslüman devletlerdeki Ikta sistemi ile ayni olmakla birlikte ona göre biraz
daha gelismisti. Osman Gazi'nin fetihleri ile ortaya çiktigini daha önce
gördügümüz bu uygulama, I. Murad döneminde teskilâtli ve sistemli bir kurum
haline geldi. Önceleri timar ve has diye ikiye ayrilan dirliklere bu devirde
Kara Timurtas Pasa yardimiyla zeâmet diye malî yönde ikinci derecede bulunan
bir kisim daha ilave edildi.
Devlette, büyük bir fonksiyonu bulunan timar sistemi,
Osmanli toprak rejiminin temelini teskil ediyordu. Zira bu toplumda iktisadî,
ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin tamami büyük ölçüde toprak ekonomisine
dayanmaktaydi. Toplum hayatinda en küçük vazife sahibinden, devletin en üst
kademesinde bulunan hükümdara varincaya kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar,
geçimlerini toprak ürünleri ile sagliyorlardi.
Toprak taksimatinin en küçük bölümü olan timar,
geliri 3 bin ila 20 bin akça arasinda degisen askerî dirliklere verilen bir
isimdir. Devrin imkânlari göz önünde bulundurularak bir kisim asker ve memurlara
geçimlerini temin hususunda böyle bir kaynak saglanmistir. Nitekim bu mânâda
zeâmet ve timar ki defi a'da için tâyin olunan mal-i mukateledir ve asker dahi
bunlari tasarruf edenlerdir denilmektedir. Keza, Islâm Ansiklopedisindeki genis
makalesinde Barkan da bu mevzuda sunlari söylemektedir:
Osmanli Imparatorlugunda geçimlerini veya
hizmetlerine ait masraflari karsilamak üzere bir kisim asker ve memurlara,
muayyen bölgelerden kendi nâm ve hesaplarina tahsil selâhiyeti ile birlikte
tahsis edilmis olan vergi kaynaklarina ve bu arada bilhassa defter yazilarindaki
senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirliklere verilen isimdir.
Kendisine böyle bir imkân taninan kisi (timar sahibi, sipahî), buna karsilik
bâzi vazifelerle mükellef tutulmaktadir. O, batidaki toprak sahiplerinin,
serflerine karsi takindiklari tavir gibi bir pozisyonda bulunamaz. Keza, timari
içinde meydana gelen olaylara, toprak sahibi sifatiyle müdahalede bulunamaz.
Zira Osmanli Imparatorlugunun adlî düzeni icabi, herhangi bir cezanin tatbiki
için bütün suçlarin kadi mahkemeleri önünde usûlü vechiyle tesbit edilerek hükme
baglanmis bulunmasi lâzimdir. Ne kadar kudretli kisiler olurlarsa olsunlar,
timar sahipleri reâyanin hukuk ve ceza dâvalarina bakmak ve onlara ceza tâyin
etmek yetkisine sahip degildi. Hatta diger askerî sinif mensuplari gibi, timar
sahiplerinin de kendi reâyasi ile beraber ayni mahkemeler önünde, ayni kanunlara
göre muhakeme edilerek hüküm giymeleri icabediyordu. Mahkeme karari olmaksizin,
kimsenin hapsedilmesi, zincire vurulmasi, iskenceye tâbi tutulmasi veya para
cezasi ödemesi câiz degildi. Osmanlilarda topragin rakabesi devlete aittir.
Bununla beraber, çiftçinin vermekle mükellef tutuldugu vergiyi dogrudan dogruya
devlet degil ve fakat onun adina bir maas karsiligi olarak herhangi bir memur
alir ki, böyle bir memuriyeti bulunana sipahî, bu tatbikata da, timar sistemi
adi verilmektedir. Sipahî, timari içinde çalisanlara haksiz bir ceza
veremiyecegi gibi, onlara angarya da yükleyemez. Zira Osmanlilarda, timari
içinde, sipahinin bir kisim topraklari kendi nâm ve hesabina isleten ve bu
maksatla idaresi altinda bulunan reâyânin isgücünü angarya mükellefiyetleri ile
kullanmak mecburiyetinde olan büyük bir çiftlik sâhibi durumunda olmadigi
anlasilmaktadir. Ayni sekilde, mîrî arazi tasarruf eden bir reâyâ ile sipahî
arasinda, büyük ölçüde ekonomik bir farklilasma görülmez. Birisi, idarîaskerî
vazifeler karsiligi toprak gelirinden istifade ederken, digeri sadece emek
karsiligi bu ürünlerden faydalanmaktadir. Osmanli cemiyetindeki bu iki sinif
insanin emeklerini toprak geliri ile karsilamasi, maddî farklilasmayi ortadan
kaldiran önemli bir âmil olmustur.
Sipahî, reâyâdan miktar ve cinsleri kanunlarla tesbit
ve tâyin edilmis olan bir kisim vergiden fazlasini tahsile selâhiyetli degildi.
Selâhiyetini tecavüz edenden de dirligi, bir daha geri verilmemek sartiyle
alinirdi. Nitekim, 14 Muharrem 973 (12 Agustos 1565) de Sivas Beylerbeyi, Sivas
ve Arapkir kadilarina yazilan bir hükümde, Divrigi Beyi Kasim'in seriat ve
kanuna aykiri olarak reâyâya haksizlik ettiginin mahkeme tarafindan tesbit
edilmis olmasi cihetiyle, sancaginin tebdiline karar verildigi bildirilmektedir.
Ayni seneye 973 (1565) ait baska bir belgeye göre Avlonya Kadisina yazilan bir
hükümde de mezkûr kazaya bagli Aspurokilise adindaki köyde timar tasarruf eden
Burhan oglu Ahmed Sipahî, ehl-i senaattan olmak, çesitli kötülük ve
haksizliklari bulunmakla hapsedilmesi ve timarinin elinden alinmasina dair
tafsilâtli bilgi verilmektedir. Ekonomik ve sosyal durumlari ile dinî inançlari
tamamen farkli, çesitli kavimlere mensup kimseleri sinirlan içinde barindirarak
onlari tebea edinen Osmanli Devleti, böylece timar sahibinin yapabilecegi
herhangi bir haksizligin önünü almis oluyordu.
Sipahî, mîrî arazinin halka tefvizinde, devletin bir
temsilcisi olarak vazife görmektedir. O, arazinin gerçek sahibi degildir. Bunun
içindir ki devlet, timarlarin kapali bir sistem halinde çalismasini engellemek,
onlari devamli kontrol etmek ve gerektiginde müdahalede bulunmak için devamli
surette buralara çesitli memurlarini gönderir. Timar sahiplerinin kendilerine
tahsis edilmis olan arazi ve reâyâya ait ser'î veya örfî bir takim hak ve
resimleri (vergi) kendi nâm ve hesaplarina toplayip onlarin gelirleri ile
birtakim vazifelerin ifâsini temin ettiklerini biliyoruz. Bununla beraber,
sipahî timarlarini, malî bakimdan hârice karsi tamamiyle kapali ve müstakil bir
bütün, bir müafiyet (imnunite) sahasi olarak kabul etmek de mümkün degildir.
Çünkü vergilerin toplanma sekli ile aidiyyeti hususlari, siki bir sekilde
merkeziyetçi bir devlet teskilâti tarafindan mürakebe edilmekte ve sipahî
timarina, muhtelif hak ve vazifeler dolayisiyle birçok devlet memuru girip
çikmaktadir.TIMAR SISTEMININ TEKÂMÜLÜ
Osmanlilarda, Osman Gazi ile baslayan timar sistemi,
Yildirim Bâyezid zamaninda Timur'la yapilan savastan dolayi bir duraklama
devresine girmisti. Bu hâl, Fâtih devrine kadar tesirini göstermistir. Fâtih
Sultan Mehmed, devletin artan ihtiyaçlarina uygun olarak, devlet teskilâtini
tanzim etmek ve bu arada timar sistemini gelistirmek için yeni kanunlar
çikarmistir. Nitekim o, timar sisteminin düzenlenmesi, timar topraklarinin
arttirilmasi ve aksakliklarin giderilmesi konusunda önemli yeniliklerde
bulunmustu. Onun, aslinda devlete ait olup çesitli yollarla devletin elinden
çikarak mülk veya vakif haline gelmis olan topraklan tekrar mîrî haline
getirmesi operasyonu meshurdur. Bu dönemde bütün vakif ve mülkler gözden
geçirilerek 20.000'den fazla köy ve mezra vakif veya mülk olmaktan çikarilip
sipahilere dagitilmistir.
II. Bâyezid (1481-1512) zamaninda timar teskilâtinda
pek büyük bir degisiklik yapilmadi. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) devrinde
timar sistemi mükemmel bir sekilde islenmis, sipahî ve cebelûlerin miktari
1514 yilinda 140 bin kisiyi bulmustu.
Timar teskilâti, Kanunî Sultan Süleyman devrinde
tekâmülünün zirvesine ulasmistir. Kanunî'nin timarlarla ilgili fermanlari bu
hususta çok açik birer delil teskil etmektedirler. Keza bu dönemdeki timar
sayisindan ve cebelû miktarindan da haberdar bulunmaktayiz. Nitekim, Kanunî
zamaninda irili ufakli 37521 timar vardi. Bunlardan 6620 Rumeli, 2614 Anadolu,
419 Haleb ve Sam vilâyetlerinde bulunuyordu. Bunlardan 9653'ü kale muhafiz
timari, geriye kalan 27868'i ise tamamiyle eskinci timari idi. Bahis mevzu 27868
eskinci timari sahiplerinin, harbe beraber götürmek mecburiyetinde olduklari
cebelû (veya cebelî) denilen silâhli ve zirhli askerlerle 70-80 bin kisilik
atli bir timarli sipahî ordusu teskil ettikleri tahmin edilmektedir. Padisahin
hassa ordusu demek olan Istanbul'daki KapiKulu Ocaklarinin bu devirdeki mevcudu
ise henüz 27 bin civarinda idi. Kanunî zamaninda bütün müesseseler gibi dirlik
(timar) sistemi de tekâmülünün zirvesine ulasmistir. Bu dönemdeki timarli asker
sayisinin yukanda verilenden daha fazla oldugu ve bunun 200 bin civarinda
bulundugu da söylenmektedir.
Osmanli toprak düzeninde dirlikler, üç kisma
ayriliyordu. Bunlar:
a) Has: Padisah, vezir ve ileri gelen devlet
adamlarina tahsis edilip, senelik hâsilati 100 bin akçadan fazla olan yerlere
(dirliklere) denirdi. Her has sahibi, gelirinin her bes bin akçasi için bütün
masraflari kendisine ait olmak üzere bir cebelû yetistirmek ve beraberinde
harbe götürmek mecburiyetindeydi. Haslar irsî degildir.
b) Zeâmet: Senelik hâsilati 20-100 bin akça arasinda
degisen dirliklerdir. Bu gelirin 20 bin akçasi kiliç hakki oldugundan, zeâmet
sahibi bunun disinda kalan her bes bin akça için bir cebelîyi yetistirmek ve
harbe götürmek zorundaydi. Zeâmetler, devlet merkezinde bulunan hazine ve timar
defterdarlarina, zeâmet kethüdalarina, sancaklardaki alay-beyine kale
dizdarlarina, kapicibasilara, hâcegan-i divan-i hümâyuna ve müteferrikalara
tevcih olunurdu. Bunlarin büyük bir suçu görülmedikçe zeâmetleri ellerinden
alinmazdi.
c) Timar: En küçük kategoriyi teskil eden ve senelik
geliri 3.000-20.000 akça arasinda olan dirliklerdir. Bu dirlikte, cinslerine
göre kiliç hakki degismektedir. Nitekim, Rumeli'de bulunan Budin, Bosna,
Timasvar beylerbeyliklerindeki 6000'lik tezkireli timarlarin kiliçlari 3'er
bindir. Anadolu, Karaman, Maras, Rum, Diyarbekir, Erzurum, Haleb, Sam, Bagdad ve
Kibris eyâletlerindeki tezkireli timarlarin kiliçlan ise 2 bindir. Kiliç
hakkinin disinda kalan her üç bin akça için timar sâhibi bir cebelî
yetistirmek zorundadir.
Osmanli toprak rejiminde her dirligin çekirdegini
teskil eden ve kiliç adi verilen bir kisim vardir. Timarlar, kiliç tâbir
edilen ve hiç degismeyen bir çekirdek kismi ile bu kisma zamanla ilâve edilmis
olan hisselerden tesekkül eder. Timarlarin bulundugu yer ve durumuna göre
farklilik arz eden her kiliça bir timar sahibinin tayin edilmis olmasi
lâzimdir. Bir kiliç yerine iki kisi tayin edilemez. Bu, her sancaktaki zeâmet ve
timarlarin büyüklü-küçüklü dagilis seklinin ve kadro mevcutlarinin ayni
kalmasini temin için bas vurulmus bir çaredir.TIMAR ÇESITLERI
Osmanli toprak düzeninde, timarlari siniflandirmak
güç ve ince bir is olmakla birlikte onlari tiplerine göre birkaç kisma
ayirabiliriz. Bunlar:
1. Timar arazisinin mülk olarak verilip verilmemesine
göre:
aa) Mülk timarlar: Anadolu'nun bazi vilâyetlerinde
mevcud olan bu tip timar sâhipleri, sefer aninda yerlerine cebelûlerini
gönderebiliyor, kendileri ise sefere istirak etmeyebiliyorlardi. Bu
mükellefiyetini yerine getirmeyen timar sahibinin bir yillik geliri hazine
tarafindan alinirdi. Fakat timar baskasina verilmezdi. Ölümü halinde ogluna,
yoksa diger mirasçilarina kalirdi.
bb) Mülk olmayan timarlar: Bunlar, hizmet mukabili
vâridatinin bir kisminin tahsisi suretiyle verilen timarlardir ki, Osmanli
timarlarinin çogu bu nevi'dendir.
2. Timar sahiplerinin gördügü islere
göre:
aa) Eskinci timarlari: Bunlarin sahipleri alay
beyinin sancagi altinda sefere eserler (giderler). Cebelîleri ile birlikte
sefere gitmek zorunda olan bu tip timarlarin mutasarriflari, sefere esmedikleri
zaman timarlan ellerinden alinirdi. Osmanli toprak sisteminde bu nevi'den olan
timarlar çogunlukta idi.
bb) Mustahfiz timarlari: Bu timarlarin sahipleri,
mensubu bulunduklari kale muhafazasinda bulunurlardi.
cc) Hizmet timarlari: Bâzi serhadlerde bulunan
câmilerin imâmet ve hitâbetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen
timarlardir.
3. Verilis sekillerine göre:
Timarlarin, beylerbeyi tarafindan veya Istanbul'dan
verilmesine göre siniflandirilmasi ile ilgilidir. Buna göre timarlar ikiye
ayrilmaktadir:
aa) Tezkireli: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile
devlet merkezine teklif ettikleri timarlara bu isim verilirdi.
bb) Tezkiresiz: Beylerbeyilerin, kendi beratlari ile
verdikleri timarlara da tezkiresiz adi verilir.
Küçük timarlarin dagitilmasinda beylerbeyilerin
selâhiyetleri büyüktü. Muhtelif eyâletlerde degisik baremlerde olmak üzere
defter yazilari belirli bir rakamin altinda olan timarlarin sahiplerini
beylerbeyiler kendi tugralarini tasiyan beratlarla dogrudan dogruya tâyin
edebiliyorlardi. Daha büyük bir gelir saglayan timarlarda ise beylerbeyi, o
timara hak kazanmis olan sipahinin eline bir tezkire vererek tâyinini devlet
merkezine teklif eder. Bu sipahinin berati, devlet merkezinden verilirdi.
Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahî, Istanbul'a giderek 6 ay içinde
beratini almak zorunda idi. Aksi takdirde timarinin gelirinden
faydalanamazdi.
Dogrudan dogruya beylerbeyi tarafindan verilen
tezkiresiz timarlarin defter geliri düsüktür. Bunlarin en büyügü Rumeli'deki
eyâletlerle (Budin, Bosna, Timasvar vs.) Sam, Haleb, Diyarbekir, Erzurum ve
Bagdad bölgelerinde 6000, Anadolu ve Kibris eyâletlerinde 5000, Karaman,
Zülkadiriye ve Rum eyâletlerinde de 3000 akçalik geliri olan
timarlardir.
Osmanli timar sisteminde dikkat edilen hususlardan
biri de tezkireli timarlarin bozulup tezkiresiz hâle
getirilemeyisidir.
4. Malî durumlarina göre:
aa) Serbest timarlar: Timar sahibinin resm-i arûs,
resm-i tapu, kislak, yaylak, cürüm, cinayet vs. gibi vergileri, alma
hakkina sahip bulundugu timarlardir, (dirliklerdir). Bunlar, vezir, beylerbeyi,
sancakbeyi, nisanci, defterdar, divan kâtipleri, çavuslar çeribasilari,
sübasilar ve dizdarlar gibi yüksek rütbeli idare âmirleri ile memur ve
askerlerin has ve zeâmetleridir. Bunlar, bazi imtiyazlara
sahiptirler.
bb) Serbest olmayan timarlar: Böyle bir timari
tasarruf eden sipahînin, serbest timar tasarruf eden gibi bir yetkisi yoktur.
Onun için yukarida adi geçen vergileri kendi nâm ve hesabina
alamaz.
Çesitli yönleri ile tedkik ettigimiz timar sisteminin
geçirmis oldugu merhaleler ile farkli sebeblere bagli olarak aldiklari degisik
isimleri gördük. Beldiceanu, kendine göre ve özellikle timar tasarruf eden
kimselere göre ayri bir siniflandirma yapmaktadir.TIMAR SISTEMININ BOZULMASI VE ORTADAN
KALKMASI
Kanunî Sultan Süleyman devrinde, tekâmülünün
zirvesine erisen timar sistemi, bu pâdisahin ölümünden sonra bozulma temâyülü
göstermeye baslamis olacaktir. Koçi Bey (? 1640), 992 (1584) tarihine kadar
timarlarin kiliç ehli elinde ve ocakzâdelerde bulundugunu, bu sinifa yabanci ve
kötü kisilerin girmedigini keza timarlarin büyükler ile âyânin sepetine de
girmedigini belirterek o ana kadar bir bozulma belirtisi görülmedigine isaret
eder. Fakat XVI. asrin sonlarina dogru timarlarin iltizam usûlü ile verilmesi,
bunun neticesinde mültezimlerin fazla kâr saglayabilmeleri için reâyâya
haksizliklarda bulunmalari, bozulmanin baslangici sayilmaktadir. III. Murad
(1574-1595) devrinde bozulma emâreleri, daha belirgin bir sekil almisti. Zira bu
devrede eski kanunlara riayet edilmeyerek çesitli yollardan timar sahibi olan
kimseler türedi. Bununla ilgili olarak Koçi Bey, bosalan timar ve zeâmetler de
eski kanunlara aykiri olarak Istanbul tarafindan verilmeye baslandi. Ileri
gelenler ve vükelâ, bosalan yerleri adamlarina ve akrabalarina verip, Islâm
memleketinde olan timar ve zeâmetin seçmelerini ser'-i serife ve yüksek kanuna
aykiri olarak kimini mülk olarak, kimini vakif olarak, kimini vücudu sihhatta
olan kimselere emeklilik olarak verip bütün zeâmet ve timar, ileri gelenlerin
yemligi oldu. Bu bozukluklar, devletin en secaatli, güçlü, san ve sevkete sebep
olan askerinin harap olmasina sebep oldu. Halbuki parali asker, asagi tabaka
halkindan devsirilirse hiç bir yararligi olmaz. Aksine bunlar, baris günlerinde
azginlik ve isyana sebep olup ser aleti olduklarindan epeyce zamandan beri
taskinligin ardi arkasi kesilmemektedir. Bu beylerbeyliklerinde ve
sancakbeyliklerinde, vezirlerin agalarin, müteferrika, çavus ve kâtipler
zümresinde, dilsiz, cüce taifesinde, padisah nedimlerinde bölük halkinin ileri
gelenlerinde bir çok timar ve zeametler olup, kimi hizmetkârlari üzerine, kimi
azadsiz kullan üzerine berat çikarmislardir. Nâm adamlarinin olup, mahsûlü
kendileri yerler. Içlerinde öyleleri vardir ki, yirmiotuz belki, kirkelli kadar
zeâmet ve timari bu yoldan alip, ürününü kendileri yeyip, sefer-i hümâyun
olunca, cebe ve cevsen yerine aba ve kebe giydirip birer semerli beygir ile
sefere gönderirler. Kendileri evlerinde zevk ve safâ, seyir ve sohbette olurlar
diyerek bozulmanin sebep ve sekillerini göstermeye çalismistir.
Iltizam usûlünün dogmasi, timarlarin akraba ile
yakinlara dagitilmasi ve rüsvetin ortaya çikmasi sonucu, timar sahiplerinin
askere gitmemesi üzerine bas gösteren bozulmanin sebeplerini söyle
siralayabiliriz:
a) Merkezî devlet bürolarinda timar kayitlarinin son
derece karisik bir hâle düsmesi. Timar sahiplerinin seferlerde yapilmasi gerekli
yoklamalarinin türlü tesirler altinda iyi bir sekilde yapilamamasi ve bu
yoklamalarin daha sonraki timar dagitimi için iyice muhafaza
edilmemesi.
b) Bos kalan timarlarin, istihkak sahiplerine
verilmesi yerine bir kenara ayrilarak (sepete konarak) çesitli hileli yollarla
bazi nüfûzlu kisilerin adamlarina verilmesi.
c) Is adami vasfindaki yeni timar sahipleri, sefer
zahmetinden, baç ve can korkusundan halas olup safâ ve huzur içinde kâr ve
kazançlari ile mesgul olabilmek için, harp zamanlarinda timarlarini bir takim
aracilara, seferden dönüste bu timarlardan eski sahipleri lehine feragat etmek
sartiyle, devir ve tahvil ettirmenin yolunu bulmakta idiler.
Görüldügü gibi timar sisteminde, reâyâ, sipahi ve
devlet olmak üzere üç temel taraf bulunmaktadir. Bunlarin, birbirlerine karsi
nasil davranmalari gerektigi, kanunnâme, adaletnâme ve zaman zaman isdar edilen
fermanlarla tesbit edilmisti. Bununla beraber bu üçlünün bazan birbirlerine
karsi olan yanlis davranislari, Osmanli sosyoekonomik tarihinin en önemli konusu
olmustur. Bilindigi gibi dirlik sisteminde devlet, arazinin rakabesine yani
çiplak mülkiyetine sahiptir. Sâhib-i arz veya timar sahibi adiyla da anilan
sipahi ise devlete ait araziyi isleten, devletin reâyâdan alacagi vergileri
toplayan kimsedir. Sipahi, topladigi bu paralarin bir kismini kendine ayirmakta,
kalan kismi ile asker besleyip bu askerlerle birlikte seferlere istirak
etmektedir. Bu durumu ile sipahi, mîrî topragi isleyen bir devlet memurudur. Bu
bakimdan, reâyâ üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadir. O,
sorumlulugu altinda bulunan topraklarda devletin otoritesini temsil
etmektedir.
Reâyâ ise üzerinde yasadigi topraklan isleyip
bunlarin vergisini devlet adina sipahiye vermek zorundadir. O asirlarda halkin
elinde nakit para pek fazla bulunmadigindan vergileri aynî (mahsûl) olarak
öderlerdi. Reâyâ bu mahsulü teslim etmek üzere kendisine en yakin pazara
götürmek zorunda idi. Sipahi, reâyânin bunu daha uzaktaki pazara götürmesini
isteyemezdi. Bundan baska reâyâya eziyet edilmesine, maddî ve manevî külfet
yüklenmesine (angarya) izin verilmezdi. Devlet, sipahi, reâyâ üçlüsünün
statüleri ve karsilikli mükellefiyetleri Tahrir Defterlerinin basinda yer alan
sancak kanunnâmelerinde genis ve etrafli bir sekilde belirlenmistir. Ayrica
siyasetnâme nevinden olan eserlerde devletin bekasinin reâyâ ile mümkün oldugu
ifade edilmektedir. Nitekim Kâtib Çelebi (Düsturu'l-Amel li Islahi'l-Halel,
Istanbul 1280, s. 124) söyle demektedir: Evvela reâyâ ve berâyâ selâtin ve
ümerâya vediat-i ilâhiye oldugundan gayri La mülke illâ bi'rricâl, velâ ricâle
illâ bi's-seyf velâ seyfe illâ bi'l-mal, velâ mâle illâ bi'rraiyye, velâ raiyye
illâ bi'l-adl.
Farkli sebeplere bagli olarak bozulmaya yüz tutan
timar sisteminin islahi için, çesitli tedbirlere bas vurulmus olmakla beraber,
bu gidisin önü bir türlü alinamamistir.
Kurulusundan beri, Osmanli Devleti'nin ekonomik,
sosyal ve askerî tarihinde büyük bir rol oynayarak önemli bir hizmet ifa etmis
olan timar rejimi, birkaç asirdan beri buhranlar içinde geçen hayatinin son
safhasinda sessiz sedasiz bir sekilde ve herhangi bir sarsintiya sebep olmadan
ortadan kalkti. Tarihe mal olmasi çesitli safhalar geçiren bu sistemin ilk
tatbikati,
1703 senesinde Girit adasinda basladi. Ülkenin diger
mintikalarindaki timarlar ise 1812 yilindan itibaren mahlul oldukça (bosaldikça)
baskasina verilmemeye baslandi. Bu uygulama ile timar sahiplerinin sayisi
gittikçe azalmaya yüz tuttu. Nihayet, Yeniçeri Ocagi'nin lagv edilmesi ile
muntazam ve disiplinli bir askerî sinif vücuda getirildikten sonra,
intizamlarini büsbütün kaybetmis olan timar sahiplerinin de eskiden oldugu gibi
kendi hallerine birakilmasi uygun görülmedi. Bu sebeple H. 1263 (M. 1848)
senesinde bütün timar sahipleri kaydi hayat sartiyla ve yarim timar bedeli ile
emekliye sevk edilerek timar sistemine son verildi.
Kaynak: Osmanli tarihi Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |