Sanat Yapıtlarında “Güzel” Kavramının Sorgulanması
Mahmut Özturan
Güzel, estetiğin temelidir.
İç dünyamızın pozitif değerlerinin bileşkesindeki olumlamalar ve bu oluşumların bilinç – bilinçaltı bağlamında yaşanmış ve yaşanması düşlenmiş değerleri bizi güzele götürür. Güzelin “ne olduğu” hep tartışılagelmiştir. Ama bu kavramın göreceli niteliği, tartışmalara farklı boyutlar kazandırmıştır. Sanat’ın “ne olduğu” ve “ne olmadığı” sorgulamaları, “güzel” kavramı düşünülmeden ve kullanılmadan olası olamamıştır. Çünkü çoğu durumlarda, “güzel” sanat ile, “sanat” da güzel ile özdeşleştirilmiş ve “güzel olmayana sanat denemez” savı ve inancı ile, “Güzel Sanatlar” tüm sanat dallarına ana başlık olagelmiştir.
Güzel, yapısıyla duygu ve düşünce dünyamızda haz yaratan, estetik haz ve estetik heyecan uyandıran olgudur. “Estetik” güzel’in bilimi, “güzel” de estetiğin konusudur. Güzel, bir değer yargısıdır ve her değer yargısı gibi kişiseldir ama yine de yerin ve zamanın özelliklerini taşır. Güzel’in yaratılmasında ve tüketilmesinde en etkili alışveriş, güzel’in asıl kurucusu olan sanatçı, güzel’in yargılayıcısı olan estetikçi ve güzel’in tüketicisi olan izleyici arasında geçer.(1) Güzel’in kurucusu olan sanatçı, tüketici olan izleyicinin beğenisini kazanmak kaygısına kapıldığı anda güzel’den uzaklaşır. Güzel, kaygı ile değil, estetik bilincin haz dolu duygularıyla elde edilir.
Sanat’ın ne olduğu üzerine yüzyıllardan beri sorgulamalar yapan tüm sanatçılar ve tüm düşünürler, sanatın içinde “güzel”in zorunlu ve gizemli varlığını saptamışlar, buna inanmışlardır. Bunun sonucu olarak da sanat’ın güzelliği, “güzel olma” gerekliliği temel koşullardan biri olarak alınmıştır; ama hiçbir zaman tek koşul olamamıştır. Çünkü “sanat” gibi yüce bir kavramı, bir tek nitelikle sınırlamak, o yüce değere haksızlık ve saygısızlık olurdu. Ancak ne var ki, güzel’in göreceli niteliği, temelde aynı düşünsel açı ve sistematiği kullanmalarına rağmen, sanatçıları farklı yorum ve değerlendirmelere götürmüştür. Her ne kadar sanat dünyasında, farklı yorum ve değerlendirmeler, hem sanat dünyasının bir zenginliği ve hem de sanatın zenginleşerek oluşacak geleceğine ciddi birer katkı olsalar da, kimi zamanlar bu farklılıklar, sanatın ne olduğu konusunda ayrılıklara neden olmuştur. Oysa daha başlangıçta, güzel’in göreceli niteliği, bireylere göre değişebilirliği kabul edildiğine göre, her bir “güzel” anlatımı, gerçek anlamda dikkate alınmalı ve “güzel”in her farklı yorum ve anlatımının, -yeter ki kitlelerce kabul görmüş olsun- sanat için bir zenginlik sanata birer katkı olacağı kabul edilmelidir. Kitlelerce kabul görmemiş bir “güzel anlatımı”nın, o yapıtın sanatçısı tarafından savunulmasından da rahatsız olunmamalı, ve o sanatçıya da saygı gösterilebilmelidir. Çünkü o söz konusu yapıt, çevresi tarafından kabul görmemiş de olsa, bir düşüncenin, bir çabanın, bir emeğin sonucudur. Bir yapıtın, ortaya konulduğu günlerde sanat çevrelerince ve kitlelerce ilgi görmediği, “güzel” bulunmadığı, kabul edilmediği halde; yıllarca, hatta onyıllarca sonra, dünya çapında kabul görmüş, beğeni toplamış, “güzel” bulunmuş, değer olmuş bir yapıt durumuna gelebilmektedir. Bu durumda, bir yapıtın “iyi, güzel ve değerli” bulunması, kendi döneminde değil, yıllar ve belki onyıllar sonra da söz konusu olabilmektedir. Çünkü “güzel”den anlaşılan da, “güzel”den beklenen de zamanla değişebilmekte, çok daha değer kazanabilmektedir.Çünkü güzelliğin varlığı doğrulanmayı gerektirmez, algılanmayı gerektirir.
Zamanla değişen her şey gibi, “güzel” kavramından anlaşılan ve beklenenler de zaman içinde değişeceğinden, sanat yapıtları bugüne: üretildiği güne ve zamana göre değil, tüm zamanlara göre değerlendirilmeli ve karar verilmelidir. Yani tikel yaşam değil, tümel yaşam karar vermelidir bir sanat yapıtının “güzel” ve “değerli” olduğuna.
Sanat’ta estetik bileşenlerin her birinin yorumlanması ve anlaşılması, bakış açısına göre değer ve anlam kazanacağı için, bir sanat yapıtındaki temel estetik değerler, sanatçının kendisine ve doğal olarak sanatçının yapıtını yaratım sürecindeki iç dünyasının duygusal yoğunluğu, düşsel zenginliği ve estetik değerlerinin çeşitliliğine bağlı olacaktır. Sanatçının yapıtını yaratım sürecindeki estetik yorum biçimi, “güzel”i düşleme ve anlatım biçimi, yapıta doğrudan yansıyacağından, sanatçının iç dünyasındaki zenginlik, karmaşa, gel-gitler, çok renklilik ve tüm değerlerin varlığı “güzel”siz asla olamayacak ve estetik varlığının ciddi bir bölümünü oluşturacaktır. Doğaldır ki, her sanat yapıtının vermek istediği bir mesaj, bir anlatım vardır, olmalıdır ve bu anlatım çabaları, yapıta çeşitli estetik nitelikler de kazandırmak zorunda olacaktır. Estetik değerlerden uzak bir yapıtla sanatçının düşüncelerini izleyicisine aktarması, verebilmesi olanaksızdır. Çirkin –yanlış- bir anlatımın asla amacına ulaşamayacağının bilinciyle, her sanatçı, yapıtına estetik bir değer kazandırmak çabası içinde olacaktır ki bu estetik değer de “güzel”siz olamayacaktır.
Bir yapıt, öncelikle izleyicisinin ruhunu okşayacak, izleyicisinin içsel değerlerine seslenebilecek, izleyicisine “güzel” dedirtebilecek bir yapıda olmalıdır ki, sanatçısının düşüncelerini izleyicisine aktarabilsin. Hangi sanat dalında olursa olsun, “sanatçı – yapıt – izleyici” üçgeninde yaşanan hep aynıdır, kaçınılmazdır. Sanatçının izleyiciye vermek – anlatmak istediği bir “şey” mutlaka vardır ve bu “şey” mutlaka “estetik değerlere sahip” ve mutlaka “güzel” olmak zorundadır.
Güzel’in göreceli bir kavram olması, güzel’in “ne olduğu” ya da “ne olmadığı” noktasında tartışmalara neden olabilmektedir. Güzel’in içinde neler vardır, neler var olmalıdır gibi sorulara yanıt vermek hiç de kolay olmamıştır, değildir de. Güzel’in sorgulandığı tüm zamanlarda, her ne kadar bireylerarası yorumlama ve anlayış biçimlerine göre farklı değerlendirmeler olsa da, genellikle temelde beklenen asgari olgular da vardır. Bu asgari olgular, estetik bileşenlerin asgari varlığı olarak , izleyicisinin belleğinde olumlu düşünceler ve gözlerinde sıcak olumlama gülücüklerine neden olabilecek varlık değerleridir ki, biz buna “güzel” diyoruz.
“Güzel” üzerine düşünceler:
Jarocinski:
Yaratıcı için güzel, yapıtının sonucudur; izleyici için yapıt, güzelin kaynağıdır.
Platon:
Güzel, her şeyden önce düşünülür dünyada ya da aşkın dünyada var olan bir kendinde şey’dir. Buna göre bu dünyadaki bütün göreli güzelliklerin kaynağıdır.
Kant:
Nesneleri güzel diye yargılamak için beğeni gerekir, ancak sanatlar için de yani güzel nesnelerin üretilmesi için de deha gerekir.
Hegel:
Güzel, idea’nın görünümü ya da hissedilir yansıması olarak belirlenir.
Aristoteles:
Sanatsal güzel, ahlaki bir arınma sağlamalıdır: düşünülmüş, kurulmuş, öykünülmüş yarargözetmez tutkunun, tutkuları arındırıcı bir gücü vardır.
Baumgarten:
Estetik bilgi’nin temeli güzelliktir. Güzellik, duyularımızla ayırdına vardığımız mutlak mükemmelliktir. Güzellik, karşılıklı ilişkide bulunan parçaların biribirleriyle ve bir “bütün”le oluşturdukları uyum ve düzen’dir.
Winckelmann:
Sanatın yasası ve amacı, sadece güzelliktir: İyilikten soyutlanmış bağımsız güzellik.
Cherbuliez:
Güzellik varlıkların yapısında var olan bir şey değildir, ruhumuzun bir eylemidir. Güzellik bir yanılsamadır. Mutlak güzellik yoktur. Fakat bizim kendine özgü ve kendi içinde uyumlu olarak düşündüğümüz şey, bize güzelmiş gibi gözükür.
Tolstoy:
Öznel bir bakış açısıyla, biz, bize özel bir tür zevk veren şey’e güzellik diyoruz. Nesnel bir bakış açısıyla ise güzellik, bütünüyle mükemmel olan şey’dir ve biz onu yalnızca öyle kabul ederiz. Aslında her iki güzellik kavramı da tek ve aynı şeye varır. Şöyle ki, bir çeşit zevk almak sözkonusudur. Bir başka deyişle güzellik, bizde herhangi bir arzu uyandırmadan, bize zevk veren şeydir.(2)
Şöyle bir düşünsek; içimizde, ruhumuzun derinliklerinde, düşünsel dünyamızı ve estetik değerlerimizi olumlayan ve onaylayan “GÜZEL” bir olgu veya yapıtı izlediğimiz zaman, gözlerimizdeki gizemli ve haz dolu gülücüğün varlığını hangimiz yadsıyabiliriz ki?