Ulusça, bir ateş çemberinden geçiyoruz. Dayanmanın tek yolu var: Acıları oyuna dönüştürmek
Üniversitede "tuhaf bir arkadaşım var dı. Geceleri toprağa uzanıp yıldızları gözlemeye ve uzaylıları beklemeye bayılırdı.
Bir gün, uzun zamandır kuşkulandığı şeyi açmıştı bana, zor bir sır verircesine:
Birilerinin kendisiyle "hayat" adını ver dikleri bir oyun oynadıklarını düşünüyordu. Öyle ki yaşadığımız herşey bu yanılsa ma için özel olarak düzenlenmişti. Mesela kendisine gösterilenden tamamen başka bir dış dünya olduğuna inanıyordu. Pence reden bakınca dışarıda gördüklerinin, per deyi çektiği andan itibaren bambaşka bir hal aldığı kanısındaydı. Sanki "yukarıdaki ler," O'nunla oynamak için "dışarı"yı öyle tanzim ediyorlar, O perdeyi çekince de kıs kıs gülerek içeri bakıyor, O'nu izliyorlardı.
Bazen otururken, aniden perdeyi açıp dışarıyı kontrol etmek istiyor, adeta kendisiyle oyun ve sonunda hayat, hayalin karşısında yenik düşüyor. oynayanları faka bastırmaya çalışıyordu.
Bir süre sonra perdelerini aç maz oldu. Ya bu "oyun"a ortak olmamak için ya da tersine, ken dini tamamen bu oyunun büyüsü ne kaptırdığından...
O'na bunun bir yanılsama ol duğunu anlatmaya çalıştığımızda "Ne biliyorsunuz ki..." diyordu, "...aynı oyunu size de oynuyor lar."
Zamanla bu "yanılsama"yı ha yata karşı bir mevziye dönüştürdü.
Biz "dışarıda" ufalanırken, O içerde ayakta kalmayı başardı.
* * *
"Hayat Güzeldir" filmini izleyince, başroldeki çocuğu O'na benzettim.
Son yılların bu en güzel politik filmi, savaş yıllarında faşistlerce toplama kampına tıkılan bir İtalyan ailenin öyküsünü an latıyor. Baba, oğluna kampın zulmünü hissettirmemek için herşeyi bir oyun gibi sunuyor. Oyunda toplayacağı puanlarla kazanacağı tank 'için bütün bu eziyetlere katlanması gerektiğini tel kin ediyor.
Zavallı küçük, bu yalanı merhem yapıp sürüyor yaralarına... Puanlarla doyuruyor karnını...
Ve sonunda hayat, hayalin karşısında yenik düşüyor.
* * *
Geçen hafta, ulusça bir ateş çemberi nin içinden geçtiğimiz günlerden bir gün, sıradan bir eve konuk olduk. Televizyon dan odaya, vahşi bir yangının kül ettiği in sanların görüntüleriyle geride bıraktıkları nın feryatları taşıyordu. Konuğu olduğu muz ailenin reisi belki bunlara dayanamadığından, belki öbür kanalda başlayan "oyun"u kaçırmamam kaygısıyla "zapladı hayatı" ve "oyun"a döndü.
Kandırılmış küçük bir çocuk gibi, öbür kanalda tutuşan hayatı unutup bize büyük hediyeyi kazandıracak puanların peşine düştük birden...
Unuttuğumuz her acı, bir puan olarak yazıldı hanemize...
En iyi oynayanlar, en az hatırlayanlar dı.. Sonunda "tank gibi" bir arabayla ödüllendirildiler.
Kaçacak, sığınacak başka neresi vardı ki?
Hayat karşısında hayal dışında dayanağımız, düş gücü dışın da gücümüz kalmamıştı ki...
Bize gösterilen bu rengârenk dünyanın gerçek olmadığını, ama asıl hayatın bu olduğuna inanmamızı isteyenlerin "yukarı dan," "camın dışından" kıs kıs gülerek bizi izlediklerini, aniden perdeye sarılıp çekiversek bambaşka bir dünyayla karşılaşabile ceğimizi bilenler vardı aramızda...
Ama bunu bilmek, sadece daha çok acı çekmeye yarıyordu.
Oysa ustalık, acıları oyuna dönüştürebilmekteydi...
Oyun gruplarına ayrılıp, unutma yarışma girdik.
Artık lotoya, totoya, ufoya inananlarımız, camiye, partiye, kahveye sığınanlarımız, güzel yarınları, ahiret gününü, beyaz at lı prensi, mesihi, büyük ikramiyeyi bekleyenlerimiz, hepimiz ya nılsamalara tutunarak katlanıyoruz hayata...
Bu oyunda gönüllü rol alıyoruz.
Hapishanemizin duvarlarını boyuyoruz.
"Perdelerimizi çekip" gözümüzü cama dikerek oyuna katılı yoruz gece boyunca... Acıları unutarak puan toplamaya çalışıyo ruz.
Puanlar tamam olduğunda ödülümüz bir tank olacak: bili yoruz.
"Yukarıdakiler," bu kahredici hayatı, neşeli bir oyun olarak yutturmanın keyfiyle camın dışından bakıp nanik yapıyorlar.
Durumu sezsek de ses etmiyoruz.
Ses edenlerin başına gelenleri gördüğümüzden. "Hayat gü zeldir" diyoruz ve biz de oynuyoruz.
Can Dündar
http://www.vidivodo.com/410550/hayat...-komik-yuruyus