Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| cevat şakir kabaağaçlı halikarnas balıkçısı'nın gerçek adıdır.
sanatçı ruhlu şakir paşa ailesinin üyelerinden, şakir paşa'nın büyük oğlu. çok hareketli, deli dolu bir gençlik dönemi geçirmiş, babası şakir paşa'yı yıllık tarım gelirlerini almak için gittikleri afyon'da bir geceyarısı av tüfeğiyle vurarak öldürdüğü için 14 yıl hapis cezası çektikten sonra, bodrum'a yerleşmiş ve ölene kadar da orda yaşamıştır.
halikarnas balıkçısı lakaplı yazarımız kabaağaçlı, 1890'da doğdu. ilköğrenimini büyükada mahalle mektebi'nde, ortaöğrenimini robert koleji'nde yaptı . oxford üniversitesi'nde 4 yıl yakın çağlar tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi.
istanbul'a dönünce resimli ay, inci gibi dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi . cumhuriyet'ten sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden 3 yıl kalebentlikle bodrum'a sürüldü. cezasının son yarısını istanbul'da geçirdikten sonra yeniden döndüğü bodrum'da kaldı. 1947'de izmir'e yerleşen halikarnas balıkçısı, 13 ekim 1973'de bu kentte öldü. çok sevdiği bodrum'a gömüldü.
bodrum'u bodrum yapan güzel insan..
edebiyatımızın dalgalandım da duruldum ekolündendir.. gençliğinde müthiş uçarı bir hayat yaşamış, söz konusu yaşam tarzı babası tarafından fazlaca eleştirilmiştir.. yine bir gece babasıyla aynı konuyu tartışırken bir anlık sinirle babasını vurmuştur.. ailesinin ayrıntılı yaşamı için
namı diğer halikarnas balıkçısı. afyondaki çiftliklerine babası ve kardeşiyle düzenlediği bir gezi sırasında babasını öldürür,olay aile arasında örtbas edilir.askerlikle ilgili yazdığı bir hiciv yazısı yüzünden mahkemelik olur.dönemin karışıklıkları nedeniyle istiklal mahkemelerine sevkedilir,bu mahkemede yargılanma süreci başlar.kel ali adıyla bilinen afyon asıllı bir yargıç bakmaktadır davasına.bu cinayet olayının afyonu lekelediği düşüncesindeki bu yargıcımız,yazıyı bahane ederek babasını öldürmesinin hesabını sormaktadır aslında.kabaağaçlı'nın idam cezasına çarptırılmasını talep eder.ailenin hatırlı dostlarının araya girmesiyle ölüm cezası,bodrumda sürgün cezasına çevrilir ve bu allahın unuttuğu yere sürülmek,hem kabaağaçlı'nın hem de bodrumun gidişatını değiştirir.bu sürgün döneminde pek çok kitap yazar,bulunduğu bölgeyi geliştirmek için de pek çok şey yapar.sürgüne giderken yolda başından geçenleri ve sürgününün ilk dönemlerini mavi sürgün adlı kitabında anlatır balıkçı.bunu bölgenin mitolojisiyle ilgili anadolu efsaneleri izler.ayrıca yeğeni füreya koral, sabahattin ali ve mina urgan gibi dönemin gedikli entelektüelleri de onun sayesinde bodrumla tanışır,bu ekip anadolu kıyılarında ilk kez mavi yolculuk denen şeyi gerçekleştiren insanlardır da aynı zamanda.sanata,edebiyata ve yeniliklere adanmış bir aileden gelir.ailenin diğer ünlü sanatçıları için
zekeriya sertel'in sorumlu yazıişleri müdürü olduğu resimli hafta adlı dergide yayınlanan hapishanede idama mahkum olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler? adlı yazısı dolayısıyla önce ankara cebeci hapishanesinde tutulan ardından da bodrum'a sürgüne gönderilen yazardır.
bu yazısında cevat şakir, savaş sonrası sayıları memlekette bir hayli artan ve hapishaneleri dolduran asker kaçaklarından dört gencin haklarında verilen idam kararı haberini aldıktan sonraki hal ve tavırları ile asılmaya gidene kadar sergiledikleri etkileyici tutumları duygulu bir dille aktarmış, bu firarilere verilen idam cezasının ise gerekenden fazla sert olduğunu ve bu uygulamayla esas maksadın halkın gözünü korkutmak olduğunu aslında oldukça da yumuşak bir üslupla anlatmıştır. yine de cevat şakir'in bu yazısı ankara hükumeti tarafından zararlı bulunur. resimli hafta adlı derginin, 13 nisan 1925 tarihindeki sayısında hüseyin kenan imzasıyla yayınlanan cevat şakir'in bu yazısından sebep zekeriya sertel de eş zamanlı olarak sinop'ta kalebentlik cezasına çarptırılır.
bana hep dimitri karamazof'u anımsatmış olan ama daha geniş bakıldığında ivan'ı da alyoşa'yı da kapsayan, efsane anlatan efsane. nasıl ki homeros da öyleydi.
bu akşam anısına bi büyük açacağım adam.
m. zekeriya'nın resimli ay dergisine yazdığı hapishanede idama mahkum olanlar bile bile asılmağa nasıl giderler? başlıklı yazı yüzünden istiklal mahkemesince üç yıllık kalebentlik cezasına çarptırılıp bodrum'a sürgüne gönderilen cevat şakir kabaağaçlı'nın o meşhur yazısı işte şudur:
umumi harbin sonlarına doğru bütün memleket asker kaçaklarıyla dolmuştur. bu hale engel olmak isteyen evliya-yi umur, sert tedbirlere başvururlardı. epeyce zamandan beri hiçbir tarafta kaçakların idamları vaki değilken birdenbire türkiyenin bir çok şehirlerinde 2sairlerine ibret-i müessire2 olsun diye bir çok kaçaklar asılırdı. hayatlarına son verilen bu kaçaklar, kendilerinden önce muhakemeden sonra tahliye edilen kaçaklardan daha kabahatli değildiler. bunların siyaset meydanına gönderilmelerinin tek sebebi, baştakilerin kızacakları tuttuğu zaman kendilerinin tesadüfen tutuklu bulunmalarıydı. bu zavallılar, baştakilerin hiddetine kurban giderlerdi. hatta dahası var: kaçaklar iş olsun diye muhakeme edilirlerdi. fakat, müteessir olmasınlar diye olacak, harp divanları kendilerine kararı bildirmezdi. bunun için bu zavallılar, duruşmanın gelecek celsesini beklerlerken asılmaya götürülürlerdi.
sonbahar esnasındaydı. kunduzlu mehmet, karaçörenli koca yunus, balta mahmut ve işıklarlı himmet bir akşam evvel muhakemelerinin gelecek celsesini beklerken hapishanede ne kadar şen ve kaygısız vakitlerini geçiriyorlardı. öyle ya, bunların ne kaygısı olabilirdi? kendileri, hapishanede bulundukları üç dört ay içinde yirmişer yirmi beşer defa kaçmış olan kaçak sanıkları muhakemeden sonra, hatta küçük bir hapis cezası görmeyerek salıverilmişlerdi. yirmişer defa kaçanlar salıverilince yalnız iki defa kaçmış olan kendileri mahkum edilmeyeceklerdi ya! tahliye edileceklerdi.
lakin o günün akşamına doğru kaygısızlıkları üzerine bir acı şüphe çöktü. mahpusların akrabası, karıları, çocukları, arkadaşları kendilerini görmeye veya kendilerine bir şey getirmeye gelince 'kapıcı' denilen mahpuslardan biri, kimin akrabası gelmişse onu iç kapıdan 'yangın var' nidasına benzer bir eda ile ünler, yani çağırırdı. kapıcının bu hazin ünleyişi, soğuk ve yüksek duvarlar arasında aksederek her ne kadar bir ağlayışı andırsa da, gene de mahpuslara haz verirdi. bu hazin ses onlara, hapishaneye ölü mezara gömüldüğü gibi gömülmediklerini hatırlatır, dış dünyadan kendilerini arayan, soran, hatta seven insanlar olduğunu tekrar ederdi.
bu akşam tekmil tutukluları ve bilhassa harp divanı tutuklularını müteessir eden şey bu inleyişin birden bire kesilivermesiydi. bir çok tecrübelerle anlaşılmıştır ki önleri kesildi miydi müthiş bir facianın vukuu yakındır. her ne vakit bazı mahkumlar idam edilecek olsalar, idamlarından bir gün önce haberdar olarak müteessir olmasınlar diye hapishane müdürü mahpuslara gelen ziyaretçileri, mahpuslarla konuşmaktan ve görüşmekten men ederdi.
güya bu suretle şehir içinde yayılmış olan idam havadisi mahpuslara erişemeyecekti. işte, birdenbire kapıcının ünleyişi kesilivermişti. ertesi günü birkaç kişinin asılacağı duyulmasın diye alınan bu tertibat -bir çok defa tekrarlandığı için- mahpuslara şafaktan önce içlerinden bazılarının asılacağını bildirirdi.
işte dört delikanlı firarinin zihnine şüphe girmişti. acaba içlerinden hangisi şafaktan ince asılacaktı/ bu bulmacayı çözebilmek için kullanılması alışılmış olan vasıta, altın anahtardı. işte bu biçarelerde o vasıtaya başvurdular ve gardiyanlara dolgunca bahşiş verdiler. gardiyanlar da, şehrin tekmil meydanlarını gezdiler, bazı meydanlara dikilmekte olan darağaçlarının adedini saydılar. at pazarı meydanında üç darağacı dikiliyordu. şehrin yukarı kısmındaki bir meydanda da bir tek darağacı kurulmuştu. demek darağaçları dört taneydi. işte o zaman zavallı kunduzlu mehmet, karaçörenli koca yunus, balta mahmut ve işıklılı himmet anladılar ki asılacak olan insanlar ta kendileridir.
bu anlayış üzerine bu dört biçare can korkusuyle kapıya yaklaştılar, kapıyı zorlamaya çalıştılar. bu kapıdan zorla çıkmak mümkün değildi. duvarlara baktılar. duvarlara tırmanmak da imkansızdı. her ne kadar kurbanlık koyunlar gibi boğazlanmak istemeseler de kendileri için hiçbir çare, hiçbir ümit kalmadığını görünce üzülerek döndüler. boyun bükerek o günlerini beklemeye karar verdiler.
kendilerinin idamına sebep olan cürümden çok daha vahimini irtikap etmiş bulunanların kayıtsız şartsız tahliye edilmiş bulunduklarını düşündükçe ıstırapları ziyadeleşiyordu.
işte, mühim cinayetler işlemiş canileri salıverdikleri ve kendi akranlarını tahliye ettikleri halde pek genç yaşlarında çirkin, soğuk ve şanssız bir ölümle öldürüleceklerdi. lakin, bu demir ruhlu insanlar için ağlamak, çırpınmak, şikayet etmek ve yalvarmak akla bir an için bile gelmeyen, gelemeyen şeylerdi.
avcı: bak kaçıyor demesin diye yavaş yavaş çekilen bazı canavarlar gibi bunların her tavrında teenni , metanet ve sukuti bir belagat vardı. bu erler ertesi günü asılacaklarını anlayınca evvelemirde gidip yıkanmışlardı. ölümü ve ahireti, vücutları ve gönülleri kadar temiz olarak karşılamak istiyorlardı.
bu zavallı dörtler yıkandıktan sonra tekmil eşyalarını sattılar, hatta başlarındaki fesi, sırtlarındaki camadanı, ayaklarındaki kalçınları bile! bu satışa mukabil aldıkları paraları da tutukluların en fakirine dağıttılar. sonra, koğuşun bir köşesine toplandılar ve kendilerini ziyarete gelen diğer tutuklulara karşı muamelelerini hiç değiştirmediler. gelen herkese yerlerinden kalkarak yer ve ellerini göğüslerine koyarak selam veriyorlardı. teselliye muhtaç sanki kendileri değildi...
vakta ki grup yaklaştı ve koğuşların kilitlenme zamanları geldi. aşağıdaki avluda nöbetçi gardiyanın mahpuslar dama feryadı ve kilitlerle anahtarların şangırdayışı duyuldu. damlar kilitlendi. koğuşların pencerelerinden ancak karahisarın kara kayasının tepesi gözüktü. ve bu kayanın üzerinde alaeddin keykubatın yaptırdığı surlar ve kaleler seçildi. batan güneş, keykubatın burçlarını kana buladı. evlenme heveslisi olan bakire kızlar akşamları kuleye çıkıp 'bahtım, kocaya gidecek vaktım' diye feryat ederler. sanki pek uzak aşırı bir yerden gelen bu çığlığı dörtler işitince bir şeyler yaşadıkları son günün ölümüne ağlıyor sandılar. bu ölen gün, bu grup, son gün ve son gruptu. şimdi gece gelecekti. sonra?..günü, şafağı bir daha göremeyeceklerdi. yirmişer yaşlarında olan yunus, mahmut ve himmet gece düşündüler. bir çok sigaralar içtiler. lakin nihayet genç bünyeleri tabiatın hamlesine dayanamadı, yahut allah onlara acıdı da işkencelerini kısaltmak için uyku gönderdi.
velhasıl zavallılar, pencerenin yanına başlarını dayayıp uykuya daldılar. yalnız, yirmi altı yaşında olan kunduzlu mehmet ise pencerenin yanına oturdu. nasıl şafaktan evvel ana kuşlar yavrularına gıda bulmak için uyanırlar ve içinde yavruları bulunan yuvanın yanındaki dala konarak şafağa bakarlarsa, kunduzlu mehmette böyle ufka bakıyordu. lakin şafağı değil artık gecenin kesif karanlığını söylüyordu.
bir an için o karanlık aydınlanmaya başladı. bir rüyada görüyormuş gibi yirmi altı yıllık hayatının mühim vakaları gözünün önünde birer geçit resmi yaptı. doğduğu zaman merhum annesi onu diğer insanlar gibi severdi. onun için ağlar, çırpınırdı. çocukluğunda en çok kendisine tesir eden şeylerden biri de abisinin, 'ben bir köroğluyum dağda gezerim / uçan kuştan bile hile sezerim' şarkısı idi. öyle bir kahraman yetişmişti.
seferberlik ilan edilince askere alınmıştı. harp esnasında çanakkalede birkaç defa yaralanmıştı. uzun yıllar içinde kendisi ancak köye gitmek için izin almıştı. halbuki evlatlarını çok özledi. o da etten, kemikten, ruhtan ibaret bir insan değil miydi?
bir defa uzak sınırlara doğru şimendiferle sevk edilirken tren, köylerinin ta yanı başından geçmişti. işte yüz adım ötede köylerinin evlerini, hatta kendi evinin çatısını görüyordu. uzun zamandan beri göremediği çocukları ta şuracıkta, bu çatının altında yaşıyorlardı. kendisi filistin cephesine gidiyordu. ama, gidipte dönmemek vardı.
'çocuklarımı bir defa göreyim' dedi. arkadaşları 'sen atlarken biz havaya ateş ederiz!' dediler. zira kim atlarsa 'vurulsun' diye emir vardı. velhasıl trenden atladı. bu, işte bir firar vakası olmuştu. şimdi de onun için asılacaktı.
derken uzaktan bir zincir şakırtısı duyuldu. bu korkunç ses, onu ve arkadaşlarını zincirleyecek ve götürüp asacak olan jandarmaların yaklaştığını bildiren meşhur bir haberdi. zaten şimdi dış avluda adımları, hatta sesleri bile duyuluyordu. biraz durdular. dış avludan iç avluya girilen kapıyı açıyorlar. işte gözüktüler.
artık tahta merdivenlerde ayak sesleri güm güm ötüyor, kısa kısa emirler veriliyordu. koğuşun kapısı kurcalanıyor, haşin madeni çatırdılarla, kapının kilitleri ve ağır sürgüleri açılıyordu.
açık kapının çerçevesi dahilinde bulunan bir karaltı isimleri okuyordu. kunduzlu, metin tavrı fakat bir anne şefkatiyle arkadaşlarını uyandırdı. onlar uyanınca anladılar, 'bismillah' diyerek kalktılar. sonra, bu dört kahraman, koğuşta bulunan diğer mahpuslarla kucaklaşarak helallaştılar. gidip kelepçeleri, prangaları, zincirleri taktırdılar. dik dik ve emin adımlarla yürüyerek hem hapishaneden, hem de hayattan uzaklaştılar.
onlar ölüme değil sanki düğüne gidiyorlardı. o kadar metin, o kadar vakur duruyorlardı. karakuşi bir emrin kurbanı olarak öldürülecek olan bu dört anadolu çocuğunun ölümle alay eden ağırbaşlı hareketleri bu hapishanede yaşayanların yeni bir köşesini gösteriyordu. burada ne bahadırlar, ve kıymetli insanlar vardı. onlar, öldüklerine değil, gürültüye gittiklerine yanıyorlardı. hapishanede hakiki katiller keyif sürerken, onların öldürülmesi...işte zavallıları öldüren manevi azap buradaydı. fakat gittiler, bir daha gelmediler. o gece bütün hapishane onların matemini tuttu.
-----------
cevat şakir mavi sürgün'de, bu yazıdaki kahraman ifadesini kendisinin koymadığını, bu tür kelimelerin içi boşaltıldığı için çok seyrek kullandığını ve yazıya da sonradan eklenmiş olduğunu bize anlatır. mahkeme heyetine söylemez bunu, kabul eder.
Kaynak: İtüSözlük Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |