Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20-04-2011, 09:55 PM   #128 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar


Bence insanların duyguları ele alış biçimi dört ana gruba ayrılabilir. Siz bugün bunlardan hangisini kullandınız?

1. Kaçınma: Hepimiz acılı duygulardan kaçınmak isteriz. Sonuç olarak pek çok insan, korktukları duygulara yol açma ihtimali olan her durumdan kaçmaya çalışır, ya da daha beteri, bazı insanlar hiçbir duygu hissetmemeye çalışırlar! Örneğin eğer reddedilmekten korkuyorlarsa reddedilmeye yol açabilecek her durumdan kaçarlar. İlişkilerden uzak dururlar.

Heyecan verici, ilginç işlere başvurmazlar. Duygulara bu biçimde davranmak, tuzakların en sonuncusudur, çünkü olumsuz durumlardan kaçınmak sizi kısa dönemde belki korur, ama beri yandan en çok istediğiniz sevgiyi, yakınlığı ve bağları da sizden uzak tutar. Ve sonuna, yine de duygulardan kaçamazsınız. Bundan çok daha güçlü bir yaklaşım olarak, bir zamanlar olumsuz duygu sandığınız şeylerin içinde saklı bulunan olumlu anlamları bulup çıkarmak yolu seçilebilir.

2. İnkâr: Duygularla başa çıkabilmek için ikinci bir yaklaşım da inkâr stratejisidir. Bazen insanlar kendilerini duygulardan kurtarmak için, "O kadar da kötü bir duygu değil" demeye çalışırlar. Bunu yaparken bir yandan kendi içlerinde tutuşan ateşi okşayıp her şeyin ne kadar kötü olduğunu düşünür, ya da birisinin kendilerini ne kötü kandırdığına üzülür, ya da kendilerinin her şeyi doğru yaptığı halde sonucun yine de kötü geldiğine hayıflanıp neden bunlar hep bana oluyor, diye yakınırlar. Yani başka bir ifadeyle, bu insanlar kendi fizyolojilerinin odağını hiç değiştirmez, hep kendilerine aynı güçsüzleştirici soruları sorup dururlar. Bir duyguyu yaşarken o djuf günün olmadığı yolunda numara yapmak daha da çok acı verir. Duygularınızın size vermekte olduğu mesajları görmezden gelmekle durumu daha iyiye götüremezsiniz. Duygularınızın size vermeye çalıştığı mesaj görmezden gelinirse, o duygular ancak amper güçlerini artırırlar, giderek yoğunlaşırlar, siz dikkatinizi oraya yöneltinceye kadar da bu işi sürdürürler. Duyguları inkâr etmeye çalışmak çözüm değildir. Onları anlamak ve kullanmak da bu kitaptan öğreneceğiniz stratejidir.
3. Rekabet: Pek çok kimseler acılı duygularıyla mücadele etmeyi keser, kendilerini kapıp o duygulara koyvermeye karar verirler. Duygunun onlara vermeye çalıştığı olumlu mesajı öğrenmek yerine, olayı yoğunlaştırır, daha beter hale getirirler. Sonunda durum bir "cesaret rozeti" olur, başkalarıyla rekabete girişirler. "Sen kendi derdini kötü sanıyorsun, öyle mi? Dur sana benim durumumu anlatayım da gör!" Sonunda bu iş onların kimliğinin bir parçası olur, bu sayede bir benzersizlik kazanırlar, herkesten beter durumda olmaktan bir çeşit gurur duymaya başlarlar. Tahmin edebileceğiniz gibi, tuzakların en tehlikelisi de budur. Bu yaklaşımdan ne pahasına olursa olsun kaçınmak gerekir, çünkü olay kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebilir, kişi bu sefer hep kendini kötü hissetme yatırımları yapmaya başlar, o zaman da tuzak gerçek anlamda kapanmış olur. Çok daha güçlü ve sağlıklı bir yaklaşım olarak, acılı olarak düşündüğümüz duyguların da bazı olumlu amaçlara hizmet edebileceğini düşünme yolu seçilebilir, ki o da şudur...

4. Öğrenme ve kullanma: Hayatınızın gerçekten iyi gitmesini istiyorsanız, duygularınızın sizin yararınıza iş görmesini sağlamak zorundasınız. Onlardan kaçamazsınız, onların akordunu değiştiremezsiniz, onları küçümseyemez, anlamları konusunda kendinizi kandıramazsınız. Ayrıca, hayatınızı onların yönetmesine izin de veremezsiniz. Duygular, hattâ kısa dönemde acılı görünen duygular bile, aslında içinizdeki bir pusula gibidir, amaçlarınıza ulaşabilmeniz için hangi yola yönelmeniz gerektiğini size gösteren onlardır. Bu pusulayı nasıl kullanacağınızı bilmezseniz, her üstünüze esen psişik fırtınanın insafına ebediyen bağlı kalırsınız.

Terapi disiplinlerinin pek çoğu, duyguların bizim düşmanımız olduğu, ya da duygusal sağlığımızın geçmişimizden kaynaklandığı yolundaki yanlış varsayımla başlar. Aslında eğer zihinsel odağımızla fizyolojimiz yeterince güçlü biçimde kesilir, durdurulursa, bizler ağlamaktan gülmeye göz açıp kapayıncaya kadar geçebiliriz. Örneğin Freud psikanalizi, bugünkü güçlüklerimizi çözümlemek için geçmişimizde kalmış derin, karanlık sırlar aramaktadır. Oysa bizler biliyoruz ki, neyi sürekli arıyorsak, onu mutlaka buluyoruz. Eğer siz habire geçmişinize bakıp bugününüzü sabote eden nedenler arıyorsanız, ya da neden bu hallere düştüğünüzü bulgulamaya çalışıyorsanız, beyniniz size bu isteğiniz doğrultusunda birtakım referanslar verecek, istediğiniz olumsuz duyguları yaratacaktır. Oysa "geçmişim geleceğime ait değildir" biçiminde bir küresel inancı benimsemek ne kadar daha iyi olabilir!

Duygularınızı olumlu biçimde kullanmanın tek etkin yolu, onların size hizmet edeceğini anlamaktır. Duygularınızdan bir şeyler öğrenmeli, o öğrendiklerinizi, daha kaliteli bir hayat yaratabilmek için kullanmalısınız. Bir zamanlar olumsuz diye düşündüğünüz duygular, eyleme çağrıdır. Hattâ onlara olumsuz duygular demek yerine, bundan böyle Eylem Sinyalleri diye isim verelim. Her sinyali ve verdiği mesajı bir kere tanıdınız mı, duygularınız artık düşmanınız olmaktan çıkar, müttefikiniz olur. Dostunuz, himayeciniz, antrenörünüz olur.

Hayatın an yüce dorukları ve en moral bozucu çukurları arasında size rehberlik ederler. Bu sinyalleri kullanmayı öğrenmek sizi korkularınızdan kurtarıp, insanoğlunun tadabileceği tüm zenginlikleri tadabilmenizi sağlar. O halde o noktaya varabilmek için, duyguların ne olduğu yolundaki küresel inançlarınızı değiştirmek zorundasınız. Onlar predatör değildir. Mantığın yerine ikame edilebilecek şeyler değildir. Başka insanların kaprislerinin ürünü de değildir. Onlar Eylem Sinyalleridir. Size daha kaliteli bir hayat yolunda rehberlik etmeye çalışıyorlardır.

Eğer duygularınıza bir kaçınma paterni içinde tepki gösterirseniz, o zaman onların size vermeye çalıştığı değerli mesajları gözden kaçırırsınız. Mesajı kaçırıp, duyguları ilk belirdiklerinde idare edememe durumunu sürdürürseniz, o zaman büyürler, gerçek birer kriz oluverirler. Duygularınızın hepsi önemli ve değerlidir, önemleri ve değerleri de belli miktarlara, zamanlamalara, bağlamlara göre değişmektedir.

Bilin ki şu anda hissettiğiniz duygular, bir armağandır, bir rehberdir, bir destek sistemidir, eyleme bir çağrıdır. Onları bastırır, hayatınızdan uzaklaştırmaya çalışırsanız, ya da büyütür, her şeyi devralmalarına izin verirseniz, o zaman hayatın en değerli kaynaklarından birini ziyan ediyorsunuz demektir.

O halde duyguların kaynağı nedir? Duyguların tümünün kaynağı sizsiniz. Onları yaratan kendinizsiniz. Çoğu insanlar, istedikleri bazı duyguları yaşayabilmek için birtakım tecrübeleri yaşamayı beklerler. Örneğin, bazı beklentiler yerine gelmedikçe, kendilerini seviliyor gibi, ya da mutlu ve güvenli hissetmeye asla izin vermezler. Oysa ben size diyorum ki, bunların hepsini her istediğiniz anda hissedebilirsiniz.

Del Mar-California'daki evime yakın yerlerde verdiğim seminerlerde, duygularımızdan kimin sorumlu olduğunu kendimize hatırlatabilmek için bir tür eğlenceli sistem geliştirmiştik. Bu seminerler Inn L'Auberge adlı çok güzel, dört yıldızlı bir tatil beldesinde düzenlenmektedir. Tesis tam okyanusun kıyısındadır, tren istasyonuna da yakındır. Günde dört kere, oradan geçen trenin keskin düdüğünü duyarsınız. Seminere katılan bazı kimseler bu sesten rahatsız olurlardı. (Unutmayın ki henüz Değişim Sözlükçesi diye bir şey bilmiyorlardı!), ben de bu yüzden, bu kötü duyguları keyfe dönüştürmek için bu olayı fırsat bildim. "Şu andan itibaren, tren düdüğünü ne zaman duysak, olayı kutlayacağız" dedim.

"Tren sesini duyunca ne kadar iyi hissedebileceğinizi görmek istiyorum. Biz kendimizi iyi hissetmek için hep belli bir insanın ya da belli bir durumun çıkagelmesini bekliyoruz. Ama onun o belli insan ya da durum olduğunu kim saptıyor? Kendinizi iyi hissettiğiniz zaman size kendinizi iyi hissettiren kim? Kendiniz! Ama kafanızda bir kural var, iyi hissedebilmeniz için ille de A, B, ve C'nin olmasını bekleyeceksin diyor. Neden bekleyelim?

Trenin düdüğünü duyunca iyi hissedeceğiz diye bir kural koymamıza engel mi var? O zaman otomatik olarak kendimizi iyi hissedemez miyiz? Üstelik tren düdüğü daha sık ve daha düzenli geliyor. Nice insanın kendini iyi hissetmek için beklediği şeylerden çok daha güvenli!"

Şimdi artık trenin geçtiğini duyduğumuz anda, bir coşkudur başlıyor. İnsanlar yerlerinden fırlayıp kalkıyorlar, bağırıyor, alkışlıyor, tezahürat yapıyorlar, kaçık manyaklar gibi davranıyorlar. Bunların arasında doktorlar, avukatlar, şirket genel müdürleri var. Seminere gelmeden önce zeki insanlar olarak tanınmış kimseler! Sonra herkes yerine oturduğu zaman bile, gülmeler, kahkahalar sürüp gidiyor. Nedir bundan öğrenilecek ders? Hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi beklemek zorunda değilsiniz! Kendinizi iyi hissetmek için özel bir nedene ihtiyacınız yok. Şu anda iyi hissetmeye karar verebilirsiniz nedeni de sağ oluşunuz ve kendinizi iyi hissetmek isteyişiniz olabilir.

Demek eğer tüm duygularınızın kaynağı sizseniz, neden her zaman kendinizi iyi hissetmeyesiniz? Cevabı yine belli. Olumsuz duygular denilen şeyler size bir mesaj veriyor da ondan. Peki, Eylem Sinyallerinin mesajı nedir? Size şu anda yapmakta olduğunuz şeyin iyi olmadığını söylüyorlar, acı duymanızın nedeni, ya duruma bakış biçiminizdir, ya da kullanmakta olduğunuz usullerdir, diyorlar. Özellikle de, ihtiyaçlarınızı ve isteklerinizi insanlara iletiş biçiminiz ya da giriştiğiniz eylemlerdir, diyorlar.

Yapmakta olduğunuz şey sizin istediğiniz sonucu üretmiyor, yani yaklaşımınızı değiştirmelisiniz. Unutmayın ki olayları algılayış biçiminiz, neye odaklandığınız ve olaylardan ne anlamlar çıkardığınız tarafından kontrol edilir. Algılayış biçiminizi bir anda değiştirebilirsiniz. Bunu yapmak için, fizyolojinizi kullanış biçiminizi değiştirir, ya da kendinize daha iyi bir soru sorarsınız.

Usullerinizin arasında, iletişim üslûbunuz da bulunmaktadır. Hattâ belki üslûbunuzda ihtiyaçlarınızı belirtmek diye bir şey hiç yoktur, insanların bunu kendiliklerinden anlamasını bekliyorsunuzdur. Böyle bir durumdan bir hayli çaresizlik, kızgınlık, güceniklik ve incinme doğar. Belki incinme bildiren bu Eylem Sinyali, aslında size iletişim biçiminizi değiştirmenizi söylüyor, o zaman acı çekmeyeceğinizi bildirmeye çalışıyor. Sıkkın ve depresyon içinde hissetmek de bir başka eylem çağrısı. O da size, içinde bulunduğunuz sorunların kalıcı ya da kontrol dışı şeyler olduğu biçimindeki algılayışınızı değiştirmenizi söylüyor. Ya da belki bir fiziksel eyleme girişmeniz, hayatınızın bir alanındaki durumu çözümlemeniz, kontrolün sizin elinizde olduğunu bir kere daha hatırlamanız gerekiyor.

İşte Eylem Sinyallerinin gerçek mesajı budur. Bunlar yalnızca size eyleme geçişte destek sunmaya,ya da düşünüş biçiminizi, algılayış biçiminizi, iletişim ve davranış biçiminizi değiştirtmek istiyorlar. Eylem çağrıları size, cama çarpıp duran sinekler gibi olmak zorunda bulunmadığınızı camdan nasılsa çıkılamayacağını, eğer yaklaşımınızı değiştirmezseniz, bunca azim ve sebattan hiçbir yarar çıkmayacağını söylüyor. Eylem Çağrılarınız size, acı duygularının arasında, yapmakta olduğunuz şeyi değiştirmeniz gerektiğini fısıldıyor, hattâ belki de haykırıyor!

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla