Administrators ♥Ozlem Şahin ♥
Üyelik tarihi: Feb 2007 Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 5,030
Tesekkür: 13,842
2,276 Mesajinıza toplam 13,392 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Ynt: fiziksel, zihinsel, ruhsal sağlığımız ve beslenme bağlantısı sormamız gereken; neyin kemiklerimizden kalsiyum çekilmesine neden olduğudur.
et yemeden yaşayabilir miyiz?
umur gürsoy blogundann
ıvan ıllich "sağlığın gaspı" isimli kitabında hekimleri, "yaşamı tıplaştırmakla" suçlar ve onları, "tıp dininin papazları" olarak niteler. ülkemizdeki durum illich'i haklı çıkaracak bir boyuta gelmiş midir; bana göre "evet". genellikle tek katlı binalarda koruyucu ve sağaltıcı sağlık hizmetlerinin birarada yıllarca başarıyla verildiği sağlık ocaklarına tepeden bakan bir sürü tıp mabedi, ihtişamla ve koruyucu hekimlik çalışmalarını yok ederek, bir sürü yeni tapınma yöntemi ve teknolojisi kullanarak özellikle büyük kentlerimizde yükselmiyor mu? hem de bazıları amerikan dilinden isimlerle! en sonunda "sağlık ocaklarına da döner sermaye uygulaması" getiren yasa önerisinin meclise sürülmesiyle, sağlam veya hasta olsun tüm yurttaşları bu dine inanmaya zorlamıyorlar mı?
özellikle bilim yuvasından ve bilimden ayrı düşmüş tüccar hekimler bu papazlığı, giderek değişen bilgilerden haberdar olmayışın getirdiği "bilgisizliğin saklanması" amacıyla daha çok sahiplenirler. böyleleri, inançlarına bir saldırı oldu mu, hemen kutsal kitaplarına bakarak doğru yolu gösterirler. oysa "tıp" öyle bir dindir ki; kutsal kitapların içindeki bilgilerin yüzde 50'si her 5 yılda bir değişir, yenilenir. bir beş yıl önceki bilgilerin ve tapınma biçimlerinin yüzde 50'si mekruh ya da günah olur. bu dinin kitapları ingilizce ve amerikanca yazıldığı için türkçe çevirileri bir beş yıl daha gecikmeli olarak yapılır ki, sonuçta on yıldır eski kitabını okuyan hekimin elindeki kutsal bilgilerin hangisinin dindışı kaldığı ayrı bir araştırma konusu olacak kadar bilinmeyenlerle doludur. kaldı ki bu kitaplardaki bilim gerçeğin ne kadarıdır?
günümüzde hemen hemen her şeyi dinleştiren yeni dünya, sonunda bilimi de giderek dinleştirmek üzeredir. insan türünün binlerce yıldır bitkisel besinlerden zengin, hayvansal içerikli besinlerden fakir bir beslenmeye sahip olduğu biliniyor. bir canlı türü olarak bakıldığında homo sapiens hem sadece et, hem de neredeyse sadece sebze ve meyve içerikli bir beslenme biçimiyle yaşama yeteneğine sahip hepcil (her şeyi yiyen) bir yiyicidir.
insanların "ne yerlerse daha sağlıklı olacakları" ya da başka bir deyişle "ne yerlerse sağlıklarına tehlikeli olabileceği" insanlık tarihinin oldukça yakın zamanlarının kaygısıdır. topu topu 200 yıl önce, endüstri devrimi, pek çok şeye olduğu gibi besin üretimi, hazırlanması, depolanması ve dağıtılması yöntemlerine de köklü değişiklikler getirmiştir. böylece gelişmiş ülkelerdeki insanlar arasında açlık tehlikesi büyük ölçüde durdurulmuş, ama tercihli besinlerde teslimiyet derecesinde alışkanlık başlamıştır. bunun sonucu olarak günümüzde besin stokları ve tüketimi 60 yıl önce tanımlanmış besin gereksinimleriyle büyüyen bir çizgideki ekonomi, pazarlama ve çiftçilik uygulamalarıyla yönetilmektedir.
birkaç onyıldır beslenme alışkanlıklarının önemli kronik hastalıkların gelişmesini etkileyebileceğini gösteren çok sayıda araştırma, beslenme bilimi doğrularıyla ilgili iyi desteklenmiş giderek büyüyen şüpheyi daha da çoğalttı. zengin (bolluk) diyeti dediğimiz, tuz ve şeker eklenerek üretilen besinler ve hayvansal kaynaklı enerji yoğun besinlerin çokça tüketiminin hastalıklarla ilgisi hakkında artık elimizde kuvvetli kanıtlar var. et içermeyen besinlerle beslenen toplumlarda kan basıncı ve kan kolesterol düzeyinin düşük olması nedeniyle bu toplumlarda kalp ve beyin damarı hastalıklarına bağlı kalp krizleri ve inmeler daha az görülüyor. aynı şekilde bu insanlarda şişmanlık ve buna bağlı kalp damarı hastalıkları, şekerli diyabet, halk arasında kireçlenme ve yaşlılık romatizması denen
dejeneratif eklem iltihapları ve osteoporoz, safra kesesi taşları ve mide bağırsak
sorunlarına da daha az rastlanıyor. toplumda çok görülen önemli kanser gruplarından olan kalın bağırsak, prostat, meme, mide, akciğer ve yemek borusu kanserleri de bu toplumlarda ve vejetaryenlerde daha az ortaya çıkıyor. (dünya sağlık örgütü-who, 1991.)
aynı şekilde, özellikle hayvansal proteinlerin, menapoz sonrası kadınlarda ve yaşlı erkeklerde önemli kemik kırıklarına ve yaşam kalitesi azalmasına yol açan osteoporozun oluşumunu arttırdığı anlaşıldı. (toomey, j., 2001). toomey, "20. yüzyıl sonlarında avusturya'da ortaya çıkan diğer dejeneratif hastalıkların sayısına bakarak, bedenimizin belki de çağdaş yaşam biçimimize yenik düştüğü gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini", söylüyor. yazar, "bu savın, afrika'da yaşayan, yaşamları boyunca ortalama dokuz çocuk doğuran ve günlük kalsiyum alımları bizim günlük kalsiyum alımımızın dörtte biri (350 mg) olan bantu ırkından kadınlarda osteoporoz belirtisi ve kemik kırığı görülmediğini; aksine bu bantu kadınlarının kemik yoğunluğunun olağanüstü olduğunu bildiren araştırmalarla desteklendiğini", belirtiyor. "sonuç: bunun basit açıklaması, osteoporozun kalsiyum alımıyla hiçbir ilişkisinin olmamasıdır", denilerek şöyle devam ediliyor:
"sormamız gereken; neyin kemiklerimizden kalsiyum çekilmesine neden olduğudur. problem, tükettiğimiz protein, özellikle et, süt ürünleri, kümes hayvanları ve balıkta bulunan hayvansal protein miktarından kaynaklanmaktadır... ne kadar çok protein alırsak, kan o kadar çok kalsiyumu kemiklerden çeker. sonuç, idrarda yüksek düzeyde üre asidi, kalsiyum ve magnezyum demektir. bu çok basit bir biyokimyadır. yıllardır kanıtlanmıştır ki, kadınlar, hayvansal protein bakımından yüksek bir yemekle beslendikleri zaman, yemeği izleyen birkaç
saat içinde, bu yaşamsal minerallerden büyük miktarlarda idrarda kaybolup gitmektedir. bitkisel ürünlerle zengin bir yemekten sonra, kalsiyum idrarda hiç görülmemekte ya da çok az görülmektedir.
o halde, neden bilinçli, bağımsız doktorların doğru önerilerde bulunmadıklarını
sorabilirsiniz. yanıt oldukça basit; önce, çoğu doktor üniversitede, eğer beslenme üzerin bir ders almışsa, fazla bir şey öğrenmiyor. ikinci olarak, pratikte her gün yüz yüze kaldıkları zaman kısıtlaması ve tecimsel baskılar yüzünden, aldıkları tek eğitim ya ilaç firmalarının desteklediği dergiler veya aynı firmalar tarafından desteklenen ve düzenlenen (kongre ve) konferanslar oluyor.
gerçek şu ki; vejetaryenlerde osteoporoz görülmüyor. osteoporozu önlemek için, gerçek, dört besin grubundan oluşmuş bir diyet işe yarıyor. bunlar, tahıllar, baklagiller, meyve ve sebzeler. böylece, yeterli proteini ve ihtiyacınız olan bütün diğer besinleri bolca almış olursunuz. ham besinler yediğinizden, işlenmiş seçeneklerden uzak durduğunuzdan emin olun ve eğer mümkünse, organik olarak yetiştirilmiş, genetik olarak müdahaleye uğramamış ürünler seçmeye dikkat edin."
acaba hayvansal besinlerden fakir ve et yenmeyen vejetaryen besidüzeni (diyet) başka hastalıkların artışına neden olur mu? günümüzde beslenme önerileri yağlardan, özellikle doymuş yağlardan fakir, birleşik şekerlerden zengin nişastalı karbonhidratların bol tüketildiği bir besidüzenine döndü. böyle bir diyet, tüm süt kökenli ürünler, yağlı etler ve rafine şekerlerden gelen önemli ölçülerdeki enerjiyi içeren alışılagelmiş şimdiki beslenme alışkanlıklarımızla taban tabana zıt; sebze, meyve, tahıl ve baklagillerin sıkça tüketilmesiyle özellikli bir besidüzenidir. bu yeni beslenme biçimi tuz dışında tipik japon diyetidir (japonlar çok tuz tüketirler ki fazla tuzun zararları vardır). bu diyet japonya'da yaşam süresinin yıldan yıla uzamasının ana nedenlerinden birisidir. yani vejetaryen besidüzeni başka hastalıklara yol açmaz. yine de ençok tartışılan iki konudan "esansiel
(elzem) amino asitlerden bazılarının sadece hayvansal besinlerde bulunduğu" meselesine açıklık getirelim. 1970'lerde bu görüşle desteklenen "protein yetmezliğinin küresel kötü beslenmenin asıl nedeni olduğu düşüncesi" yaygındı, ama bu anlayış artık eskidi. besin çeşitliliğine sahip tam bir vejetaryen besidüzeninde bile bitkisel kaynaklar, amino asit depolarında birbirini tamamlama eğilimindedir. şayet çocuk ve yetişkinlerin enerji gereksinimi bu diyetler tarafından karşılanamıyorsa o zaman amino asit gereksinimi fazladır
ve vejetaryen diyetteki amino asitlerin yeterli alınımını sağlamak için diyetteki toplam bitkisel protein miktarını daha fazla artırmak gerekebilir (who, 1991).
b12 vitamininin 'sadece hayvansal besinlerde bulunduğuna' gelince: işte bu şimdilik doğru, ama 'hayvansal besin' demek ille de 'et' demek değil. sinir sistemi bozuklukları ve pernisiyöz anemi oluşmasıyla özellikli bu vitaminin eksikliği veganlarda oluşuyor. ayrıca total gastrektomi ve yaşlılık gibi emilim bozukluğu hastalıkları, doğum kontrol hapları, bazı ilaçlar, pankreas yetmezliği, bağırsak bakterileri ve parazitleri b12'nin emilimini düşürürler. ortalama erişkinde günde 2,8 mcg b12'yi verecek miktarda hayvansal besin
tüketmek örneğin günde 100 gr peynir, iki yumurta sarısı vb. yemek; 500 g süt içmek veya vitamin b12 (tabletleri ve enjeksiyonları) almakla b12 eksikliği engellenebilir (baysal, a.,1996).
"bu kadarcık kusur kadı diyetinde de olur", deyip devam edelim. bu yazı öncelikle etyemeden yaşanıp yaşanamadığını bilimsel kanıtlarıyla sorguluyor. göründüğü kadarıyla bu sorunun yanıtı: et yemeden de yaşanabildiği; hatta etsiz bir yaşamın et yiyenlerin yaşamına göre daha sağlıklı ve uzun olduğu yönündedir. konunun bu yönü açıktır ve bilimseldir. hislerim ve yaşam deneyimlerime ek olarak, bir bireyi olduğum tıp biliminin osteoporozu önlemede başarılı olamaması bu makalede söylenenlerin doğru olduğu yönündedir. bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de osteoporozlu insanlar süt ve yoğurt yedirilerek ve ilaçlar kullandırılarak oyalanmaktadır. bantu kabilesinde olup da bizde olmayan şey; sportif ve bedensel hareket anlamında hareketli yaşamdır. ekonomik krizler ve bozulan gelir dağılımı dengesiyle iyice beli bükülen aileler "çocuklarımıza et yediremiyoruz", stresini artık bir yana atmalı ve bitkisel proteinlerle zenginleştirilmiş, peynir ve yumurta gibi hayvansal ürünleri dışlamayan bir vejetaryen besidüzeninin sağlıklı oluşundan şüphe etmemeliler. ortalık deli dana ve şap hastalığından geçilmezken bir psikolojik stres kaynağını yok etmek ailemizin sağlığı açısından az şey midir?
şimdi yaşamın streslerini bir an olsun unutalım. unutalım akşam yemeğinde ne pişireceğimiz veee can yücel'e öykünerek, haydi, hep beraber neş'eyle bağıralım: yaşasın türk danaları!!!
kaynakça
baysal, a. (1996), "beslenme", yenilenmiş 6. baskı, ankara: hatipoğlu yayınevi.
toomey, j. (2001), "osteoporoz ve kalsiyum efsanesi", çev: güngör, f., cumhuriyet bilim
teknik, 3. 02. 2001:16
türk tabipleri birliği (2000),"sayıların dili-türkiye'de gelirin % 1'lik hanelere göre
dağılımı", toplum ve hekim, türk tabipleri birliği yayını, 15 (6): 478-479.
who (1991), "meat-can we live without it?", world health forum, who, 12 (3): 251-283.
__________________ ben mevlana değilim, insan ol öyle gel.. |