Kendi kendimizle ilişki! En önemli ilişkimiz! Bir şeyin değişmesini istiyorsak, döngüyü kırmak ve Matriks’e yansıtacak başka bir şey vermek zorundayız. Kulağa basit geliyor, değil mi? Yanıltacak kadar basit olabilir, çünkü kendimizi algıladığımız şekli değiştirmek belki de yaşamlarımızda karşılaşacağımız en zor alıştırma olabilir. İçsel inançlarımız nedeniyle dış dünyamızda, her insanın kalp ve zihninde devam eden büyük savaşı deneyimliyoruz -bu, bizim kim olduğumuzu tanımlayan mücadeledir. Güvenmek için bulunacak tüm sebeplere rağmen korkunun bizi içeri kilitlediği hapishaneden çıkmaya davet ediliyoruz. “Negatif” deneyimlerimizin kökünde üç evrensel korkudan birisi (ya da bileşimi) vardır: · Terk edilme · Özgüven eksikliği · Değer verme İLİŞKİNİN 5 KADİM AYNASI İlişki aynalarının onları genellikle öğrendiğimiz sıralamayla ilgili listesi. Genel olarak, önce en aşikar aynalar tanınır, daha derin ve süptil olanlar ortaya çıkar ve netleşir 1. ayna: “An”ın Yansımaları: Çoğu kez, yaşamlarımıza yansıyan negatif paternlerin kökü, geçmişte yaşadığımız evrensel korkulara dayanır. 2. ayna: “An” da yargıladıklarımızın Yansımaları: 1970’lerde, savaş sanatları öğretmenlerinden bir tanesi, rakibi okumanın sırlarını paylaşır; “Rekabet ettiğiniz herkes sizin için bir aynadır. Bireysel aynanız olarak rakibiniz şu anda kim olduğunuzu size gösterecektir. Size nasıl yaklaştığını gözlemleyerek onun sizi nasıl algıladığına gösterdiği tepkiyi göreceksiniz.” 3. ayna: Kaybettiklerimizin, Verdiklerimizin, Bizden Alınanların Yansımaları; Başkalarına karşı duyduğumuz hislerin uzun zamandan beri süregelen şartlanmamızın eseri olduğunun farkında olarak onları gibi algılamamız 3. aynanın anahtarıdır. Başka birisiyle beraber olduğumuzda hissettiğimiz o açıklanamaz his-yaşadığımızı hissettiren çekim ve ateş-gerçekte kendimizizdir! Bu kaybettiğimiz parçalarımızın özü ve onları yaşamlarımıza geri istediğimizin farkındalığıdır. 4. ayna: Ruhun Karanlık Gecesinin yansıması 5. ayna: En büyük şefkat hareketimizin yansıması KAYBETTİKLERİMİZİ BAŞKA İNSANLARDA BULMAK Yaşamlarımızı devam ettirebilmek için, bizi biz yapan yönlerimizin büyük bir kısmından vazgeçmek zorunda kaldık. Her böyle yaptığımızda, sosyal olarak kabul edilen bir şey olmakla beraber, içimizde bir şeyler kaybederiz ve bu bize acı verir. Bir ailenin parçalanmasının ardından yetişkin rolü üstlenerek çocukluğun yaşanmaması; kültürler birbirinin içine geçmeye zorlandıkça ırk kimliğinin kaybı; acı, öfke ve kızgınlık duygularının bastırılarak erken yaşta geçirilen travmalar parçalarımızı kaybetmenin örnekleridir. Neden böyle bir şey yapalım? Kim olduğumuzun özü olduğunu bilirken neden inançlarımızı, güvenimizi ve şefkatimizi kaybedelim? Cevap basitti: Yaşama devam edebilmek için. Çocukluğumuz da anne, baba, kardeşler ve arkadaşlar tarafından küçük düşürülmek ve alay edilme riskini almaktansa fikirlerimizi söylemek yerine sessizce kalmanın daha kolay olduğunu keşfetmiş olabiliriz. Ailenin taciz odağı olarak bizim üzerimizde güç sahibi olanlara direnmektense “teslim olup” unutmak daha güvenlidir. Yaşamda bulunduğumuz yerde olabilmek için verdiğimiz her parçamızın yerinde doldurulmayı bekleyen bir boşluk vardır. O belirli boşluğu dolduracak her ne ise sürekli olarak onu aramaktayız. Kendimizden verdiklerimize sahip olan birisini bulduğumuzda, o kişinin yanında kendimizi rahat hissederiz. Onun tamamlayıcı özü bizim içsel boşluğumuzu doldurur ve kendimizi tekrar bütün olarak hissetmemizi sağlar. Başkalarında “kayıp” parçalarımızı bulduğumuz zaman, büyük bir güçle ve karşı konulamaz bir şekilde ona doğru çekiliriz. Onlarda bizi bu kadar çeken şeyin hala içimizde varolan... ve sadece uyumakta olan bir şey olduğunu fark edene kadar, o insanlara “ihtiyacımız” olduğuna bile inanabiliriz. Bu özellik ve niteliklere hala sahip olduğumuzun farkındalığında, onların maskelerini çıkartarak tekrar yaşamlarımızın parçası haline getirebiliriz. Böyle yaptığımızda, bize bu özellikleri göstermek için aynalık yapan insana güçle ve açıklanamaz bir şekilde çekilmediğimizi fark ederiz. |