MERKEZDE OLMANIN TEKNİĞİ - TANIK OLMA
Artık çiçeğin kendisi zihindeki bir resim, bir düşüncedir ve şimdi geçmiş deneyimlerimle kıyaslayıp yargılayabilirim. Ama artık çiçek orada değildir. Sözcüğe döktüğünde deneyime kapalısın. Sözcükler olmadan farkında olduğunda açıksın, savunmasızsın.
Tanık olmak deneyime sürekli açık olmadır, kapanma yoktur. Ne yapmalı? Düşünme denen şu mekanik alışkanlık bir yerden kırılmak zorunda. Öyleyse her ne yapıyorsan yap sözsüz bir biçimde yapmaya çalış.
Zordur, çetindir ve başlangıçta kesinlikle imkânsızmış gibi gelir ama değildir. İmkânsız değildir; zordur. Sokakta yürü- yorsun, sözsüz yürü. Sadece yürü, sadece bir iki saniye bile olsa bambaşka bir dünyanın kapısı aralanacak; sözsüz bir dünya, insanın kendi içinde yarattığı zihnin dünyası değil, gerçek dünya. Yemek yiyorsun; sözsüz ye. Birisi Bokoju’ya sordu — Bokoju yüce bir Zen ustasıydı — “Senin yolun, senin yöntemin nedir?” Bokoju dedi ki: “Benim yöntemim çok basit: Karnım acıktığında yerim, uykum geldiğinde uyurum; hepsi bu.”
Adam allak bullak oldu. “Ne diyorsun? Ben de yemek yerim ve uyurum ve herkes aynı şeyi yapıyor. Bunda kendi yolun olarak adlandırılacak ne var?” diye sordu. Bokoju: “Sen yemek yerken pek çok şey yapıyorsun, sadece yemiyorsun. Ve sen uyurken, uyumak dışında her şeyi yapıyorsun. Ama ben yerken, sadece yiyorum; uyurken sadece uyuyorum. Her eylem tamdır.” Eğer sözsüz olursan her eylem bütündür.
O halde zihninde sözel bir ifade olmadan, zihninde düşünceler olmadan yemeyi dene ve o zaman yemek bir meditasyona dönüşür, çünkü söz- süzsen bir tanık olacaksın. Eğer sözelsen bir düşünür olacaksın. Eğer sözsüz olursan, o konuda bir şey yapamazsın; otomatikman bir tanık olacaksın. O halde ne olursa olsun sözsüz bir şekilde yapmaya çalış; yürü, ye, duş al ya da sessizce otur. O zaman sadece otur; oturuş ol. Düşünme. O zaman sadece oturmak bile bir meditasyon olur; sadece yürümek de bir meditasyon olur. Birisi Bokoju’dan talepte bulundu: “Bana bazı meditasyon teknikleri ver.” Bokoju dedi ki: “Sana bir teknik verebilirim ama meditasyon yapamayacaksın, çünkü bir tekniği sözelleştiren bir zihinle yapabilirsin.” Parmakların bir tespihte gezinebilir ama sen düşünmeye devam edersin. Parmakların hiç düşünce olmadan sadece tespihte gezinirse, o zaman o bir meditasyon haline gelir.
O zaman gerçekten hiç tekniğe ihtiyaç yoktur. Yaşamın tümü bir tekniktir. Bokoju bu yüzden dedi ki: “Benimle kalıp beni izlersen daha iyi olur. Bir yöntem isteme, sadece beni izle ve anlayacaksın.” Zavallı adam yedi gün boyunca izledi. Kafası daha da karışmaya başladı. Yedi gün sonra dedi ki: “Geldiğimde kafam daha az karışıktı. Artık kafam daha karışık. Seni yedi gün bo- yunca sürekli izledim; izlenecek ne var ki?” Bokoju: “O zaman izlememişsin. Yürüdüğümde, gördün mü, sadece yürüyorum? Sabahleyin bana çay getirdiğinde, izledin mi? Sadece çayı alıp içiyorum, yalnızca çayı içiyorum.
İzledin mi? İzlediysen, Bokoju’nun artık var olmadığını hissetmiş olmalısın.” Bu, zor fark edilir bir nokta; çünkü eğer düşünen oradaysa ego vardır. O zaman Bokoju ya da başka birisisindir. Ama şayet sözelleştirme olmadan, düşünce olmadan sadece eylem varsa, o zaman ego yoktur. O yüzden Bokoju der ki: “Gerçekten izledin mi? Orada Bokoju yoktu; yalnızca çay içmek, bahçede dolaşmak, toprağı kazmak vardı.” Buda bunun yüzünden ruh yoktur der.
Çünkü izlemedin, bir ruhun olduğunu düşünmeye devam ediyorsun. Sen yoksun! Bir tanıksan, o zaman sen yoksun. ‘Ben’ kendisini düşün- celer aracılığıyla şekillendirir. Bir şey daha: Biriktirilmiş düşünceler, bir araya toplanmış anılar ego duygusu yaratır, ‘sen’ değil. Bu deneyi bir yap: Bütün geçmişini kes, kendinden uzaklaştır; hiç anı yok.
Anne babanın kim olduğunu bilmiyorsun, kime, hangi ülkeye, hangi dine, hangi ırka ait olduğunu bilmi- yorsun. Nerede eğitildiğini, eğitilip eğitilmediğini bilmiyorsun. Sadece tüm geçmişi kes ve kim olduğunu anımsa. Kim olduğunu hatırlayamazsın! Açıktır ki sen varsın. Sen varsın ama sen kimsin? Tam bu anda bir ‘ben’ duygusu gelemez. Ego sadece biriktirilmiş geçmiştir. Ego senin sıkıştırılmış, kristalize edilmiş düşüncendir. Bu yüzden Bokoju: “Beni izlediysen, ben yoktum.
Çay içme vardı ama bir içen yoktu. Bahçede yürümek vardı ama bir yürüyen yoktu. Eylem oradaydı ama eylemci yoktu,” diyor. Tanık olmada bir ‘ben’ duygusu yoktur; düşünmedeyse vardır. Sözde düşünürlerin, çok derinden egolarında kökleşmişlerse bu bir rastlantı değildir. Sanatçılar, düşünürler, felsefe- ciler, edebiyatçılar; şayet onlar çok egoistlerse bu sadece bir rastlantı değildir. Ne kadar çok düşünceye sahipsen, o kadar büyük bir egon vardır.
Tanık olmada ego yoktur, ama bu sadece sen dili aşarsan mümkündür. Dil engeldir. Dile başkalarıyla iletişim kurmak için gereksinim duyulur; kişinin kendisiyle iletişim kurması için ona ihtiyaç yoktur. O çok kullanışlı bir araçtır; hatta en kullanışlı olan araçtır. İnsan sadece dil sayesinde bir toplum, bir dünya yaratabildi. Ama dil yüzünden insan kendisini unuttu. Dil bizim dünyamızdır.
Bir an için bile dil unutulacak olsa, geriye ne kalır? Kültür, toplum, Hinduizm, Hıristiyanlık, komünizm; ne kalır? Hiçbir şey kalmaz. Varoluştan yalnızca dil alı- nacak olsa, kültürüyle, medeniyetiyle, diniyle, felsefesiyle tüm insanlık ortadan kalkar. Dil başkalarıyla iletişim kurmaktır; o yegâne iletişimdir. Kullanışlıdır ama tehlikelidir ve ne zaman bir araç çok kullanışlı olsa, aynı oranda da tehlikelidir.
Bundaki tehlike şudur; zihin ne kadar dilin içine doğru yönelirse merkezden o kadar uzağa gider. O halde, kişinin dilin içine girmek ve aynı zamanda dili terk etmek, dilin dışına çıkmak konusunda çok ince bir dengeye ve ustalığa sahip olması gerekir. Tanık olmak dilin, sözelleştirmenin, zihnin dışına çıkmaktır.
Tanık olmak bir zihinsizlik, düşünmeme halidir. Bunu dene! Bu çok uzun sürecek bir çaba ve hiçbir şey öngörülemez ama dene ve çaba sana dilin ansızın kaybolduğu anlar sunacak. Ve o zaman yeni boyutlar açılır. Başka bir dünyanın; eşzamanlılığın dünyasının, şimdi ve buranın dünyasının, zihinsizliğin dünyasının, gerçekliğin dünyasının farkına varırsın. Dil buharlaşmak zorunda.
Öyleyse sıradan eylemleri, bedensel hareketleri dili kullanmadan yapmayı dene. Buda bu tekniği nefesi izlemek için kullandı. Müritlerine hep, “Nefesinizi izlemeye devam edin. Hiçbir şey yapmayın; sadece nefesin içeri geldiğini, nefesin dışarı gittiğini izleyin,” derdi. Böyle… Söylenmemeli, hissedilmeli; nefes sözler olmadan içeri geliyor. Nefesin içeri girdiğini hisset, nefesle birlikte hareket et, bırak bilincin nefesle birlikte derine insin. Sonra bırak dışarı yönelsin.
Nefesinle birlikte hareket etmeye devam et. Tetikte ol! Buda’nın şöyle dediği söylenir: “Tek bir nefesi dahi kaçırmayın. Fizyolojik olarak tek bir nefesi dahi kaçırırsanız ölürsünüz ve farkındalıkta tek bir nefesi kaçırırsanız, merkezi kaçırmış olacaksınız, içerde ölü olacaksınız.” Ayrıca Buda der ki: “Nefes bedenin yaşaması için hayatidir ve nefesin farkındalığı da ruhsal merkezinizin yaşamı için hayatidir.” Nefes al, farkında ol. Ve eğer nefesinin farkında olmaya çalışıyorsan düşünemezsin çünkü zihin iki şeyi, düşünmeyi ve tanık olmayı aynı anda yapamaz.
Tanık olma olgusunun kendisi düşünmekle kesinlikle taban tabana zıttır. O yüzden ikisini aynı anda yapamazsın. Tıpkı aynı anda hem canlı hem ölü olamayacağın, uyanık ve uykuda olamayacağın gibi, hem dü
şü- nüyor hem de tanık oluyor olamazsın. Herhangi bir şeye tanık ol ve düşünmek duracaktır. Düşünme içeri girer ve tanık olma kaybolur. Tanık olmak, içinde hiçbir eylem olmayan pasif bir farkındalıktır. Farkındalığın kendisi bir eylem değildir. Bir gün Nasrettin Hoca çok endişeliydi, kara kara düşünüyordu. Yüzüne bakan herkes onun, düşüncelerinin içinde bir yerlerde kaybolmuş, çok gergin, ıstırap içerisinde olduğunu hisse- debilirdi. Karısı alarma geçti. Sordu: “Ne yapıyorsun Nasrettin? Ne düşünüyorsun? Sorun nedir, neden bu kadar endişelisin?” Hoca gözlerini açtı ve dedi ki: “Bu nihai olan problem. Kişinin, öldüğünü nasıl anladığını düşünüyorum. Kişi ölü olduğunu nasıl bilir? Ölecek olursam öldüğümü nasıl anlayacağım? Çünkü ölümü henüz bilmiyorum. Tanımak bir şeyi önceden bilmek demektir.” “Sana bakıyorum ve senin A ya da B ya da C olup olmadığını tanıyorum çünkü senin kim olduğunu biliyorum. Ölümü ise bilmiyorum. Ve ne zaman gelir, onu nasıl tanıyacağım? Problem bu ve ben çok endişeliyim.
Ve ölü olduğum zaman başka kimseye soramam, yani bu kapı da kapalı. Hiçbir kutsal metne de danışamam, hiçbir öğretmenin bir yararı doku- namaz.” Karısı kahkahayı basıp, “Boşuna endişeleniyorsun. Ölüm geldiğinde kişi ansızın bilir. Ölüm sana geldiğinde bileceksin çünkü soğuk, buz gibi soğuk olacaksın,” dedi. Hoca rahatlamıştı; belli bir işaret, anahtar elindeydi. Bir-iki ay sonra ormanda odun kesiyordu. Bir kış akşamıydı ve her şey soğuktu.
Aniden anımsadı ve ellerini hissetti; elleri soğuktu. “Tamam! Şimdi ölüm geliyor ve ben evden çok uzaktayım, kimseye haber bile veremem. Şimdi ne yapmalıyım? Karıma sormayı unuttum. Bana kişinin nasıl hissedeceğini söylemişti ama ölüm geldiğinde ne yapılması gerekir? Şimdi burada kimse yok ve her şey giderek soğuyor!” dedi. Sonra anımsadı. Pek çok ölü insan görmüştü, o da “Yere yatmak iyi olur,” diye düşündü. Bu, tüm ölü insanların yaptığı tek şeydi ve o da yere yattı.
Elbette daha da soğuk hale gelir, daha çok üşür; ölüm üzerindedir. Eşeği yanındaki ağacın altında dinleniyordu. İki kurt Hoca’nın öldüğünü zannedip eşeğe saldırırlar. Hoca gözlerini açar ve, “Ölü insanlar hiçbir şey yapamazlar. Canlı olmuş olsaydım siz kurtlar eşeğime karşı bu kadar küstahça davrana- mazdınız. Ama artık hiçbir şey yapamam. Ölülerin bir şey yapabildiği hiç duyulmuş şey değildir. Sadece tanık olabilirim,” diye düşünür. Eğer geçmişin için ölü, tamamen ölü hale gelirsen, o zaman sadece tanık olabilirsin. Başka ne yapabilirsin?
Tanık olmak, geçmişin için; anılar, düşünceler, her şey için ölmek demektir. O zaman şimdiki zamanda ne yapabilirsin? Sadece tanıklık. Hiçbir yargılama mümkün olmaz; yargı sadece geçmiş deneyimler karşısında mümkündür. Hiçbir değerlendirme müm- kün olmaz; değerlendirme sadece geçmiş değerlendirmeler karşısında mümkündür. Hiçbir düşünce mümkün olmaz; düşünce sadece geçmiş varsa, şimdiki ana getirilmişse mümkün- dür. Öyleyse ne yapabilirsin? Tanık olabilirsin.
Eski Sanskrit edebiyatında öğretmen ölü olarak tanımlanır; acharya mrityuh. Kahta Upani- shad’da, Nachiketa ölüm tanrısı Yama’ya öğretim görmesi için gönderilir. Ve ölüm tanrısı Yama, Nachiketa’yı cezp etmek için pek çok şey sunar; “Krallığı al, tüm zenginlikleri, çok sayıda atı, çok sayıda fili al; şunu al, bunu al…” Upuzun bir liste. Nachiketa der ki; “Buraya ölümün ne olduğunu öğrenmeye geldim çünkü ölümün ne olduğunu bilmediğim sürece hayatın ne olduğunu bilemem.” O yüzden eski zamanlarda bir öğretmen, müridinin ölümü olabilecek bir kişi olarak bilinirdi; ölüp yeniden doğabilmene yardımcı olan kişi. Nicodemus İsa’ya sordu: “Tanrı’nın krallığına nasıl ulaşabilirim?” İsa dedi ki: “Önce ölmezsen hiçbir yere ulaşamazsın. Yeniden doğmadıkça hiçbir yere ulaşamazsın.” Ve bu yeniden doğuş bir olay değildir, devamlı bir süreçtir.
Kişi her an yeniden doğmalıdır. Bu, bir kez yeniden doğdun ve artık her şey tamam ve bitti demek değil. Yaşam sürekli bir doğumdur ve ölüm de süreklidir. Bir kez ölmelisin çünkü hiç yaşamadın ki. Eğer yaşıyorsan, o zaman her an ölmelisin. Her ne olursa olsun, bir cennet ya da bir cehennem, geçmişine her an öl. Ne olursa olsun ona öl ve anın içine taze ve genç olarak yeniden doğ. Şimdi tanık ol. Ve eğer tazeysen sadece şimdi tanık olabilirsin.