Osho Osho ile ilgili paylaşımlar | Farkındalık (Osho)Alternatif Kişisel Gelişim ve Osho Farkındalık (Osho) Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız HİÇ BİR PROBLEM CİDDİ DEĞİLDİR
Birisi yapılamaz bir şey olan, geçmişi yeniden düzenlemektir. Geçmiş gerçekleşmiştir. Geçmişe gerçekten gidemezsin. Geçmişe gitmeyi düşündüğünde, en iyi ihtimalle onun anılarına gidebilirsin, o gerçek geçmiş değildir, o sadece bir anıdır. Geçmiş artık yoktur, dolayısıyla onu ... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Osho telkin cd indir izle İstanbul Osho nerededir kimdir Osho çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Osho hipnoz Osho olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Osho hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Osho kuantum düşünce kitap haberi |
|
17-05-2009, 01:06 PM
|
#1 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Farkındalık (Osho) HİÇ BİR PROBLEM CİDDİ DEĞİLDİR Birisi yapılamaz bir şey olan, geçmişi yeniden düzenlemektir. Geçmiş gerçekleşmiştir. Geçmişe gerçekten gidemezsin. Geçmişe gitmeyi düşündüğünde, en iyi ihtimalle onun anılarına gidebilirsin, o gerçek geçmiş değildir, o sadece bir anıdır. Geçmiş artık yoktur, dolayısıyla onu yeniden düzenleyemezsin. Bu insanlığın gerçekleşmesi imkânsız amaçlarından birisidir ve insan bunun yüzünden çok acı çekmiştir. Geçmişi silmek istersin; nasıl silebilirsin ki? Geçmiş kesindir. Geçmiş, bir şeyin tüm potansiyelinin bittiği anlamına gelir; gerçek olmuştur. Artık onu düzenleme, silme ya da yeniden yapma potansiyeli yoktur. Geçmişle ilgili yapılacak hiçbir şey yoktur. Ve insan zihnini her zaman meşgul etmiş diğer imkânsız düşünce de geleceği kurmaktır; bu da, yine yapılamaz. Gelecek henüz olmamış olan demektir: Onu kuramazsın. Gelecek kurgulanmadan kalır, gelecek açık kalır. Gelecek saf potansiyeldir; gerçekleşmediği sürece ondan emin olamazsın. Geçmiş saf gerçekleşmedir; olmuştur. Artık onunla ilgili bir şey yapılamaz. Bu ikisinin arasında, şimdiki zamanda insan durup bu iki imkânsızlığı düşünür. O gelecekle ilgili her şeyden emin olmak ister; ve bu yapılamaz. Bunun kalbinde mümkün olduğunca derinlere inmesine izin ver: Bu yapılamaz. Şimdiki anını geleceği belirlemek için harcama. Gelecek belirsizliktir; bu geleceğin niteliğidir, tam olarak budur. Ve zamanını geriye bakarak harcama. Geçmiş gerçekleşti, o ölü bir olgudur. Ona hiçbir şey yapılamaz. Yapabileceğin en iyi şey onu yeniden yorumlamaktır, hepsi bu. Psikanalistin yaptığı da budur; onu yeniden yorumlamak. Yeniden yorum yapılabilir ama geçmiş aynı kalır. Psikanaliz ve astroloji; astroloji bir şekilde geleceği belirlemek ister ve psikanalist de geçmişi yeniden yapmak ister. Her ikisi de bilim değildir. Her ikisi de imkânsızdır ama her ikisinin de milyonlarca takipçisi vardır; çünkü insanoğlu bunu sever! O gelecekten emin olmak ister, bu yüzden astrologa gider, I Ching’e danışır, bir tarot okuyucusuna gider ve kişinin kendini kandırması, aptallaştırması için bin bir tane yöntem vardır. Ve geçmişi değiştirebileceğini söyleyen bazı insanlar vardır; onlara da danışır. Bir kez bu iki şey bırakıldığında, her türlü aptallıktan özgürleşirsin. O zaman psikanaliste gitmezsin ve astrologa gitmezsin. O zaman geçmişin bittiğini bilirsin; sen de onunla birlikte biteceksin. Ve gelecek henüz gerçekleşmedi. Ne zaman olursa göreceğiz; tam şu an onun için hiçbir şey yapılamaz. Yalnızca, elinde olan, gerçek olan yegâne anı mahvedebilirsin. Batı sürekli bir biçimde nasıl çözüleceğini bulmak için problemlere bakıyor. Batı problemleri ciddiye alıyor. Ve belli bir mantığın, verili bir önermenin içine girdiğinde mantık mükemmel görünür. Geçenlerde bir fıkra okumaktaydım: Büyük bir felsefeci ve dünyaca ünlü olan bir matematikçi uçaktadır. Kaptandan, “Üzgünüm küçük bir gecikme olacak. Bir numaralı motor durdu ve biz üç motorla uçmaya devam ediyoruz,” diye bir anons geldiğinde, matematikçi koltuğunda otururken büyük bir matematik problemini düşünmektedir. On dakika kadar sonra ikinci bir anons gelir: “Korkarım daha da çok gecikme olacak; iki ve üç numaralı motorlar da durdu ve geriye sadece dört numara kaldı.” Bunun üzerine matematikçinin yanında oturan felsefeci ona dönüp, “Vay canına! Eğer diğeri de duracak olursa tüm geceyi burada geçireceğiz!” Belli bir çizgi doğrultusunda düşünürken, onun yönünün kendisi pek çok şeyi mümkün kılar; saçma şeyler de mümkündür. Bir kez insanların problemlerini ciddiye almışsan, bir önermeyi kabul etmişsindir; ilk adımını yanlış attın. Şimdi bu doğrultuda gidebilirsin ve sürekli gidersin ve gidersin. Artık zihin olgusuyla, psikanalizle ilgili o kadar büyük miktarda bir literatür gelişmiştir ki; milyonlarca makale ve kitap yazılmıştır. Bir kez Freud belli bir mantığın kapısını açtıktan sonra o tüm yüzyıla hükmetmiştir. Doğunun tamamen başka bir bakışı vardır. İlk olarak o der ki hiçbir problem ciddi değildir. Hiçbir problemin ciddi olmadığını söylediğin anda, problem neredeyse yüzde doksan dokuz ölmüştür. Onunla ilgili tüm görüşün değişir. Doğunun söylediği ikinci şey ise problemin, sen onunla özdeşleştiğin için orada olduğudur. Onun geçmişle bir ilgisi yoktur, tarihiyle bir ilgisi yoktur. Onunla özdeşleşmişsin; gerçek olan bu. Ve tüm problemleri çözecek anahtar da bu. Örneğin, sen kızgın bir insansın. Eğer bir psikanaliste gidersen sana diyecektir ki: “Geçmişe git … kızgınlık nasıl içinde yükseldi? Hangi koşullarda giderek daha fazla zihnini şartlandırdı ve izlerini bıraktı? Tüm bu izleri temizleyip atmalıyız; onları silmeliyiz. Geçmişini tamamen arındırmalıyız.” Eğer Doğulu bir mistiğe gidersen sana diyecektir ki: “Sen kızgınlık olduğunu düşünüyorsun, kızgınlıkla özdeşleşmiş hissediyorsun; yanlış giden şey burada. Bir dahaki sefere kızgınlık geldiğinde bir izleyici ol, sadece bir tanık ol. Kızgınlıkla özdeşleşme. ‘Ben kızgınım’ deme. ‘Ben kızgınlığım’ deme. Onun olmasını sanki TV ekranında oluyormuşçasına izle. Kendine sanki başkasına bakıyormuş gibi bak.” Sen saf bilinçsin. Kızgınlık bulutu seni çevrelediğinde sadece izle ve tetikte ol, bu sayede onunla özdeşleşmezsin. Her şey problemle nasıl özdeşleşmeyeceğinle ilgili. Bir kez öğrendin mi … o zaman “bir sürü probleme” sahip olmak, sorun olmaktan çıkar çünkü anahtar, aynı anahtar tüm kilitleri açar. Bu kızgınlık için böyledir, hırs için böyledir, seks için böyledir. Zihnin yapabileceği diğer her şeyde bu böyledir. Doğu sadece özdeşleşmeden kal der. Unutma; George Gurdjieff’in “öz-anımsaması” derken demek istediği budur. Unutma sen bir tanıksın, dikkatli ol; Buda böyle diyor. Bir bulutun geçmekte olduğunun ayrımında ol; belki de bulut geçmişten geliyordur ama bunun hiçbir anlamı yok. Onun belli bir geçmişi olmalı, gökten zembille inmiş olamaz. Belli bir olay sırasından geliyor olmalı; ama bu tamamen konu dışıdır. Neden bununla meşgul olasın? Tam şimdi, tam şu an ondan ayrılabilirsin. Kendini ondan çekip çıkartabilirsin, köprü tam şu an yıkılabilir; ve yalnızca şimdi yıkılabilir. Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. | Offline
| |
17-05-2009, 01:17 PM
|
#2 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) DENGELİ YAŞAMAK Büyük bir bilge en yakın müridini Kral Janak’ın sarayına genç adamda eksik olan bir şeyi öğrenmesi için gönderdi. Genç adam dedi ki, “Eğer bana sen öğretemediysen Janak denilen bu adam bana nasıl öğretecek? Sen büyük bir bilgesin, o ise sadece bir kral. Meditasyon ve farkındalık hakkında ne biliyor ki?” Büyük bilge de, “Sen sadece benim dediğimi yap. Ona git ve önünde eğil; kendinin bir sannyasin olduğunu ve onunsa sıradan bir ev sahibi olduğunu düşünüp egoist olma. O dünyada yaşıyor, o dünyevi; sen ise ruhanisin diye düşünme. Tüm bunları unut. Seni ona bir şey öğrenmen için gönderiyorum. O halde şu an için senin ustan o. Ve biliyorum, burada denedim ama sen anlayamıyorsun çünkü onu anlamak için değişik bir bağlama ihtiyacın var. Janak’ın huzuruna çıkmak ve saray sana doğru bağlamı verecektir. Sen sadece git, onun önünde eğil. Bu birkaç gün için o beni temsil edecek.” dedi. Genç adam istemeye istemeye gitti. O bir Brahmandı, en yüksek kasta aitti! Ve bu Janak da neydi? Zengindi, büyük bir krallığı vardı ama bir Brahmana ne öğretebilirdi ki? Brahmanlar her zaman insanlara öğretebileceklerini düşünürler. Ve Janak bir Brahman değildi, o bir Kshatriyaydı, Hindistan’daki savaşçı bir kasttan. Onlar Brahmanlardan sonra gelirlerdi. Brahmanlar birinci, en öndeki, en yüksek kasttı. Bu adamın önünde eğilmek mi? Bu hiç yapılmamış bir şeydi! Bir Brahman’ın bir Kshatriyaya eğilmesi Hintli zihnine uygun değildi. Ama usta öyle demişti, o yüzden yapılmak zorundaydı. İstemeden genç adam gitti ve istemeden önünde eğildi. Ve eğilirken gerçekten ustasına kızgınlık hissediyordu çünkü onun gözünde Janak’ın önünde eğilmek çok çirkindi. Güzel bir kadın Kralın huzurunda dans ediyordu ve insanlar şarap içiyordu ve Janak bu grubun içinde oturuyordu. Genç adam öylesine lanetliyordu ki ama yine de eğildi. Janak güldü ve dedi ki, “İçinde bu kadar lanetleme taşırken önümde eğilmene gerek yok. Ve beni deneyimlemeden önce bu kadar önyargılı olma. Ustan beni çok iyi tanır, o nedenle seni buraya gönderdi. O seni buraya bir şey öğrenmen için gönderdi ama öğrenmenin yolu bu değildir.” Genç adam, “Umurumda bile değil. Beni gönderdi, ben de geldim ama sabaha doğru geri dönmüş olacağım çünkü burada öğrenebileceğim bir şey göremiyorum. Aslında eğer senden bir şey öğrenecek olursam hayatım boşa gitmiş olacak! Şarap içmeyi ve güzel bir kadının dansını izlemeyi ve tüm bu rezaleti öğrenmeye gelmedim.” dedi. Janak gülümsedi ve, “Sabah gidebilirsin. Ama mademki geldin ve çok yorgunsun … en azından gece dinlen ve sabahleyin gidebilirsin. Ve kim bilebilir; belki de gece ustanın seni bana gönderdiği öğrenme için uygun durum olabilir.” dedi. Şimdi bu gizemliydi. Gece nasıl olur da ona bir şey öğretebilirdi? Ama tamam, geceleyin burada olabilirdi. O yüzden bu konuda fazla yaygara koparmaya gerek yoktu. Kaldı. Kral ona sarayın en güzel, en lüks odasını hazırlattı. Kral genç adamla birlikte gitti, yemeğiyle ilgili tüm özeni gösterdi ve yatağına gittiğinde Janak ayrıldı. Ama genç adam tüm gece boyunca uyuyamadı çünkü yukarı baktığında tam başının üzerinde ince bir ipte asılı duran çıplak bir kılıç duruyordu. Şimdi her an kılıç düşüp genç adamı öldürebilirdi, çok tehlikeliydi. O nedenle tüm gece uyanık kaldı, tetikte, bu sayede eğer olursa bu felaketten kaçınabilirdi. Sabahleyin Kral sordu: “Yatak rahat mıydı, oda rahat mıydı?” Genç adam: “Rahat! Her şey çok konforluydu ama kılıca ne demeli? Neden böyle bir numara yaptın? Çok acımasızcaydı! Yorgundum, ustamın ormandaki, çok uzaktaki aşramından yürüyerek gelmiştim ve sen bana çok insafsız bir şaka yaptın. Bu nasıl bir şey böyle? O kadar ince bir iple bağlanmış çıplak bir kılıç ki en ufak bir meltemde ölüp gideceğim diye korktum.” dedi. “Sadece bir tek şey sormak istiyorum. Çok yorgundun, her an kolayca uykuya dalabilirdin ama uyuyamadın. Ne oldu? Tehlike çok büyüktü, ölüm kalım meselesiydi. O nedenle farkındaydın, uyanıktın. Benim öğretim de budur. Gidebilirsin. Ya da birkaç gün daha beni izlemek için kalabilirsin. Güzel kadın dans ederken dün gece orada oturuyordum ama başımın üzerindeki çıplak kılıç yüzünden tetikte bekliyordum. O görünmezdir; onun adı ölümdür. Genç kadına bakmıyordum: Tıpkı senin lüks odanın keyfini çıkartamaman gibi, şarap içmiyordum. Sadece her an gelebilecek olan ölümün farkındaydım. Ben sürekli ölümün farkındayım; o yüzden sarayda yaşıyorum ama gene de bir inzivadayım. Ustan beni tanır ve beni anlar. Benim anlayışımı da anlar. Bu nedenle seni buraya gönderdi. Şayet burada birkaç gün yaşarsan, kendi gözlerinle görebilirsin,” dedi Kral. ’ Nasıl daha farkında olunur bilmek ister misin? Hayattaki tehlikelerin daha çok farkına var. Ölüm her an gerçekleşebilir; bir sonraki an kapını çalabilir. Sonsuza kadar yaşayacağını düşünürsen farkında olmadan kalabilirsin; ölüm çok yakınlarındayken nasıl farkında olmadan kalabilirsin ki? İmkânsız! Eğer hayat anlıksa, bir sabun köpüğüyse, küçük bir fiskeyle sonsuza kadar yok olacaksa … nasıl farkında olmadan kalabilirsin? Her eyleme farkındalık getir. SENİN İÇİNDE İKİ DÜZEY VAR: ZİHNİN DÜZEYİ VE ZİHİNSİZLİĞİN DÜZEYİ. Yahut izin ver, şöyle söyleyeyim: Varlığının çeperinde olduğundaki düzey ve varlığının merkezinde olduğundaki düzey. Bilsen de bilmesen de her çemberin bir merkezi vardır. Bir merkez olduğundan bile şüpheye düşebilirsin ama olmak zorundadır. Sen bir çepersin, sen bir çembersin; bir merkez var. Merkez olmadan sen olamazsın; varlığının bir çekirdeği var. Bu merkezde sen zaten bir budasın; evine varmış kişi. Çeperdeyken dünyadasın; zihinde, rüyalarda, arzularda, endişelerde, bin bir tane oyunun içindesin. Ve sen her ikisisin. Birkaç anlığına bir buda gibi olabildiğini görebileceğin anlar olması kaçınılmazdır; aynı zarafet, aynı farkındalık, aynı sessizlik, aynı saf mutluluk, kutsama, kutsanma… Kendi merkezinin azıcık tadına vardığın anlar olacak; bunlar kalıcı olamaz, tekrar tekrar çepere geri fırlatılacaksın. Ve kendini aptal, üzgün, beceriksiz hissedeceksin; hayatın anlamını kaçırmış. Çünkü iki düzlemde var olursun; çeperin düzleminde ve merkezin düzleminde. Ancak yavaş yavaş yumuşak bir şekilde çeperden merkeze ve merkezden de çepere hareket etme yeteneğine sahip olacaksın; tıpkı yürüyerek evinin içine girmek ve evinin dışına çıkmak gibi. Hiçbir bölünme yaratmazsın. “Evin dışındayım, nasıl olur da evin içine girerim?” demezsin. “Evin içindeyim nasıl olur da evin dışına çıkarım?” demezsin. Dışarıda hava güneşli, ılık, hoş; dışarıda, bahçede oturursun. Sonra giderek ısınıyor hava ve terlemeye başlıyorsun. Artık çok hoş değil, rahatsız edici olmaya başladı; basitçe kalkıp evinin içine giriyorsun. Orası serin; orada rahatsızlık yok. Şimdi evin içerisi hoşuna gidiyor. Devamlı içeri ve dışarı gidip gelirsin. Aynı şekilde anlayışı olan ve farkında bir insan çeperden merkeze, merkezden çepere hareket eder. Hiçbir yerde takılıp kalmaz. Pazaryerinden manastıra, dışadönüklükten içedönüklüğe sürekli hareket eder çünkü bu ikisi onun kanatlarıdır. Onlar birbirlerinin karşıtı değildir. Zıt yönlerde dengeleniyor olabilirler; öyle olmak zorundalar; iki kanat da aynı tarafta olursa kuş gökyüzüne doğru uçamaz. Dengeleniyor olmak zorundalar, zıt yönlerde olmak zorundalar ama yine de aynı kuşa aitler ve aynı kuşa hizmet ediyorlar. İçin ve dışın senin kanatlarındır. Bu çok derinden hatırlanmalıdır çünkü orada bir olasılık vardır … zihin bir şeye takılıp kalma eğilimdedir. İşlerine takılıp kalmış insanlar vardır; onlar meditasyon için vakitlerinin olmadığını söyler; vakit olsa bile nasıl meditasyon yapılacağını bilmediklerini söylerler ve meditasyon yapabileceklerine inanmazlar. Dünyevi olduklarını söylerler; nasıl meditasyon yapabilirler ki? Onlar maddecidirler; nasıl meditasyon yapabilirler ki? Derler ki, “Biz dışadönük insanlarız; nasıl meditasyon yapabiliriz ki?” Onlar yalnızca bir tek kanat seçmişlerdir. Ve elbette ki bunun sonucunda hüsrana uğramak doğaldır. Tek bir kanatla hüsranın gelmesi kaçınılmazdır. Dünyadan bıkıp elini eteğini çekerek manastırlara ve Himalayalara giden, sannyasin olan, rahip olan, yalnız yaşamaya başlayan, içekapanık bir hayata kendini zorlayan insanlar vardır. Onlar gözlerini kapatır, onlar tüm kapılarını ve pencerelerini kapatırlar, Leibniz’in monadları gibi olurlar — penceresiz — sonra da sıkılırlar. İşlerindeyken bıkmışlardı, yorulmuşlardı, engellenmiş hissediyorlardı. Giderek daha çok bir tımarhaneye benziyordu, huzur bulamıyorlardı. Çok fazla ilişki ve çok az tatil vardı, kendileri olmak için yeterli alan yoktu. Bir şeylerin içine düşüyorlardı, kendi varlıklarını yitiriyorlardı; giderek daha çok maddi ve daha az ruhani oluyorlar. Yönlerini kaybediyorlar. Kendileri olan bilinçliliklerini kaybediyorlar. Kaçtılar. Bıkkın, engellenmiş; kaçtılar. Şimdi yalnız yaşamaya çalışıyorlar, içekapanık birisinin hayatını; eninde sonunda sıkılacaklar. Tekrar başka bir kanadı seçtiler ama yine tek bir kanadı. Dengesiz bir hayatın yoludur bu. Aynı yanılgıya yeniden zıt kutupta düştüler. Ben ne ondan ne bundan yanayım. Ben senin o kadar muktedir olmanı isterim ki, işinin başında olmana rağmen yine de meditasyon halinde kalabilesin. İnsanlarla ilişki kurmanı, sevmeni, milyonlarca ilişkinin içine girmeni isterim çünkü onlar seni zenginleştirir; ama buna rağmen kapılarını kapamaya ve bazen tüm ilişkilerinden tatile ayrılabilmeye muktedir kalabilmeli … böylece kendi öz varlığınla da ilişki kurabilirsin. Başkalarıyla ilişki kur. Ama kendinle de kur. Başkalarını sev. Ama kendini de sev. Dışa açıl; dünya güzel, macera dolu; o bir meydan okuma, o zenginleştirir. Bu fırsatı kaçırma; ne zaman dünya kapını çalsa ve seni çağırsa dışarı çık. Korkusuzca git; kaybedecek hiçbir şey yok, kazanılacak ise her şey var. Ama kaybolma. Devamlı olarak ve devamlı olarak gidip de kaybolma; arada bir eve dön. Bazen dünyayı unut; bu anlar meditasyon içindir. Her gün eğer dengeye gelmek istersen, içeriyi ve dışarıyı dengelemen gerekir. Aynı ağırlığı taşımalılar, bu sayede içerde hiçbir zaman dengeyi kaybetmezsin. Zen ustalarının, “Suda yürü ama suyun ayaklarına dokunmasına izin verme.” derken demek istedikleri budur. Dünyada ol ama dünyaya ait olma. Dünyanın içinde ol ama dünyanın senin içinde olmasına izin verme. Eve geldiğinde, eve gel; tüm dünya yok olmuşçasına. ‘ Bir Zen ustası olan Hotei bir köyden geçiyordu. Yeryüzüne ayak basmış, gelmiş geçmiş en güzel insanlardan birisiydi. İnsanlar onu Gülen Buda olarak bilirdi; her an sürekli gülerdi. Ama bazen bir ağaç altında otururdu — bu köyde gözleri kapalı olarak bir ağacın altında oturuyordu — gülmüyor, hatta gülümsemiyordu; tamamen sakin, aklı başında. Biri sordu, “Gülmüyorsun Hotei?” Gözlerini açtı ve, “Hazırlanıyorum.” dedi. Soruyu soran anlayamamıştı: “‘Hazırlanıyorum’ derken neyi kastediyorsun?” Hotei dedi ki, “Kendimi kahkaha için hazırlamalıyım. Kendime bir dinlenme fırsatı vermeliyim. İçeri girmek durumundayım. Tüm dünyayı unutmak zorundayım, böylelikle tazelenmiş olarak geri gelebilir ve tekrar gülebilirim.” ’ Gerçekten gülmek istersen, ağlamayı öğrenmek zorunda kalacaksın. Ağlayamazsan ve gözyaşlarına muktedir değilsen gülmek için yeterli olamayacaksın. Gülmeye ait olan bir insan aynı zamanda gözyaşlarına da aittir; o zaman bir insan dengededir. Coşkulu bir insan aynı zamanda sessizdir. Kendinden geçebilen bir insan aynı zamanda merkezindedir de. İkisi de el ele gider. Ve bu kutupların bu birlikteliğinden bir denge doğar. Ve amaç da budur. | Offline
| |
17-05-2009, 01:24 PM
|
#3 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) ZİHNİNE DÜŞMAN OLMA Aslında zihin yoktur; sadece düşünceler var, düşünceler öyle hızla hareket ediyor ki sen sürekliliği olan bir şeyin var olduğunu düşünüyor ve hissediyorsun. Bir düşünce gelir ve diğeri gelir ve diğeri, ve böyle sürer gider … boşluk o kadar küçüktür ki bir düşünceyle diğeri arasındaki aralığı göremezsin. Bu durumda iki düşünce birleşir, bir süreklilik arz eder ve bu süreklilik yüzünden bir zihin olduğunu düşünürsün. (…) Öyleyse “zihni kontrol etmeye” çalışma. Lisan seni yanlış yerlere götürebilir. Kimse kontrol edemez ve kontrol etmeye çalışanlar delirecektir; kolaylıkla sinir hastası olacaklardır çünkü zihni kontrol etmeye çalışmak zihnin bir kısmının başka bir kısmını kontrol etmeye çalışma- sından başka bir şey değildir. Sen kimsin, kim kontrol etmeye çalışıyor? Sen de bir dalgasın; elbette zihni kontrol etmeye çalışan dini bütün bir dalgasın. Ve dindar olmayan dalgalar var; seks var ve kızgınlık var ve kıskançlık var ve mülkiyetçilik var ve nefret var ve milyonlarca dinsiz dalgalar. Ve sonra da dindar dalgalar var; meditasyon, sevgi, şefkat. Ama bunların tümü yüzeyde, yüzeye ait ve yüzeyin üzerinde. Dini bütün ya da dinsiz fark etmez. (…) O güzeldir! Zihin en güzel mekanizmalardan birisidir. Bilim henüz zihin paralelinde herhangi bir şey yaratamamıştır. Zihin hâlâ bir başyapıt olarak duruyor; o kadar karmaşık, korkunç derecede güçlü, pek çok potansiyele sahip. İzle onu! Tadını çıkart! Ve bir düşman gibi izleme çünkü zihne bir düşman gibi yaklaşacak olursan izleyemezsin. Şimdiden önyargılısın, şimdiden onun karşısındasın. Şimdiden zihinde bir şeyin yanlış oldu- ğuna karar verdin; daha şimdiden sonuca vardın. Ve ne zaman birisine düşmanca baksan, hiçbir zaman derinlemesine bakmazsın, gözlerine asla bakmazsın; kaçınırsın. Zihni izlemek demek ona derin bir sevgiyle, derin bir saygıyla bakmaktır; o Tanrının sana bir armağanıdır. Zihnin kendi içinde yanlış bir şey yoktur. Düşünmenin kendi içinde yanlış bir şey yoktur. Tüm diğer süreçler gibi güzel bir süreçtir. Gökyüzünde dolanan bulutlar güzeldir; neden düşünceler içsel gökyüzünde dolanmasın? Ağaçları bezeyen çiçekler güzeldir; neden varlığında düşünceler çiçek açmasın? Okyanusa dökülen ırmaklar güzeldir; neden bu düşün- ce akımları bilinmedik bir yere doğru gitmesin? Güzel değil mi? Derin bir saygıyla bak. Bir savaşçı değil, bir âşık ol. | Offline
| |
17-05-2009, 01:29 PM
|
#4 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) ZİHİNSİZLİK Meditasyon zihne karşı bir çaba sarf etmek değildir, o zihni anlamanın bir yoludur. Zihne sevecenlikle tanıklık etmektir ama kişi elbette sabırlı olmak zorundadır. Kafanda taşımakta olduğun bu zihnin ortaya çıkması yüzyıllar, bin yıllar sürdü. Küçücük zihnin tüm insanlığın deneyimini taşıyor. Ve sadece insanlığın da değil — hayvanların, kuşların, bitkilerin, taşların — tüm bu deneyimlerden geçtin. Bu ana kadar olan her şey sende de oldu. Küçücük bir fındık kabuğunda tüm varoluşun deneyimini taşıyorsun. Senin zihnin budur. Aslında ona senin demek doğru değil. O kolektiftir; o hepimize aittir. Modern psikoloji buna yaklaşmaktadır, bilhassa Jungcu psikoloji ona yaklaşmaktadır ve kolektif bilinçaltı gibi bir şeyi hissetmeye başlamışlardır. Zihnin sana ait değil; o hepimize ait. Bedenlerimiz çok ayrı; zihinlerimiz ayrı değil. Bedenlerimiz net bir biçimde ayrı, zihinlerimiz örtüşür ve ruhlarımızsa tektir. Bedenler ayrıdır, zihinler örtüşür ve ruhlarsa tektir. Benim farklı bir ruhum yok ve senin farklı bir ruhun yok. Varoluşun tam merkezinde buluşuruz ve tekiz. Tanrı budur: Her şeyin buluşma noktası. Tanrı ve dünya — “dünya” beden demektir — arasında zihin vardır. Zihin bir köprüdür, bedenle ruh arasında, dünyayla Tanrı arasında bir köprü. Onu yok etmeye çalışma! Pek çokları onu Yoga ile yok etmeye çalıştı. Bu Yoganın yanlış kullanılmasıdır. Pek çokları onu beden hareketleriyle, nefesle yok etmeye çalıştı; bu da bedende zor fark edilen kimyasal değişiklikler yapar. Mesela, eğer kafa üstü, shirhasan’da durursan zihni kolayca yok edersin: Çünkü kan kafanın içine hücum eder, sel gibi kafanın içine akar … kafanın üzerinde durduğunda yaptığın şey budur. Beyin mekanizması naziktir. Sen onu sel gibi kanla dolduruyorsun, nazik dokular ölecektir. Bu nedenle hiçbir zeki yogiye rastlayamazsın. Hayır; yogiler az ya da çok aptaldır. Bedenleri sağlıklıdır, güçlüdür, bu doğru ama zihinleri ölmüştür. Zekâ parıltıları göremeyeceksin. Çok gürbüz, hayvansı bir beden göreceksin ama bir şekilde insan kaybolmuştur. Kafanın üzerinde durarak kanını yerçekimiyle kafanın içine doğru zorluyorsun. Kafanın kana ihtiyacı var ama az miktarda ve yavaşça, sel gibi değil. Yerçekimine karşı azıcık kan kafaya ulaşır ve bu da dingin bir şekilde olur. Çok fazla kan kafaya giderse tahrip edicidir. Yoga zihni öldürmek için kullanılmıştır. Zihni öldürmek için nefes kullanılabilir; hassas zihin için sert olabilecek nefes ritimleri vardır, ince nefes titreşimleri vardır. Zihin onlarla tahrip edilebilir. Bunlar eski numaralar. Artık yeni numaralar bilim tarafından sağlanıyor: LSD, esrar ve diğerleri; giderek çok daha karmaşık uyuşturucular er ya da geç sunulacak. Ben zihnin durdurulması taraftarı değilim. Ben onun izlenmesi taraftarıyım. O kendiliğinden durur ve o zaman güzeldir. Bir şey hiç şiddet olmadan gerçekleşirse kendine has bir güzelliği vardır; doğal bir gelişimi vardır. Bir çiçeği güç kullanıp açabilirsin; bir goncanın taç yapraklarını çekip zorla açabilirsin ama çiçeğin güzelliğini yok etmiş oldun. Artık neredeyse ölüdür. Senin vahşetine dayanamaz. Taç yaprakları gevşemiş, güçsüzleşmiş, ölüyor. Gonca kendi enerjisiyle açtığında, kendiliğinden açtığındaysa bu taç yapraklar canlıdır. Zihin senin kendi çiçeklenmendir; onu hiçbir şekilde zorlama. Ben her türden zorlamaya ve şiddete karşıyım ve bilhassa da kendine yönelik olana. Sadece izle — derin duada, sevgide, saygıda — ve ne olduğunu göreceksin. Mucizeler kendiliğinden gerçekleşecek. İtip kakmaya gerek yok. Düşünceyi nasıl durdurmalı? Ben sadece uyanık ol ve izle diyorum. Ve bu durdurma fikrini de bir kenara at, yoksa zihnin doğal dönüşümünü durdurur. Bu durdurma fikrini bırak! Sen kim oluyorsun da durduracaksın? En fazla keyfini çıkartabilirsin. Ve yanlış hiçbir şey yok; ahlaksız düşünceler bile, sözde ahlaksız düşünceler bile zihninden geçse, bırak geçsinler. Yanlış bir şey yok. Sen ayrı dur, bir zarar verilmiyor. O yalnızca bir kurgu, içsel bir film izliyorsun. Onu kendi halinde bırak ve o seni zihinsizliğe doğru zamanla götürecek. İzlemek nihai olarak zihinsizlikte son bulur. Zihinsizlik zihnin karşısında değildir; zihinsizlik zihnin ötesindedir. Zihinsizlik zihni öldürerek, yok ederek gelmez; zihni bütünüyle anlayıp artık düşüncelere ihtiyaç duymadığında zihinsizlik gelir. Kavrayışın onun yerine geçmiştir. | Offline
| |
17-05-2009, 01:36 PM
|
#5 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) MERKEZDE OLMANIN TEKNİĞİ - TANIK OLMA Çeper egoya aittir ve merkez ise varlığa aittir. Egondan yaşıyorsan her zaman diğeriyle ilişkili olarak yaşıyorsun. Çeper diğeriyle ilgilidir. Her ne yaşıyorsan yaşa hiçbirisi bir eylem değildir, her zaman bir tepkidir; sana yapılmış olan bir şeye karşılık yapıyorsun. Çeperden hiçbir eylem yoktur, hepsi bir tepkidir; merke- zinden hiçbir şey gelmez. Bir anlamda sen koşulların kölesisin. Sen hiçbir şey yapmıyorsun; daha çok, bunu yapmak zorunda bırakılıyorsun. Merkezden bu durum tamamen değişir. Merkezden eyleme geçmeye başlarsın; ilk kez bir bağımlı olarak değil, kendi doğrularınla var olmaya başlarsın. Buda bir köyden geçiyor. Bazı insanlar kızgınlar, onun öğretilerinin fazlasıyla karşısındalar. Onu taciz ediyorlar, ona hakaret ediyorlar. Buda sessizce onları dinler ve der ki: “Bitir- diyseniz izin verin de devam edeyim. Bir sonraki köye ulaşmam gerekiyor ve beni bekliyor olacaklar. Eğer zihninizin köşesinde bir şeyler hâlâ varsa, geri dönüp bu yol üzerinden geçerken bitirebilirsiniz.” Onlar da der ki: “Seni taciz ettik, sana hakaret ettik, bize bir şey söylemeyecek misin?” Buda şöyle der: “Asla şu an tepki vermem. Ne yaptığınız sizi ilgilendirir; asla şu an tepki vermem, beni bir şey yapmaya zorlayamazsınız. Beni taciz edebilirsiniz; bu size kalmış. Ben bir köle değilim. Ben özgür bir adam haline geldim. Ben merkezimden hareket ederim, çeperimden değil ve sizin tacizleriniz sadece benim çeperime dokunabilir, merkezime değil. Merkezim dokunulmadan kalır.” Sana merkezine dokunulduğundan değil, bir merkezin olmadığı için dokunuluyor. Sen sade- ce bir çepersin, çeperle özdeşleşmişsin. Çeper her şey tarafından, gerçekleşen her şey tarafından dokunulmaya mahkûmdur. O senin sınırındır, dolayısıyla ne olursa olsun ona dokunacaktır ve senin bir merkezin yok. Bir merkezin olduğu anda, o zaman kendinle aranda bir mesafe vardır; çeperinden bir mesafen vardır. Birisi çeperini taciz edebilir ama seni değil. Sen ayrı durabilir, dışında kalabilirsin; kendin ve sen arasında bir mesafe kalır. Çeperin olarak seninle ve merkezin olarak seninle … bir mesafe vardır. Ve bu mesafe başka birisi tarafından yok edilemez, çünkü hiç kimse senin merkezine sızamaz. Dış dünya sadece senin çeperine dokunabilir. Bu durumda Buda şöyle diyor: “Artık ben merkezimdeyim. On yıl önce farklı olabilirdi; şayet beni taciz etmiş olsaydınız, o zaman tepki verebilirdim. Ancak artık sadece eylemde bulunu- yorum.” Eylem ve tepki arasındaki farkı net bir şekilde anlamalısın. Birisini, seni sevdiği için sevi- yorsun. Buda da seni seviyor, sen onu sevdiğin için değil ama; bu tamamen konu dışıdır. Onu sevmen ya da nefret etmen konu dışıdır; o seni seviyor çünkü bu bir eylem, tepki değil. Eylem senden kaynaklanır ve tepkiyse sana dayatılır. Merkezinde olmak, artık eylemde bulunmaya başladın demektir. Hatırlanması gereken bir başka şey de, eylemde bulunduğun zaman, eylemin her zaman tam olduğudur. Tepki verdiğinde hiçbir zaman tam olamazsın. O her zaman kısmidir, parça- lıdır, çünkü çeperimden hareket ettiğimde — yani tepki verdiğimde — bütün olamam çünkü ben gerçekten ona katılmam. Yalnızca benim çeperim katılır, dolayısıyla o bütün olamaz. Bu demektir ki, eğer çeperinden seversen sevgin hiçbir zaman tam olamaz; her zaman kısmi olur. Ve bu çok şey ifade eder çünkü sevgi tam değilse, o zaman boş kalan kısım nefretle dolacaktır. Şefkatin kısmiyse kalan kısım gaddarlıkla dolacaktır. İyilikseverliğin kısmiyse, o zaman boş kalan kısmı kim dolduracak? Şayet Tanrın tam değilse, o zaman kalan boşluğu doldurmak için bir şeytana ihtiyacın olacak. Bu, kısmi bir eylemin çelişkili, kendisiyle çatışma halinde kalmasının kaçınılmaz olduğu anla- mına geliyor. Modern psikoloji aynı anda hem sevdiğini hem de nefret ettiğini söylüyor. Zihnin bir amfibidir, çelişkili; aynı objeyle hem sevgi hem nefret ilişkisi kuruyorsun. Ve eğer sevgi ve nefretin ikisi de oradaysa, o zaman kafa karışıklığı olacaktır, hem de zehirli bir kafa karışıklığı. Şefkatin ve gaddarlığın karışmış durumda ve senin yardımseverliğin hırsızlıktır, ibadetinse bir çeşit şiddete dönüşmüştür. Çeperde bir aziz olmaya çalışsan da, azizliğin günahla çınlamaya mahkûmdur. Çeperdeki her şey kendisiyle çatışma halinde olacaktır. Sadece merkezinden hareket ettiğinde eylemin tamdır. Ve eylemin tam olduğunda kendisine has bir güzelliği vardır. Eylem tam olduğunda anlıktır. Eylemin tam olduğunda anısını taşı- mazsın, buna gerek duymazsın! Eylemin tam değilse o, havada asılı kalmış bir şeydir. Bir şey yiyorsun; yemen tam değilse, gerçekten yemen bittiği zaman bile zihninde yemeye devam edersin. O sürüncemede kalır. Yalnızca tam bir şeyin bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Kısmi bir şey ise başı-sonu belli olmayan devamlı bir dizidir. Evindesin ve dükkânını ve çarşıyı yanında taşıdın. Dükkânındasın ve evini ve ev işlerini yanında getirdin. Tek bir an bile tam olarak içinde olmadın — ve olamayacaksın — çok fazla şey devamlı taşınmakta. Zihinde ve kalpteki ağırlık, yoğun ağırlık budur. Bütün bir eylemin bir başlangıcı ve sonu vardır. O atomiktir; bir dizi değildir. Şimdi orada ve sonra orada değil. Bilinmeyenin içine girebilmek için ondan tamamıyla özgürsün. Aksi takdir- de kişi, bir yivin içinde döner durur; zihin takılıp kalmıştır. Sürekli aynı dairesel harekete, fasit bir dairede devam eder durursun. Çünkü geçmiş hiç bitirilmemiştir, şimdiki ana gelir. Devam eder ve geleceğin içine girer. Dolayısıyla kısmi bir zihin, çeperdeki bir zihin kendi geçmişini taşır ve geçmiş büyük bir şeydir! Geçmiş hayatları hesaba katmasan bile, o zaman bile geçmiş büyük bir şeydir. Elli yılın güzel-çirkin deneyimi ama bitmemiş; hiçbir şey bitmemiş, yani elli yıl uzunluğunda ölü bir geçmişi devamlı taşımaktasın. Bu ölü geçmiş şimdiki tek bir anın üzerine çullanacak, onu öldürmesi kaçınılmaz! Bu durumda yaşayamazsın, imkânsız. Üzerindeki bu geçmişle yaşayamazsın; her an o ka- dar taze ve narindir ki tüm bu ölü yük onu öldürecek. Öldürüyor! Geçmişin sürekli şu anını öldürüyor ve şu anın öldüğünde sırtındaki ağırlığın bir parçası olur. Canlıyken senin bir parçan değildir; öldüğünde, geçmişin tarafından öldürüldüğünde senin olur, o zaman senin bir parçandır. Durum bundan ibaret. Merkezinden eyleme geçtiğin an, her eylem bütündür, atomiktir. Oradadır ve sonra da değildir. Ondan tamamen özgürsün. O zaman sırtında yük olmadan, ağırlıksız hareket ede- bilirsin. Ve ancak o zaman, taptaze bir şekilde ona gelerek her zaman orada olan yeni anın içinde yaşayabilirsin. Ancak, ona sadece geçmişin ağırlığını taşımıyorsan taze bir şekilde gelebilirsin. Ve eğer geçmiş bitirilmediyse geçmişi taşımak zorunda kalacaksın, çünkü zihin her şeyi bitirme eğilimindedir. Bitirilmediyse, o halde taşınmak zorunda. Bir şey gün içinde tamam- lanmadıysa, geceleyin rüyasını göreceksin, çünkü zihin her şeyi bitirme eğilimine sahiptir. Bittiği an zihin onun ağırlığından kurtulur. Bitirilmediği sürece zihin tekrar ve tekrar ona dönmeye mahkûmdur. Ne olursa olsun, yaptığın her şey — sevgin, cinselliğin, arkadaşlığın — bitmemiştir. Ve çeper- de kalarak onu bütün yapamazsın. Peki, nasıl kendi merkezimizde olabiliriz? Nasıl merkezde olmayı başarıp çeperde olmayacaksın? Bunun tekniği tanık olmadır. Bu tanık olmak sözcüğü en önemli sözcüktür. Merkezde olmayı sağlayan yüzlerce teknik vardır ama tanık olmak tüm bu tekniklerin bir parçası, temel bir parçasıdır. Teknik ne olursa olsun, tanık olmak onun vazgeçilmez bir parçası olacaktır. | Offline
| |
17-05-2009, 01:39 PM
|
#6 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) MERKEZDE OLMANIN TEKNİĞİ - TANIK OLMA Bu sadece bir teknik değildir; tanık olma süreci bütün tekniklerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Tanık olmaktan saf teknik olarak da söz etmek mümkündür. Örneğin J. Krishnamurti: O, tanık olmaktan saf bir teknik olarak söz ediyor. Ancak, böyle konuşmak beden olmadan yalnızca ruhtan bahsetmek gibidir. Onu hissedemez, onu göremezsin. Her yerde ruh bedenle cisimleşmiştir; ruhu beden aracılığıyla hissedersin. Elbette ruh beden değildir ama onu beden aracılığıyla hissedebilirsin. Her teknik bir bedendir ve tanık olmaksa ruhtur. Tüm bedenlerden, tüm maddeden bağımsız olarak tanık olmaktan bahsedebilirsin; o zaman o soyutlaşır, tamamen soyutlaşır. Krishnamurti yarım yüzyıldır sürekli konuşmaktadır ama ne söylerse söylesin, söyledikleri o kadar saftır, cisimsizdir ki, kişi anladığını zanneder ama bu anlayış sadece bir kavram olarak kalır. Bu dünyada hiçbir şey saf ruh olarak var olmaz. Her şey bedenleşmiş olarak var olur. Tanık olmak tüm ruhsal çalışmaların ruhudur ve tüm teknikler bedendirler, değişik bedenler. Öyleyse ilk olarak tanık olmanın ne olduğunu anlamak zorundayız ve o zaman tanık olmayı bazı bedenler, bazı teknikler aracılığıyla anlayabiliriz. Düşünmenin ne olduğunu biliyoruz ve kişi tanık olmayı anlayabilmek için önce ‘düşünme’den başlamalıdır çünkü insan bildiği şeyden başlamalıdır. Düşünmenin ne olduğunu biliyoruz, düşünmek yargılamak demektir; bir şey görürsün ve yargılarsın. Bir çiçek görürsün ve onun güzel olduğunu ya da güzel olmadığını söylersin. Bir şarkı duyarsın ve onu ya beğenirsin ya da beğenmezsin. Bir şeyi ya beğenirsin ya da bir şeyi lanetlersin. Düşünmek yargılamaktır; düşünmeye başladığın anda yargıya başlamışsındır. Düşünmek değerlendirmektir. Değerlendirmeden düşünemezsin. Bir çiçeği değerlendirmek- sizin, nasıl onun hakkında düşünebilirsin? Düşünmeye başladığın anda onun güzel olduğunu ya da olmadığını söyleyeceksin. Bir kategori kullanmak zorunda kalacaksın çünkü düşünmek sınıflamaktır. Bir şeyi sınıfladığın anda — onu etiketlediğinde, isimlendirdiğinde — onun hak- kında düşünmüşsündür. Yargılamayacaksan düşünmek mümkün değildir. Eğer yargılamayacaksan, o zaman farkında kalabilirsin ama düşünemezsin. Burada bir çiçek var ve ben sana diyorum ki, “Ona bak ama düşünme. Çiçeği gör ama düşünme.” Bu durumda ne yapabilirsin? Düşünmeye izin verilmediyse ne yapabilirsin ki? Yalnızca tanık olabilirsin; sadece farkında olabilirsin. Sadece çiçeğin farkında olabilirsin. Sadece çiçeğin bilincinde olabilirsin. Gerçekle yüzleşebilirsin; çiçek orada. Artık onunla karşılaşabilirsin. Düşünmeye izin verilmezse, “O güzel,” veya “O güzel değil; onu biliyorum,” ya da “O çak garip; daha önce hiç görmemiştim,” diyemeyeceksin. Hiçbir şey söyleye- mezsin. Sözcükler kullanılamaz çünkü her sözcüğün içinde bir değerlendirme vardır. Her sözcük bir yargıdır. Dil yargıların ağırlığını taşır; dil hiçbir zaman tarafsız olamaz. Bir sözcük kullandığın anda yargılamışsındır. Bu durumda dili kullanamazsın, sözcüklerle ifade edemezsin. Sana, “Bu bir çiçek, ona bak ama düşünme,” dediğimde, sözlerle ifade etmeye izin yok demektir. O halde ne yapa- bilirsin? Sadece bir tanık olabilirsin. Şayet düşünmeden orada durup bir şeyle yüzleşirsen o, tanık olmaktır. O halde tanık olma pasif bir farkındalık demektir. Unutma, pasif. Düşünmek aktiftir, bir şey yapıyorsun. Bir şeye bakarken onunla bir şey yapıyorsundur. Pasif değilsin, bir ayna gibi değilsin; bir şey yapıyorsun. Ve bir şey yaptığın anda bir şeyi değiştirmiş oldun. Bir çiçek görüyorum ve, “O güzel!” diyorum; onu değiştirdim. Şimdi çiçeğe bir şey dayattım. Artık çiçek her neyse, benim için o bir çiçek artı onun güzel olma duygusudur. Artık çiçek çok uzaklarda; çiçek ve benim aramda benim yargılayıcı hislerim, onun güzel olduğu değer- lendirmem var. Artık çiçek benim için aynı değil, nitelik değişti. Onun içine girdim, artık benim yargım gerçeğin içine nüfuz etti. Artık o daha çok kurgu ve daha az gerçek. Çiçeğin güzel olduğu duygusu çiçeğe ait değildir, bana aittir. Ben gerçeğe girdim. Artık gerçek bakire değil, onu bozdum. Artık benim zihnim onun bir parçası haline geldi. Aslında, benim zihnim onun bir parçası oldu demek, benim geçmişim onun parçası oldu anlamına gelir. Çünkü ben, “Bu çiçek güzel,” dediğimde bu, ben onu geçmiş bilgilerim aracılığıyla yar- gıladım anlamına gelir. Bu çiçeğin güzel olduğunu nasıl söyleyebiliyorsun? Geçmişinin dene- yimleri, geçmişinin kavramları böyle bir şey güzeldir der; sen onu geçmişine göre yargıladın demektir. Zihin senin geçmişin, anıların demektir. Geçmiş, şimdinin üzerine yığıldı. Bakire bir gerçeği yok ettin, artık o çarpıtıldı. Artık çiçek yok; kendi içindeki bir gerçeklik olarak çiçek artık orada değil. Senin tarafından bozuldu, yok edildi; senin geçmişin araya girdi. Yorumladın; düşünmek budur. Düşünmek geçmişi şu anın gerçekliğine getirmektir. Bu nedenle düşünmek seni asla hakikate ulaştırmaz çünkü hakikat bakiredir ve onunla tüm bakireliğiyle yüzleşmek zorunludur. Geçmişini getirdiğin anda onu yok ediyorsun. O zaman o bir yorumdur, gerçekliğin görülmesi değil. Onu bozdun, saflık kayboldu. Düşünmek geçmişini şimdiki ana getirmektir. Tanık olmak, geçmiş yok demektir; sadece şu an, geçmişin araya girmemesidir. Tanık olmak pasiftir. Sen bir şey yapmıyorsun; sen varsın! Sadece oradasın. Sadece orada mevcutsun. Çiçek orada mevcut, sen orada mevcutsun; o zaman orada bir tanık olma iliş- kisi vardır. Çiçek mevcut olduğunda ve sen değil, senin tüm geçmişin mevcut olduğunda, o zaman o bir düşünme ilişkisidir. Düşünmekten başlarsın. Düşünmek nedir? O, zihni şimdiye getirmektir. O zaman şimdiki anı kaçırdın demektir; tamamen kaçırdın! Geçmiş şu ana nüfuz ettiği an, onu kaçırdın. “Bu çiçek güzel,” dediğinde o, gerçekten geçmiş olur. “Bu çiçek güzel,” dediğinde o, geçmiş bir dene- yimdir. Tanıdın ve yargıladın. Çiçek ve sen orada olduğunuzda, bu çiçek güzel demek dahi mümkün değildir. Şimdiki anda hiçbir yargı beyan edemezsin. Her yargı, her beyan geçmişe aittir. “Seni seviyorum,” der- sem geçmiş bir şey haline geldi. “Bu çiçek güzel,” dersem hissettim, yargıladım; o, geçmiş oldu. Tanık olmak hep şimdidir, hiçbir zaman geçmiş değil. Düşünmek her zaman geçmiştir. Dü- şünmek ölüdür, tanık olmaksa canlıdır. Öyleyse bir sonraki ayrım… İlk olarak, düşünmek bir şey yapmaktır. Tanık olmak pasiftir, yapmamaktır, saf oluştur. Düşünmek her zaman geç- miştir, ölüdür, artık yoktur, göçüp gitmiştir. Tanık olmak her zaman şimdiki andır, olandır. Bu durumda eğer düşünmeye devam edersen tanık olmanın ne olduğunu asla bilemezsin. Düşünceyi durdurmak, sonlandırmak tanık olmayı başlatır. Düşüncenin durması tanık olmak- tır. O zaman ne yapmalı? Çünkü düşünmek bizimle birlikte olan çok eski bir alışkanlıktır. Tıpkı bir robot gibi, mekanik bir şey haline geldi. Sen düşünmüyorsun; artık senin kararın değil, mekanik bir alışkanlık; başka bir şey yapamazsın. Çiçeğin geldiği an düşünme başlamıştır. Sözsüz deneyimlerin yok; yalnızca küçük çocukların var. Sözsüz deneyim gerçek deneyim- dir. Söze dökmek deneyimden kaçmaktır. “Çiçek güzel,” dediğimde çiçeği kaybettim. Artık benim ilgilendiğim çiçek değil, zihnim. Artık zihnimdeki, çiçeğin kendisi değil, görüntüsüdür. | Offline
| |
17-05-2009, 01:42 PM
|
#7 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) MERKEZDE OLMANIN TEKNİĞİ - TANIK OLMA Artık çiçeğin kendisi zihindeki bir resim, bir düşüncedir ve şimdi geçmiş deneyimlerimle kıyaslayıp yargılayabilirim. Ama artık çiçek orada değildir. Sözcüğe döktüğünde deneyime kapalısın. Sözcükler olmadan farkında olduğunda açıksın, savunmasızsın. Tanık olmak deneyime sürekli açık olmadır, kapanma yoktur. Ne yapmalı? Düşünme denen şu mekanik alışkanlık bir yerden kırılmak zorunda. Öyleyse her ne yapıyorsan yap sözsüz bir biçimde yapmaya çalış. Zordur, çetindir ve başlangıçta kesinlikle imkânsızmış gibi gelir ama değildir. İmkânsız değildir; zordur. Sokakta yürü- yorsun, sözsüz yürü. Sadece yürü, sadece bir iki saniye bile olsa bambaşka bir dünyanın kapısı aralanacak; sözsüz bir dünya, insanın kendi içinde yarattığı zihnin dünyası değil, gerçek dünya. Yemek yiyorsun; sözsüz ye. Birisi Bokoju’ya sordu — Bokoju yüce bir Zen ustasıydı — “Senin yolun, senin yöntemin nedir?” Bokoju dedi ki: “Benim yöntemim çok basit: Karnım acıktığında yerim, uykum geldiğinde uyurum; hepsi bu.” Adam allak bullak oldu. “Ne diyorsun? Ben de yemek yerim ve uyurum ve herkes aynı şeyi yapıyor. Bunda kendi yolun olarak adlandırılacak ne var?” diye sordu. Bokoju: “Sen yemek yerken pek çok şey yapıyorsun, sadece yemiyorsun. Ve sen uyurken, uyumak dışında her şeyi yapıyorsun. Ama ben yerken, sadece yiyorum; uyurken sadece uyuyorum. Her eylem tamdır.” Eğer sözsüz olursan her eylem bütündür. O halde zihninde sözel bir ifade olmadan, zihninde düşünceler olmadan yemeyi dene ve o zaman yemek bir meditasyona dönüşür, çünkü söz- süzsen bir tanık olacaksın. Eğer sözelsen bir düşünür olacaksın. Eğer sözsüz olursan, o konuda bir şey yapamazsın; otomatikman bir tanık olacaksın. O halde ne olursa olsun sözsüz bir şekilde yapmaya çalış; yürü, ye, duş al ya da sessizce otur. O zaman sadece otur; oturuş ol. Düşünme. O zaman sadece oturmak bile bir meditasyon olur; sadece yürümek de bir meditasyon olur. Birisi Bokoju’dan talepte bulundu: “Bana bazı meditasyon teknikleri ver.” Bokoju dedi ki: “Sana bir teknik verebilirim ama meditasyon yapamayacaksın, çünkü bir tekniği sözelleştiren bir zihinle yapabilirsin.” Parmakların bir tespihte gezinebilir ama sen düşünmeye devam edersin. Parmakların hiç düşünce olmadan sadece tespihte gezinirse, o zaman o bir meditasyon haline gelir. O zaman gerçekten hiç tekniğe ihtiyaç yoktur. Yaşamın tümü bir tekniktir. Bokoju bu yüzden dedi ki: “Benimle kalıp beni izlersen daha iyi olur. Bir yöntem isteme, sadece beni izle ve anlayacaksın.” Zavallı adam yedi gün boyunca izledi. Kafası daha da karışmaya başladı. Yedi gün sonra dedi ki: “Geldiğimde kafam daha az karışıktı. Artık kafam daha karışık. Seni yedi gün bo- yunca sürekli izledim; izlenecek ne var ki?” Bokoju: “O zaman izlememişsin. Yürüdüğümde, gördün mü, sadece yürüyorum? Sabahleyin bana çay getirdiğinde, izledin mi? Sadece çayı alıp içiyorum, yalnızca çayı içiyorum. İzledin mi? İzlediysen, Bokoju’nun artık var olmadığını hissetmiş olmalısın.” Bu, zor fark edilir bir nokta; çünkü eğer düşünen oradaysa ego vardır. O zaman Bokoju ya da başka birisisindir. Ama şayet sözelleştirme olmadan, düşünce olmadan sadece eylem varsa, o zaman ego yoktur. O yüzden Bokoju der ki: “Gerçekten izledin mi? Orada Bokoju yoktu; yalnızca çay içmek, bahçede dolaşmak, toprağı kazmak vardı.” Buda bunun yüzünden ruh yoktur der. Çünkü izlemedin, bir ruhun olduğunu düşünmeye devam ediyorsun. Sen yoksun! Bir tanıksan, o zaman sen yoksun. ‘Ben’ kendisini düşün- celer aracılığıyla şekillendirir. Bir şey daha: Biriktirilmiş düşünceler, bir araya toplanmış anılar ego duygusu yaratır, ‘sen’ değil. Bu deneyi bir yap: Bütün geçmişini kes, kendinden uzaklaştır; hiç anı yok. Anne babanın kim olduğunu bilmiyorsun, kime, hangi ülkeye, hangi dine, hangi ırka ait olduğunu bilmi- yorsun. Nerede eğitildiğini, eğitilip eğitilmediğini bilmiyorsun. Sadece tüm geçmişi kes ve kim olduğunu anımsa. Kim olduğunu hatırlayamazsın! Açıktır ki sen varsın. Sen varsın ama sen kimsin? Tam bu anda bir ‘ben’ duygusu gelemez. Ego sadece biriktirilmiş geçmiştir. Ego senin sıkıştırılmış, kristalize edilmiş düşüncendir. Bu yüzden Bokoju: “Beni izlediysen, ben yoktum. Çay içme vardı ama bir içen yoktu. Bahçede yürümek vardı ama bir yürüyen yoktu. Eylem oradaydı ama eylemci yoktu,” diyor. Tanık olmada bir ‘ben’ duygusu yoktur; düşünmedeyse vardır. Sözde düşünürlerin, çok derinden egolarında kökleşmişlerse bu bir rastlantı değildir. Sanatçılar, düşünürler, felsefe- ciler, edebiyatçılar; şayet onlar çok egoistlerse bu sadece bir rastlantı değildir. Ne kadar çok düşünceye sahipsen, o kadar büyük bir egon vardır. Tanık olmada ego yoktur, ama bu sadece sen dili aşarsan mümkündür. Dil engeldir. Dile başkalarıyla iletişim kurmak için gereksinim duyulur; kişinin kendisiyle iletişim kurması için ona ihtiyaç yoktur. O çok kullanışlı bir araçtır; hatta en kullanışlı olan araçtır. İnsan sadece dil sayesinde bir toplum, bir dünya yaratabildi. Ama dil yüzünden insan kendisini unuttu. Dil bizim dünyamızdır. Bir an için bile dil unutulacak olsa, geriye ne kalır? Kültür, toplum, Hinduizm, Hıristiyanlık, komünizm; ne kalır? Hiçbir şey kalmaz. Varoluştan yalnızca dil alı- nacak olsa, kültürüyle, medeniyetiyle, diniyle, felsefesiyle tüm insanlık ortadan kalkar. Dil başkalarıyla iletişim kurmaktır; o yegâne iletişimdir. Kullanışlıdır ama tehlikelidir ve ne zaman bir araç çok kullanışlı olsa, aynı oranda da tehlikelidir. Bundaki tehlike şudur; zihin ne kadar dilin içine doğru yönelirse merkezden o kadar uzağa gider. O halde, kişinin dilin içine girmek ve aynı zamanda dili terk etmek, dilin dışına çıkmak konusunda çok ince bir dengeye ve ustalığa sahip olması gerekir. Tanık olmak dilin, sözelleştirmenin, zihnin dışına çıkmaktır. Tanık olmak bir zihinsizlik, düşünmeme halidir. Bunu dene! Bu çok uzun sürecek bir çaba ve hiçbir şey öngörülemez ama dene ve çaba sana dilin ansızın kaybolduğu anlar sunacak. Ve o zaman yeni boyutlar açılır. Başka bir dünyanın; eşzamanlılığın dünyasının, şimdi ve buranın dünyasının, zihinsizliğin dünyasının, gerçekliğin dünyasının farkına varırsın. Dil buharlaşmak zorunda. Öyleyse sıradan eylemleri, bedensel hareketleri dili kullanmadan yapmayı dene. Buda bu tekniği nefesi izlemek için kullandı. Müritlerine hep, “Nefesinizi izlemeye devam edin. Hiçbir şey yapmayın; sadece nefesin içeri geldiğini, nefesin dışarı gittiğini izleyin,” derdi. Böyle… Söylenmemeli, hissedilmeli; nefes sözler olmadan içeri geliyor. Nefesin içeri girdiğini hisset, nefesle birlikte hareket et, bırak bilincin nefesle birlikte derine insin. Sonra bırak dışarı yönelsin. Nefesinle birlikte hareket etmeye devam et. Tetikte ol! Buda’nın şöyle dediği söylenir: “Tek bir nefesi dahi kaçırmayın. Fizyolojik olarak tek bir nefesi dahi kaçırırsanız ölürsünüz ve farkındalıkta tek bir nefesi kaçırırsanız, merkezi kaçırmış olacaksınız, içerde ölü olacaksınız.” Ayrıca Buda der ki: “Nefes bedenin yaşaması için hayatidir ve nefesin farkındalığı da ruhsal merkezinizin yaşamı için hayatidir.” Nefes al, farkında ol. Ve eğer nefesinin farkında olmaya çalışıyorsan düşünemezsin çünkü zihin iki şeyi, düşünmeyi ve tanık olmayı aynı anda yapamaz. Tanık olma olgusunun kendisi düşünmekle kesinlikle taban tabana zıttır. O yüzden ikisini aynı anda yapamazsın. Tıpkı aynı anda hem canlı hem ölü olamayacağın, uyanık ve uykuda olamayacağın gibi, hem dü şü- nüyor hem de tanık oluyor olamazsın. Herhangi bir şeye tanık ol ve düşünmek duracaktır. Düşünme içeri girer ve tanık olma kaybolur. Tanık olmak, içinde hiçbir eylem olmayan pasif bir farkındalıktır. Farkındalığın kendisi bir eylem değildir. Bir gün Nasrettin Hoca çok endişeliydi, kara kara düşünüyordu. Yüzüne bakan herkes onun, düşüncelerinin içinde bir yerlerde kaybolmuş, çok gergin, ıstırap içerisinde olduğunu hisse- debilirdi. Karısı alarma geçti. Sordu: “Ne yapıyorsun Nasrettin? Ne düşünüyorsun? Sorun nedir, neden bu kadar endişelisin?” Hoca gözlerini açtı ve dedi ki: “Bu nihai olan problem. Kişinin, öldüğünü nasıl anladığını düşünüyorum. Kişi ölü olduğunu nasıl bilir? Ölecek olursam öldüğümü nasıl anlayacağım? Çünkü ölümü henüz bilmiyorum. Tanımak bir şeyi önceden bilmek demektir.” “Sana bakıyorum ve senin A ya da B ya da C olup olmadığını tanıyorum çünkü senin kim olduğunu biliyorum. Ölümü ise bilmiyorum. Ve ne zaman gelir, onu nasıl tanıyacağım? Problem bu ve ben çok endişeliyim. Ve ölü olduğum zaman başka kimseye soramam, yani bu kapı da kapalı. Hiçbir kutsal metne de danışamam, hiçbir öğretmenin bir yararı doku- namaz.” Karısı kahkahayı basıp, “Boşuna endişeleniyorsun. Ölüm geldiğinde kişi ansızın bilir. Ölüm sana geldiğinde bileceksin çünkü soğuk, buz gibi soğuk olacaksın,” dedi. Hoca rahatlamıştı; belli bir işaret, anahtar elindeydi. Bir-iki ay sonra ormanda odun kesiyordu. Bir kış akşamıydı ve her şey soğuktu. Aniden anımsadı ve ellerini hissetti; elleri soğuktu. “Tamam! Şimdi ölüm geliyor ve ben evden çok uzaktayım, kimseye haber bile veremem. Şimdi ne yapmalıyım? Karıma sormayı unuttum. Bana kişinin nasıl hissedeceğini söylemişti ama ölüm geldiğinde ne yapılması gerekir? Şimdi burada kimse yok ve her şey giderek soğuyor!” dedi. Sonra anımsadı. Pek çok ölü insan görmüştü, o da “Yere yatmak iyi olur,” diye düşündü. Bu, tüm ölü insanların yaptığı tek şeydi ve o da yere yattı. Elbette daha da soğuk hale gelir, daha çok üşür; ölüm üzerindedir. Eşeği yanındaki ağacın altında dinleniyordu. İki kurt Hoca’nın öldüğünü zannedip eşeğe saldırırlar. Hoca gözlerini açar ve, “Ölü insanlar hiçbir şey yapamazlar. Canlı olmuş olsaydım siz kurtlar eşeğime karşı bu kadar küstahça davrana- mazdınız. Ama artık hiçbir şey yapamam. Ölülerin bir şey yapabildiği hiç duyulmuş şey değildir. Sadece tanık olabilirim,” diye düşünür. Eğer geçmişin için ölü, tamamen ölü hale gelirsen, o zaman sadece tanık olabilirsin. Başka ne yapabilirsin? Tanık olmak, geçmişin için; anılar, düşünceler, her şey için ölmek demektir. O zaman şimdiki zamanda ne yapabilirsin? Sadece tanıklık. Hiçbir yargılama mümkün olmaz; yargı sadece geçmiş deneyimler karşısında mümkündür. Hiçbir değerlendirme müm- kün olmaz; değerlendirme sadece geçmiş değerlendirmeler karşısında mümkündür. Hiçbir düşünce mümkün olmaz; düşünce sadece geçmiş varsa, şimdiki ana getirilmişse mümkün- dür. Öyleyse ne yapabilirsin? Tanık olabilirsin. Eski Sanskrit edebiyatında öğretmen ölü olarak tanımlanır; acharya mrityuh. Kahta Upani- shad’da, Nachiketa ölüm tanrısı Yama’ya öğretim görmesi için gönderilir. Ve ölüm tanrısı Yama, Nachiketa’yı cezp etmek için pek çok şey sunar; “Krallığı al, tüm zenginlikleri, çok sayıda atı, çok sayıda fili al; şunu al, bunu al…” Upuzun bir liste. Nachiketa der ki; “Buraya ölümün ne olduğunu öğrenmeye geldim çünkü ölümün ne olduğunu bilmediğim sürece hayatın ne olduğunu bilemem.” O yüzden eski zamanlarda bir öğretmen, müridinin ölümü olabilecek bir kişi olarak bilinirdi; ölüp yeniden doğabilmene yardımcı olan kişi. Nicodemus İsa’ya sordu: “Tanrı’nın krallığına nasıl ulaşabilirim?” İsa dedi ki: “Önce ölmezsen hiçbir yere ulaşamazsın. Yeniden doğmadıkça hiçbir yere ulaşamazsın.” Ve bu yeniden doğuş bir olay değildir, devamlı bir süreçtir. Kişi her an yeniden doğmalıdır. Bu, bir kez yeniden doğdun ve artık her şey tamam ve bitti demek değil. Yaşam sürekli bir doğumdur ve ölüm de süreklidir. Bir kez ölmelisin çünkü hiç yaşamadın ki. Eğer yaşıyorsan, o zaman her an ölmelisin. Her ne olursa olsun, bir cennet ya da bir cehennem, geçmişine her an öl. Ne olursa olsun ona öl ve anın içine taze ve genç olarak yeniden doğ. Şimdi tanık ol. Ve eğer tazeysen sadece şimdi tanık olabilirsin. | Offline
| |
17-05-2009, 01:44 PM
|
#8 (permalink)
| Moderator
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 1,682
Tesekkür: 3,394
828 Mesajinıza toplam 4,500 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) Forum ayarlarında, son mesajlar en üstte gösterilsin diye ayarlama yapanlar, bu bölümü en alttan itibaren okumaları gerekiyor..super | Offline
| |
17-05-2009, 02:35 PM
|
#9 (permalink)
| Üsteğmen
Üyelik tarihi: May 2009 Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 177
Tesekkür: 946
182 Mesajinıza toplam 1,009 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Farkındalık (Osho) emeğine sağlık....biraz derin olmuş ..pazar pazar biraz ağır geldi.. merakımdan hepsini okumak isteyincede kafam dağıldı... neyse gece tekrar okurum... çok teşekkürler... | Offline
| | |
Yetkileriniz
| Konu Acma Yetkiniz Yok Cevap Yazma Yetkiniz Yok Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok HTML-Kodu Kapalı | | | Farkındalık (Osho)Alternatif Kişisel Gelişim ve Osho Farkındalık (Osho) Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız HİÇ BİR PROBLEM CİDDİ DEĞİLDİR
Birisi yapılamaz bir şey olan, geçmişi yeniden düzenlemektir. Geçmiş gerçekleşmiştir. Geçmişe gerçekten gidemezsin. Geçmişe gitmeyi düşündüğünde, en iyi ihtimalle onun anılarına gidebilirsin, o gerçek geçmiş değildir, o sadece bir anıdır. Geçmiş artık yoktur, dolayısıyla onu ... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Osho telkin cd indir izle İstanbul Osho nerededir kimdir Osho çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Osho hipnoz Osho olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Osho hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Osho kuantum düşünce kitap haberi WEZ Format +3. Şuan Saat: 02:41 PM.
|