Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-08-2010, 11:43 AM   #1 (permalink)
MMSI
Üsteğmen
 
MMSI - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Aug 2010
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 175
Tesekkür: 1,567
217 Mesajinıza toplam 760 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
MMSI is on a distinguished road
Standart HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE

HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE

İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl, dünya ve insan ile ilgili birçok gelişmeye ve değişime gebe gibi görünüyor. Gerçi şu andaki görüntüsü ile bizlere son derece vahşi ve geri gibi yansısa da, derinden gelen “genel insanlık bilinci” aslında son derece değerli öğeleri içinde barındırıyor.

İnsanlık âlemi, gelmesi gereken yere ve çıkması gereken kürsüye çok yakın. Ama bunun farkında değil. Son derece ince ya da küçük bir ayar, onun kendisini, dünyayı ve evreni bambaşka bir bakış açısıyla kavramasına yol açacak. Alt yapısı hazır bu yeni “farkındalık” durumunun. Aslında her bir hücre, bütün evren bilgisine sahip. Ama sadece gerekenleri ve görevinin zorunlu kıldığı bilgiler ona açık durumda. Yalnızca onları görüyor, biliyor, anlıyor ve kullanabiliyor.

Evrenin yaratılması ve yok olması, tek bir andır ve bu olay gerçekleşmiştir. Tıpkı bir hologram plakasına (teorik olarak) sonsuz sayıda görüntüyü (kayıt açıları farklı olmak üzere) üstüste ve birbirini engelleyip, bozmadan kaydetmenin mümkün olması gibi, evrenin bütün görüntü ve kayıtları da vardır, canlıdır ve üstüste ya da içiçe katlanmış bir durumda, kullanıma veya görülüp, algılanmaya açık bir pozisyonda bulunmaktadır.

Hologram plakasında mevcut olan görüntüleri, (örneğin bir vazoyu) üç boyutlu (ve bir suret) olarak canlandırabilmek için, kaydın yapıldığı aynı açıdan yeni bir lazer ışını vermek gerekmektedir. Bu ışının yerine, başka bir lazer ışın denemesi gönderilecek olursa, eski görüntünün yerine, yenisi (örneğin, bir masa) “canlanacaktır” odanın içerisinde. Diğer görüntü (vazo) yok olmamıştır. O da kayıtlıdır, vardır, oradadır. Ama onun kodları açık değildir. Ya da bir başka deyişle, onu “görecek göz” veya “algılayacak bilinç” yoktur ortada.

Tıpkı bunun gibi, evrende çok küçük bir açı farkıyla gelecek olan bir “enerji demeti” bizim gözümüzün önünde bambaşka bir “dünyanın”, “insanlık anlayışının” ve “görüntünün” oluşması sağlayabilir.

Bütün bunlar zaten bizde kayıtlı ve varolan bilgilerdir. Sadece “canlanmayı” ya da “suret âlemine geçerek görünmeyi” beklemektedirler.

İşte bu bambaşka ya da yepyeni anlayış (farkındalık) biçimine biz, “Yeni Çağın Bilinci” adını veriyoruz.

Yeni Çağın Bilinci’nin en kısa özeti de: “Evrenin ve insanın ait oldukları holistik (bütünsel) sistemin kavranılması” şeklinde yapılabilir.

Holistik Evren Tasarımı konusunda, yepyeni bir anlayışa geçebilmek için, önce eski bildiklerimizi unutmamız gerekmektedir. Görülen ve bilinen evrenin aslında sadece bir “yanılsamadan” (bir hayal ve suretten) ibaret olduğu derinliğini farkedebilmek, insanda bir şok etkisi uyandırmaktadır. Ama yapabileceğimiz başka da birşey yoktur.

İçinde “rol” olarak yaşadığımız bu dünyanın varlığı şüphe götürmez. Eğer iş bununla bitseydi, rahatça hayatımıza devam edebilirdik. Ancak bizi düşündüren ve tedirgin eden birçok oluşumun, insanı ve evreni daha derin katmanlarda araştırma yapmaya zorluyor. Bunu yaptıkça da, şaşkınlığımız ve heyecanımız artıyor.

Hiç bir şeyin bizim bildiğimiz gibi olmadığını anlamak, daha olgun ve gerçek bir anlayışa geçmemizin de ilk adımı olmak özelliğini taşıyor.

Holistik bakış açısının incelemeye önce insandan başlayalım ve şimdi de gözlerimizi biraz da insan beynine ve onun çalışma biçimine çevirelim:

BEYİN FONKSİYONLARINA FARKLI BİR BAKIŞ

Hologram konusunun insan beyni ile ilgili bölümünde çok başarılı araştırmalar yapan ve hologram kavramının dünyada yaygınlaşmasına katkıda bulunan iki büyük isimden birisi olan Nöroloji Profesörü Karl Pribram, yaptığı araştırmalarda, insan beyninin holografik esaslara göre çalıştığını tespit etmiştir.

Bu çerçevede ilk olarak maymunların beyinlerinde görme işlemi sırasında oluşan değişiklikleri gözlemlemiş ve iki temel sonuca varmıştır:

- Algılanan nesne ile beyinde oluşan elektriksel model arasında hiç bir benzerlik bulunmamaktadır.

- Böyle bir durumda beyinde ne olduğu anlaşılamayan bir takım elektriksel değişim ve oluşumlar ortaya çıkmaktadır.

Beyindeki elektriksel aktivite, dış dünyadan alınan enformasyonlarla aynı görüntüde değildir. Bu durum, tıpkı bir hologram plakasına yapılan kayda benzer. Nasıl ki görüntüsü kaydedilen cismin hologram plakası üzerinde beliren şekli buruşuk bir kumaş gibi, yani bir “girişim ve kesişim ağı modeli” olarak ortaya çıkıyorsa, beyinde de aynı türden bir işlem oluşmaktadır.

Ekranda hareket eden bir noktayı izleyen bir maymunun beyindeki görme merkezi bu resimde görülen biçimde bir tepki göstermektedir. Bir Meksikalı şapkasına benzeyen bu model, görsel enformasyonların beyinde sinüs dalgalarına dönüştürülerek değerlendirildiğini ve böylece “görüldüğünü” belgeleyen bir örnektir.

Beyinle uğraşan uzmanlar uzun yıllar hafızanın nasıl çalıştığı konusu üzerinde araştırmalar yapmışlar ve “engram” adı verilen “hafıza moleküllerini” araştırmışlar, ama bulamamışlardır. Eğer bilgiler beyinde bir kütüphanede kitapların raflara yerleştirildiği gibi bir düzenle kaydediliyorlarsa, beyninin yarısı alınan ya da felç olan insanların hafızalarının ve öğrendiklerinin yarısının unutulmaları gerekiyordu. Halbuki gerçekte durum böyle olmuyor, hafıza genel bir zayıflama gösteriyor, ama hafızanın tam yarısı yok olmuyordu.

Beyin uzmanlarının çözmekte zorlandıkları ikinci konu, beynin algılama yaparken gösterdiği algı esnekliği idi. Birbirine kesinleşmiş ve değişmeyen nöron bağlantıları ile bağlanmış, hücrelerinin sayıları ve büyüklükleri değişmeyen beyin, nasıl oluyordu da, çeşitli nesneleri onları tam olarak göremese bile, gerçek şekilleri ve boyutları ile göz önünde canlandırabiliyordu?

Öğrenilmiş motorik yeteneklerin başka organlara aktarılması da çözülemeyen bir sorun idi. Sağ ile yazan birisi, biraz gayret gösterirse sol eli, hatta ağzı ve ayakları ile bile yazı yazmayı öğrenebilir.

Ya beynin dev saklama kapasitesini nasıl izah edecektik? Herkesin beyinsel gücü farklıdır, ama beyinlerinin ortalama ağırlığı aynıdır. Ayrıca bir ömür boyunca edinilen bütün bilgi ve algıların beyinde bir yer tutmuş olsalar, beynimiz kaç kilo ağırlığına ulaşırdı, bir düşünün.

Bütün bu soruların cevapları, Hologram Teorisi işin içine dahil edilince, rahatlıkla verilebiliyordu.

Dış dünyadan alınan enformasyonlar, tıpkı bir hologram plakasına yapılan kayıtta olduğu gibi, beynin tümüne yayılıyordu. Beyin de holograma benzer organizasyon ilkelerine göre çalışmaktaydı. Yani aldığı verileri, dalga boyu desenlerine dönüştürerek kayda geçiriyor, bu nedenle veriler de beynin bütün yüzeyine dağılıyorlardı. Ve beynin her bir parçası, bütünün bilgisine sahip bulunabiliyordu.

KUANTUM DÜNYASINA BİR BAKIŞ

İnsan beyninin holografik esaslara uygun olarak çalıştığı konusunda bir çok kanıt ve bilgi bulunmaktadır.

Tanınmış fizikçilerden David Bohm ise, evrenin de holografik esaslara uygun bir yapısı olduğunu iddia etmektedir. Bohm, dalga desenlerinin oluşturdukları holograma benzer organizasyon biçimine “implizit (kapalı) düzen” adını verir. Bizim algıladığımız ve içinde yaşadığımız dünya ise, bundan çok daha farklı bir biçimde, nesneler şeklinde varolur ki, Bohm bunu da “explizit (açık) düzen” olarak nitelendirir.

Fizik yaklaşık 30 yıldan beri zamanı ve mekânı (uzayı) objektif gerçekliğin temel kategorileri olarak ele almış ve fiziksel olayları zaman ve mekân içinde değerlendirmiştir.

Implizit (kapalı) düzen ise, bilinen gerçeklik sisteminin derinlerine iner ve burası holografik bir biçimde düzenlenmiştir. Burada zaman ve mekân koordinatları aşılmıştır. Herşey birbirine bağlıdır. Her bir öğenin hareketi, bir başkasını da etkileyebilmektedir. Geçmiş-şimdi ve gelecek zaman dışındaki holografik evrende birarada bulunmaktadır.

Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir. “Evren holografik bir yapıya sahip, insan beyni de öyle. O halde neden biz dış çevreyi bir dalga boyu deseni ya da frekanslar alanı olarak değil de, birbirinden ayrı nesnelerden oluşmuş olarak algılıyoruz?” Bunun cevabını Karl Pribram şöyle veriyor: “Bütün duyu organlarımız, mercekler sistemine göre faaliyet gösterirler. Bu nedenle algıladığımız herşey, merceksi bir filtreden süzülerek boyut ve şekil kazanmaktadır.”

Bu aşamada David Bohm’un da aralarında yer aldığı Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg ve Erwin Schrödinger gibi fizikçiler, gelişen teknik imkânlar sayesinde atomun derinliklere doğru inmeyi başarmışlardı. Ama derinlere indikçe, karşılarına çıkan gerçekler onları çok şaşırtıyordu. “Kuantum Kuramı” adı verilen araştırmalarda gördükleri şeyler ve karşılaştıkları gerçekler, normal hayatlarını yaşarken algıladıkları ve tâbi oldukları gerçeklikten çok farklıydı.

Bunlardan en ilginci, kâinatın yalıtılmış temel bir yapı taşı olmamasıydı. Çünkü atomun derinliklerine doğru indikçe karşılarına, sert, bölünemez ve katı bir temel parçacık çıkmıyordu. Derinlerde gözlemlenebilen; enerji salınımları, belirsizlikler, olasılık bulutları ve bir boşluktu.

Atomaltı birimler birbirlerinden bağımsız, çevrelerinden kopuk ve tek başlarına hareket etmemekteydiler.

Ünlü fizikçi Werner Heisenberg kuantum araştırmaları sırasında ortaya çıkan şaşırtıcı sonuçlar üzerine şöyle söylemişti: “Doğanın atomaltı deneylerde bize göründüğü kadar saçma olması mümkün mü?” Aslında saçma olan doğa değil, zayıf ve yetersiz bir donanıma sahip bulunan insandır ne yazık ki!

Bilim adamlarını şaşırtan ikinci konu, atomaltı parçacıkların ikili bir yapıya sahip olmalarıydı. Elektronlar kimi zaman bir parçacık, kimi zaman da dalga boyu şeklinde hareket ediyorlardı. Heisenberg bu durumu, “Belirsizlik İlkesi” adını verdiği bir teori ile açıklamaya çalışmıştı. Ona göre, atomaltı birimler ya parçacık ya da dalga boyu şeklinde davranıyorlardı ve bu iki durum aynı anda (birlikte) devrede olamıyordu.

Kuantum dünyasında, şaşırtıcı gerçeklerin ardı arkası kesilmiyordu. Deneye katılan kişi, yani gözlemci, atomaltı birimin sadece tek bir özelliğini gözlemleyebiliyordu. Onun hızını ölçmek isterken, yerini (konumunu), yerini ölçmek isterken ise, hızını etkileyip, değiştiriyordu. Çünkü “gerçeği” bir bütün olarak algılama imkânına sahip değildi. İnsan, fiziksel donanımı nedeniyle, gerçeği ancak indirgeyip, ikiye bölerek görmeyi, kavramayı ve anlamayı başarabilir. Yani, gözlemci atomaltı birimi “nasıl” görmek isterse “öyle” ve “o yönüyle” görebilir. Ya da bu birim ona, “o yönüyle” görünür. Kısaca, gözlemcinin bilinci ve düşüncesi, atom altı âlemi dilediği yönde etkiler ve değiştirir.

Elektronların yerlerini kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Onların ancak bir olasılık bulutunun içinde bir yerlerde olduklarını söyleyebiliriz. Bu olasılık da bulutu sonsuz sayıda varoluş özelliğini içinde barındırır. Biz onun herhangi bir özelliğini öne çıkardığımızda, ölçtüğümüzde ya da gördüğümüzde, bir “dalga çökmesinden” söz edilir. Yani bizim algılarımızla “dışlaştırdığımız” özelliğin dışındaki bütün diğer olasılıklar, “ölürler”, daha doğrusu sessizliğe ve sonsuzluğa gömülürler.

Schrödinger’in Kedisi

Kuantum Fiziği’nin ortaya çıkardığı bir diğer özellik, EPR adı verilen bir deney sonrasında ortaya çıkmıştır. Yapılan deneyde, birbirinden çok uzakta bulunan iki elektron arasında oluşan ilişki araştırılmıştır. Elektronlardan birine uygulanan bir etkiye (spin yönünün değiştirilmesine) diğer elektron anında bir tepki göstermektedir (spininin yönünü değiştirmektedir). Einstein, ışık hızından daha hızlı hareket etme imkânı olmadığı için, bu iki elektron arasındaki iletişimin nasıl oluştuğunu izah etmekte zorlanmıştı. İşte bu deney, atomaltı âlemde, kuantlar arasında bir iletişim ve etkileşim olduğunu gösteriyordu.

David Bohm bu konuyu şöyle açıklıyor: “Onlar birbirlerinden ayrı parçacıklar değil, aynı bütünün farklı parçalarıdır. Aynı bütünlük içinde bulundukları için de, ışık hızından daha hızlı hareket etmelerine ihtiyaçları yoktur. Onlar zaten her an iletişim içindedirler.

Kuantlar arasındaki ilişki, aynı balığın iki farklı kamera ile çekilmiş olan değişik görüntülerine benzer. Balığın her hareketi, iki ayrı ekranda birbirine benzeyen, ama birbirinden ayrı iki hareketmiş gibi algılanır. Ya da birbirinden haberdar olan iki ayrı balığın arasındaki iletişim gibi gözükür. Oysa burada ne iki ayrı balık, ne de iki ayrı hareket vardır. Algılanan gerçeklik düzeyinden daha derin bir planda (burada akvaryumda) bütün bu farklılıklar, aslında aynı bütünlüğün farklı açılardan görülmesinden başka birşey değildir.

Kuantum Fiziği bütün bu gerçekleri birer soru işareti olarak ortaya attıktan sonra, günlük yaşantımızın en tanınan ilkelerinden bir tanesini daha sarsacak bir sonuca varır: Atomaltı âlemde neden ve sonuç ilkesi işlememektedir. Yani her etki, kendine eşdeğer bir tepki oluşturmamaktadır. Burada bütünselliğin kuralları geçerlidir ve bunlar da bizim üç boyutlu dünya mantığımız için garip ya da anlaşılmaz gelmektedir.

Herhangi bir birimin özellikleri ve hareket şekli, lokal etkenler tarafından değil, bağlantılı (ya da bir parçası) olduğu bütünün, zaman ve mekân sınırlarını aşan öğeleri tarafından belirlenir. Yani tek tek parçalar ya da birimler, davranışları ile bütünü belirlemezler.

David Bohm, plasma üzerinde yaptığı çalışmalarda, plasma içinde yer alan elektronların “raslantısal” ve “bireysel” hareket etmek yerine (her ne kadar bize öyle gibi gözükseler de) adeta aynı bütünün parçalarıymış ve o bütünle içiçe örülüymüş gibi hareket ettiklerini gözlemlemiş ve bu durumu: “Elektron denizi adeta canlı gibiydi” cümlesiyle özetlemişti.


(ALINTIDIR)

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

MMSI isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla