Kuantum Düşünce
kuantum düşünce gücü,
kuantum düşünce teknikleri,
şanal kuantum düşünce,
kuantum düşünce teknigi,
kuantum düşünme,
kuantum düsünce,
kuantum düşünce nedir,
kuantum düşünce kitap,
kuantum düşünce tekniği,
kuantum fiziği düşünce,
kuantum düşünce,
kuantum ve düşünce,
kuantum duşunce,
kuantum düşüncesi,
kuantum düşünce şanal günseli,
kuantum düşünce tekniği şanal,
kuantun düşünce,
kuantum düşünce grubu,
kuantum düşünce gurubu,
kuantun düşünce tekniği,
kuantum düşünce tarzı,
kuantum düşünce tekniği nedir,
kuantum düşünce yöntemi,
kuantum düşünce kitabı,
kuantum düşünce sanatı,
kuantum düşünce tekniği kitabı,
kuantum düşünce tekniği eğitimi,
kuantum düşünce tekniği kitap,
kuantum düşünce seminerleri,
kuantum düşünce merkezi,
kuantum düşünce ve yaşam merkezi,
kuantum düşünce nasıl uygulanır,
kuantum düşünce tekniği nasıl uygulanır,
kuantum fiziği ve düşünce,
kuantum düşünce sistemi,
| HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCEAlternatif Kişisel Gelişim ve Kuantum Düşünce HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE
İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl, dünya ve insan ile ilgili birçok gelişmeye ve değişime gebe gibi görünüyor. Gerçi şu andaki görüntüsü ile bizlere son derece vahşi ve geri gibi yansısa da, derinden gelen “genel insanlık bilinci” ... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Kuantum Düşünce telkin cd indir izle İstanbul Kuantum Düşünce nerededir kimdir Kuantum Düşünce çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Kuantum Düşünce hipnoz Kuantum Düşünce olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Kuantum Düşünce hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Kuantum Düşünce kuantum düşünce kitap haberi |
|
15-08-2010, 11:43 AM
|
#1 (permalink)
| Üsteğmen
Üyelik tarihi: Aug 2010 Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 175
Tesekkür: 1,567
217 Mesajinıza toplam 760 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE
İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl, dünya ve insan ile ilgili birçok gelişmeye ve değişime gebe gibi görünüyor. Gerçi şu andaki görüntüsü ile bizlere son derece vahşi ve geri gibi yansısa da, derinden gelen “genel insanlık bilinci” aslında son derece değerli öğeleri içinde barındırıyor.
İnsanlık âlemi, gelmesi gereken yere ve çıkması gereken kürsüye çok yakın. Ama bunun farkında değil. Son derece ince ya da küçük bir ayar, onun kendisini, dünyayı ve evreni bambaşka bir bakış açısıyla kavramasına yol açacak. Alt yapısı hazır bu yeni “farkındalık” durumunun. Aslında her bir hücre, bütün evren bilgisine sahip. Ama sadece gerekenleri ve görevinin zorunlu kıldığı bilgiler ona açık durumda. Yalnızca onları görüyor, biliyor, anlıyor ve kullanabiliyor.
Evrenin yaratılması ve yok olması, tek bir andır ve bu olay gerçekleşmiştir. Tıpkı bir hologram plakasına (teorik olarak) sonsuz sayıda görüntüyü (kayıt açıları farklı olmak üzere) üstüste ve birbirini engelleyip, bozmadan kaydetmenin mümkün olması gibi, evrenin bütün görüntü ve kayıtları da vardır, canlıdır ve üstüste ya da içiçe katlanmış bir durumda, kullanıma veya görülüp, algılanmaya açık bir pozisyonda bulunmaktadır.
Hologram plakasında mevcut olan görüntüleri, (örneğin bir vazoyu) üç boyutlu (ve bir suret) olarak canlandırabilmek için, kaydın yapıldığı aynı açıdan yeni bir lazer ışını vermek gerekmektedir. Bu ışının yerine, başka bir lazer ışın denemesi gönderilecek olursa, eski görüntünün yerine, yenisi (örneğin, bir masa) “canlanacaktır” odanın içerisinde. Diğer görüntü (vazo) yok olmamıştır. O da kayıtlıdır, vardır, oradadır. Ama onun kodları açık değildir. Ya da bir başka deyişle, onu “görecek göz” veya “algılayacak bilinç” yoktur ortada.
Tıpkı bunun gibi, evrende çok küçük bir açı farkıyla gelecek olan bir “enerji demeti” bizim gözümüzün önünde bambaşka bir “dünyanın”, “insanlık anlayışının” ve “görüntünün” oluşması sağlayabilir.
Bütün bunlar zaten bizde kayıtlı ve varolan bilgilerdir. Sadece “canlanmayı” ya da “suret âlemine geçerek görünmeyi” beklemektedirler.
İşte bu bambaşka ya da yepyeni anlayış (farkındalık) biçimine biz, “Yeni Çağın Bilinci” adını veriyoruz.
Yeni Çağın Bilinci’nin en kısa özeti de: “Evrenin ve insanın ait oldukları holistik (bütünsel) sistemin kavranılması” şeklinde yapılabilir.
Holistik Evren Tasarımı konusunda, yepyeni bir anlayışa geçebilmek için, önce eski bildiklerimizi unutmamız gerekmektedir. Görülen ve bilinen evrenin aslında sadece bir “yanılsamadan” (bir hayal ve suretten) ibaret olduğu derinliğini farkedebilmek, insanda bir şok etkisi uyandırmaktadır. Ama yapabileceğimiz başka da birşey yoktur.
İçinde “rol” olarak yaşadığımız bu dünyanın varlığı şüphe götürmez. Eğer iş bununla bitseydi, rahatça hayatımıza devam edebilirdik. Ancak bizi düşündüren ve tedirgin eden birçok oluşumun, insanı ve evreni daha derin katmanlarda araştırma yapmaya zorluyor. Bunu yaptıkça da, şaşkınlığımız ve heyecanımız artıyor.
Hiç bir şeyin bizim bildiğimiz gibi olmadığını anlamak, daha olgun ve gerçek bir anlayışa geçmemizin de ilk adımı olmak özelliğini taşıyor.
Holistik bakış açısının incelemeye önce insandan başlayalım ve şimdi de gözlerimizi biraz da insan beynine ve onun çalışma biçimine çevirelim:
BEYİN FONKSİYONLARINA FARKLI BİR BAKIŞ
Hologram konusunun insan beyni ile ilgili bölümünde çok başarılı araştırmalar yapan ve hologram kavramının dünyada yaygınlaşmasına katkıda bulunan iki büyük isimden birisi olan Nöroloji Profesörü Karl Pribram, yaptığı araştırmalarda, insan beyninin holografik esaslara göre çalıştığını tespit etmiştir.
Bu çerçevede ilk olarak maymunların beyinlerinde görme işlemi sırasında oluşan değişiklikleri gözlemlemiş ve iki temel sonuca varmıştır:
- Algılanan nesne ile beyinde oluşan elektriksel model arasında hiç bir benzerlik bulunmamaktadır.
- Böyle bir durumda beyinde ne olduğu anlaşılamayan bir takım elektriksel değişim ve oluşumlar ortaya çıkmaktadır.
Beyindeki elektriksel aktivite, dış dünyadan alınan enformasyonlarla aynı görüntüde değildir. Bu durum, tıpkı bir hologram plakasına yapılan kayda benzer. Nasıl ki görüntüsü kaydedilen cismin hologram plakası üzerinde beliren şekli buruşuk bir kumaş gibi, yani bir “girişim ve kesişim ağı modeli” olarak ortaya çıkıyorsa, beyinde de aynı türden bir işlem oluşmaktadır.
Ekranda hareket eden bir noktayı izleyen bir maymunun beyindeki görme merkezi bu resimde görülen biçimde bir tepki göstermektedir. Bir Meksikalı şapkasına benzeyen bu model, görsel enformasyonların beyinde sinüs dalgalarına dönüştürülerek değerlendirildiğini ve böylece “görüldüğünü” belgeleyen bir örnektir.
Beyinle uğraşan uzmanlar uzun yıllar hafızanın nasıl çalıştığı konusu üzerinde araştırmalar yapmışlar ve “engram” adı verilen “hafıza moleküllerini” araştırmışlar, ama bulamamışlardır. Eğer bilgiler beyinde bir kütüphanede kitapların raflara yerleştirildiği gibi bir düzenle kaydediliyorlarsa, beyninin yarısı alınan ya da felç olan insanların hafızalarının ve öğrendiklerinin yarısının unutulmaları gerekiyordu. Halbuki gerçekte durum böyle olmuyor, hafıza genel bir zayıflama gösteriyor, ama hafızanın tam yarısı yok olmuyordu.
Beyin uzmanlarının çözmekte zorlandıkları ikinci konu, beynin algılama yaparken gösterdiği algı esnekliği idi. Birbirine kesinleşmiş ve değişmeyen nöron bağlantıları ile bağlanmış, hücrelerinin sayıları ve büyüklükleri değişmeyen beyin, nasıl oluyordu da, çeşitli nesneleri onları tam olarak göremese bile, gerçek şekilleri ve boyutları ile göz önünde canlandırabiliyordu?
Öğrenilmiş motorik yeteneklerin başka organlara aktarılması da çözülemeyen bir sorun idi. Sağ ile yazan birisi, biraz gayret gösterirse sol eli, hatta ağzı ve ayakları ile bile yazı yazmayı öğrenebilir.
Ya beynin dev saklama kapasitesini nasıl izah edecektik? Herkesin beyinsel gücü farklıdır, ama beyinlerinin ortalama ağırlığı aynıdır. Ayrıca bir ömür boyunca edinilen bütün bilgi ve algıların beyinde bir yer tutmuş olsalar, beynimiz kaç kilo ağırlığına ulaşırdı, bir düşünün.
Bütün bu soruların cevapları, Hologram Teorisi işin içine dahil edilince, rahatlıkla verilebiliyordu.
Dış dünyadan alınan enformasyonlar, tıpkı bir hologram plakasına yapılan kayıtta olduğu gibi, beynin tümüne yayılıyordu. Beyin de holograma benzer organizasyon ilkelerine göre çalışmaktaydı. Yani aldığı verileri, dalga boyu desenlerine dönüştürerek kayda geçiriyor, bu nedenle veriler de beynin bütün yüzeyine dağılıyorlardı. Ve beynin her bir parçası, bütünün bilgisine sahip bulunabiliyordu.
KUANTUM DÜNYASINA BİR BAKIŞ
İnsan beyninin holografik esaslara uygun olarak çalıştığı konusunda bir çok kanıt ve bilgi bulunmaktadır.
Tanınmış fizikçilerden David Bohm ise, evrenin de holografik esaslara uygun bir yapısı olduğunu iddia etmektedir. Bohm, dalga desenlerinin oluşturdukları holograma benzer organizasyon biçimine “implizit (kapalı) düzen” adını verir. Bizim algıladığımız ve içinde yaşadığımız dünya ise, bundan çok daha farklı bir biçimde, nesneler şeklinde varolur ki, Bohm bunu da “explizit (açık) düzen” olarak nitelendirir.
Fizik yaklaşık 30 yıldan beri zamanı ve mekânı (uzayı) objektif gerçekliğin temel kategorileri olarak ele almış ve fiziksel olayları zaman ve mekân içinde değerlendirmiştir.
Implizit (kapalı) düzen ise, bilinen gerçeklik sisteminin derinlerine iner ve burası holografik bir biçimde düzenlenmiştir. Burada zaman ve mekân koordinatları aşılmıştır. Herşey birbirine bağlıdır. Her bir öğenin hareketi, bir başkasını da etkileyebilmektedir. Geçmiş-şimdi ve gelecek zaman dışındaki holografik evrende birarada bulunmaktadır.
Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir. “Evren holografik bir yapıya sahip, insan beyni de öyle. O halde neden biz dış çevreyi bir dalga boyu deseni ya da frekanslar alanı olarak değil de, birbirinden ayrı nesnelerden oluşmuş olarak algılıyoruz?” Bunun cevabını Karl Pribram şöyle veriyor: “Bütün duyu organlarımız, mercekler sistemine göre faaliyet gösterirler. Bu nedenle algıladığımız herşey, merceksi bir filtreden süzülerek boyut ve şekil kazanmaktadır.”
Bu aşamada David Bohm’un da aralarında yer aldığı Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg ve Erwin Schrödinger gibi fizikçiler, gelişen teknik imkânlar sayesinde atomun derinliklere doğru inmeyi başarmışlardı. Ama derinlere indikçe, karşılarına çıkan gerçekler onları çok şaşırtıyordu. “Kuantum Kuramı” adı verilen araştırmalarda gördükleri şeyler ve karşılaştıkları gerçekler, normal hayatlarını yaşarken algıladıkları ve tâbi oldukları gerçeklikten çok farklıydı.
Bunlardan en ilginci, kâinatın yalıtılmış temel bir yapı taşı olmamasıydı. Çünkü atomun derinliklerine doğru indikçe karşılarına, sert, bölünemez ve katı bir temel parçacık çıkmıyordu. Derinlerde gözlemlenebilen; enerji salınımları, belirsizlikler, olasılık bulutları ve bir boşluktu.
Atomaltı birimler birbirlerinden bağımsız, çevrelerinden kopuk ve tek başlarına hareket etmemekteydiler.
Ünlü fizikçi Werner Heisenberg kuantum araştırmaları sırasında ortaya çıkan şaşırtıcı sonuçlar üzerine şöyle söylemişti: “Doğanın atomaltı deneylerde bize göründüğü kadar saçma olması mümkün mü?” Aslında saçma olan doğa değil, zayıf ve yetersiz bir donanıma sahip bulunan insandır ne yazık ki!
Bilim adamlarını şaşırtan ikinci konu, atomaltı parçacıkların ikili bir yapıya sahip olmalarıydı. Elektronlar kimi zaman bir parçacık, kimi zaman da dalga boyu şeklinde hareket ediyorlardı. Heisenberg bu durumu, “Belirsizlik İlkesi” adını verdiği bir teori ile açıklamaya çalışmıştı. Ona göre, atomaltı birimler ya parçacık ya da dalga boyu şeklinde davranıyorlardı ve bu iki durum aynı anda (birlikte) devrede olamıyordu.
Kuantum dünyasında, şaşırtıcı gerçeklerin ardı arkası kesilmiyordu. Deneye katılan kişi, yani gözlemci, atomaltı birimin sadece tek bir özelliğini gözlemleyebiliyordu. Onun hızını ölçmek isterken, yerini (konumunu), yerini ölçmek isterken ise, hızını etkileyip, değiştiriyordu. Çünkü “gerçeği” bir bütün olarak algılama imkânına sahip değildi. İnsan, fiziksel donanımı nedeniyle, gerçeği ancak indirgeyip, ikiye bölerek görmeyi, kavramayı ve anlamayı başarabilir. Yani, gözlemci atomaltı birimi “nasıl” görmek isterse “öyle” ve “o yönüyle” görebilir. Ya da bu birim ona, “o yönüyle” görünür. Kısaca, gözlemcinin bilinci ve düşüncesi, atom altı âlemi dilediği yönde etkiler ve değiştirir.
Elektronların yerlerini kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Onların ancak bir olasılık bulutunun içinde bir yerlerde olduklarını söyleyebiliriz. Bu olasılık da bulutu sonsuz sayıda varoluş özelliğini içinde barındırır. Biz onun herhangi bir özelliğini öne çıkardığımızda, ölçtüğümüzde ya da gördüğümüzde, bir “dalga çökmesinden” söz edilir. Yani bizim algılarımızla “dışlaştırdığımız” özelliğin dışındaki bütün diğer olasılıklar, “ölürler”, daha doğrusu sessizliğe ve sonsuzluğa gömülürler.
Schrödinger’in Kedisi
Kuantum Fiziği’nin ortaya çıkardığı bir diğer özellik, EPR adı verilen bir deney sonrasında ortaya çıkmıştır. Yapılan deneyde, birbirinden çok uzakta bulunan iki elektron arasında oluşan ilişki araştırılmıştır. Elektronlardan birine uygulanan bir etkiye (spin yönünün değiştirilmesine) diğer elektron anında bir tepki göstermektedir (spininin yönünü değiştirmektedir). Einstein, ışık hızından daha hızlı hareket etme imkânı olmadığı için, bu iki elektron arasındaki iletişimin nasıl oluştuğunu izah etmekte zorlanmıştı. İşte bu deney, atomaltı âlemde, kuantlar arasında bir iletişim ve etkileşim olduğunu gösteriyordu.
David Bohm bu konuyu şöyle açıklıyor: “Onlar birbirlerinden ayrı parçacıklar değil, aynı bütünün farklı parçalarıdır. Aynı bütünlük içinde bulundukları için de, ışık hızından daha hızlı hareket etmelerine ihtiyaçları yoktur. Onlar zaten her an iletişim içindedirler.
Kuantlar arasındaki ilişki, aynı balığın iki farklı kamera ile çekilmiş olan değişik görüntülerine benzer. Balığın her hareketi, iki ayrı ekranda birbirine benzeyen, ama birbirinden ayrı iki hareketmiş gibi algılanır. Ya da birbirinden haberdar olan iki ayrı balığın arasındaki iletişim gibi gözükür. Oysa burada ne iki ayrı balık, ne de iki ayrı hareket vardır. Algılanan gerçeklik düzeyinden daha derin bir planda (burada akvaryumda) bütün bu farklılıklar, aslında aynı bütünlüğün farklı açılardan görülmesinden başka birşey değildir.
Kuantum Fiziği bütün bu gerçekleri birer soru işareti olarak ortaya attıktan sonra, günlük yaşantımızın en tanınan ilkelerinden bir tanesini daha sarsacak bir sonuca varır: Atomaltı âlemde neden ve sonuç ilkesi işlememektedir. Yani her etki, kendine eşdeğer bir tepki oluşturmamaktadır. Burada bütünselliğin kuralları geçerlidir ve bunlar da bizim üç boyutlu dünya mantığımız için garip ya da anlaşılmaz gelmektedir.
Herhangi bir birimin özellikleri ve hareket şekli, lokal etkenler tarafından değil, bağlantılı (ya da bir parçası) olduğu bütünün, zaman ve mekân sınırlarını aşan öğeleri tarafından belirlenir. Yani tek tek parçalar ya da birimler, davranışları ile bütünü belirlemezler.
David Bohm, plasma üzerinde yaptığı çalışmalarda, plasma içinde yer alan elektronların “raslantısal” ve “bireysel” hareket etmek yerine (her ne kadar bize öyle gibi gözükseler de) adeta aynı bütünün parçalarıymış ve o bütünle içiçe örülüymüş gibi hareket ettiklerini gözlemlemiş ve bu durumu: “Elektron denizi adeta canlı gibiydi” cümlesiyle özetlemişti. (ALINTIDIR) Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. | Offline
| |
15-08-2010, 11:49 AM
|
#2 (permalink)
| Üsteğmen
Üyelik tarihi: Aug 2010 Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 175
Tesekkür: 1,567
217 Mesajinıza toplam 760 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE (Alıntıdır)
Prof. Dr. Tolga Yarman
KADER VAR MI:
DETERMİNİZMA GÖRECELİDİR!..
"Seyretmekte bulunan" bir olayın, "dışarıdan" nasıl bir gelişme göstereceğini "kestirmekle"... Bu olayın, bizzat içinde bulunarak muhtemel gelişmeler karşısında, ona çeşitli derecelerde "yön vermek" arasındaki, "karakter farklılığına", dikkat etmeliyiz.
Aslında "determinizma" başka bir deyişle, "kestirebilirlilik", şablonun kökeninde, seyir halindeki bir olaya, "bunun dışından bakıyor olma", kabulü vardır. Belli bir hızda ve belli bir eğimde olarak atılan taşın veya top mermisinin nereye düşeceğini kestirirken, "olaya bunun dışından bir gözlemci olarak bakmakta olduğumuzu", vurgulamalıyız.
Tanrısallık, Evrene Dışarıdan Bakılabilirlikle Eşdeğerdedir !..
"Evrensel nedensellik", olayların bağlı olduğu yasalarla başlangıç koşullarının bilinmesi halinde, evrenin geleceğinin, herhangi bir anda kestirilebileceğini öngörür. Burada, sanki gerçekten olabilirmiş gibi, tüm evrene bunun dışına çıkarak bakabilecek olduğumuz, varsayımına, yüklenilmesi esastır.
Zaten Tanrı kavramı, "evrenin bir parçası" olarak, düşünülemez... "Tanrılık"ta, yaratma görevi bulunacağına göre, "yaratmadan öncesi" de, bulunmak durumundadır. Yaratmadan öncesi ise, evrenin öncesi, yani "evrenin dışında" olmaklıktır.
İşte bu nedenle "evrensel nedenselliğe" bağlı determinizma, yani "belirlilik"te, herşeyi dışarıdan seyredebilecek yaratıcı bir özne, yani bir "Tanrı" çıkmaktadır, karşımıza. Eğer ancak böyle ise, yani gerçekten evrendeki olayların tabi olduğu yasalarla başlangıç koşullarını, dışarıdan bilebilecek bir özne mevcutsa, klasik anlayışa göre, gelecek her an kestirilebilecek... Yani "determine" olacaktır.
Burada vurgulamaya çalıştığımız ana fikir, "determinizma" yani "kestirilebilirliliğin"; herşeyden önce, olayların dışarıdan ve eksiksiz bir algılamayla izlenebileceğine dair, varsayım üzerine, kurulmak durumunda olduğudur.
Ya bu olanaklı değilse?..
Yani bir maçta tribünlerde, herşeyi tahmin edebilecek deneyimli, bilgili, akıllı bir "seyirci" değil de... Sahada "oyuncu" isek, acaba durum, aynı mıdır?..
Seyirci ve Oyuncu
Sahadaki oyuncu, tribündeki seyirciden çok farklı olarak, iki şeyi birden yapar... Birincisi, "gelişmeyi takip eder"... İkincisi, "gelişmeye müdahale" eder, ona dahil olur... Adı üzerinde "oyuncu"dur... Topu izler... Topun, ulaşacağını kestirdiği yere koşar... Topu yakalar... Şut çeker... Topa hakimiyette, "belirlemecilik" üstlenir. Oyun içinde, oyunu yalnız takip eden değil... Oyun kuran... Oyun geliştiren... Karşılık veren, bir "müdahildir", o...
Oyunu tribünlerden izleyen "seyirci" ise, tüm oyun ve oyuncularla birlikte oyunun nasıl gelişeceğini, belki kestirebilir... Ama hiç bir şekilde (doğrudan) "müdahil", değildir.
Bu anlamda oyuncu ve oyun, tribündeki seyirciye göre, belki "kestirilebilir", "belirli" ya da "determine" olabilir... Ancak "oyun içinden" bakıldığında; "oyuncu" bir oyun öznesi, bir müdahil olarak, "kestirebilir" değil... Oynayan, yani "belirleyen", yani "determinan" veya geleceği bizzat inşa eden, kuran biri olmaktadır.
Konuya böyle bir değerlendirmeyle yaklaşınca... Sahadaki oyuna, tribünden seyirci olarak bakılmasıyla... Oyun içinden müdahil olunması arasında, çarpıcı bir karakter farklılığı olduğu, ortaya çıkmaktadır.
Yineleyelim... Oyun ve oyuncuların akibeti, tribündeki seyirciye göre "belirlenmiş", yani "determine" olabilir... Ancak oyuncular açısından bakıldığında, oyun "oynanmak" durumundadır ve oyuncular "determine", yani "belirlenmiş" değil, "determinan" yani "belirleyici"dirler.
O halde "belirli olmaklık", söz konusu olayın dışında ya da içinde olmakla, değişmektedir.
Başka bir deyişle "kestirebilirlilik", ancak olayın dışında ve onun "müdahili olmamakla" mümkündür. Öteki türlü, "oyun içinde" olunmakta... Bu açıdan bakılınca da, "belirlenebilir" değil, "belirleyen" konumunda bulunulmaktadır.
Demek ki "determinizma" yani "belirlilik" görecelidir.
"Determinizma", teknik bir deyişle söyleyecek olursak; olayın dışında, seyirciye-ilişkin-referans-sisteminde geçerli olmakta... Oyun içinde, oyuncuya-ilişkin-referans- sisteminde ise, bu sistemde "oyuncunun" belirlenmiş değil, "belirleyen" olmaklılığından dolayı, geçerliliğini, yitirmektedir.
Bu nedenledir ki "determinizma göreceli" olmaktadır.
Böyle bir bağlamda, önceki bir yazımızda dikkate getirdiğimiz "öz mü önce gelir, yoksa varoluş mu?" türünden, bir soruyu sormak, gereksiz olmaktadır1,2 ... Nihayet, neden "öz" ya da "varoluştan", birini, ötekinin mutlakta önüne çekmeliyizdir.
Öz ve Varoluştan Hiçbiri Dış Gözlemciye Göre Öncelikli Değildir !
Gerçekte, "öz" ve "varoluş" birlikte olmaktadırlar.
"Varoluşla" beraber, "özün" mevcut bulunmadığına hükmetmek uygun değildir. "Varoluştan" sonra, onun için "özün", var olan tarafından doldurulmadığını, iddia etmek de mümkün değildir.
Dolayısıyla, sorunumuz "öz" ile "varoluşu", kronolojik açıdan tasnif etmek, olmamalıdır.
"Öz varoluştan önce gelir" diyorsak... Var olana, dışarıdan gizlice, "kestirimi şaşmaz" bir seyirci olarak, bakıyoruzdur. "Önce varoluş, sonra öz" diyorsak... O takdirde... İçinde "müdahil" olarak bulunduğumuz bir olayın - olabilirse- dışımızdan kestirilebilirliğin; olay zarfında, "irademizin hükmünü icra etmesine", pratikte bir etkisi bulunmayacağını, varsayıyoruzdur.
Sorunumuz, o halde "determinizmanın", yani "iradenin kestirilebilirliliğinin", hangi referans sisteminde bulunup, hangi referans sisteminde bulunmayacağını, saptamaktır.
İşte böyle bir çerçevede:
Determinizma görecelidir, savını geliştirmekteyiz.
Karşılıklı İradeler
Cuzi (yani küçük) irade hükmünü, icra etmekteyken, külli (yani büyük ya da Tanrısal) iradeden, bahis, o halde abestir.
"Büyük" ya da "daha az büyük bir irade" yoktur, demek istiyor değiliz. Onun karşısında, "küçük irade" yenilmez , demek istiyor da değiliz.
"Küçük irade" başka bir yandan, hükmünü icra ederken, "daha büyük bir iradenin" etkisi altında bulunduğunu göremez, bilemez, demek istiyor da, değiliz.
Nedir ki "küçük irade" açısından söz konusu tüm olumsuzluklar geçerli olsa bile... O "hükmünü" yine, herşeye, büyük iradenin olabilecek "azametine" rağmen, icra etme özelliğine, işlevine ve –ne kadar sınırlı olursa olsun- yetisine sahiptir, demek istiyoruz.
Böyle bir bağlamda işte "külli", yani "Tanrısal iradenin", hükmünü icra etmekte bulunan, "küçük irade" üzerinde "tam ve kesin hakimiyetinden" bahis de, abes olmaktadır, diyoruz.
Ayrıca, oyun dışındaki "mükemmel-bir-kahinin" oyunun seyrini; gerek "modern atom kuramı", hatta gerekse kesin belirlilik çerçevesinde olmakla beraber kaotik gelişmeler öngören "kaos kuramı" itibariyle, hiç bir zaman "tam" kestiremeyeceği, burada belirtilmelidir.
Demek ki, olsa olsa "karşılıklı iradeler" olmaktadır ve herhangi bir "yaptırım doğrultusu", bunların bileşkesi olarak, meydana gelmektedir.
Her irade bir "hüküm" icra edebilme yeteneğindedir. Her irade bir "oyuncu", bir aktör, bir özne, bu anlamda kudreti az ya da çok sınırlı bir tanrıdır.
Bir irade, belki başka bir irade tarafından, bir ölçüde kıstırılabilir... Akibeti itibariyle, bir ölçüde kestirilebilir... Ancak küçük irade açısından bakıldığında, o, hükmünü icra edecek olan... Yazgısını, geleceğini, ne kadar sınırlı ölçekte olursa olsun, belirleyecek olandır.
Küçük irade hükmünü, icra etmekteyken... Özellikle de onun açısından bakıldığında "genel bir determinizmadan" söz etmek, anlamsiz olmaktadır. Çünkü kendi konumunda belirleyici yani "determinan" olan, bizatihi odur.
"Benim yazgım belli", deyip hareketini durdurarak duraksamaya koyulan bir öznenin akibetiyle... Koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, "oyununu" kişilikle oynamaya devam eden, öteki aynı yapıdaki bir öznenin akibeti, hiç aynı değildir.
Yani hangi olumsuz koşullarda olursa olsun ve "inisiyatif" elden ne kadar kaymış bulunursa bulunsun, "teslim olan" bir özneyle... Teslimiyeti sonuna kadar reddeden, ilkiyle aynı yapıdaki ikinci bir öznenin alacakları sonuç, çok farklı... Bazen de birbirine, taban tabana zıttır.
*
Dışarıdan bakıldığında belli bir öznenin davranışlarının "kestirilebilecek" olmasının, bu öznenin davranış sisteminde hiç bir önemi kalmamaktadır.
Özne, dışarıdan bakıldığında "belirlenmiş" olabilir. Ama o, kendi sisteminde oyuncu, müdahil yani (belirlenmiş değil), "belirleyen" olmaktadır.
O halde:
Determinizma görecelidir!.. | Offline
| |
15-08-2010, 11:49 AM
|
#3 (permalink)
| Üsteğmen
Üyelik tarihi: Aug 2010 Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 175
Tesekkür: 1,567
217 Mesajinıza toplam 760 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE (Alıntıdır) TAHMİNSEL ASTROLOJİ YERİNE PSİKOLOJİK ASTROLOJİ Glenn Perry Astrolojinin gerçek değeri anlamını nerede bulur? "İnsan davranışlarının içyüzünü anlamada" mı, yoksa "geleceği tahmin etmekte" mi? Bu soru bırkaç yıl önce AFAN Haber Bülteni editörü Gloria Star tarafından tartışmaya açıldığında, üyelere fikirleri konusunda danışıldı. Bir astrolog ve aynı zamanda da psikoterapist olduğum için 'insan davranışlarının içyüzünü anlamak' seçeneğini kendime daha yakın bulmam pek de şaşırtıcı olmamalı. Diğer yandan, burada Tahminsel Astroloji'den gerek spiritüel olarak gelişmede, gerekse psikolojik açıdan bir şeyin içyüzünü anlamada yararlanılabileceğinin de iyi anlaşılması gerekir. Psikolojik Astroloji ile Tahminsel Astroloji arasındaki ayrım kesin olmamakla birlikte ben astrolojinin gerçek değerini "insan davranışlarının içyüzünü anlamada" bulduğuna inanıyorum. İçyüzünü kelimesiyle de bir bireyi ortaya çıkaran bilgiyi 1- Onun temel ihtiyaçlarını ve öz inançlarını daha derin olarak anlaması, 2- Düşünmenin, hissetmenin alışılagelmiş yollarını ve bu derin konuları yüzeye çıkaran davranış biçimlerini, demek istiyorum. Fakat bu bilgiler transitlerden ve progresyonlardan elde edilecek bilgilerle ve gelişim için sağladıkları birçok fırsatlarla birleştirilebilir. Astrolojinin nasıl kullanılıp nasıl kullanılmaması gerektiği konusunda belirgin bir görüntü oluşturabilmek için sanırım evrenin doğası konusundaki temel metapsişik konuları ele almaya başlamamız gerekir. Benim kişisel inancım, bir birey olarak bilinçliliğimizin, evrenin büyük bilinci içerisinde vücut bulduğu ve türediğidir. Bir başka deyişle, evrenin bu büyük bilincinin doğuştan getirdiğimiz kapasiteyi ortaya koymada bize her zaman yardım ettiğidir -önceden olduğu gibi bizi yetiştirir, eğitir böylelikle gerçek kimliğimiz konusunda daha bilinçli hale geliriz. İnanıyorum ki yaşamın amacı, bu esaslı bilinçle olan birliğimizin en sonunda farkına varana dek, adım adım ilerleyerek daha derin ve daha geniş bir bağlantı kurmaktır. Bu inançlara sahip olduğumdan beridir, astroloji ile bireylere yardım edip onların bu son hedeflerinin farkına varmalarına ve hazır olmalarına yardımcı olmak için ilgilenmekteyim. Benim için geleceği tahmin etmek, bu bilgiyi danışanın gelişimini daha elverişli hale getirmek için kullanmaktır. İş belirli bir dönemin anlamına veya herhangi bir şeyden şüphe duymaya geldiğinde, danışanla bunu konuşabilirim ya da transitlere özgü gelişen olayları veya fırsatları tartışabilirim. Herşey bir kenara, burada sorulacak en önemli soru bireyin kendini evrenin amaçlarıyla en iyi şekilde nasıl uyumlu kılabileceğidir. Evrenin bizim için belli amaçları olduğuna inandığımdan bu yana danışanlarımın kaderlerini kontrol etmelerine veya bozmalarına yardım etmeyi canım hiç istemiyor. Daha çok onların bundan öğrenmelerine yardımcı olmakla ilgileniyorum. Bundan dolayı, ahlaki değerlerim danışanlarıma transitlerden yararlanıp kişisel kâr ve kazanç elde etmeleri tavsiyesinde bulunmaktan beni alıkoyuyor. Onlara bir şeyleri ne zaman yapıp ne zaman yapmamaları gerektiğini söyleyemem. Mesela ne zaman evlenmeleri, iş kurmaları, işten ayrılmaları, boşanmaları veya seyahate çıkmaları gibi - Her ne kadar birey neyi deneyimlerse deneyimlesin bunun her zaman transitlerin doğasıyla uygun olduğunu gözlemliyor olsam bile... O zaman öylesine derin, bilgili ve açık bir şekilde maksatlı olan kozmosu gereğinden fazla şişirmeye ne gerek var? Bu tür konuları arap saçına çevirirken belli bir gurur söz konusu değil mi? Bu soru 1988'de Nancy Reagan ve Beyaz Saray'ı saran gerginliğin başlarında çok göze batan bir konumdaydı. Görünüşe göre ülkedeki tüm gazeteler yazmak için "Bayan Reagan'ın her zaman, birer astrolog olan Jeane Dixon, Carol Righter ve Joan Quigley'in kendisi ve kocasının kariyeri hakkındaki öngörülerini göze alarak hareket etmesi" konusunu seçmişlerdi. Aslında Reagan'lar daha çok astrolojinin onlara ne zaman konferanslara katılmaları, uçağa binmeleri, politik toplantılar yapmaları ve ülkenin tüm genel işleri gibi olayların zamanını en doğru #355;ekilde belirlemede nasıl yardımcı olabileceğiyle ilgileniyorlardı. Beyaz Saray'ın yaveri Donald Reagan'a göre "Benim dönemimde, Beyaz Saray'ın sakinleri olarak Reagan'lar tarafından verilen her önemli karar ve her önemli atılım gezegenlerin destekler konumda olup olmadığından emin olmak için San Fransisco'daki bir kadın (Joan Quigley) tarafından çizilen horoskoplar göz önüne alınarak kararlaştırılıyordu." Tüm bunlar yeterince doğal görünüyordu. Nancy'nin karar vermede Quigley'e bu kadar bağımlı olması Reagan'ın da dediği gibi "Beyaz Saray'ın işlerine tam anlamıyla balta vurdu." Hikaye ortaya çıktığında bir çoğumuz astrolojinin medyada tanımlanış biçiminden çok rahatsızdık. Lance Morrow astrolojiyle Time dergisinde şu sözlerle alay ediyordu; "Belki de Reagan'ların astrolojisi yalnızca tatlı fasulyelerinin metaforik karşılığıdır." Herkes fikir birliğine varmıştı; bizler aptallar veya hilekârlardık. Oysa bizler birer astrolog olarak biliyoruz ki astroloji olayların tahminini doğru olarak yapabilir, ve böyle bir bilgi yarar sağlayabilir, öyle değil mi? Öyleyse sorun ne? Astrolojiye inanmak ya da inanmamak sorusu bir kenara, onun doğru kullanımını çevreleyen spekülasyonlar bir diğer konudur. Astrolojinin medya tarafından hangi şekilde yansıtıldığının altında yatan en büyük sorun, işte bu konudur. Donald Reagan'ın First Lady için söylediği şeyler, onun sinirli, tedbirli ve kontrol eden bir kadın olduğu ve hayal edilebilecek tüm afetlerden Ronnie'yi korumaya çalıştığıydı. Ona göre San Fransisco'da bulunan Quigley'e danışılmadan bir karar vermek olası değildi. Nancy yolunu bulamadığında onu bundan dolayı eleştiren insanlara sızlanabilir, bağırabilir, gözdağı verebilir ya da tamamen çevresinden uzaklaştırabilirdi. Hiper göz açıklığı ve Ronnie' ye -dolayısıyla da kendisine- her an bir şey olabileceği konusundaki endişeli beklentileri, Nancy'nin "genel endişe hastalığı"ndan acı çeken tipik insanlardan olduğunun göstergesidir. Bu tip insanlar devamlı olarak "uçlarda" bulunurlar, sabırsızdırlar ve çok çabuk sinirlenirler. Nancy de Reagan'ın ve kızkardeşi de dahil olmak üzere sayısız birçok insanın tanımladığı gibi böyle birisidir. Astroloji Nancy Reagan gibi birisine nasıl yardımcı olabilir? Ona"Bugün konferans vermek için iyi bir gün değil, evde kal !" denilen bilgiyi destekleyerek mi? Eğer danışanlara yardım etme biçimimiz bu ise büyük bir ihtimalle iyileştirmekten çok hasta ediyoruz demektir. Birçok atılım için "iyi" ve "kötü" günler tayin etmek yalnızca başlangıçtaki korkuları güçlendirebilir ve bu Nancy'yi yardım arayışı içine iten konulara motive eden durumları kontrol etmek olur. Bu durumda astroloji Nancy için çözümden çok, sorunun bir parçası haline gelir. Bu, geleneksel "olay-kökenli" astroloji ile yeni yeni öne çıkmaya başlayan "psikolojik astroloji" arasındaki eski bir tartışmadır. Nihayetinde hepimiz bir seçim yapma durumundayız; ya danışanlara acı veren ve manipule eden durumlardan kurtarmak için yardım edeceğiz, böylelikle de kontrol ihtiyaçları baş gösterecek (Tahminsel Astroloji) ya da gelişim göstermeleri ve bir içgörü oluşturmaları için olayları ve fırsatları görmelerine yardımcı olup bunları kararlılık ve ağır başlılıkla benimsemelerini sağlayacağız (Psikolojik Astroloji). BENİMSEMEK sözüyle anlatmak istediğim şey insana dair seçme özgürlüğünü kendi kendilerine deneyimlemeleridir. İnsanlar yalnızca amaç edindikleri şeyi yapmak için özgür değil, aynı zamanda onları alaşağı eden olaylara nasıl tepki gösterecekleri konusunda da bir seçme özgürlüğüne sahiptirler. Seçimlerin kişinin değerleriyle, idealleriyle ve sezgileriyle yönlendirilmesi gerekir, kötü niyetli ve sebatsız bir kader korkusuyla değil! Kişi deneyimleyerek öğrendiği sürece bir sonraki deneyim bir başka biçime sokulabilir. Bu da sorumluluğu kişinin kendisine yükler. Belki de 20. YY. astrolojisinin bize sağladığı en büyük katkı şu basit düşüncede yatar: KARAKTER KADERDİR VE EĞER KARAKTERİMİZİ DEĞİŞTİREBİLİRSEK KADERİMİZİ DÖNÜŞTÜREBİLİRİZ! Bana öyle geliyor ki olay kökenli "tahminsel" astroloji danışanın nevrotik ihtiyaçlarının hizmetindedir. Nevrozun özü korku ve sonuçları kontrol etmek için peşpeşe gelen dürtülerdir. Nevrotik insanlar Nancy Reagan gibi manipüle etmeye eğilimlidirler. Tümüyle belirsiz ve düşmanca algılanan dünyayı anlamada aradıkları çıkış noktası için şiddetli bir bilgi arzu ederler. Kendilerine ve bir bütün olarak doğaya karşı inançsızdırlar. Tamamen güvensiz ve endişeli olan bu tip kişiler Tahminsel Astrolojiden medet umarlar. Astrolojinin medyada ele alınan tarafı daha çok bu acınası yönleri yansıtmaya yöneliktir. Astrologlar danışanlarının nevrotik ihtiyaçlarına göz yuman ve onları kapılarına getirmek için korkularını körükleyen insanlar olarak tasvir edilmektedirler. Şüphe yok ki, bizi hor görmenin ve aptallığın abidesi olarak düşünüyorlar. Ne yazık ki, söz konusu durum Bn. Reagan için onu psikolojik ilaçlar kullanmaya itmenin ötesinde üzücü bir ironidir. First Lady bir sonraki astroloji seansını şiddetle arzularken belki de Donald Reagan ona "Sadece hayır de" demeliydi. Astrolojide tahmin etmenin kesinlikle bir yeri vardır, fakat inanıyorum ki bir transitin anlamını belirten tahmin psikolojik olarak aydınlatılmalı ve transitin belirttiği anlam, sakınılması gereken bir olaydan çok, öğrenilmesi gereken bir fırsat olarak açıklanmalıdır. Aynı şekilde astrolojinin iş, finans ve hatta danışanın manipülatif eğilimlerinin ve önemsiz korkularının doyurulmasına gerek duyulmayan politikada bile uygulama alanları vardır. Benim tahminlere tamamen karşı olmadığımı şöyle gösterebilirim: Nevrotik olarak hafifletilmeye müsait olan geleneksel korkularımızdan ne kadar kurtulursak, medya astrolojinin ve bizim hak ettiğimiz saygıyı bize göstermeye o kadar hazır olacaktır. Bana öyle geliyor ki tahminsel ve psikolojik astroloji arasındaki fark "Neden buradayız?" sorusuna indirgenebilir. Psikolojik astroloji açısından baktığımızda, cevap şöyle görünüyor: İnsan potansiyelinin daha çok farkına varmak için! Buna karşın, tahminsel astroloji ise kişinin kaderinin az ya da çok sabit olduğunu ve yapılacak en iyi şeyin acıdan kaçmaya ve hazzı artırmaya yönelik olduğunu ileri sürer. Öyle ki, psikolojik astroloji kişilere kendi kaderlerini nasıl yaratacaklarını keşfetmekte yardımcı olurken, tahminsel astroloji kaderi insanın iç psikolojisinden ayrı olarak tanımlamaktadır. Bu bakış açısıyla, olayların "iyi" ya da "kötü" olmanın ötesinde bir anlamı kalmamaktadır. Bunların bize geçmiş hayatlardan kalan birer "karma" olduklarını söyleyerek acıya maruz kalmak ve tahammül etmek -belki de kozmik olarak bilgilendirilmiş bir astroloğun terapisinden kaçarak bunu yapıyoruz- inançların şimdi ve burada, yapıcı bir şekilde yaşanmasına çok az katkıda bulunur. İnanıyorum ki kader içsel iyileşme ve bütünleşme yoluyla dönüştürülebilir. Gerçekte, olaylar kişinin değişime en çok ihtiyaç duyduğu alanlarda etkili olmaktadırlar. Son zamanlarda yeni çağın Piri olarak anılan Hindu, Budist ve batı düşüncesini quantum fiziğindeki en son araştırmalarla birleştiren Depaak Chopra ile yapılan bir röportaj okudum. Röportajda şöyle diyordu: "Tüm bio-kimyasal aktiviteleri ölçtüğümde, bir saniye içerisinde vücutta yaklaşık 300 milyon aktivite oluyor... Her hücre ne yaptığını biliyor gibi gözüküyor... Eğer öyle olmasaydı vücut aktivitelerini kontrol edemezdi... aynı zamanda vücut yıldızların aktivitelerini de gözler. Biyolojik aktiviteler gezegen hareketlerinin bir sonucudur; mevsimsel, bio-ritimsel... Evrende olayların sonsuz akışını organize eden ve nesneleri birbiriyle bağlayan bir akıl yatmaktadır..." Eğer bu doğruysa ve bunun doğru olduğunu kanıtlayan bilimsel bir kanıt yığını ve spiritüel delil varsa, tabii ki evren hayatımı tanrısal bir plana göre yönetiyordur. Chopra evrendeki sonsuz şeyleri organize eden bir aklın olduğunu iddia etmektedir. Bir astrolog olarak buna inanmak zor değil. Bir filozof olan Manly Hall astroloji için kısaca "Tanrının psikolojisi ve vücudun çalışma alanıdır" diyor. Bu hayret verici akıl perdenin ardında iş görürken gerçekten de danışanlara "Şunu şöyle yapın, bunu da böyle" diye bir tavsiyede bulunmaya gerek var mı? En üst düzeydeki varoluşumuzun gelişimine rehberlik eden ve birbiriyle ili#355;kisini kuran 300 milyon #355;eyi bilmemiz sözkonusu olabilir mi? Geçenlerde birisi danışmanlık servisi için bana geldi. Köklü bir şirkette iyi bir işi vardı ve burada uzun süreden beri çalışmaktaydı. Her nasılsa yeni bir şirket ona hiç beklemediği ilginç ve kârlı bir pozisyon teklif etmişti. Ama bu yeni şirketin kayda değer bir geçmişi yoktu ve geleceği de belirsizdi. Eğer eski işini bırakırsa ve bu şirket de iflas ederse kararından dolayı pişman olabilirdi. Tedirgin bir şekilde "Ne yapmalıyım?" diye sordu. Yeni şirket başarılı olacak mı? Başarabilecek miyim? Transitlerim bu konuda ne diyor?" Gelecek 9 ay boyunca Neptün'ün Güneş'ine kare açı yapacağını ve üzerinden üç kez geçeceğini fark ettim. İlki yalnızca birkaç hafta sonraydı. Açık bir şekilde transitin etkisindeydi ve büyük bir olasılıkla cazip görünen işi seçerse boş bir hayal, onu işsiz bırakacak bir çalkantı olabilirdi. Diğer yandan eski işine devam ederse Neptün onun hayallerinde dolaşmayı bir kenara bırakacak fakat hali hazırda bu transiti yaşamaya devam edecekti. Bu durumda eğer eski şirkette kalırsa ne olacaktı? Şu andaki işinde giderek artan bir hayal kırıklığına maruz kalıp, vicdan azabı çekip, altın fırsatın uçup gittiğini düşünüp can sıkıcı, rutin ve tahmin edilebilir sonuçlar batağına saplandığından dolayı pişman mı olacaktı? Kişi transitlerin doğasını her iki şekilde de yorumlayabilir. İster işine devam etsin , ister ayrılsın hayatının esas teması Neptün Güneş karesi olacaktır -potansiyel yanılsama, akıl karışıklığı, hayal kırıklığına maruz kalma; burada zor bir ilişki, bir kayıp, veya bir çeşit sona erme sözkonusudur. Belki de şu anda çalışmakta olduğu iş yeri ciddi bir düşüş yaşayacak, o da pozisyonundan olacaktı. Diğer yandan eğer eski işini bırakırsa büyük bir ihtimalle diğer işteki kaosların benzerlerini-iyi tanımlanmadan verilmiş görevler, yardım alamama duygusu ve belirsizlik, belki de var olamama veya etkisizlik duygusu- yaşayacaktı. Tabii ki bu açının pozitif sonuçları da olabilir -iyi bir işi olduğundan dolayı iyi hissetme duygusu, daha geniş bir kitleye hitap eden bir hizmette bulunma veya kendini bir ideale adama. Buradaki konu her iki durumda da bu transiti yaşayacağıdır. Ne yapması gerektiğini söyleyemeyeceksem ona ne diyebilirim? Benim yapabileceğim tek şey ona bu transitin niteliğinden ve fırsatlarından bahsetmekti- sezgileri güçlendirme, en büyük hayalleri kurma, olası limitsizlik duygusu ve potansiyel olarak spiritüel uyanış zamanı. "..., fakat her ne olursa olsun herşeyi oluruna bırakabilir misin? Ne olursa olsun evrene güvenebilir misin?" dedim. Bu onun yapması gereken şeydi. Aynı zamanda şunu işaret etmek isterim ki böyle bir transit sırasında olası bir kayıp her zaman vardır. Aynı zamanda kişinin doğasını arıtma, yükseltme ve yumuşama fırsatı vardır- kişinin egosunu aşkın hale dönüştürmesi ve inancını daha yüksek bir güçle derinleştirmesi. Bu dönem kısaca "Kendini salma ve Tanrı'ya izin verme" dönemidir. Şimdiki işini bırakması gerektiğini varsaysak bile transitlerin öz anlamlarından birisi de sağladığı fırsatlar olduğundan ona verebilecek bir cevabım yok -bu fırsatlar kişinin iç bilincini ve güvenini güçlendirmesini gerektirir. Belirli bir davranış biçimi önererek bunu ondan esirgersem ona hizmet etmiş olamam. Kendi halinde yapacak olduğu seçimini ondan çalmış olurum. Bunu yapmak, şirketi göz önüne alarak bir sonucu tahmin etmek için onun kaderine karışmak olurdu. Önemli olan ne olacağı değil kaderini nasıl karşılayacağıdır -eğer bu ona zor geliyorsa durumunu acı bir umutsuzluk içinde sızlanarak karşılar mı? Job gibi "Tanrım neden ben?" diye bağıracak mıdır? Veya durumunu cesaret ve ağır başlılıkla benimseyecek midir? Ben, birer astrolog olarak bizlerin, insanların kendilerine ve sonsuz evrene güven duymaları için onları cesaretlendirirken ne yapmaları gerektiği konusunda ne kadar az yalan söylersek, değerimizin o kadar yükseleceğine inanıyorum. Bu bana Max Ehrmann'ın oğluna yazmış olduğu mektubu hatırlattı; "Seni ani bir talihsizlik anında sarmalayacak güçlü bir ruh yetiştir, fakat kendini kara imgelerle sıkıntıya sokma. Birçok korku yalnızlık ve sıkıntıdan doğar. Sen evrenin çocuğusun, ağaçlar ve yıldızlardan eksik kalır bir yanın yok, en az onlar kadar burada olmaya hakkın var. Ve senin için ister anlaşılır olsun ister bulanık, şüphe yok ki evren olması gerektiği gibi sana açılacaktır. Bu yüzden Tanrı'yla -onu her ne şekilde idrak ediyorsan- barış içinde ol." Eğer insanoğlunun özü evrenin nihai gerçekliğiyle benzeşiyorsa bu durumda öyle görünüyor ki hayattaki en büyük erdem bu gerçeğin farkedilmesinde yatar. Eğer kaderimize güvensek ve bizim için günlük yaşantımızı taciz eden önemsiz konuları aşkın bir şekilde anlamamız amacına hizmet ettiğinin farkına varsak, önemsizce çekilen acıların önüne geçilebilirdi. İnanıyorum ki danışmanlığın hedefi asli doğalarına en derin güvenle ulaşmaları için insanlara yardım etmektir. Ama eğer insanların zevk veya kazançlarını artırmak ya da acı ve kayıplarını en alt düzeye indirgemek için gelecek tahmini yaparsam bu durumda kendilerine güvenmekten çok bana güvenmeleri gerekecektir. Böylesi bir iş evrenin kuvvetli itişine karşı çıkmak olabilir ve insanların kendilerini yönlendirmeleri için yaptıklarını izlemeye cesaretlendirebilir. Zorlu çalışmalarla kazanılan gelişim süreçlerini altüst edebilir ve danışanı astroloğun kapısına getiren ilk aşamadaki korku süreçlerini güçlendirebilir. İnsanların yalnızca kendilerini tanımalarına değil tüm potansiyellerini gerçekleştirme yönünde kendiliğinden işleyen sürece güven duymalarına da yardım etmek isterim. Son tahlilde evrene güvenmek kendine güvenmektir. İnsan ruhunun en derin köşelerinde kozmosun ulaştığı en uç noktada bulunan akıllı ve maksatlı bir sürece inanç beslemektir. Her ikisini de bir yerde toplamak! İşte olay bu. | Offline
| | |
Yetkileriniz
| Konu Acma Yetkiniz Yok Cevap Yazma Yetkiniz Yok Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok HTML-Kodu Kapalı | | | HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCEAlternatif Kişisel Gelişim ve Kuantum Düşünce HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız HOLOGRAM, BEYİN ve KUANTUM DÜŞÜNCE
İçinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl, dünya ve insan ile ilgili birçok gelişmeye ve değişime gebe gibi görünüyor. Gerçi şu andaki görüntüsü ile bizlere son derece vahşi ve geri gibi yansısa da, derinden gelen “genel insanlık bilinci” ... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Kuantum Düşünce telkin cd indir izle İstanbul Kuantum Düşünce nerededir kimdir Kuantum Düşünce çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Kuantum Düşünce hipnoz Kuantum Düşünce olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Kuantum Düşünce hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Kuantum Düşünce kuantum düşünce kitap haberi WEZ Format +3. Şuan Saat: 05:22 AM.
|