Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Doğu'nun Mayası, Batı'nın Hamuru
Tek bir yaşama sahip olduğunuza dair şartlandırıldınız. Tek yaşam inancına dayalı görüş, Batılı insanı korkunç bir hız deliliğine itmiştir. (Bu cümlede dini içerik nedeniyle kırpma yaptım arkadaşlar.) İnsan her şeyi o denli hızlı yapmaya şartlandırılmıştır ki, yapılan işten keyif almak ya da onu mükemmel bir şekilde tamamlamak olanaksızlaşır. İşleri bir şekilde bitirir ve aceleyle hemen diğer işlere başlarsınız.
Batılılar, uzun zamandır çok yanlış bir görüşün etkisi altında yaşıyor. Bu görüş zihinlerde öyle büyük bir gerginlik yaratmıştır ki, insanlar kendilerini hiçbir yerde rahat hissedemez sürekli bir yerlere yetişmeye çalışırlar ve sonlarının ne zaman geleceğini bilmedikleri için de daima endişe duyarlar. Sonları gelmeden önce
her şeyi bitirmek isterler. Ancak ulaştıkları sonuç bunun tam tersi olur; birkaç şeyi bile zarafetle, güzellikle ve mükemmel olarak tamamlayamazlar.
Yaşamları o derece ölümün gölgesindedir ki, mutlu yaşayamazlar. Mutluluk getiren her şey, onlara zaman kaybı gibi görünür. Bir saatliğine sükunet içinde oturamazlar çünkü zihinleri, "Neden vaktini boşa harcıyorsun? Şu anda şunu yapıyor olabilirdin." der onlara.
Batı'da meditasyonun ortaya çıkmasını engelleyen de yaşamın tekliğine dair bu görüştür. Meditasyon rahatlamış, endişesi, acelesi, gitmesi gereken bir yeri olmayan, an be an karşısına çıkan her şeyin tadına varan bir zihne ihtiyaç duyar.
Doğu'da ise sonsuzluk bilincine sahip oldukları için rahatlayabilen insanların varlığı nedeniyle meditasyonun keşfedilmiş olması kaçınılmazdır. Bu bilinçle korkusuzca gevşeyebilir, zevk alarak flüt çalabilir, şarkı söyleyip dans edebilir, güneşin doğuş ve batışının tadına varabilirsiniz. Tüm yaşamınızdan keyif alabilirsiniz. Hatta ölümden bile keyif alabilirsiniz çünkü ölüm de müthiş bir deneyimdir, belki de en müthiş deneyimdir. Ölüm bir doruk noktasıdır.
Batılı görüşte ölüm yaşamın sonu anlamına gelir. Doğu'da ise ölüm upuzun bir yaşam geçidinin içinde yer alan güzel bir olaydır ve bir çok kere tekrarlanacaktır. Her ölüm başka bir yaşama; farklı bir biçim, farklı bir tanımlama, farklı bir bilince geçmeden önceki finaldir.
Ölünce yaşamınızı noktalamıyor, yalnızca başka bir yere taşınıyorsunuz.
Bu bana Nasreddin Hocayı anımsattı. Hoca uyurken evine hırsız girmiş. Aslında gerçekten uyumuyor, gözlerini kapalı tutuyor, arada bir de açıp hırsızın neler yaptığına bakıyormuş. Ama kimsenin işine karışmak da ona göre değilmiş. Öyle ya, hırsız onun uykusuna karışmıyormuş, o niye adamın mesleğine burnunu soksun? Bırakmış ne yapacaksa yapsın! Hırsız bu adamda bir gariplik sezip, biraz endişelenmeye başlamış. Evdeki her şeyi dışarı taşırken arada bir elinden kayan bir şey yere düşüyor, ama gürültü çıksa bile adam uykusundan uyanmıyormuş. Hırsız böyle bir uykunun ancak insan uyanık olduğunda mümkün olabileceğine dair bir kuşkuya kapılıp: "Ne acayip adam, evini olduğu gibi boşaltmama rağmen gıkını bile çıkarmıyor" diye düşünmüş. Olduğu gibi bütün eşyaları, yastıkları, ne var ne yoksa her şeyi almış. Tam kendi evine taşımak üzere eşyaları bir araya
getirip, bağlarken birinin onu takip ettiğini hissetmiş. Arkasına dönünce onu takip edenle uyuyan adamın aynı kişi olduğunu görüp, "Niye beni takip ediyorsun?" diye sormuş.
"Takip etmiyorum ki, birlikte taşınıyoruz. Ne var ne yoksa aldığına göre artık ben bu evde ne yapayım? Ben de tabii ki seninle geliyorum."
Bu Doğulu rahatlığıdır, ölüm konusunda bile Doğu'da bu fikir devam eder, yalnızca başka bir yere taşınmak...
Hırsız paniğe kapılmış, "Affet beni, eşyalarını geri al."
Hoca şöyle yanıt vermiş: "Hiç gereği yok. Ben zaten taşınmayı düşünüyordum, baksana ev zaten harabe gibi.
Bundan beter bir ev olamaz. Hem ben de çok tembel bir adamım. Birinin bana bakması gerek. Her şeyi alıp da beni burada yalnız bırakmanın alemi var mı?"
Hırsız hayatı boyunca bu işi yaptığı halde hiç böyle birine denk gelmediği için korkmuş. Bir kez daha, "Her şeyini geri alabilirsin." demiş.
Hoca bu kez, "Yoo!" demiş. "Planda hiçbir değişiklik yapmayacağız. Sen bu eşyaları olduğu gibi taşıyacaksın, yoksa doğru karakola giderim. Sana efendi gibi davranıp hırsız demiyorum, bana göre taşınmama yardım eden bir adamsın yalnızca."
Aslında acele etmeye hiç gerek olmadığı için kafanızdaki kısa ömür fikri tehlikeli bir fikirdir. Doğu'nun bunca yoksulluğa karşı kederli ve umutsuz olmamasının nedeni budur. Batı zengindir ama bu zenginlik ne tinselliğine ne de gelişimine hiçbir katkı sağlamamıştır. Aksine Batı fazla gergindir. Oysa yaşamın sağlayabileceği tüm konfora sahip olabildiğine göre daha rahat olması gerekir.
Aslında temel sorun, Batı'nın içten içe yaşamın kısacık olduğunu, hepimizin sırada beklediğini ve her anın bizi ölüme daha çok yaklaştırdığını bilmesidir. Doğduğumuz anda, mezara doğru giden yolculuğumuz da başlamış demektir. Her an yaşam kesintiye uğramakta, gitgide daha da kısalmaktadır. Bu durum gerginlik, keder ve endişeye yol açar. Hiçbirini yanınızda götüremeyeceğinizin farkına varınca, tüm konfor ve lüksler, tüm zenginlikler anlamsızlaşmaya başlar. Ölüme tek başına gideceksiniz.
Doğu rahattır. Birincisi ölümü önemsemez, onu yalnızca bir şekil değiştirme olarak kabul eder. İkinci olarak da öyle rahattır ki ölümden sonra bile yanınızda olacak içsel zenginliklerinizi keşfetmeye başlarsınız. Ölüm bu zenginliği sizden alamaz.
Ölüm dıştaki her şeyinizi alır ve içsel olarak kendinizi geliştiremediğiniz takdirde doğal olarak hiçbir şeyi ölümden koruyamayacağınız ve sahip olduğunuz her şeyi yitireceğinize dair korku duyarsınız. Ancak içsel benliğinizi geliştirip, dış etkenlerden bağımsız olarak huzur, mutluluk, sükunet ve neşeye kavuşabilmişseniz, benliğinizin ait olduğu bahçeye varıp, saf bilincinizin açan çiçeklerini görebilmişseniz, ölüm korkusu diye bir konu sizin için söz konusu bile olamaz.
Bir kez daha tekrarlıyorum, yalnızca tek bir şeyi unutmayın: Siz ölümsüz birer varlıksınız. Şu anda bu bilgiyi deneyimlemediğiniz için bir inanç değil, ancak test edilebilecek bir tez olarak kabul edebilirsiniz.
Benim söylediklerimi hiçbir zaman bir inanç olarak benimsemenizi değil, yalnızca birer tez olarak kabul etmenizi istiyorum. Ben doğrusunu biliyorum diye size bir takım inançları dayatmam doğru olmaz. Gerçeği bildiğim için size, "Bu yalnızca test edeceğiniz geçici bir tezdir" diyebilirim çünkü test ettiğiniz takdirde bu tezin sizin kendi gerçeğinize -bir inanış olarak değil de kesinlik kazanmış bir bilgi olarak- dönüşeceğinden adım gibi eminim. Yalnızca kesinlik kazanmış gerçekler sizi kurtarabilir. İnançlarsa kağıttan yapılmış gemiler gibidir. İnsan varoluş okyanusunu kağıttan bir gemiyle geçebileceği yanılgısına kapılmamalıdır. Bunun için kesinlik gerekir, inanç değil. Kendi adınıza deneyimlemiş olduğunuz doğrulara ihtiyaç vardır. Başka birinin doğrusuna değil, kendi doğrunuza. O zaman bilinmeyene doğru, aşılmamış bir okyanusa doğru sevinçle açılacak, müthiş bir heyecan ve coşku içinde olacaksınız. |