Osho Osho ile ilgili paylaşımlar | Osho - Ölmeden Önce ÖlünüzAlternatif Kişisel Gelişim ve Osho Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yaşamda Kesin Olan Tek Şey Ölümdür.
"Tekeri Durdurun!"
Annemin babası aniden hastalandı. Henüz ölme vakti gelmemişti. Yaşı elliden fazla değildi, belki daha bile gençti, belki benim şu anda olduğumdan daha gençti. Anneannem ise yalnızca elli yaşında, olgunluk ve güzelliğinin doruğundaydı.
... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Osho telkin cd indir izle İstanbul Osho nerededir kimdir Osho çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Osho hipnoz Osho olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Osho hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Osho kuantum düşünce kitap haberi | |
|
12-07-2011, 08:21 PM
|
#1 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Yaşamda Kesin Olan Tek Şey Ölümdür.
"Tekeri Durdurun!"
Annemin babası aniden hastalandı. Henüz ölme vakti gelmemişti. Yaşı elliden fazla değildi, belki daha bile gençti, belki benim şu anda olduğumdan daha gençti. Anneannem ise yalnızca elli yaşında, olgunluk ve güzelliğinin doruğundaydı.
Ona sordum, "O öldü. Onu seviyordun, neden ağlamıyorsun?"
"Çünkü sen varsın" diye yanıt verdi. Öyle bir kadındı ki, "Bir çocuğun önünde ağlamak istemem" diye devam etti. "Hem seni teselli etmek istemiyorum. Şimdi ben ağlamaya başlarsam, doğal olarak sen de ağlayacaksın. O zaman kim kimi teselli edecek?"
İçinde bulunduğumuz durumu tarif etmeliyim; bir kağnıyla dedemin köyünden babamın köyüne doğru gidiyorduk çünkü tek hastane oradaydı. Dedem çok hastaydı. Yalnızca hasta değil, aynı zamanda bilincini yitirmiş durumda, neredeyse komadaydı. Yanında anneannem ve benden başka kimse yoktu. Onun bana karşı duyduğu şefkati anlayabiliyorum. Benim için çok sevdiği kocasının ölümünde bile ağlamadı çünkü yanında yalnızca ben vardım ve ondan başka beni teselli edebilecek kimse yoktu.
Ona şöyle dedim, "Endişelenme. Sen gözyaşlarını tutabilirsen ben de tutabilirim." Ve ister inanın ister inanmayın, yedi yaşında bir çocuk olduğum halde gözyaşlarıma hakim oldum.
O bile şaşırmıştı. "Ağlamıyorsun?" diye sordu.
"Seni teselli etmek istemiyorum." diye yanıt verdim.
Kağnıda bulunanlar olarak tuhaf bir gurup oluşturuyorduk. Kağnıyı Bhoora kullanıyordu. Efendisinin öldüğünün farkındaydı ama dönüp bakmıyordu çünkü yalnızca bir uşaktı ve özel işlere burnunu sokmak istemiyordu. Bana söylediği de buydu, "Ölüm mahrem bir şeydir, nasıl dönüp de bakabilirdim? Oturduğum yerden her şeyi duydum ve ağlamak istedim. Onu o kadar çok severdim ki... Kendimi yetim kalmış gibi hissediyordum ama dönüp bakamıyordum çünkü bunu yapsam beni asla affetmezdi."
Tuhaf bir yol arkadaşıydı. Dedemse kucağımda yatıyordu. Yedi yaşında bir çocuk olarak ölümle başbaşaydım, hem de yalnızca birkaç saniyeliğine değil, kesintisiz olarak yirmi dört saat boyunca. Yol olmadığı için babamın köyüne ulaşmak çok güçtü. Oldukça yavaş ilerliyorduk. Dedem de öyle öldü, yavaş yavaş ve biz ölümü sırasında birlikte yirmi dört saat geçirdik. Ölümün gerçekleşmesini hissedebiliyor ve o muazzam sessizliğini algılayabiliyordum.
Ninemle birlikte olduğum için şanslıydım. O yanımda olmasaydı belki de ölümün güzelliğini kaçırabilirdim çünkü ölüm ve sevgi birbirine inanılmaz derecede yakındır, hatta aynıdırlar. Ninem beni seviyordu ve ölüm yanıbaşımızda yavaş yavaş gerçekleşirken sevgisiyle beni sımsıkı sarıyordu.
Kağnının sesi hala kulaklarımda. Tekerleklerin taşlara çarparken çıkardığı sesi, Bhoora'nın sürekli öküzlere bağırışını ve kamçının sırtlarına inişini hala duyabiliyorum. Bu deneyim içimde öyle derinlere kök salmış ki, sanırım öldüğümde bile silinmeyecek. Ölürken bile o kağnının sesi kulaklarımda çınlayabilir.
Daha önce insanların öldüğünü duymuştum ama yalnızca duymuştum. Böyle bir şeyi görmemiştim, gördüysem bile benim için hiçbir şey ifade etmemişti. Çok sevdiğiniz biri ölene dek ölümle tam olarak karşılaşamazsınız. Bunun altı çizilmeli: Ölümle yalnızca sevdiğiniz biri ölünce gerçekten yüz yüze gelirsiniz.
Sevgi ve ölüm sizi çevrelediğinde bir dönüşüm gerçekleşir, adeta yeni bir varlık doğuyormuşçasına büyük bir değişim meydana gelir. Bir daha asla eskisi gibi olamazsınız. Ancak insanlar gerçekten sevmeyi bilmedikleri için ölümü benim deneyimlediğim gibi yaşayamazlar. Sevgi olmadan ölüm size varoluşun anahtarlarını vermez. Sevgiyle birlikte ise varolan her şeyin anahtarını size uzatır.
Benim ölümle ilk karşılaşmam kolay bir deneyim değildi. Bir çok açıdan karmaşıktı. Çok sevdiğim, baba yerine koyduğum adam ölüyordu. Beni mutlak bir özgürlükle, hiçbir baskı, buyruk ya da kısıtlama olmaksızın büyütmüştü. Bir gün bile bana "Şunu yapma, bunu yapma" dememişti. Ancak şimdi onun güzelliğini kavrayabiliyorum.
Onu seviyordum çünkü o da benim özgürlüğümü seviyordu. Yalnızca özgürlüğüme saygı gösterildiği zaman sevebilirim. Pazarlık yapmak, sevginin karşılığını özgürlüğümle ödemek zorunda kalırsam, bu benim için gerçek sevgi değildir. Bu bilenlere göre değil daha alt seviyedeki fanilere göredir.
"Tanrım, bana verdiğin bu yaşamı sana şükranla teslim ediyorum." Bunlar dedemin ölürken söylediği son sözlerdi. Oysa ki Tanrı' ya hiçbir zaman inanmamıştı ve Hindu bile değildi.
Ölürken söyledikleri şeyler arasında sürekli tekrar ettiği bir cümle vardı: "Tekeri durdurun..." Dedem ölürken bizden tekeri durdurmamızı istiyordu, ne kadar saçma! Hastaneye yetişmemiz gerekiyordu ve tekerler durursa ormanda tamamen kaybolmuş olacaktık.
Bana şöyle dedi, "Tekeri durdurun. Rajah, beni duyamıyor musun? Ninenin kahkahasını duyabildiğime göre sizin de beni duyabilmeniz lazım."
"Ninemin kahkaha atması seni endişelendirmesin." diye yanıt verdim. "Onu tanırım. Senin söylediğin şeye gülmüyor bizim aramızda başka bir şeye, ona yaptığım bir espriye gülüyor."
"Tamam" dedi. "Senin anlattığın bir şeye gülmesi çok doğal. Peki ya chakra, teker ne olacak?"
Şimdi neden söz ettiğini anlamama karşın, o zamanlar bu terimlere tamamıyla yabancıydım. Tekerin simgelediği şey, Hintlilerin en büyük saplantısı olan yaşam-ölüm döngüsüydü. Binlerce senedir insanların yapmaya çalıştığı tek şey budur: Bu tekeri durdurmak. Dedemin durdurmamızı istediği de kağnının tekeri değildi. Onu durdurmak zaten kolaydı, hatta zor olan dönmesini sürdürebilmekti.
O zaman dedemin neden bu kadar ısrar ettiğini anlamamıştım. Belki de kağnının bozuk yolda çıkardığı büyük gürültüden rahatsız olmuştu. Her şey sallanıp duruyordu ve o da acı içinde kıvrandığı için doğal olarak tekeri durdurmamızı istiyordu. Ama bu söylediği ninemi güldürmüştü. Neden güldüğünü şimdi anlıyorum. Bahsettiği şey Hint saplantısı haline gelmiş, simgesel olarak yaşam-ölüm tekeri olarak adlandırılan kısacası sürekli dönüp duran o tekerdi.
Dedem bu yüzden "Tekeri durdurun" diyordu. Elimde olsaydı bu tekeri durdururdum, yalnız onun için değil dünyadaki tüm insanlar için. Yalnızca durdurmakla da kalmayıp, bir daha asla kimse onu döndüremesin diye yok da ederdim. Ama böyle bir şey elimde değil.
Fakat böyle bir saplantının nedeni nedir? Dedemin ölüm anında tüm yaşamımı belirleyecek bir çok şeyin farkına vardım. Eğilip kulağına, "Dede, ölmeden önce bana söyleyeceğin bir şey var mı? Son bir sözün? Ya da bana verebileceğin, seni hatırlatacak bir şeyler?" diye sordum.
Yüzüğünü çıkarıp avucuma koydu. O yüzük her zaman bir gizeme sahipti. Dedem yaşamı boyunca kimseye yüzüğün içinde ne olduğunu göstermemiş, kendisi ise sık sık bakmıştı içine. Yüzüğün iki yanında içine bakabileceğiniz cam pencerecikler, üzerinde ise bir elmas vardı. Kimseye o pencereciklerden baktığı şeyi göstermemişti. Yüzüğün içinde Mahavira'nın heykeli vardı ve gerçekten çok güzel ve küçüktü. İçerdeki Mahavira'nın küçük bir resmi olmalıydı, yandaki pencereler ise büyüteçti ve resmi gerçekten büyükmüş gibi gösteriyorlardı.
Gözyaşları içinde bana, "Sana verebilecek başka hiçbir şeyim yok çünkü sahip olduğun her şey bir gün senin de elinden alınacak, tıpkı benim elimden alındığı gibi. Sana yalnızca kendini bilen kimseye karşı duyduğum sevgiyi verebilirim dedi."
Yüzüğü saklamadığım halde dedeme verdiğim sözü tuttum ve o kimseyi tanıdım. Onu bir yüzüğün içinde değil kendi içimde tanıdım. Zavallı yaşlı adam ustası Mahavira'yı seviyordu ve bu sevgiyi bana geçirdi. Ustasına ve bana karşı beslediği sevgiye saygı duyuyorum. Dudaklarından dökülen son sözcükler şunlar oldu: "Endişelenme çünkü ben ölmüyorum."
Hepimiz başka bir şey söyleyecek mi diye bekledik ama hepsi buydu. Gözleri kapandı ve artık yoktu.
Ninem elimi tutuyordu ve ben son derece şaşkın ve ne olup bittiğini kavrayamaz halde ama tamamıyla da anın içindeydim. Dedemin başı kucağımdaydı. Ellerimi göğsüne koydum ve yavaş yavaş soluk alıp verişi sona erdi. Soluk almadığını hissettiğimde nineme dönüp, "Üzgünüm nine, ama galiba artık nefes almıyor." dedim.
"Hiç merak etme." diye yanıt verdi. "Yeterince yaşadı, daha fazlasını istemek anlamsız olur. Unutma çünkü unutulmaması gereken anlar vardır; daha fazlasını isteme. Ne varsa o yeterli olandır."
Hala o sessizliği hatırlıyorum. Kağnı bir nehir yatağından geçiyordu. Her ayrıntıyı net bir şekilde hatırlıyorum. Ninemi rahatsız etmemek için hiçbir şey söylemiyordum. O da tek kelime etmiyordu. Bir kaç dakika böyle geçti ve onun için endişelenmeye başlayıp, "Bir şeyler söyle, bu kadar sessiz olma, dayanamıyorum."dedim.
İnanır mısınız, benim için bir şarkı söylemeye başladı! Ölümün kutlanması gereken bir şey olduğunu o zaman anladım. Dedeme ilk aşık olduğunda söylediği şarkıyı söyledi.
Ayrılığın kendine özgü bir güzelliği vardır, tıpkı kavuşmanın olduğu gibi. Ayrılığın kendine özgü bir şiirselliği vardır, kişinin onun dilini öğrenmesi ve derinliği içinde yaşaması gerekir. O zaman üzüntünün içinden bambaşka türde bir sevinç doğacaktır. İmkansız gibi görünse de bu gerçekleşebiliyor, başıma geldi, biliyorum. Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. | Offline
| |
12-07-2011, 08:33 PM
|
#2 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Hayali Bir Yarın İçin Bugünü Feda Etmek
Dedemin öldüğü günden beri ölüm benim için daimi bir refakatçi haline geldi. O gün ben de onunla öldüm, çünkü bir şey kafamda kesinlik kazandı; yedi yıl da yetmiş yıl da yaşasan ne farkeder? Bir gün mutlaka öleceksin.
Onun kadar iyi, onun kadar güzel bir insan öylece ölüvermişti. Yaşamın anlamı neydi öyleyse? Bu bana işkence eden bir soruya dönüşmüştü; yaşamın anlamı neydi? Eline ne geçmişti? Onca yıl iyi bir insan olarak yaşamıştı ama, ne için? Öylece bitivermişti işte, ardında hiçbir iz kalmaksızın. Onun ölümü beni son derece ciddileştirmişti.
Dedemin ölümünden önce de ciddi biriydim. Henüz dört yaşındayken insanların ömürlerinin sonuna kadar ertelemeyi başardıkları sorular hakkında düşünmeye başlamıştım bile. Ertelemeye inanmıyordum. Bu konularda dedeme sorular sormaya başladığımda bana, "Bu soruları sormak için önünde koskoca bir ömür var. Hiç acele etme. Hem bunları düşünmek için daha çok küçüksün." demişti.
Ona, "Köyde küçük çocukların öldüğünü gördüm." diye yanıt verdim. "Bu soruları sormadıkları için, yanıtlarını da alamadan öldüler. Bana yarın ya da öbür gün ölmeyeceğime dair garanti verebilir misin? Yanıtları bulmadan önce ölmeyeceğimi garanti edebilir misin?"
Bunun üzerine şöyle dedi: "Böyle bir şeyi garanti edemem çünkü ne ölüm ne de yaşam benim elimde olan şeyler değil."
"O zaman" dedim, "bana bu soruları ertelememi öğütleme. Yanıtları hemen bulmak istiyorum. Eğer bunları biliyorsan bana bildiğini söyle ve yanıtları ver. Bilmiyorsan da cehaletini kabul etmekten çekinme."
Kısa sürede benimle başka bir şansı olmadığını farketti. Ya evet diyecekti ki bu kolay değildi, çünkü evet derse bu kez derin ayrıntılara inmesi gerekecekti ve beni kandırmak imkansızdı. Ya da hayır diyecekti ve o da bunu seçip bu konudaki cahilliğini, yanıtları bilmediğini kabul etmeye başladı.
Ona şöyle dedim: "Sen yaşlısın, yakında öleceksin. Yaşamın boyunca ne yaptın? Ölüm anında elinde cehaletten başka hiçbir şey olmayacak. Bunlar önemsiz meseleler değil, hayati sorular. Tapınağa gidiyorsun. Neden?
Orada bulduğun bir şey mi var? Tüm hayatın boyunca gittin ve beni de seninle gelmeye ikna etmeye çalışıyorsun." Tapınağı kendisi yapmıştı. Bir gün gerçeği itiraf etti: "Tapınağa gidiyorum çünkü onu ben yaptım. Ben bile gitmezsem kim gidecek? Ama senin huzurunda, bunun beyhude olduğunu kabul ediyorum. Bütün ömrüm boyunca oraya gittim ama bu bana hiçbir şey kazandırmadı."
"O zaman başka bir şey dene." dedim. "Soruyla birlikte değil de yanıtıyla birlikte öl." Ama soruyla öldü.
Ölmeden yaklaşık on saat önce bana şöyle dedi: "Sen haklıydın, ertelemek doğru değil. Şimdi kafamdaki tüm sorularla birlikte ölüyorum. Unutma, bütün tavsiyelerim yanlıştı. Sen haklısın, hiçbir şeyi erteleme. Kafanda bir soru belirdiği zaman, yanıtını en kısa zamanda bulmaya çalış." | Offline
| |
12-07-2011, 08:42 PM
|
#3 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz İlahi Olana Açılan Kapı
Vipassana, aşramda yaşayan hayat dolu ve hareketli bir sannyasindi. Müzisyendi ve harika şarkı söylerdi. Birden bire hastalanıp, beyninde müdahale edilemeyecek bir tümör oluşmuş olduğu ortaya çıkınca herkes şaşkına döndü...
Tanıdığınız, sevdiğiniz, birlikte yaşadığınız, varlığınızın bir parçası haline gelmiş biri öldüğü zaman, sizin de içinizde bir şeyler ölür. Tabii ki onu özleyecek, içinizde o boşluğu hissedeceksiniz, bu çok doğal. Ama aynı boşluğu bir kapıya dönüştürmek de mümkündür. Ölüm Tanrı'ya açılan bir kapıdır. Ölüm insanlar tarafından bozulamamış tek olgudur. İnsanoğlu onun dışında her şeyi bozmuş, kirletmiştir. Kirletilememiş, el değmemiş, bakir kalan tek şeydir ölüm. İnsanlar onu da bozmak ister ama onu ellerinde tutmaları, sahip olmaları mümkün değildir. Ele geçirilmez olduğu için hala bilinmezliğini korur. İnsanoğlu ölüm karşısında ne yapacağını bilemediği için onun karşısında kaybetmiştir. Onu kavrayamaz, bir bilim dalı haline getiremez, bu yüzden de ölüm hala
bozulmamıştır. Dünyada bozulmadan kalabilmiş tek şeydir ölüm.
Bu anları değerlendirin. Ölüm aniden bilincinize girdiğinde, tüm yaşamınız anlamsız gelmeye başlar. Gerçekten de anlamsızdır. Ölümün ortaya çıkardığı gerçek budur. Ölüm aniden karşınıza çıktığında, dünya ayaklarınızın altından çekilivermiş gibi olur. Birdenbire bu ölümün aynı zamanda sizin ölümünüzü de içerdiğini görürsünüz. Her ölüm, herkesin ölümüdür.
O ölümü kabullendi. Bu en güç şeylerden biridir. Yalnızca derin bir meditasyon halinde bu mümkündür çünkü insan zihni bütünüyle ölüme karşı eğitilmiştir. Yüzyıllar boyunca bize ölümün yaşama karşı olduğu, yaşamın düşmanı, sonu olduğu öğretildi. Bu durumda tabii ki, korkuyor, kendimizi rahatça salıveremiyoruz.
Ölüm karşısında kendinizi satamadığınız takdirde ise, yaşamınız boyunca da gergin olmanız kaçınılmazdır. Çünkü ölüm yaşamdan ayrı bir şey değildir. Ölüm yaşamın sonu değil, aksine en yükseğe ulaştığı doruk noktasıdır. Bu noktadan korktuğunuz sürece, ölüm yaşamın her alanında gizli kalmak zorunda olacağı için, doğal olarak yaşamın içinde de kendinizi salmanız mümkün olmayacaktır. Bu durumda her zaman korku içinde olursunuz.
Ölümden korkan insanlar uyurken bile kendilerini rahat bırakamazlar; çünkü uyku da her gün yaşadığımız küçük bir ölümdür. Ölümden korkanlar sevmekten de korkar çünkü sevgi de bir ölüm biçimidir. Ölümden korkan insanlar her türlü orgazmik deneyimden korkarlar çünkü yaşanan her orgazmda ego ölür. Ölümden korkan kimse, her şeyden korkacak ve her şeyi kaçıracaktır.
O kendini salabildi. Ölmesini istediğim gibi öldü; derin bir salıvermişlik halinde. Ölümü kabullendi. Hiçbir ikilem ya da mücadele içinde değildi. İçinizde ölümün ötesinde engin bir güzellik bulup bulamadığınıza dair kıstas budur. İnsan ancak ölümsüz bir şeyin duyumuna vardığı anda ölümün içinde kendini rahat bırakabilir.
Ölümü kabullenmedikçe, yarım, eksik, eğreti kalırsınız. Ölümü kabullendiğinizde ise, aynı zamanda dengeye de kavuşursunuz. O zaman her şeyi kabullenirsiniz: Gündüz ve geceyi, yaz ve kışı, aydınlık ve karanlığı. Yaşamın tüm kutuplarını kabullendiğinizde dengeye kavuşur, sakin ve bütün olursunuz.
Bütünlüğü düşünürken, ölümün hakkını vermeniz gerekir. Yaşam güzeldir ama ölüm de yaşam kadar güzeldir. Ölüm de yaşam gibi kendi içinde kutsanmıştır. Ölüm de tıpkı yaşam gibi içinde çiçekler barındırır.
Tanrı'nın size verdiği her şeyi, ölümü bile, derin bir şükranla kabul etmeniz gerekir. Ancak o zaman dindar biri olabilirsiniz: Her şeyi şükrederek ve koşulsuzca kabullendiğiniz zaman. Ölüm insanoğlu tarafından bozulamamış, hala bakir kalmış, tüm kutsallıkların içinde en kutsal olan şeylerden biridir. | Offline
| |
12-07-2011, 09:16 PM
|
#4 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Ölüm Efsanesi
Öldüğünüz zaman, yaşamınızın bir bölümü -ki insanlar bunun yaşamınızın tümü olduğunu sanır- sona ermiştir. Oysa sona eren, sonsuz bölümden oluşan bir kitabın içindeki bölümlerden biridir yalnızca. Bu bölümün bitmesi, kitabın bittiği anlamına gelmez. Sayfayı çevirdiğinizde yeni bir bölümle karşılaşırsınız.
Kişi ölürken yeni hayatını gözlerinde canlandırmaya başlar. Bu bilinen bir gerçektir çünkü yaşam bitmeden önce gerçekleşir. Arada bir, son noktadan geri dönen birileri çıkar. Söz gelimi, birisi tam boğulmak üzereyken, son anda kurtarılır. Neredeyse komaya girmiştir; yuttuğu su çıkartılıp, suni solunum yaptırılır ve yaşamı sona ermek üzereyken kurtulur. Bu durumdaki insanlar ilginç gerçeklerden söz etmişlerdir.
Anlatılanlardan biri, ölmek üzere olduklarını, yaşamlarının sonuna geldiklerini hissettikleri o son dakikada geçmişte yaşadıklarının, doğumdan içinde bulundukları ana kadar, çok hızlı bir şekilde gözlerinin önünden geçtiğidir. Belki bir saniyeden bile kısa bir zamanda, yaşadıkları her şey, anımsadıkları ya da tamamen unuttukları, belki yaşarken bile hafızalarına kaydetmedikleri, belleklerinin birer parçası olduğunu farketmedikleri tüm anılar gözlerinin önünde belirir. Anılardan oluşan bu film çok kısa sürer çünkü kişi ölmektedir ve filmin tamamını izleyecek üç saati filan yoktur.
Tüm film izlense bile bir insanın yaşamını o küçük ve önemsiz ayrıntılarla bağdaştırmak mümkün olmaz. Yine de her şey film şeridi gibi ölmekte olan insanın gözünün önünden geçer. Bu kesinlik kazanmış ve büyük önem taşıyan bir olgudur. Bu bölüm sona ermeden önce, kişinin tüm deneyimleri, karşılayamadığı arzuları, beklentileri, yaşadığı düş kırıklıkları, moral bozuklukları, acı ve sevinçleri, kısaca her şey, kafasında son bir kez toparlanır.
Ölmekte olan kişi, yeni bir şeye doğru yönelmeden önce bütün bunları görmeli, toparlamalıdır; çünkü sahip olmuş olduğu beden yitirilecek, zihni, beyni artık ona eşlik etmeyecektir. Oysa ki zihninin salacağı arzular ruhuna yapışıp kalacak ve gelecek yaşamını da bu arzular belirleyecektir. Geçmiş yaşamında yarım kalan ne varsa kişi hedef olarak onlara yönelecektir.
Bu nedenle ölüm anında ne yaptığınız doğumunuzun nasıl olacağını da belirler. Çoğu insan bir şeyleri bırakmamaya çalışarak ölür. Ölmek istemezler ki bu anlaşılır bir durumdur.
Yalnızca ölüm anında aslında yaşamadıkları gerçeğinin farkına varırlar. Yaşamları rüyada gibi geçmiş ve ölüm anı gelip çatmıştır. Artık yaşamak için daha fazla zamanları kalmamıştır çünkü ölüm kapıyı çalmaktadır. Oysa yaşamak için zamanları varken bunu değerlendirmek yerine bu zamanı bin bir türlü saçma şeye harcamışlardır.
İnsanları ölüm anlarında izleyin. Çektikleri acının nedeni ölüm değildir. Ölüm içinde acı barındırmaz, tamamen acısız bir şeydir. Aslına bakarsanız, derin bir uyku gibi gerçekten keyifli bir şeydir. Derin uykunun acı dolu olduğunu düşünüyor musunuz? Onları düşündüren ölüm, derin uyku ya da keyif değildir; bilinenin ellerinden kayıp gitmesinden endişe duyarlar. Korku yalnızca şu anlama gelir; bilineni yitirip bilinmeyene adım atmak. Cesaret korkunun tam karşıtıdır. Korkuların en büyüğü olan ölüm korkusu, cesaretin de en büyük düşmanıdır.
Bu konuda yalnız tek bir öneri getirebilirim; şu anda bir önceki ölümünüze geri dönmeniz olanaksızdır ancak hemen uygulamaya başlayabileceğiniz bir şey var: Her zaman, her konuda ve her türlü deneyimde bilinenden bilinmeyene geçmeye hazır olmak. Yalnızca, yeni bir şeyin üzerine atlayıp, o yeniliğin, tazeliğin cazibesine kapılmak... Cesaret ancak bu şekilde kazanılır.
Bilinmeyen bilinenden daha kötü çıksa bile önemli değil. Konu zaten bu değildir. Eski olan her şey altın değildir; derler. Ben diyorum ki eski olan her şey altın bile olsa boş verin. Her zaman yeni olanı seçin, altın olsun olmasın fark etmez.
Küçük bir alıştırmayla bu uygulamaya başlayabilirsiniz; ne zaman önünüze böyle bir seçenek çıksa, daima bilinmeyeni, riskli, tehlikeli ve güvencesiz olanı seçin. Asla kaybetmezsiniz. Ve ancak o zaman ölüm birçok gerçeği peşpeşe ortaya çıkaran bir deneyime dönüşür.
Cesaret ayağınıza gelecektir. Şu basit formülle başlayın: Hiçbir zaman bilinmeyeni kaçırmamak. Her zaman bilinmezi seçip balıklama dalın. Bu uğurda acı çekseniz bile buna değer, karşılığı mutlaka gelecektir. Bu seçimi yaptığınız durumlardan, her zaman daha büyümüş, daha olgun ve daha zeki olarak çıkacaksınız. | Offline
| |
12-07-2011, 09:36 PM
|
#5 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Kurtarıcılar Sizin Ölümünüzdür
Sözde Dinler: Ölümden ve Yaşamdan Korkmak
Sevgili OSHO,
Diğer dinler neredeyse hiçbir zaman ölümden söz etmiyor, söz ettikleri zaman da bunu hep karamsar ve ürkütücü bir tonda yapıyorlar. Sizin dininizde ise ölüm hakkında özgürce ve mutlulukla konuşuluyor. Bu farkın özel bir önemi var mıdır?
Kesinlikle bu fark en önemli unsurlardan biridir. Öncelikle bir dinin gerçek mi yoksa sözde din mi olduğunu belirler.
Sözde din ölüm hakkında hiçbir şey bilmez.
Aslında yaşam hakkında da hiçbir şey bilmez ve bu yüzden ölümden de, yaşamdan da korkar. Yalnızca ölümden korkmak mümkün değildir, çünkü ölüm yaşamdan ayrılamaz, onun bir parçasıdır. Yaşamın sonu değildir, yaşamın içinde bir olaydır; yaşam devam eder. Ölüm bir çok kere, milyonlarca kere gerçekleşen bir olaydır sadece. Sözde dinler her ikisinden de korkar.
Sözde dinler yaşamdan da korkar.
Öncelikle bunu anlamanız gerekir; ancak o zaman neden ölümden korktuklarını anlayabilirsiniz. Hepsi yaşamı reddetmekten, yaşamdan feragat etmekten yanadır. Tüm bu dinlerin temelinde yaşam karşıtı bir tavır yatar: Yaşamın içinde yanlış olan bir şey vardır. Yaşamın kaynağı temel günahtır ve bu yüzden yaşıyor olmanız doğru bir şey değildir. Adem ve Havva yaşamak istedikleri, öğrenmek, anlamak, araştırmak, sormak istedikleri için cezalandırıldılar. Bu onların işlediği temel günahtır. Siz de Adem ve Havva'nın mirasçılarısınız ve bu yüzden doğuştan günahkarsınız.
Adem ve Havva'nın yaptığını, Tanrı katına tekrar kabul edilebilmeniz, cennete geri dönebilmeniz için dinler telafi etmeye çalışır. Dinler yaşamdan ve bilmekten korkar, zaten bu ikisi ayrılmazdır.
Sözde dinler yaşamdan da korkmanız gerektiğini öğretirler. Korktukları yalnızca ölüm değildir. Ölümden bahsetmezler çünkü bu ayıptır. Kibar bir davette, sofrada otururken ölümden söz açmak hiç yakışık almaz. Değil sofrada, insanlar bir mezarın başında, son görevlerini yerine getirirken bile ölüm hakkında konuşmazlar.
Yaşayabildiğiniz kadar yoğun ve dolu dolu yaşayın ki, yaşamın tadı, ölümün neden korkulacak bir şey olmadığına dair bir ipucu sunsun size. Yaşamınızı tanıdığınız takdirde, onun ışığında ölüm diye bir şeyin olmadığını anlarsınız.
Kişinin ancak dolu dolu yaşayarak tanıyacağı bu yaşam sonsuzdur.
Siz yaşadıkça, bu sonsuzluk duygusu da eş zamanlı olarak ortaya çıkacaktır. Ne kadar yoğun yaşarsanız bu duyguyu da o kadar derinden hissedecek, ölümün olmadığını da o kadar hızlı kavrayacaksınız.
Benim dinimde ölüm kutlanacak bir şeydir çünkü aslında ölüm diye bir şey yoktur. O yalnızca yeni bir yaşama açılan kapıdır.
İnsanlar bizim ölümü kutladığımızı sanırken, biz aslında doğumu kutluyoruz çünkü ölüm yoktur, hiçbir şey ölmez, yalnızca şekil değiştirirler. Yaşam bir şekilden diğerine göç eder; bu yüzden birisi ölürken onu seven herkesin mutluluk duyması gerekir çünkü o yalnızca görünüşte ölmektedir. Bizim açımızdan ölüyor gibi görünürken, diğer açıdan yeni doğmaktadır. | Offline
| |
12-07-2011, 09:51 PM
|
#6 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Doğu'nun Mayası, Batı'nın Hamuru
Tek bir yaşama sahip olduğunuza dair şartlandırıldınız. Tek yaşam inancına dayalı görüş, Batılı insanı korkunç bir hız deliliğine itmiştir. (Bu cümlede dini içerik nedeniyle kırpma yaptım arkadaşlar.) İnsan her şeyi o denli hızlı yapmaya şartlandırılmıştır ki, yapılan işten keyif almak ya da onu mükemmel bir şekilde tamamlamak olanaksızlaşır. İşleri bir şekilde bitirir ve aceleyle hemen diğer işlere başlarsınız.
Batılılar, uzun zamandır çok yanlış bir görüşün etkisi altında yaşıyor. Bu görüş zihinlerde öyle büyük bir gerginlik yaratmıştır ki, insanlar kendilerini hiçbir yerde rahat hissedemez sürekli bir yerlere yetişmeye çalışırlar ve sonlarının ne zaman geleceğini bilmedikleri için de daima endişe duyarlar. Sonları gelmeden önce
her şeyi bitirmek isterler. Ancak ulaştıkları sonuç bunun tam tersi olur; birkaç şeyi bile zarafetle, güzellikle ve mükemmel olarak tamamlayamazlar.
Yaşamları o derece ölümün gölgesindedir ki, mutlu yaşayamazlar. Mutluluk getiren her şey, onlara zaman kaybı gibi görünür. Bir saatliğine sükunet içinde oturamazlar çünkü zihinleri, "Neden vaktini boşa harcıyorsun? Şu anda şunu yapıyor olabilirdin." der onlara.
Batı'da meditasyonun ortaya çıkmasını engelleyen de yaşamın tekliğine dair bu görüştür. Meditasyon rahatlamış, endişesi, acelesi, gitmesi gereken bir yeri olmayan, an be an karşısına çıkan her şeyin tadına varan bir zihne ihtiyaç duyar.
Doğu'da ise sonsuzluk bilincine sahip oldukları için rahatlayabilen insanların varlığı nedeniyle meditasyonun keşfedilmiş olması kaçınılmazdır. Bu bilinçle korkusuzca gevşeyebilir, zevk alarak flüt çalabilir, şarkı söyleyip dans edebilir, güneşin doğuş ve batışının tadına varabilirsiniz. Tüm yaşamınızdan keyif alabilirsiniz. Hatta ölümden bile keyif alabilirsiniz çünkü ölüm de müthiş bir deneyimdir, belki de en müthiş deneyimdir. Ölüm bir doruk noktasıdır.
Batılı görüşte ölüm yaşamın sonu anlamına gelir. Doğu'da ise ölüm upuzun bir yaşam geçidinin içinde yer alan güzel bir olaydır ve bir çok kere tekrarlanacaktır. Her ölüm başka bir yaşama; farklı bir biçim, farklı bir tanımlama, farklı bir bilince geçmeden önceki finaldir.
Ölünce yaşamınızı noktalamıyor, yalnızca başka bir yere taşınıyorsunuz.
Bu bana Nasreddin Hocayı anımsattı. Hoca uyurken evine hırsız girmiş. Aslında gerçekten uyumuyor, gözlerini kapalı tutuyor, arada bir de açıp hırsızın neler yaptığına bakıyormuş. Ama kimsenin işine karışmak da ona göre değilmiş. Öyle ya, hırsız onun uykusuna karışmıyormuş, o niye adamın mesleğine burnunu soksun? Bırakmış ne yapacaksa yapsın! Hırsız bu adamda bir gariplik sezip, biraz endişelenmeye başlamış. Evdeki her şeyi dışarı taşırken arada bir elinden kayan bir şey yere düşüyor, ama gürültü çıksa bile adam uykusundan uyanmıyormuş. Hırsız böyle bir uykunun ancak insan uyanık olduğunda mümkün olabileceğine dair bir kuşkuya kapılıp: "Ne acayip adam, evini olduğu gibi boşaltmama rağmen gıkını bile çıkarmıyor" diye düşünmüş. Olduğu gibi bütün eşyaları, yastıkları, ne var ne yoksa her şeyi almış. Tam kendi evine taşımak üzere eşyaları bir araya
getirip, bağlarken birinin onu takip ettiğini hissetmiş. Arkasına dönünce onu takip edenle uyuyan adamın aynı kişi olduğunu görüp, "Niye beni takip ediyorsun?" diye sormuş.
"Takip etmiyorum ki, birlikte taşınıyoruz. Ne var ne yoksa aldığına göre artık ben bu evde ne yapayım? Ben de tabii ki seninle geliyorum."
Bu Doğulu rahatlığıdır, ölüm konusunda bile Doğu'da bu fikir devam eder, yalnızca başka bir yere taşınmak...
Hırsız paniğe kapılmış, "Affet beni, eşyalarını geri al."
Hoca şöyle yanıt vermiş: "Hiç gereği yok. Ben zaten taşınmayı düşünüyordum, baksana ev zaten harabe gibi.
Bundan beter bir ev olamaz. Hem ben de çok tembel bir adamım. Birinin bana bakması gerek. Her şeyi alıp da beni burada yalnız bırakmanın alemi var mı?"
Hırsız hayatı boyunca bu işi yaptığı halde hiç böyle birine denk gelmediği için korkmuş. Bir kez daha, "Her şeyini geri alabilirsin." demiş.
Hoca bu kez, "Yoo!" demiş. "Planda hiçbir değişiklik yapmayacağız. Sen bu eşyaları olduğu gibi taşıyacaksın, yoksa doğru karakola giderim. Sana efendi gibi davranıp hırsız demiyorum, bana göre taşınmama yardım eden bir adamsın yalnızca."
Aslında acele etmeye hiç gerek olmadığı için kafanızdaki kısa ömür fikri tehlikeli bir fikirdir. Doğu'nun bunca yoksulluğa karşı kederli ve umutsuz olmamasının nedeni budur. Batı zengindir ama bu zenginlik ne tinselliğine ne de gelişimine hiçbir katkı sağlamamıştır. Aksine Batı fazla gergindir. Oysa yaşamın sağlayabileceği tüm konfora sahip olabildiğine göre daha rahat olması gerekir.
Aslında temel sorun, Batı'nın içten içe yaşamın kısacık olduğunu, hepimizin sırada beklediğini ve her anın bizi ölüme daha çok yaklaştırdığını bilmesidir. Doğduğumuz anda, mezara doğru giden yolculuğumuz da başlamış demektir. Her an yaşam kesintiye uğramakta, gitgide daha da kısalmaktadır. Bu durum gerginlik, keder ve endişeye yol açar. Hiçbirini yanınızda götüremeyeceğinizin farkına varınca, tüm konfor ve lüksler, tüm zenginlikler anlamsızlaşmaya başlar. Ölüme tek başına gideceksiniz.
Doğu rahattır. Birincisi ölümü önemsemez, onu yalnızca bir şekil değiştirme olarak kabul eder. İkinci olarak da öyle rahattır ki ölümden sonra bile yanınızda olacak içsel zenginliklerinizi keşfetmeye başlarsınız. Ölüm bu zenginliği sizden alamaz.
Ölüm dıştaki her şeyinizi alır ve içsel olarak kendinizi geliştiremediğiniz takdirde doğal olarak hiçbir şeyi ölümden koruyamayacağınız ve sahip olduğunuz her şeyi yitireceğinize dair korku duyarsınız. Ancak içsel benliğinizi geliştirip, dış etkenlerden bağımsız olarak huzur, mutluluk, sükunet ve neşeye kavuşabilmişseniz, benliğinizin ait olduğu bahçeye varıp, saf bilincinizin açan çiçeklerini görebilmişseniz, ölüm korkusu diye bir konu sizin için söz konusu bile olamaz.
Bir kez daha tekrarlıyorum, yalnızca tek bir şeyi unutmayın: Siz ölümsüz birer varlıksınız. Şu anda bu bilgiyi deneyimlemediğiniz için bir inanç değil, ancak test edilebilecek bir tez olarak kabul edebilirsiniz.
Benim söylediklerimi hiçbir zaman bir inanç olarak benimsemenizi değil, yalnızca birer tez olarak kabul etmenizi istiyorum. Ben doğrusunu biliyorum diye size bir takım inançları dayatmam doğru olmaz. Gerçeği bildiğim için size, "Bu yalnızca test edeceğiniz geçici bir tezdir" diyebilirim çünkü test ettiğiniz takdirde bu tezin sizin kendi gerçeğinize -bir inanış olarak değil de kesinlik kazanmış bir bilgi olarak- dönüşeceğinden adım gibi eminim. Yalnızca kesinlik kazanmış gerçekler sizi kurtarabilir. İnançlarsa kağıttan yapılmış gemiler gibidir. İnsan varoluş okyanusunu kağıttan bir gemiyle geçebileceği yanılgısına kapılmamalıdır. Bunun için kesinlik gerekir, inanç değil. Kendi adınıza deneyimlemiş olduğunuz doğrulara ihtiyaç vardır. Başka birinin doğrusuna değil, kendi doğrunuza. O zaman bilinmeyene doğru, aşılmamış bir okyanusa doğru sevinçle açılacak, müthiş bir heyecan ve coşku içinde olacaksınız. | Offline
| |
12-07-2011, 10:20 PM
|
#7 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Tüm Korkuların Temeli
Sevgili OSHO,
Korku nedir?
Bir çok çeşit korku vardır; ben onlardan söz etmiyorum. Ben en temel korkudan sözediyorum -diğer korkuların hepsi bu temel korkunun uzak birer yankısından başka bir şey değildir- ve bu ölüm korkusudur. Yaşam ölümle çevrelenmiştir. Her gün birinin ya da bir şeyin ölümüne tanık olursunuz; az önce canlı olan bir şey artık ölüdür.
Her ölüm size kendi ölümünüzü anımsatır.
Bir gün ölecek olduğunuzu unutmak imkansızdır; her an, içinde bunu anımsatacak bir şey barındırır. Demek ki, öncelikle anlaşılması gereken şey, korkudan kurtulmanın tek çaresinin ölümden kurtulmak olduğudur. Bunu başarabilir, ölümden kurtulabilirsiniz, çünkü ölüm bir gerçeklik değil yalnızca bir düşüncedir.
Yalnızca başkalarının ölümüne tanık oldunuz, hiç kendi ölümünüze tanık oldunuz mu? Başka birini ölürken izlediğinizde bunu ölüm deneyimine bir katılımcı olarak değil de, dışardan biri olarak yaparsınız. Deneyim yalnızca ölen insanın içinde gerçekleşir. Siz yalnızca onun artık soluk almadığını, bedeninin soğumaya başladığını ve nabzının atmadığını bilirsiniz.
Ancak yaşam yalnızca bunların toplamından mı oluşur? Yaşam yalnızca soluk almak mıdır? Yaşam yalnızca kalp atışlarından, kan dolaşımından ve vücut ısısından mı ibarettir? Eğer yaşam buysa tüm bu çabaya değmez. Yaşamım yalnızca soluk almamdan oluşuyorsa, soluk almayı sürdürmemin ne anlamı var?
Yaşam başka bir şey olmalı. Herhangi bir değer taşıması için yaşamın içinde sonsuzluğa ait bir şeyler barındırması gerekir; ölümden öte bir şey olması gerekir. Bu bilgiye sahip olabilirsiniz, çünkü bu bilgi sizin içinizde varolmaktadır. Yaşam sizin içinizde varolmaktadı. Ölüm ise yalnızca başkalarının, dıştan
gözlemleyenlerin deneyimidir. Tıpkı aşk gibi... Aşkın ne olduğunu, aşık olmuş birini dışardan gözlemleyerek anlayabilir misiniz? Göreceğiniz şeyler nedir? Aşıkların sarıldığını görürsünüz ama sarılmak aşk mıdır? El ele tutuştuklarını da görebilirsiniz ama aşk el ele tutuşmak mı demektir? Dışardan bakarken aşkla ilgili başka ne keşfedebilirsiniz? Keşfettiğinizi sandığınız her şey kesinlikle boştur. Gördükleriniz aşkın ifadeleridir ama kendisi değildir. Aşk yalnızca içinde bulunanın bilebileceği bir şeydir.
En büyük Hint şairlerinden biri olan Rabindranath Tagore, dedesinin arkadaşı olan yaşlı bir adamdan oldukça rahatsızdı. Bu adam yakında oturduğu için sık sık evlerine gelmekte ve Tagore'un başını ağrıtacak bir şeyler yapmadan da gitmemekteydi. Mutlaka onun odasının kapısını çalıp sorardı, "Şiirlerin nasıl gidiyor? Gerçekten Tanrı'yı tanıyor musun? Aşkın ne olduğunu gerçekten biliyor musun? Söyle bana, şiirlerinde söz ettiğin tüm bu şeyleri biliyor musun? Yoksa yalnızca sözcükleri kullanmakta mı ustasın? En aptal adam bile aşktan, Tanrı'dan, ruhtan söz edebilir ama senin gözlerinde bunları gerçekten deneyimlediğine dair bir iz göremiyorum."
Tagore ona yanıt veremezdi. Aslında haklıydı da adam. Yaşlı adam pazarda rastlaştıklarında onu alıkoyup sorardı, "Tanrına ne oldu? Onu bulabildin mi, yoksa hala hakkında şiirler mi yazıyorsun? Unutma, Tanrı hakkında konuşmak onu bilmek demek değildir."
İnsanı son derece müşkül durumda bırakan biriydi. Tagore'un büyük saygı gördüğü -Nobel ödülünü kazanmıştı- şair toplantılarında bu adam da mutlaka orada olurdu. Sahnede tüm şair ve Tagore hayranlarından önce adam onun yakasına yapışıp, "Hala gerçekleşmemiş. Bütün bu aptalları niye
kandırıyorsun? Onlar küçük aptallar, sen daha büyük bir aptalsın; onlar ülke dışında tanınmıyor, sense tüm dünyada tanınıyorsun ama bu yine de Tanrıyı bildiğin anlamına gelmez." diyordu.
Tagore günlüğüne şöyle yazmıştı: "Bu adam tarafından öylesine taciz edilmiştim ve öylesine delici bakışları vardı ki ona yalan söylemek imkansızdı. Onun varlığı insanı ya doğruyu söylemeye ya da tamamen sessiz kalmaya zorluyordu."
Ancak bir gün beklenen gerçekleşti...
Tagore bir sabah yürüyüşüne çıkmıştı. Gece yağmur yağmıştı, saat çok erkendi ve güneş doğuyordu. Okyanus altın rengindeydi ve yolun kenarında toplanan su birikintileri de küçük göller oluşturuyordu. O küçük gölcüklerde de güneş aynı görkem, aynı renk, aynı coşkuyla doğuyordu. Ve yalnızca bunu deneyimlemek, varoluşta hiçbir şeyin diğerinden daha değersiz ya da daha üstün olmadığını, her şeyin bir bütünün parçası olduğunu görmek onun içinde ansızın bir şeyleri tetikledi. Hayatında ilk kez o yaşlı adamın evine gidip, kapıyı çaldı ve adamın gözlerine bakıp, "Şimdi ne diyorsunuz?" diye sordu.
Aldığı yanıt şuydu: "Şimdi söylenecek hiçbir şey yok. Artık gerçekleşmiş, seni kutsuyorum".
Ölümsüzlüğünüzü, sonsuzluğunuzu, bütünlüğünüzü ve varoluşla birliğinizi deneyimlemek her zaman mümkündür. Bunun için ihtiyacınız olan tek şey bu duyguları harekete geçirecek bir tetiktir.
Yapılması gereken ilk şey ölümden kurtulmaktır. Böylece tüm korkular yok olur. Her korkuyla tek tek uğraşmanıza da gerek kalmaz, zaten buna bir değil birkaç ömür bile yetmez.
Korku doğaldır çünkü ölüm herkes tarafından bilinir. Suçluluk duygusu ise doğal değil, dinlerin yarattığı bir şeydir. Her insanı bin bir şeyle suçlu kılmış ve bu suçluluk duygusunun ağırlığıyla onları şarkı söyleyip dans edemez, hiçbir şeyden keyif alamaz hale getirmişlerdir. Suçluluk duygusu her şeyi zehirler.
Tüm dinler insanın masumiyetinin aleyhinde teoriler geliştirip, onları suçlu kılmışlardır çünkü bu suçluluk duygusu olmadan insanları esaret altına almak mümkün değildir. Ve esirlere ihtiyaç vardır. Birkaç insanın iktidar hırsını tatmin edebilmek için, milyonlarca insanın esaret altına girmesine ihtiyaç vardır. Birkaç insanın Büyük İskender gibi olabilmesi için, milyonların ikinci derece insan konumuna indirgenmesi gerekir.
Ancak tüm bunlar yalnızca zihinsel şartlandırılmalardır ve bunları yok etmek kumun üzerine yazılmış yazıları silmek kadar kolaydır. Bu yazıları kutsal kabul ettiğiniz için, çok saygın kaynaklardan, dinlerin büyük kurucularından geldiklerini kabul ettiğiniz için korku duymayın. Bunlar önemli değildir. Önemli olan tek şey
zihninizin tamamen temizlenmiş, boş ve sessiz olmasıdır.
Musa, İsa ya da Buda'yı içinizde yaşatmanız gerekmez. İhtiyacınız olan tamamen sessiz, tertemiz bir boşluktur. Ve sadece bu boşluk sizi yalnızca bana değil, aynı zamanda kendinize ve varoluşa getirir.
Dünya dinleri insanların başına öyle çok hastalık sarmıştır ki bunları saymak bile mümkün değildir. Bu hastalıklardan biri insanları bu hayatta olmasa bile başka bir hayatta ödüllendirileceklerine dair bir beklentiye sokmuş olmalarıdır.
İnsanları son derece hırslı ve arsız bir hale sokup, aynı zamanda hırs aleyhinde konuşurlar. Aslında dinleri olduğu gibi hırs üzerine kuruludur.
Dinler affedilemeyecek derecede zarara yol açmışlardır. İnsanların tüm gururunu, ümit etmenin, sevmenin, beklenti içinde olmanın keyfini, baharın geleceğine dair duydukları güveni ellerinden almışlardır. Her şeyi sizden uzaklaştırmışlardır. Yalnızca hiçbir ilişki, hiçbir bağlantı kuramadığınız belli ritüelleri yerine getirdiğiniz takdirde ödüllendirileceksiniz.
Basit ve masum bir din bütün dünyayı değiştirebilirdi. Ama içten pazarlıklı din adamları saf, masum ve çocukça, etrafa meraklı gözlerle, neşeyle bakan, cennet ve cehenneme dair saçma fikirlere kafa yormayıp, her anı büyük bir sevgiyle yaşayan bir dinin yayılmasına izin veremezlerdi.
Ve daha fazlasını bekleyerek arzulamadan bekleyerek, hakkederek, baharın gelmesi için daha fazla alan, daha fazla sessizlik yaratarak... Yalnızca birkaç çiçek değil, binlerce çiçek açması için... Sufi mistiklerinden birinin bu konuda küçük bir şiiri vardır: "Bahar için uzun zaman bekledim, geldi. Ve öyle bereketli, öyle bol çiçekle geldi ki, kendime küçük bir yuva yapabileceğim yerde bana hiç yer kalmadı."
Yaşam sınırsızca sunar; yalnızca almayı bilmeniz gerekir.
Dinlerin yarattığı bozulma ve kirliliğe karşı tamamen saf bir hale gelmenizi istiyorum. Sessiz, sevgi dolu, daha fazlasının gerçekleşmesini bekleyen bir zihne sahip olun. Yaşam öyle engindir ki, onu ne kadar araştırırsak araştıralım asla tüketemeyiz. Esrar zamandan bağımsızdır. | Offline
| |
12-07-2011, 10:25 PM
|
#8 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz
Basit Bir İstismar
Dine herhangi bir geçerlilik kazandıran tek şey ölümdür. Eğer ölüm olmasaydı, kimse dinle kafa yoruyor olmayacaktı. Size dindar olma ilhamını veren şey yaşam değil, ölümdür. Ölüm, yaşamdan sonra da varolacak bir şeyler aramanıza yol açar.
Bir an için, ölümün var olmadığı, kimsenin ölmediği bir dünya canlandırın zihninizde. "Ölümden sonra ne gelir?" sorusu, cennet, cehennem kavramları bir anda anlamlarını yitirir. Ve ölümsüzleştiğiniz zaman Tanrı'nın sizden ne üstünlüğü kalır? Şu anda O, ebedi yaşamı, siz ise anlık bir olguyu, bir sabun köpüğünü, bir an sonra yok olabilecek bir şeyi temsil ediyor, bu yüzden de korku duyuyorsunuz, işte bu korku, arayışa neden oluyor.
Ölümün ne olduğunu ve ölümden sonra geriye bir şey kalıp kalmadığını merak ediyorsunuz. Ölümden sonra geriye bir şey kalmadığını söyleyenler dindar değiller. Onlar hiçbir tapınağa, kiliseye gitmiyor, hiçbir kutsal kitaba inanmıyorlar.
Şu ana kadar varolagelmiş tüm dinleri sözde dinler olarak niteliyorum. Bu inançlar dini gibi gözükseler de gerçekte bütün olmaya cesaret edemeyip, yalnızca birer parça olarak kaldıkları için dini değillerdir.
Ölüm korkusu bu sözdedinleri yarattı. Şu anda, tarihte ilk kez, dünya küresel bir yokoluşun eşiğine gelmiş durumda. Şimdiye kadar ölüm yalnızca bireyseldi; insanlar ölse de, toplumlar, dünya, yaşamını sürdürüyordu. Evet, insanlar geldiler ve gittiler -yaşlılar öldü, çocuklar doğdu- ama süreklilik hep vardı, yaşam hep vardı. Evet, bireysel olarak yaşam-ölüm sorunu vardı ama o da yalnızca bireyi ilgilendiriyordu.
Din adamları için bireyi istismar etmek oldukça kolaydı. Birey kendi başına çok küçük, çok güçsüz ve kısıtlıydı ve öleceğini de biliyordu. Ölümden sonra yanında götürebileceği, ölümsüz, ebedi bir şey bulabilmek için din adamının yardımına ihtiyacı vardı. Din adamının vaadettiği de buydu zaten. Ama bu hiçbir zaman tüm toplumu ilgilendiren bir sorun haline gelmemişti. | Offline
| |
12-07-2011, 10:35 PM
|
#9 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Yaşam Efsaneleştirilmemelidir.
Batı, tek yaşama sahip olunduğuna dair inancını değiştirmedikçe, bu ikiyüzlülük, bu vazgeçememe, bu korku da değişemeyecektir. Yaşam tek değildir; birçok kere yaşadınız ve birçok kere daha yaşayacaksınız. Bu nedenle bir sonraki ana geçmek için acele etmeden, her anı olabildiğince bütün olarak yaşamaya çalışın. Zaman para değildir, tüketilemez, zaman zenginlere olduğu kadar yoksullara da eşitçe sunulmuştur. Zaman söz konusu olduğunda zenginler daha zengin, yoksullarsa daha yoksul değildir.
Yaşam sonsuz bir döngüdür.
Yüzeydeymiş gibi görünen bu inanış, aslında Batı dinlerinde oldukça derin köklere sahiptir. Size yalnızca yetmiş yıl ömür biçmekle büyük cimrilik ediyorlar! Hesaplamaya çalıştığınızda ömrünüzün üçte birini uykuya, diğer üçte birini yiyecek, giyecek ve ev masraflarınızı karşılayabilmek için çalışmaya harcadığınızı göreceksiniz. Geriye kalan kısa zaman ise eğitim, futbol maçları, filmler, saçma sapan tartışma ve kavgalara gidiyor. Bu durumda yetmiş senelik ömrünüzün yedi dakikasını bile kendinize ayırabilmişseniz eğer, bence bilge biri sayılırsınız!
Ancak bütün ömrünüz boyunca bu yedi dakikayı bile kendinize ayırmak zordur, öyleyse nasıl kendinizi bulacaksınız? Varlığınızın, yaşamınızın gizemine nasıl ereceksiniz? Ölümün bir son olmadığını nasıl kavrayacaksınız?
Yaşam deneyiminin kendisini kaçırdığınız için, ölüm gibi müthiş bir deneyimi de kaçıracaksınız; yoksa ölümde korkulacak hiçbir şey yoktur. Ölüm güzel bir uyku gibidir; rüyasız, başka bir bedene sessizce ve huzurla geçebilmek için ihtiyaç duyduğunuz derin bir uyku... Ölüm cerrahi bir olguya benzer, neredeyse anestezi gibidir. Ölüm düşman değil, dosttur. Ölümü dost olarak kabul ettiğiniz ve yetmiş senelik kısacık ömrünüzü korkusuzca yaşamaya başladığınız zaman, yaşamınızın sonsuzluğunu kavrayabildiğiniz takdirde, her şey yavaşlayacak ve koşuşturmaya hiç gerek kalmayacaktır.
İnsanlar her şeyde aceleci davranıyor. İş çantalarını kapıp içine bir şeyler tıkarak, karısını öpen -kendi karısı mı yoksa başkasının karısı mı olduğunu bile görmeden- çocuklarına, "Hoşçakalın" diyerek evden fırlayan adamlar gördüm. Böyle yaşanmaz! Hem bu hızla nereye yetişeceğinizi sanıyorsunuz?
Batıda mistik bir gelenek yoktur. Batı dışa dönüktür; dışarıya bak, görülecek çok şey var. Ama insanın içinde yalnızca iskelet olmadığının farkında değiller; iskeletin içinde daha başka bir şey de vardır. Bu sizin bilincinizdir. Gözlerinizi kapayınca karşınıza çıkan iskeletiniz değil, yaşam kaynağınızın ta kendisidir.
Batının ihtiyaç duyduğu şey, kendi yaşam kaynağını yakından tanımaktır. O zaman acelecilik sona erer. Kişi ancak o zaman yaşam ona gençliği sunduğunda gençliğin keyfini, yaşlılığı sunduğunda yaşlılığın keyfini çıkaracak, yaşam ölümü getirdiğindeyse, ölümün keyfine varacaktır. Yalnızca bir tek şeyi bilmelisiniz, önünüze çıkan her şeyin keyfine varıp, her şeyi bir kutlamaya dönüştürmeyi.
Ben gerçek dini, her şeyi bir kutlamaya, bir şarkıya, bir dansa dönüştürme sanatı olarak tanımlıyorum. | Offline
| |
12-07-2011, 11:12 PM
|
#10 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz İzleyin Anlayacaksınız
Bağlanmak Yerine Şarkı Söyleyin!
...
İnsan kendi bilincine vardığı anda artık fani değil ölümsüzdür. Aslında en başından itibaren ölümsüzken, bir yanlış anlaşılma yüzünden kendini fani, bir gün ölecek olan bir varlığa indirgemiştir. İçinizde barındırdığınız yaşam ve bilinç sonsuz ve ölümsüz olduğu halde, ölümden korkmaya devam ediyorsunuz çünkü her gün birinin öldüğünü görüyor ve her ölümde de kendi ölümünüzü anımsıyorsunuz.
Şair der ki, "Hiçbir zaman çanlar kimin için çalıyor diye sorma; çanlar senin için çalıyor..."
Söylediğinde bir doğruluk payı var; her ölüm semboliktir; sizin de aynı kuyrukta beklediğinizi ve bu kuyruğun gitgide kısaldığını gösterir. Her gün ölüme bir adım daha yaklaşıyorsunuz. Aslında dünyaya geldiğiniz gün sizin doğduğunuz değil, ölmeye başladığınız gündür. O günden beri de her gün biraz ölmeye devam ediyorsunuz. Her doğum gününüzde ölüm size bir yıl daha yaklaşıyor.
İnsanların, hayvanların, ağaçların, kuşların öldüğü kesin bir gerçektir. Sizin de birgün öleceğiniz gerçeğini nasıl gözardı edebilirsiniz? Belki yarın, belki yarından sonraki gün... Bu yalnızca bir zaman meselesidir.
Ancak yine de, kendi varlıklarının farkında olanlar, hiç kimsenin ölmediğinin bilincindedir.
Ölüm bir yanılsamadır.
Başkalarını ölürken gördünüz; peki ya kendinizi? Peki birinin ölümünü gördüğünüzde onu gerçekten ölürken görüyor musunuz? Tüm görebildiğiniz ve tıp biliminizin tüm görebildiği, ölen kimsenin soluk almadığı, nabzının kaybolduğu ve kalbinin atmadığıdır.
Birkaç gün önce Keşmir'in Pakistan işgali altındaki bölgesinde yaşayan bir adam, üçüncü kez ailesini ve arkadaşlarını yanılttı. 135 yaşında, üçüncü kez öldü. İnsanlar bu duruma oldukça şüpheyle yaklaştılar, çünkü aynı oyunu daha önce de iki kere oynamış, iki kere daha ölmüştü. Doktorlar tarafından öldüğü tespit edilip, rapor yazıldıktan sonra bir anda uyanıp, gözlerini açıp, kahkahalar atmaya başlamıştı. Bu yüzden bu kez öldüğünde, herkes çok dikkatli davrandı. Doktorlar büyük bir dikkatle ölüme ait tüm verileri topladılar; hepsi de hiçbir soru işaretine yer bırakmayacak denli kesindi.
Doktorlar şöyle dedi: "Sizi daha önce yanıltmış olabilir, fakat bu kez gerçekten ölmüş. Tıp bilimine göre, bu adam ölü bir insanda görülebilecek her türlü belirtiyi taşıyor." Ve tam üç doktor ölüm raporunu imzaladıkları anda adam gözlerini açıp gülmeye başladı ve "Dinleyin, bir sonraki ölümümde gerçekten öleceğim. Yalnızca bir kez daha denemek istedim." dedi.
Keşmir'in Pakistan'ın işgal ettiği bölgesinde Hindistan ve Pakistan'ın en uzun ömürlü insanları yaşar. Yüz yirmi yaşına kadar yaşamak sıradan ve normaldir. Yüz elli yaşında birine rastlanabilir, bu normal değildir, yine de yüzlerce kişi bu yaşa ulaşmıştır. Bir de seyrek de olsa, yüz seksen yaşını aşmış birkaç kişi vardır ve hala genç, hala tarlalarda çalışır durumdadırlar.
Biraz önce söz ettiğim adam dünyanın dört bir yanından gelen birçok gazeteci tarafından soru yağmuruna tutuldu çünkü az rastlanır türden biriydi; üç kez öldüğüne dair rapor hazırlanmış, tıp bilimini üç kez yanılgıya uğratmıştı. Ona sordular, "Bunu nasıl başardınız? Ölünce neler oluyor?"
Şöyle yanıt verdi. "Hiçbir şey, çünkü ben bedenim değilim, bunu biliyorum; ben nefesim değilim, bunu biliyorum; ben kalbim de değilim, bunu da biliyorum. Ben bunların hepsinin ötesindeyim ve basitçe o tarafa kayıveriyorum. Kalbim duruyor, nabzım duruyor ve siz aldanıyorsunuz. O zaman bedenime geri dönüyorum ve kanım yeniden akmaya, kalbim yeniden atmaya başlıyor."
O basit bir adam, bir çiftçi. Bir yogi filan değil, hayatında hiç bu tip pratikleri uygulamamış. Yalnızca yedi, sekiz yaşlarında küçük bir çocukken bir Sufi'yle tanışmış ve Sufi ona ölümün bir yanılsama olduğunu söylemiş. O da öyle masummuş ki bunu kabul etmiş.
Sufi şöyle demiş: "Bedeninden çıkmanın çok basit bir yöntemi vardır. Yalnızca bedenini içeriden izle; bu şekilde izlemeye devam ettikçe, gitgide seninle bedenin arasında daha büyük bir mesafe oluşacaktır. Kısa zamanda beden kilometrelerce uzakta kalacaktır. Zihnini izlersen de aynı şey zihninle olacaktır. Bu durumda sen yalnızca bir izleyici haline gelirsin ve ister bedeninden, ister zihninden, istersen tüm benliğinden çıkıp gidebilirsin. Geri dönmek de senin kontrolündedir. Çıkan sen olduğun için, çıktığın yolu bilecek ve aynı yoldan geri döneceksin. O yol izlemektir, izle ve çık. Şimdi izlemeyi bırak. Bedeninle özdeşleş. "Ben bedenim, ben zihinim, ben nefesim, ben kalp atışıyım" de. Bir anda o mesafe kaybolacaktır. Gitgide yaklaşacak ve kısa zamanda tekrar bedenine gireceksin."
Bedenle özdeşleştiğiniz zaman, beden siz olursunuz. O zaman ölümlüsünüzdür. O zaman ölüm korkusu mevcuttur. Bedenle özdeşleşmediğiniz zaman yalnızca bir gözlemci, saf bilinç, zihinsizlik olursunuz. Bu durumda ölüm, hastalık, yaşlılık gibi şeyler söz konusu olmaktan çıkar. İçinde bulunduğunuz gözlemci olma durumu, sonsuz, her daim taze, genç ve aynıdır.
Gerçek din size ibadet etmeyi öğretmez. Gerçek din kendi ölümsüzlüğünüzü, içinizdeki tanrıyı keşfetmeyi öğretir.
Herkes bir gün ölümün kapıları arasından geçecek. Eğer saf bilinçten oluştuğunuzu, yalnızca sahip olduğunuz beden, zihin, kalp, para, prestij, iktidar ya da evden değil de saf bilinçten ibaret olduğunuzu hatırlayabilirseniz, ölüm engelini sıyrık bile almadan aşabilirsiniz. O zaman ölüm sizde küçük bir iz bile bırakamaz.
Yayati adında büyük bir kral tam yüz yaşına kadar dopdolu yaşamış ve yaşamın sunabileceği her türlü keyfi tatmıştı. Ölüm bir gün Yayati'nin kapısını çalıp, "Hazırlan" dedi. "Vaktin geldi ve seni almaya geldim."
Yayati ölümü görünce, birçok savaşta bulunmuş kahraman bir savaşçı olmasına karşın titremeye başlayıp şöyle dedi, "Ama henüz çok erken."
Ölüm, "Çok mu erken?"diye yanıt verdi. "Yüz senedir hayattasın. Çocukların bile yaşlandı. En büyük oğlun seksen yaşında. Daha ne istiyorsun?"
Yayati'nin yüz tane karısı olduğu için, yüz tane de oğlu vardı. Ölüme sordu, "Bana bir iyilik yapabilir misin? Birini almak için geldiğinin farkındayım. Oğullarımdan birini ikna edebilirsem, onun canını alıp beni yüz yıl daha rahat bırakır mısın?
Ölüm şöyle yanıt verdi: "Senden başkası kendini hazır hissediyorsa onu almakta hiçbir sakınca görmüyorum. Ama sanmıyorum; sen babaları olduğun, hepsinden uzun yaşayıp her şeyin keyfine vardığın halde kendini hazır hissetmiyorsan, oğullarından biri nasıl hissedebilir?"
Yayati yüz oğlunu çağırdı. Daha yaşlı olanları sessiz kaldılar. Ortada büyük bir sessizlik vardı, kimse bir şey söylemiyordu. Yalnızca henüz on altı yaşında olan en genç oğlu ayağa kalkıp şöyle dedi, "Ben hazırım." Ölüm bile bu genç çocuk için üzülüp, "Belki de sen fazla safsın. Baksana, diğer doksan dokuz kardeşin tamamen sessiz kalıyor. Bazısı seksen, bazısı yetmiş beş, bazısı yetmiş sekiz, bazısı yetmiş, bazısı altmış yaşına kadar yaşamış ve daha da yaşamak istiyorlar. Sen henüz hiçbir şey yaşamadın. Ben bile senin için üzülüyorum. Tekrar düşünmelisin." diye uyarıda bulundu.
Oğlan, "Hayır!" dedi. "Onların bu halini görünce kararımdan iyice emin oldum. Benim için üzülme; mutlak bir farkındalıkla gidiyorum. Babam bile yüz yaşında hala tatmin olamamışsa, burada olmanın ne anlamı var? Ben nasıl tatmin olabilirim? Doksan dokuz ağabeyimin de tatmin olamadıklarını görüyorum. O zaman neden vakit harcayayım? En azından babama bu iyiliği yapabilirim. Bu yaşlı haliyle, bırakalım yüz yıl daha keyif sürsün. Ama benim için bitti. Kimsenin tatmin olamadığını görünce, yüz yıl bile yaşasam yine de doyamayacağımı kesinlikle anladım. Bu yüzden bugün gitmemle, doksan sene sonra gitmem arasında hiçbir fark yok. Lütfen beni al."
Ölüm genç oğlanı aldı. Ve yüzyıl sonra geri geldi. Yayati yine aynı durumdaydı. "Bu yüz yıl çok hızlı geçti." dedi. "Yaşlı oğullarımın hepsi öldü. Ama bir önerim daha var. Sana başka bir oğul verebilirim. Lütfen bana acı." Bu böyle devam etti, hikaye bin sene böylece sürüp gitti. Ölüm on kez Yayati'yi ziyaret edip, dokuzunda oğullarını aldı, Yayati de yüz yıl daha yaşadı. Onuncu kez geldiğinde Yayati şöyle dedi: "Hala beni almaya ilk kez geldiğin zamanki kadar tatmin olmamış durumdayım. Ama bu sefer istemeye istemeye, gönülsüzce de olsa geleceğim çünkü senden bana bir iyilik daha yapmanı isteyemem. Bu çok fazla olur. Hem bir şey kafamda kesinleşti ki, bin senede tatmin olamadıysam, on bin senede bile olamam."
Bu bağlanmaktır. Yaşamaya devam edebilirsiniz ama ölüm düşüncesi aklınıza geldikçe titremeye başlarsınız. Hiçbir şeye bağlı değilseniz, ölüm şu anda da gelse onu memnuniyetle karşılarsınız. Onunla gitmeye kesin olarak hazır olursunuz. Ölüm böyle bir insanın karşısında yenilgiye uğrar. Ölüm yalnızca her an duraksamaksızın ölmeye hazır olan insanların karşısında yenilgiye uğrar. İşte bu insanlar ölümsüzleşir...
Bağlılıktan bağımsızlaşmak, ölümden bağımsızlaşmak demektir. Bağlılıktan bağımsızlaşmak, yaşam-ölüm tekerleğinden bağımsızlaşmaktır. Bağlılıktan bağımsızlaşmak, size evrensel ışığı görüp, onunla bütünleşme yetisini verir. Ve bu, varolan her şeyin ötesinde en büyük kutsanma, en yüksek haz noktasıdır. Artık yuvaya ulaşmışsınız demektir. | Offline
| | | |
Yetkileriniz
| Konu Acma Yetkiniz Yok Cevap Yazma Yetkiniz Yok Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok HTML-Kodu Kapalı | | | Osho - Ölmeden Önce ÖlünüzAlternatif Kişisel Gelişim ve Osho Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yaşamda Kesin Olan Tek Şey Ölümdür.
"Tekeri Durdurun!"
Annemin babası aniden hastalandı. Henüz ölme vakti gelmemişti. Yaşı elliden fazla değildi, belki daha bile gençti, belki benim şu anda olduğumdan daha gençti. Anneannem ise yalnızca elli yaşında, olgunluk ve güzelliğinin doruğundaydı.
... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Osho telkin cd indir izle İstanbul Osho nerededir kimdir Osho çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Osho hipnoz Osho olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Osho hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Osho kuantum düşünce kitap haberi WEZ Format +3. Şuan Saat: 05:16 PM.
|