Ynt: ARKASI YARIN (4) Tıpkı savaşı kazanamayacağına inanmış bir komutanın ordusunu cesaretlendirmek için zaferi vaat edip, onların cesaretinden kendisi nasiplenip, savaşmadan bir antlaşma sağlayıp ve bu antlaşmayı da olabildiğince karlı noktalamayı amaçlaması gibi. Belki yeterliydi, güçlü yanlarım, geçmişim ama o an beni ben yapan kimliğimi yadırgamıştım; ancak bir başkasının iç dünyasını gözlemleyebilecek bir gözlük takmışım gibi farkında değildim muhatabımın bizzat kendisi olduğumun ve bu ise örtüşüyordu bendeki aşk kavramıyla. Her gün fark gözetmeden dalından koparıp zevkle yediğimiz ve bu fiziksel zevkinde ruhumuza yansıyıp kendimizi mutlu hissettiğimiz bir elma ağacının elmalarının, günün birinde hepsini elden geçirip hiçbirinden hoşlanmayız, hatta ısırmış olduğumuz bir parçayı dahi yutamayız. Benzer şekliyle yapmaktan zevk aldığımız her şeyden de sıkılırız ve işte o an farkına varırız isteğimizin farklılaşarak bambaşka bir hal aldığını, geçmişi reddettiğimizi ve bir başkası oluverdiğimizi. Buna karşılık tek hatırladığımız, tekrar tekrar heyecanımızı kaybetmeden canlandırdığımız, tek birikimimizmiş gibi karşımızdaki insanın farklı bir âlemden sessizliğin hâkim olduğu bir göl kıyısına akseden bakışları olur. Bu bakış o kadar canlıdır ki ruhumuz bu canlılığın devam etmesi için kendi canlılığını ona sunar ve artık o bakışın canlılığı düzeyinde kendisinin yaşayabileceğine inanır. Onu yaşar, kendisi olmadığı içinde aslında kendisinin tadacağı elmayı sevgiliye sunacakmış gibi estetik bağlamda sorgular. Gerçekte o bakışı canlı kılan kendi canlılığımız olduğunun bilincinde olmadığımız için, bu habersizliğinde kendi değerlerimizi ve ruhumuzun büyüklüğünü kavrama konusunda yetersizliğimiz oluşuyla bizi gereğinden fazla heyecanlandırıp aşkın kaynağının karşımızdaki olduğuna inandırır. İnancın güveni zorunlu kılmasıyla ve aşk duygusunun vermiş olduğu heyecanımızı da yalnız yaşamanın bizi nefessiz bırakıp kalbimize ağır gelmesiyle aşkı paylaşıma yöneliriz. Yeni bebek sahibi olmuş bir annenin göğüsleri sütle dolduğunda canının yanıp bir an önce emzirmek istemesi gibi ben de bu ağırlığı aşk olarak nitelendirip onunla paylaşma gereğini duyumsadım. Paylaşmak üzere bulunduğum bu heyecanı kalbine taşıması için adeta bir mahkûmun idam kararının iptalini belirten bir belgeyi taşıyan gardiyanın gururlu adımlarla -günahlarının af edildiğine inanarak günahsızlığa duyduğu özlemi giderircesine cennette giden yolda yürürken her adımın yüzünde kirli çizgileri hiç olmamışlar gibi silen bir anlama dönüşmesi- hapishane müdürüne doğru ilerlemesi esnasındaki edasıyla, kullandığım duyarlı bir ses tonunun eşliğinde ikinci bir cümle; ‘Af edersiniz, beklenilen olmayı daha önce bu derece arzulamadığımı bekleyeni de bu derinlikte benimsemediğimi itiraf etmemin nazarınızdaki mahiyetini gönlümce tatminkâr kılabilmek adına ve bu tesaddüfiyeti tekrarlayabilmemiz için kabalığımı maruz görüp, en azından kader çizgilerimizin çakışmasının bu kesişim noktasında başlayabileceği ihtimalinin bana vermiş olduğu heyecanı sizinle paylaşmama izin verin’. Doğal olarak yaşıyor olduğumuz heyecanı ifade etmek ve karşımızdakine hissettirebilmek imkânsız olduğundan, karşımızdaki insanın ilk tepkisi şaşkınlık ve arkasından bunu anlamsız bulduğunun karşılığı olan boş ve donuk bir yüz ifadesidir ki o an omurgamızdan inen soğuk suyun etkisiyle algımızın üzerini örten koyu perdeleri bir anda aralarken heyecanımızın yoksullaştığının farkına varıp iki parçaya bölünüp iki kişilik arasında iletişimi sağlayan küçük bir bağ kurarız. |