Konu dağıldığı için toplarmaya çalışacağım.
@Mumin Okan
Elbetteki doktoru kan tutarsa ve hastayla fazla empati kurarsa doktorluk görevini yapamaz. Ama tıp araştırmacıları da sonuçta duyguları olan insanlar ve robot değiller. Hastalıkların tedavisi üzerine düşünürken ve yöntemler geliştirirken onlar da keşif heyecanı duyuyorlar ve hastalıkları gözlerinde canlandırıyorlar, umutlanıyorlar, hatta bazen yoğun araştırmaları sonucunda umutsuzluğa da kapılabiliyorlar. Virüsleri yok etmek için laboratuarlarda sayısız deneyler yapıyorlar ve buna göre kimyasal ilaç geliştiriyorlar. Bunları yaparken de "kanserle savaşıyorlar", "ona karşı koyuyorlar" ve hastalıklara "odaklanıyorlar".
"Ama onlar tedavi etmeyi düşünüyorlar" diyebilirsiniz.
Fakat herkesin bildiği gibi olumlama tekniklerinde (cümle anlamca olumlu olsa da) olumsuzluğu çağrıştıran kelimeler kullanmaktan ısrarla kaçınılır.
"Yoksul olmak istemiyorum" yerine "zenginim, zenginliğe sahibim."
"Hasta olmuyorum" yerine "sağlık içindeyim" gibi.
Bunlar oldukça yararlı tavsiyeler tabi ki.
Benim vurgulamak istediğim nokta kanser araştırmacılarının her ne kadar enfeksiyonların, kanserlerin ve diğer organik kusurların tanı ve tedavisi üzerinde düşünseler de bunları neden kendilerine çekmedikleridir?
Çekim Yasası üstadlarının sözlerinde de neye karşı koyarsak o şeyi kendimize çekeceğimiz ısrarla vurgulanır:
Spiritual ve kişisel gelişim konularında yazan
Lisa Nichols şöyle diyor:
Alıntı:
People have a tendency to look at the thing* that they want and
say, "Yes, 1 like that, I want that." However, they look at the
things that they don’t want and they give them just as much
energy, if not more, with the idea that they can stamp it out, they
can eliminate it, obliterate it. In our society, we’ve become content
with fighting against things. Fighting against cancer, fighting
against poverty, fighting against war, fighting against drugs,
fighting against terrorism, fighting against violence. We tend to
fight everything we don’t want, which actually creates more of a
fight.
İnsanlar genellikle beğendikleri nesnelere bakıp; “Evet, bunu beğendim, bunu istiyorum” deme eğilimindedirler; ama, beğenmedikleri şeylere bakarken de, onları yok etmek, ortadak kaldırmak, silmek için, daha fazla değilse bile, en azından aynı enerjiyi harcarlar. Yaşadığımız toplumda insanlar, bir şeylere karşı savaşmaktan hoşlanır oldular. Kansere karşı savaşmak, yoksulluğa karşı savaşmak, savaşa karşı savaşmak, uyuşturucuya karşı savaşmak, terörizme karşı savaşmak, şiddete karşı savaşma. İstemediğimiz her şeye karşı savaşma eğilimindeyiz ve bu da aslında savaşacağımız konuları artırıyor.
Kaynak: 5.“ The Secret “ by Rhonda Byrne. "Master peter Blog…" |
Gördüğünüz gibi karşı koyduklarınızı kendinize çekersiniz. Savaşı protesto eden mitingler düzenlerseniz savaşı daha çok kendinize çekersiniz. Aynı mantıkla hastalıklardan korunmaya veya onları tedavi etmeye çalışırsanız onları daha çok kendinize çekmeniz gerekmez mi? Bu durumda kanser araştırmacıları ve doktorlar The Secret prodüktörüne göre risk altında yaşıyorlar.
The Secret'ta yer alan bir başka alıntı:
Alıntı:
"What you resist persists."
“Neye karşı koyarsan, o ısrarla olmaya devam eder”
Carl Jung |
Aynı bir görüşü savunan bir başka kişisel gelişimci daha:
Alıntı:
HALE DWOSKIN
TEACHER AND AUTHOR OF THE SEDONA METHOD Anything you focus on we do create. So if we’re really angry, for instance, at a war that’s going on, or strife,
or suffering, we’re adding our energy to it. We’re pushing
ourselves, and that only creates resistance. HALE DWOSKİN (ÖĞRETMEN VE SEDONA YÖNTEMİ’NİN YAZARI); odaklandığımız her şeyi hayata geçiriyoruz. Örneğin; süregelen bir savaşa ya da kavgaya, güçlüğe karşı gerçekten öfkeliysek, duruma kendi enerjimizi eklemiş oluyoruz. Kendimizi zorlamamız, yalnızca direnç yaratmamıza neden oluyor.
Kaynak: 5.“ The Secret “ by Rhonda Byrne. "Master peter Blog…" |
Alıntı:
"Çekim Yasası, bir şeyi iyi yada kötü olarak algılamanıza veya bir şeyi isteyip istemediğinize aldırmaz: sadece düşüncelerinize karşılık verir." -Bob Doyle.
"Birçok kişi borçlarından kurtulmak istiyor. Bu onları sonsuza dek borç içinde bırakıyor. Düşündüğünüz şeyi kendinize çekersiniz. Ama borçtan kurtulduğunuzu düşündüğünüzü söyleyebilirsiniz. Borçtan kurtulmayı veya borca girmeyi düşünmeniz önemli değildir. Borcu düşünürseniz borcu çekersiniz." -Bob Proctor |
The Secret yazarı
Rhonda Byrne, Oprah Winfrey ile yaptığı ropörtajında şöyle diyor:
Alıntı:
"If you see people who are overweight, do not observe them, but immediately switch your mind to the picture of you in your perfect body and feel it."
"Aşırı kilolu insanlar görürseniz, onları gözlemlemeyin; bunun yerine, hemen zihninizde mükemmel bir bedene sahip olduğunuzu hayal edin." |
Çekim Yasası neyi isteyip istemediğimize değil, titreşimlerimize cevap verir. Bir başka Çekim Yasası savunucusu sitede şu açıklama yer alıyor:
Alıntı:
Hepimiz titreşimsel varlıklarız. Sizler, alıcınızı bir istasyona ayarladığınızda o istasyonda çalanları duyan radyolar gibisiniz. Anteninizi aldığınız şeye odaklanırsınız ve sadece 17 saniye o istasyona odaklansanız bile içinizdeki titreşimi aktif hale getirirsiniz. İçinizdeki bir titreşimi aktif hale getirdiğinizde, Çekim Yasası o titreşime cevap vermeye başlar ve istediğiniz veya istemediğiniz bir şey olsa bile o şeyi kendinize çekersiniz.
Abraham
18 Ağustos Pazar günü
Kuzey Los Angeles’taki atölye çalışmasından alınmıştır. Home of Abraham-Hicks Law of Attraction -- It All Started Here! |
Aynı durum sinema oyuncuları, hipokondriyaklar ve diğer psikotik deneyimler yaşayanlar için de geçerli.
Çünkü bu vakalarda “duygu, düşünce, davranış yada inanç eksikliği” gibi çekimi engelleyen bariyerler bulunmamaktadır. Ancak buna rağmen çekim gerçekleşmez. Bunun sebebi nedir?
Bu kişilerin durumunu önceki mesajlarımda detaylandırdım. Yine de kısaca tekrarlayayım:
Psikotik deneyimlerde delüzyonlar, paranoyalar ve halüsinasyonlar oluşur. Psikiyatri literatürünü tararsanız bu sanrıların geniş bir yelpazesiyle karşılaşırsınız. Suikast/komplo, aldatılma, izlenme, tek yanlı aşk, hastalanma paranoyası bunlara örnek olarak verilebilir. Bazıları ise mistisizm içerikli sanrılardır. Mesela Mesih, tanrının misyoneri veya seçilmiş kişi olduğuna inanma paranoyası gibi. Ve bu paranoyak bireyler, sanrılarına KESİN bir şekilde inanırlar. Davranışları, duygu ve düşünceleri sanrıları ışığında şekillenir. Ancak yine de korktukları veya inandıkları durumları kendilerine çekmezler.