İnsanoğlu var olduğundan bu yana aşk da var olmuştur hep. Aşk ki insanı yaşama bağlar, aşk ki karşılıksız olduğunda insanı odalara hapseder. Aşk öyle bir şeydir ki üzerine neredeyse söylenmedik söz kalmamıştır. En güzel şiirler aşk şiirleridir. Tüm şairler aşkın kimyasını çözmeye çalışmışlar, onun üzerine yüz yıllardır felsefe yapmışlardır.
Onu gördüğünüzde dizlerinizin bağı çölüyorsa, o yanınızda yokken onunla ilgili türlü türlü hayaller kuruyorsanız , ondan başka hiçbir şey düşünemiyorsanız siz aşıksınız demektir. Bu saydıklarımız aşkın görünen ilk belirtileridir.
Gazali bir gazelinde sevgilisine şöyle sesleniyor: “Zülfünün bir tek telini görenlerin bahtı siyah olurmuş / Zülfünün bir tek telini göreydim de / benim de bahtım siyah olaydı” işte aşk budur, işte uzaktan sevmek , ona dokunamadan aşkını sürdürebilmek budur. Oysa günümüzde öyle mi? Herkes birbirine “seni seviyorum” u kolaylıkla hissetmeden söyleyebiliyor. Günümüzde maalesef aşklar da yozlaştı.
Fakat biz bu yazımızda aşkın kimyası üzerinde duracağız . Aşık olduğunuzda kimyasal olarak bünyenizde ne gibi değişiklikler oluyor? İnsan istediği zaman aşık olup istediği zaman aşkından vazgeçebilir mi? Yani aşk bizim kendi irademizde midir? Her yaz, yaz aşkı yaşayabilir miyiz? Neden bazıları sürekli aşık olurken bazıları aşkı hiç tadamıyor? İşte bu yazımızda uzman gözüyle bunların cevabını vereceğiz.
Aşık olduğumuzda vücudumuzda neler oluyor?
Yeni aşıkların bir çoğu vakitlerinin % 90′ını aşık oldukları insanı düşünmekle geçiriyor. Bu onların bizzat kendi sözleri. Beyinlerindeki milyarlarca sinir hücresinde kalp çarpıntıları uçuşuyor. Bu aşk halini Alman antropolog Helen Fisher yaptığı bir klinik araştırmayla ipatladı. Deneklerinin beyinlerindeki kan akışını gözlemleyen Fisher’in vardığı netice şu şekilde: Tutku ne kadar çok artarsa, beyinde heyecan ve keyif hissini salgılamaya yarayan hormonlar daha fazla uyarılıyor ve aktif duruma geliyor. Dopamin, noradrenalin ve phenylethylamin maddelerinin daha çok salgılanması ile ellerimiz fazla çok terliyor, nefes alıp verme artıyor, tansiyonumuz ve nabzımız artıyor! Aşık olan kişilerin çoğunlukla yemeden içmeden kesilmesi, uykusuzluk çekmesi en çok karşılaşılan durumlar arasındadır. İşte tüm bunların sebebi de aslında bu çok çalışan hormonlar. Bu hormonlar yüzünden hem hiperaktif bir duruma geliyoruz, hem yemiyoruz içmiyoruz hem de uyku düzenimiz alt üst oluyor. İşte bu nedenden dolayı da ilişkimize daha bağımlı bir duruma geliyoruz. Eğer söz konusu olan platonik bir aşksa o zaman tam anlamıyla aptallaşıyoruz. . Buna duruma hiç de şaşırmamak gerek, diyor uzmanlar. Zira halüsinasyona sebep olan ilaçlar, beynimizde salgılanan ‘phenylethylamin’ maddesini de barındırıyor.
Aşık olmak bir çeşit hastalık mıdır?
Bir anlamda evet! Fakat bu, aşıkı yaşamayın manasına da gelmiyor tabi ki. Uzman H. Fisher’e göre aşk bir takıntılı olma durumu. Olayın temelinde bu var. Kontrol edilmesi ya da önüne geçilmesi neredeyse imkansız. Aşık olanların aşık oldukları kişiye karşı hissettikleri bu takıntılı halin sebebini Pisa Üniversitesi’nden Uzman D. Marazziti de araştırmış. Marazziti, psikolojik dengeyi sağlayan serotonin hormonunun kandaki oranını incelemiş. Zira serotonin miktarı düştüğünde bünye de mahf oluyor. Uzmanın vardığı neticeye göre aşık olanlarda serotonin oranı normal değerin %40 altında. Zaten dengede olmayan insan psikolojisi, bir de sevdiğinden ayrı kalırsa, iyice altüst oluyor. Bunalım, korku ve anksiyete meydana geliyor… Marazziti bu durumu ‘mikroparanoya’ olarak tanımlıyor.
Aşık olmak öğrenilebilir mi?
Aşık olan kişilere sorduğunuzda ‘tesadüfen oldu’ şeklinde cevaplar sizi. Psikologlarsa bu konuda yapabileceğiniz kolay şeyler olduğunu belirtiyor. Örneğin, dışarıya açılmak, bir arayış içersinde olduğunuzu başkalarına belli etmek çok işe yarıyor. Bilimsel olarak da mühim olan, dopamin sistemini harekete geçirmeyi başarmak! Küçük bir yakınlaşma dahi aslında beyindeki dopamin seviyesini artırıyor. Fakat bunun için de seçici olmamayı tavsiye etmiyoruz. Aşkınızı karşılıklı yaşamanız dileği ile