HİTİTLER
Şarabın tarihi daha eski olmasına rağmen şarap kültürünün başlangıcının Hititlerde (İ.Ö 4000) olduğu kabul edilir. Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri müzesindeki İ.Ö 3000'nin son çeyreğine ait olduğu sanılan som altından mamul şarap sürahisi ve ayaklı şarap kadehi bulunmuş en eski şarap kabıdır. Konya'nın Ereğli ilçesinde bulunmuş bir taş kabartmada Hitit Kralı Varpalavas iki elini bereket tanrısı Tarhu'nun karşısında kavuşturmuş bereket dilerken Tanrının elinde o zamanın iki en değerli gıda maddesi görülmektedir: üzüm ve buğday. Üzüm, Tarhu'nun sağ elinde olduğuna göre, üzüme buğdaydan fazla önem verilmektedir.
Hititlerde Telepinu ölümsüz ana ve babasına ölümlülerle oyun oynayan, söz dinlemez bir afacan oldu. Hiç sebep olmaksızın şimşeği oraya buraya fırlattı, gizleri ortaya döktü, şarap tanrısı olup insanları sarhoş etti, mevsimleri birbirine karıştırdı. Telepinu, Hititlerde çok sevilen, popüler bir tanrıydı.
Hititler, şaraba "Wiyana" diyorlardı. Etimolojik açıdan Hint-Avrupa dillerindeki karşılığı wine, wein, vin, vinum gibi kelimelerin bu kökten geldiği sanılmaktadır. Şarap, Hititlerin önemli bir ihraç maddesi idi. Bugünkü Suriye ve İsrail kıyılarında yaşayan Kenanlılar ve sonra aynı coğrafyada Fenikeliler şarabı geminin altına serilmiş kumlara saplanması için dibi sivri yapılmış amphora'ların içinde Mısır'a, Girit'e ve Yunanistan'a taşıyorlardı. Suriye ve Irak'ta bulunmuş olan bazı tabletlerde şarapların ova veya dağlık arazideki üzümlerden yapılmış olmasına göre iki kaliteye ayrıldığı, dağlık bölge şaraplarının diğerlerine nazaran daha pahalı olduğu kayıt altına alınmış.
Kuzeyde ise Hititlerin şarabını Traklar satıyordu. Bir yandan da Asurlu tacirler tarafından şarap 250 - 300 eşeğin oluşturduğu kervanlarla Mezopotamya bölgesine İran'a ve Hindistan'a taşınıyordu.
Doğu geleneğine göre ise şarabı İran şahlarından Cemşid bulmuştu. Onbeş gün boyunca yedikleri üzümün kaynadığını görünce tadını beğenmemiş, bir kaç gün sonra üzüm suyu durulunca zehir diyerek süzüp bir şişeye doldurmuşlardı. Dayanılmaz bir baş ağrısı çeken bir cariye r etmek için bu suyu içince faydası ve tadı görülmüş oldu. Bu nedenle şaraba Şahdâru adı verildi.
Mezopotamya'da bağcılık ve şarapçılık, Asur hükümdarı Assurbanipal zamanında çok gelişmiştir. Assurbanipal'in sarayının asma bahçesi çok meşhurdu ve kral bu bahçede yaptırdığı bir çardakta tahtta oturur, kraliçe ile birlikte şarap içerdi.
Egon Friedell Mısır ve Eski Doğunun Kültür Tarihi adlı kitabında Babil'i şöyle anlatıyor:
"Babillilerin sofra ihtişamı sefahat eğilimli idi. Sofra zevkleri her türlü narkotik ile arttırılıyordu. Makbul olan şarap Şam'dan ya da Filistin'den gelendi."
Gılgamış destanın Babil versiyonunda canlıları çift çift teknesine alıp selden korumak isteyen kaptan Utnapishtim teknenin yapılması sırasında "çalışanlara bira, yağ ve şarap verdim nehirler dolusu içtiler" der. Demek ki şarap Tufandan evvel de vardı.
Sonraları, Mısırlılar Hititlerden şarapçılığı öğrenmişler ve Firavunlar devrinde şarap imal etmeyi başarmışlardır. Onlar da cibreyi çarşaf şeklinde bezlerin içine doldurup bezin ağzını bükerek suyunu bir daha sıkma usulünü bulmuşlardır.
Mısırlılara göre şarabı yeraltında da büyük gücü olduğu bilinen tarım tanrısı Osiris bulmuştu. Herodot'a göre yeni ay günü Mısırlıların yaptığı "O geri döndü" festivalinde bütün yıl tüketilenden fazla şarap tüketilirdi.