Albay
Üyelik tarihi: Dec 2008
Mesajlar: 432,578
Tesekkür: 0
429 Mesajinıza toplam 518 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Bakteriler Bakteriler, Yeryüzü'nde yaşamın
sürekliliği için çok önemli birçok biyokimyasal olayın gerçekleşmesini sağlıyor.
Kısacası, yaşamın temelindeki kimyasal olayların gerçekleşmesini bakterilere
borçluyuz. Tek olumsuz yönleri bazılarının hastalıklara yol açmaları; ancak,
doğanın dengesinin korunması açısından düşünürsek hastalık yapıcı bakterilerin
bile yararlı olduğu öne sürülebilir. Dünya atmosferi için oksijen
kaynağı olan fotosentez olayını bitkilerin yanında fotosentetik bakterilerin de
gerçekleştirdiğini bilmek çok etkileyici. Büyük bir üretim zenginliği ve tür
çeşitliliği olan bu görünmeyen kimyacılar, yani bakteriler bu yönleriyle bilime
ve teknolojiye önemli olanaklar sunuyor. İyi yapılmış bir turşuyu
yemenin keyfine doyulmaz, ama turşuyu tutturması zordur. Su, tuz, sirke, şeker,
limon gerekir ve bunların birbirine oranları da turşunun kalitesini belirler.
Turşu yapmanın amacı, asitli bir ortam sağlayarak meyve ve sebzeleri korumaktır.
Tuz ve sirke, ortamda çürükçül bakterilerin ve küflerin çoğalmasına
engel olur. Tuzu az konulursa meyve ve sebzeler çürümeye neden olan bakterilerin
ortamda çoğalması nedeniyle bozulur; turşu amacına ulaşamaz. Sebze ve meyvelerin
zevkle yenilen turşulara dönüşmesini ise sirkede doğal olarak bulunan bakteriler
sağlar. Turşu yapımı, besin saklanması ve üretiminde bakteri
kullanımının yalnızca bir örneği. Turşu yaparken fermantasyon ürünü asetik asit
olan Acetobacter bakterilerine oksijensiz bir yaşama ortamı sağlamak için,
kavanozun kapağını hava almayacak şekilde kapatmak gerekir. Kavanozun içinde
oksijen kalması, turşunun niteliğini bozduğu için istenmeyen bakteri ve küf
mantarlarının çoğalmasına yardım eder. Turşunun sonbaharda yapılmasının da bir
anlamı var. Sonbaharda sebze-meyve bolluğunun olması ve bunların kışın
da yenebilecek bir şekilde saklanmasının amaçlanması bir yana, hava sıcaklığının
ne çok sıcak ne de çok soğuk olması da önemli. Çünkü bakterilerin yaşayabildiği
ve çoğalabildiği belirli sıcaklık sınırları var. Aynı durum yoğurt ve peynir
gibi diğer besinlerin yapımı sırasında da önemli. Bu besinlerin yapımını da
bakteriler sağlıyor. Laktik asit bakterileri adı verilen bu bakteri
grubu, oksijensiz solunum yani fermentasyon yoluyla şekeri kullanarak laktik
asit açığa çıkarıyor. Bakterilerin belirli sıcaklık aralıklarında
yaşayabilmesinin nedeni ise enzimleri. Enzimler protein yapısında olduğundan,
işlevlerini ancak belirli sıcaklıklarda gerçekleştirebiliyorlar.
Bakterilerin yaşayabildikleri ve çoğalmalarını gerçekleştirebildikleri
sıcaklık sınırları türden türe farklılık gösteriyor ve bakterilerin inanılmaz
çeşitliliği bu noktada birçok yönünü ortaya koyuyor. Buzullarda çok düşük
sıcaklıkta da sıcak su kaynaklarının dayanılmaz sıcaklığında da yaşayabilenler
var. Bunun dışında, tuz ya da asit oranı çok yüksek ortamlarda yaşayabilen
binlerce tür bulunuyor. Mikrobiyolojiye giriş niteliğinde bir derse yeni
başlamış olan öğrencilere ilk öğretilen şeylerden biri bakterilerin doğada her
yerde bulunduğudur. Örneğin, evinizin bahçesindeki toprakta milyonlarca tür ve
milyarlarca birey bulunabilir. İlk laboratuvar uygulamasında çeşitli
ortamlardan alınan örneklerden hazırlanan kültürlerdeki mikroorganizma üremeleri
gözlenir ve öğrencileri şaşkına çevirir. Bunların birçoğu zararsızdır ve
ekolojik dengenin sürmesinde önemli işlevleri vardır. Bazıları ise insan ve
hayvanlar için hastalık etmenidir. Vücudun çeşitli bölümlerinde
enfeksiyona neden olabilirler. Hastalık etmeni bakterilerin bazıları besinlerin
hazırlanması ya da saklanması sırasında temizlik koşullarına uyulmadığında,
besinlere bulaşır, bunların içinde çoğalır ve toksin (zehir niteliğindeki
bileşikler) üretirler bu besinler insanlar tarafından tüketildiğinde, sonucunda
besin zehirlenmesi denilen duruma neden olabilirler. Hastalık etmeni olan
bakterilerden korunmanın yolları aşılamalara ve temizlik kurallarına özen
göstermekten geçer. Makroskobik Dünya'nın Mikroskobik Canlıları
Bakterilerle ilgilenmeye yeni başlayan biri için onların dünyasını
keşfetmek, yeni bir gezegen keşfetmeye benzer. Dünya'nın en küçük canlılarından
olan bakteriler, gezegendeki doğal ekolojik sistemlerin işleyişinde çok önemli
bir yere sahiptir.Besin, mineral ve enerji döngülerinde kimyacı gibi
işlev gören bakteriler, canlılar arasındaki ilişkilerde etkin bir rol oynar. Bu
yüzden, bakteriler canlılıkla ilgili süreçlerin anlaşılmasına yardım ederler.
Yaklaşık 3,5 milyar yıl önce, yaşayan ilk hücreler olarak ortaya
çıktıkları belirlenen bakteriler en basit yapılı canlılar olmalarının yanında,
dünya yüzeyinde belirli bir canlı grubuna ait en büyük kütleyi oluştururlar.
Bakteriler, canlılar aleminde Prokaryotlar olarak adlandırılıyorlar.
Bitkilerin ve hayvanların yaşamsal işlevlerinin birçoğu, bu prokaryotik
hücrelerin etkinliklerine bağlı olarak gerçekleşir. Atmosferdeki oksijenin
yarısından fazlasını fotosentez yapan Cyanobacteria adı verilen gruba ait
bakteriler üretir. Bu bakteriler önemli bir miktarda karbon dioksit ve azot
gazlarının organik bileşik olarak bağlanmasına da yardım ederler.
Atmosferle yer ve canlılar arasındaki azot döngüsünde, havadaki serbest
azotun canlılar tarafından bağlanmasına yönelik tek mekanizma, baklagillerin
köklerinde özel yumrucuklar içinde yaşayan, yumrucuk bakterileri ya da cins adı
Rhizobium olan bakteriler tarafından sağlanıyor. Bakterilerin,
baklagillerle olduğu gibi başka canlılarla da simbiyotik (ortak yaşam biçiminde)
ilişkileri var. Bu ilişkilerde karşılıklı yararlanmalar söz konusu. Örneğin,
bazı böceklerde yavruların cinsiyetini, simbiyotik ilişki içinde olduğu
bakteriler belirliyor. Geviş getiren hayvanlarda ise, sindirimi oldukça zor olan
selüloz, bağırsaklarda yaşayan bakteriler tarafından parçalanıyor.
Hastalık yapan bakterilerin konaklarıyla olan ilişkisi ise asalaklık
biçiminde (parazitik) bir yaşam olarak değerlendirilebilir. Toprakta yaşayan
bakteriler de toprakların verimliliğine katkıda bulunur. Çürükçüller
(saprofitler) adı verilen bu bakteriler ölmüş canlıları parçalayarak, onların
proteinlerinde bağlı olarak bulunan azotun ve diğer minerallerin toprağa
geçmesini ve yeniden azot döngüsüne katılmasını sağlar. Bakteriler azot ve
oksijen döngülerine katıldıkları gibi, karbon ve kükürt döngülerine de etkin
olarak katılırlar. Bakteriler, yaklaşık 1 mikrometre çapında olup, hücre
zarından ve DNA ipliğinden başka farklılaşmış yapı içermezler, hücrenin içi ise
metabolik tepkimeleri sürdüren enzimler, küçük organik bileşikler ve inorganik
iyonlarla doludur. Boyutlarının ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük
olmasına bağlı olarak, onların Dünya'daki en yaygın yaşam formları olduklarını
ve en büyük canlı grubu kütlesini oluşturduklarını görsel olarak hissetmek pek
zordur. 4,5 milyar yaşındaki Dünya'da yaklaşık 2 milyar yıl kadar tek
canlı grubu olarak yaşadıkları düşünülen bakterilerin en eski örnekleri olduğu
kabul edilen fosiller Batı Avustralya'da bulunmuştu ve yaklaşık 3,5 milyar yıl
önce yaşamışlardı. Bu fosil örneklerinin yapısından ve içinde bulundukları
kayaların özelliklerinden fotosentez yapan bakterilerin en az 3 milyar yıl önce
var oldukları belirlendi. Evrim sırasında oksijen üreten fotosentetik
bakteriler gibi canlı formlarından sonra, oksijen kullanan yaşam formlarının
ortaya çıktığı ve diğer canlı türlerinin de böylece oluştuğu düşünülüyor. Bu
açıdan, bakteriler, canlılığın başlangıcında da etkin bir role sahip görünüyor.
Bakteriler, yapı bakımından birbirine çok benzer gruplar altında ele
alınırlar. Bu yüzden bakteriyologlar, bakterileri görünüşlerine göre değil,
biyokimyasal özelliklerine göre değerlendirirler. Asit ya da metan üretenleri,
oksijeni ve kükürtü indirgeyenleri olabilir. Enerjisini çok çeşitli kimyasal
kaynaklardan elde edenleri bulunabilir; ancak, çoğu bakteri çevredeki fiziksel
ve kimyasal koşullar uygun olmadıkça büyüyüp gelişemez. Son yüzyıl
içinde Robert Koch'un öncü çalışmalarıyla varlıkları belirlenen bakterilerin,
bugüne kadar 5 000 türü tanımlanmış ve bunun daha buzdağının tepesi olduğu
düşünülüyor. Buzdağının alt kısımlarında ise birçok hayvanın sindirim
organlarında, derin deniz ve yer katmanlarında yaşayan türler var. Türlerin,
özellikle de görünüş olarak birbirine çok benzeyenlerin nasıl ayırt edildiğine
gelince, bunda da genler kullanılıyor. Türleri birbirinden ayırmak için
16S ribozomRNA'sını kodlayan gen incelenir. Bu gen her organizmada var; ancak,
evrimsel anlamda öyle yavaş değişim geçiriyor ki, nükleotid dizilişi bir türün
tüm bireylerinde tamamen aynı olabiliyor. Bu da türler arası farklılıkları
ortaya koymaya yarıyor. Yine de araştırmacılar 16SRNA geni üzerindeki
çalışmaların, gerçek çeşitliliğin daha azına ışık tutacağını düşünüyorlar.
Çeşitlilik üzerine yapılan çalışmalarda, ribozom RNA'sı yönünden bakınca, köpek
ve insanın aynı organizmaymış gibi görülebileceği de araştırmacıları düşündüren
konular arasında. Tür çeşitliliğinin diğer canlılarda olduğu gibi bir de
biyokimyasal yönü var. Bakterilerin biyokimyasal işleyişleri ise, ancak
laboratuvarlarda saf kültürler üzerinde izlenebiliyor. Biyokimyasal ve
ekolojik bilgileri yalnızca gen dizilişlerini inceleyerek elde etmek pek olası
değil. Bir türün tüm tipik özelliklerinin belirlenmesi laboratuvar çalışmalarını
da gerekli kılıyor. Bakterilerin bu tür çeşitliliğinin nereden geldiği
düşünülebilir. Hızlı çoğalmaları, hareketli olmaları, yaygınlıkları ve
kalıtsal yapılarının mutasyonlar (DNA yapısında oluşan ani ve kalıtsal
değişiklikler) nedeniyle kolaylıkla değişebilir olması onların dış koşullarda
oluşan değişikliklere kolaylıkla uyum sağlayabilmelerine olanak sağlıyor.
Haploid yapıda olmaları, yani DNA'larının tek zincirli olması nedeniyle,
mutasyonların oluşturduğu değişiklikler diğer nesillere kolaylıkla
aktarılabiliyor. Çoğalmaları da çok kısa sürede gerçekleştiğinden, yeni türlerin
ortaya çıkması da büyük bir zaman almıyor olsa gerek. Bakterilerde
çoğalma ikiye bölünme ile gerçekleşiyor. İnsanda bağırsaklarda doğal olarak
yaşayan bir bakteri türü olan Escherichia coli üzerinde yapılan çalışmalarda E.
coli'nin 20 dakikada bir ikiye bölündüğü belirlenmiş. Neyse ki birçok bakteri
hemen ölüyor. Böyle olmasaydı, E. coli hücrelerinin 20 dakikada bir durmadan
bölündüklerinde tüm dünyayı kaplayacak hacime 43 saatte ulaşacakları
hesaplanmış. Hatta iki saat daha geçtiğinde 6,6 x 1020 tona ulaşarak
Dünya'yla yaklaşık olarak aynı ağırlığa geleceği de düşünülmüş. Çoğu bakteri
hücresi öldüğünden bu duruma gelinmiyor; çünkü, besin için aralarında büyük bir
yarış var ve diğer bazı organizmaların (küf mantarı ve bazı bakteriler gibi)
ürettiği doğal antibiyotikler de onları öldürüyor. Evet, bakteriler aynı zamanda
diğer bakterileri öldüren antibiyotikler üretiyorlar. Hatta vitamin sentezi
yapanlar da var. İlaç endüstrisinde, bu bakterilerin saf kültürlerinin
antibiyotik üretmesi sağlanıyor ve sentetik olmayan antibiyotikler çoğunlukla bu
yolla elde ediliyor. Antibiyotiklerden başka, aşılar ve tıbbi açıdan yararlı
bazı enzimler de bakteriler tarafından üretiliyor. Antibiyotiklerin çoğunu
toprakta yaşayan bakteriler üretiyor. Streptomyces'ler gibi,
Actinomycetes grubuna ait olan bakteriler, tetrasiklin, eritromisin,
streptomisin, rifamisin ve ivermektin gibi antibiyotikleri üretiyorlar. Bacillus
türleri basitrasin ve polimiksin üretiyor. Difteri, boğmaca, tetanoz, tifo ve
kolera gibi hastalıkların aşıları da bakterilerden elde ediliyor. Ölüm
ve Yaşam Bakterilerin yaygınlığının bir nedeni de, yaşam evrelerinden
birinin özelliğidir. Sınırları çok hassas olarak belirlenmiş ortam koşullarında
yaşayan bakteriler, koşullar bozulunca ya da onu zora koşmaya başlayınca,
bölünmeye başlar. Normal koşullarda bu bölünme sonucunda ana hücreden kalıtsal
özellikleri tamamen aynı olan iki yavru hücre meydana gelir. Ancak, koşullar
bozulduğunda ya da besin azaldığında vazgeçilen ilk şey bu aynılık olur.
İkiye bölünme yine gerçekleşir ama bu kez birbirine eşit olmayan,
yalnızca birinin hayatta kalacağı iki hücre meydana gelir. Bunlardan büyük olan
ana hücredir ve küçük kardeşini içine alır. 10 saat süresince tüm enerjisini
kullanarak onu besler ve kendini korumasına yardım edecek olan özel bir protein
kılıf oluşturmasını sağlar. Böylece, varolan canlılar içinde en
dayanıklı ve kendini koruyabilen nitelikteki bireyler oluşur. Bu dayanıklı
yapıya spor adı verilir. İşte bakteriler, normal bölünmelerinin dışında,
sporlar yoluyla Dünya'nın her yerine kolayca yayılırlar. Sporların iç
kısmında DNA ve ribozomlar yarı kristalize bir halde bulunurlar. Sporlar
binlerce yıl gibi uzun süreler yaşabilirler. Tıpkı geçen yıllarda,
araştırmacıların 25 milyon yıl önce çam ağacı reçinesi içinde yakalanmış ve
bugüne kadar korunmuş bir arının karnından çıkardıkları bakteri sporları gibi.
Reçinenin sertleşmiş hali olan amber içindeki arı, laboratuvarda steril
koşullar altında açılarak karnındaki bu eski bakterilerin sporlarının çıkarılıp,
kültüre alınmasıyla bakteriler kolayca yeniden gelişmeye başladılar. Bu tarihi
bakterinin kalıtsal özelliklerinin arıların sindirim sisteminde bulunan Bacillus
sphaericus adlı bir bakteri hücresine benzediği de belirlendi. B.
sphaericus, arıların sindirim süreçlerine yardım eder ve aynı zamanda
antibiyotik üreterek, onları hastalıklara karşı korur. Bu örnekte de olduğu
gibi, sporlar, uzun süre uykuda kaldıktan sonra, uygun koşullar bulduklarında
yeniden gelişmeye geçerler. İngiliz ve Rus bilim adamları yukarıdaki
örneğin benzerlerinin, Antarktika'da buz altında yeni bulunmuş olan ve yaklaşık
50 000 yıldır dış dünyayla hiçbir bağlantısı kalmamış olan bir gölde de
olabileceğini düşünüyorlar ve eğer varsayımları doğruysa, gölün altında yaklaşık
bir milyon yıl öncesinin yaşam formlarına rastlayabileceklerine inanıyorlar.
Bakteriler sınırsız sayıda bölündüklerinden, kural olarak ölümsüz kabul
ediliyorlar. Ancak, yapılan son çalışmalarda araştırmacılar, bakterilerde
ölümsüzlükten çok ölümün bulunduğunu belirlemişler. Bakteriler bir hücre
olarak kabul edildiklerinde ölüm çok önem taşımıyor, ama daha büyük bir
organizma bütününün bir parçasıymış gibi bakılırsa, ölümün onlar açısından
anlamı değişiyor. Bu tartışmayı hissedebilmek için bakteri kolonilerine bir göz
atmak gerek. Bazı bakteri türleri koloniler halinde yaşıyorlar, yani
aynı türün bireyleri tek tek yaşamaktansa bir birey grubu olarak yaşamayı
tercih ediyor. Bu kolonilerin birçoğunda bireyler arasında bir işbölümü var. Bu
işbölümüne bağlı olarak da hücrelerarası farklılaşmalar olabiliyor. E. coli
türünde de görülen bu koloniler incelendiğinde, bireylerin farklılaşmış yapılar
sergilediği gözlenmiş. Bu farklılıkların hücre büyüklüğü, biçimi ve
enzim çeşitleri açısından olduğu ortaya konmuş. Değişik genlerin etkisi değişik
bireylerde ortaya çıkabilmiş ya da mutasyonlar gerçekleşmiş. Bu sırada çevreye
uyum sağlayan bireylerin yanında, çok sayıda hücrenin de öldüğü belirlenmiş.
Araştırmacılar, spor oluşturan ana hücrenin ölümünün de bu durum gibi
yorumlanabileceği görüşündeler ve bazı bireylerin diğerlerinin yararına
öldüklerini düşünüyorlar. Bu konu üzerinde belki de daha çok çalışacak
ve düşünecekler. Diğerinin yararına ölme durumuna neden olarak da şimdilik,
sporların hayatta kalma yani DNA'yı koruma ve devam ettirme amacına hizmet
ettiğini, bu durumun belki de hayatta kalanların ölenlerin proteinlerini
kullanabilmeleri için gerçekleşmiş olabileceğini gösteriyorlar. En
önemli soru da, hangi bireylerin öldükleri? Araştırmacılar, bunun da bir şans
işi olduğunu, doğru ya da yanlış yerde, doğru ya da yanlış zamanda bulunmanın bu
durumun belirleyicisi olduğunu düşünüyorlar. Bakteriler Bilimin Emrinde
Moleküler genetik biliminin ve rekombinant DNA teknolojisinin
ilerlemesiyle, bakteriler önemli roller almaya başladılar. Genlerin nasıl
işlediği bilindiğinden beri, bilim adamları canlıların genleri üzerinde
oynayabiliyorlar. Bunun ahlaki yönü tartışıladururken, bilimsel çalışmalar da
hızla ilerliyor. Bakterilerin genetik müdahalelerle doğrudan ne ilgisi olduğunu
düşünebilirsiniz. Bakteriler, genetik yapısı değiştirilmek istenen
canlılara aktarılmak istenen genlerin taşınması için yalnızca bir araç. Bazen
kendinde varolan bir geni, bazen de dışarıdan yapısına eklenen genleri, genetik
yapısı değiştirilmek istenen canlıya taşımada kullanılıyorlar. Örneğin, insandan
eritropoietin adı verilen ve kımızı kan hücrelerinin yapımından sorumlu olan bir
hormon bulunuyor. Böbreği olmayan kimselerde bu hormon yapılamıyor.
Normal koşullar altında üretilmesi çok zor olan bu hormonun yapımını kontrol
eden gen, bakterilere aktarılıyor. Böylece, bakteriler bu hormonu üretebilir
hale geçiyorlar ve bu yolla elde edilen hormon birçok kişi için yaşam kurtarıcı
oluyor. İnsan insülini de bu yolla elde edilebiliyor. Bir başka örnek de
tarımdan verilebilir. Patatesin soğukta donmasına belli bir bakterinin bir
geninin neden olduğu belirlendikten sonra, bilim adamları, biyoteknolojik
yöntemlerle bu geni taşımayan bakteriler ürettiler. Bu bakteriler
patates tarlalarına bırakıldığında, sonuç olumluydu. Patatesler artık
donmuyordu. Çünkü, donmaya neden olan geni işlemeyen bakteriler normal
bakterilerle besin kaynakları için yarışıyor ve normal bakterilerin sayısının
azalmasına neden oluyor. Çevre açısından tehlike taşıyan maddelerin
temizlenmesi için yapılan biyoteknolojik uygulamalarda da bakteriler
kullanılıyor. 1989'da Alaska'da Exxon Valdez petrol tankeri kazasında petrolün
denize dökülüp çevrede ve canlılarda büyük zararlara yol açmasından sonra petrol
ürünlerini parçalayan bakteriler geliştirildi. Bitkiler üzerinde yapılan
biyoteknolojik çalışmalar da daha çok hastalıklara, böceklere ve yabani otları
öldüren ilaçlara karşı, bitkilere direnç kazandırmaya yönelik oluyor. Örneğin,
Agrobacterium tumefaciens tarımda bitkilere genetik müdahaleler yapılırken
kullanılıyor. Sonuçları son yıllarda alınan, ama yaklaşık otuz yıllık
bir çalışmanın ürünü de selüloz üreten bakteriler. Selüloz, normal koşullarda
bitki hücrelerinin duvarlarında bulunan bir molekül. Doğal bir polimer
olan selüloz, dünyada çok yaygın olması nedeniyle, kâğıt ve pamuk
endüstrilerinde önemli bir yer edinmiş durumda. Biyoteknologlar bitkiler olmadan
da selüloz üretebilmenin yollarını ararlarken, Acetobacter xylinum adlı bir
bakteri türünün ürettiği selülozun yüksek bitkilerin ürettiklerine benzer
olduğunu buldular. Fotosentetik bakterilerden olmayan A. xylinum'un
selülozu oldukça güçlü, katlanınca şeklini koruyan ve esnek olan bir yapıya
sahip. Bu nedenle, kumaş ve tıbbi malzeme olarak kullanılması düşünülüyor.
Ayrıca, pamuk bitkisinin kalitesini artırmada, A. xylinum'dan yararlanılması da
planlanan çalışmalar arasında. Ancak, çalışmalar henüz ticari boyuta ulaşmamış
durumda. Bir İngiliz biyoteknoloji şirketi de bakterileri plastik
üretiminde kullanıyor. Biyolojik olarak parçalanma özelliği taşıyan bu
polimerler, Alcaligenes eutrophus adındaki bakteri türü tarafından fermentasyon
sırasında yapılıyor. Biyopol adı verilen bu polimerler, şişelerin ve
kontrollü miktarda kullanılması gereken ilaç şişelerinin yapımında kullanılıyor.
Bakterinin plastiği nasıl ürettiğine gelince, bakterilere besin olarak glikoz ve
propiyonik asit veriliyor. Bakteriler de bunu polyestere dönüştürüyor.
Bu polyester, bakteri için enerji kaynağı olmanın yanı sıra, tıpkı insan
hücrelerinin yağ depolaması gibi depolanıyor. Hücreden alındığında da
polipropilen gibi esnek bir materyal elde ediliyor. Ancak, polipropilenden
önemli bir farkı biyolojik olarak bileşenlerine parçalanabilmesi ve ortamda
birikmemesi. Bakteriler, basit yapıları ve biyolojik süreçlerinin kolay
anlaşılabilirliği ve hızlı çoğalmaları yüzünden, moleküler biyoloji ve genetik
konusunda yararlı bir laboratuvar deneği konumuna geldiğinden, özellikle
biyoteknoloji konusunda ilerleyen çalışmalar sonucunda geleceğe yön vereceğe
benziyorlar.
Siyaset, Bilim Ve Tarih Bilinci (Doğan Özlem )The Benefits Of TreesEnerji TasarrufuAlternatif Ucuz Enerji KaynaklarıErozyonun Tanımı Ve ÇeşitleriDünyamızın HareketleriDoğalgazDeve KuşlarıTeknolojik CellatlarımızKüresel IsınmaÇimento İşkolu Ve SorunlarıAtmosferin Başlıca Gaz KirleticileriNükleer EnerjiYapay KristallerHyrogen Fuel The Fuel Of FutureKentiçi Ulaşımı Ve Çevre SorunlarıPrcı HakkındaÇevre Kirliliği Ve SonuçlarıSivil SavunmaUluslararası Hukuk Ve Çevre Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. |