En erken Türk resminin ilk örnekleri 6. ve 11. yy’a aittir.
Uygurluların bu sanata öncülük ettiği tesbit edilmiş, daha kağıt icat edilmeden Doğu Türkistan’da Kara Hoço harabelerinde fresklerde ve tavan süslemelerinde Uygur sanatçılarının yapmış oldukları tasvirler görülmüştür. Uygur devletinin dağılmasından sonra bu sanat hareketinin devam ederek Orta Doğu’ya yayıldığı ve Selçuklu Türkleri tarafından geliştirilerek ilk İslam minyatürlerinin kaynağını oluşturduğu bilinmektedir.
İlk kez Uygur’lularla başlayan resim sanatı diğer kültürleri de etkilemiş ve onların resim sanatına çok şey katmıştır.
Mesela; Uygur tasvirleri Japon tasvirlerindeki figürlerle karşılaştırıldığında her ikisinde de aynı ablak yüzler ve el hareketlerinin birbirine benzer oldukları görülmüştür. Burdan da anlaşılmıştır ki, asırlar evvel yapılmış olan Uygur çalışmaları, Japon sanatına da etki etmiştir. Ama Japon tasvirlerindeki dağlar ve tabiat görüntüleri kendi çoğrafi özelliklerini taşımaktadır.
Çin tasvirlerinin ise daha çok efsanelere dayandığı bu sebeple ejder ve efsanevi yaratıkların bolca kullanıldığı görülür. Hindistan'daki tasvirlerde ise detay hakimiyeti vardır.
İlk Arap minyatürlerinin görülmesi de Türklerin Bağdat, Mısır, Suriye gibi Arap ülkelerine gelmesiyle başlar.
İlk dönemlerde her türlü mekanların iç ve dış duvar, tavan süslemesi olarak yapılan resim sanatı, kağıdın icadı ile tomar ve kitap sayfalarında da uygulanmaya başlamıştır.
Genelde bir kitap resimleme sanatı olarak kabul edilen minyatürün en büyük özelliği konuyu tam olarak göstermesidir.
Bu resim tekniğinin tek buutlu olması, yapılan eserlerde genellikle derinlik kavramının bulunmaması minyatür sanatının estetik yapısına uygun olmamasındandır.
Osmanlı Türk minyatürü hiçbir dönemde zannedildiği gibi tümü ile yasaklanmamıştır. Ancak islami toplumun fikir ve inançlarına hürmeten, onun görüşlerine uygun olarak daha soyut bir anlayış içinde yorumlama yoluna gidilmiştir. Özellikle dini yapılarda görülmemesi bu yüzdendir. Bazı mutaasıp din çevrelerinin minyatür sanatının putperesliği çağrıştırdığı söylenmiş olsa bile o devirlerde bir çok örneği vardır.
Örneğin;
Bazı Emevi ve Abbasi Halifelerinde olduğu gibi 2. Halife Ömer’in Hicretin 21. yılında bir tarafında ayet diğerinde ise figür olan bakır sikkelerin bastırıldığını Evliya Çelebi “Seyyahatname”sinde yazmaktadır.(Celal Esat Arseven, Orta ve Ön Asya’da İslamiyet Devrinde Resim, Türk Sanatı Tarihi. sayfa, 70)
Eyyubi, Artuklu, Atabek ve Selçuklu’larda da resimli sikke ve madalyonlar vardı.
Bu dönemde mimaride kullanılan taş üstü kabartmalarda, Akşehir, Konya çevresine ait mezar taşlarında, o dönem saray çinilerinde, her türlü madeni eşyanın üzerinde de bolca insan figürlerinin işlendiği görülür. ( Nazım Tapan, Anadolu Medeniyetleri, cilt 3)
Asırlar boyu sayısız sanatçının yetiştiği ve binlerce resimli eserin yapıldığı düşünülürse, minyatür sanatının putperestlikle hiçbir ilgisi yoktur.
Osmanlı döneminde her türlü (sivil, dini) mekan içinde levha halindeki resmin duvara asılması geleneği yoktur ama minyatüre sıcak bakmayan en tutucu hükümdarların bile albümler içinde kalmak şartı ile kendi portreleri vardı.