(Tombak, Gümüş, Kapı, Feslik, Taht, Porselen)
Tombak
18. yüzyılda ekonomik nedenlerle altın ve gümüş eserlerin yapımının azalması, altın görünümlü tombakların çoğalmasına neden olmuştur. Tombak, altın-civa karışımı ile kaplanmış bakır ve bakır alaşımı eşyanın genel adıdır. Osmanlı maden sanatında bakır ve bakır alaşımı pirinç, günlük yaşamda ve dinsel yapılarda kullanılan eşyalarda, askeri techizatta, mimari süsleme elemanlarında yaygın kullanım alanı bulmuştur. Osmanlı maden sanatının erken dönemine ait örnekler askeri teçhizattır. 15. yüzyılda form ve süslemelerde Memlûk etkisi görülürken, 16. yüzyıl başlarında klasik Osmanlı üslubu şekillenmiştir.
Bakırların üzerinde çeşitli damga ve kitabelere de rastlanmaktadır. Topkapı Sarayı silâhhanesinde yapılan miğfer, at alın zırhı, kalkan gibi askeri techizat üzerinde Osmanlıların mensubu olduğu Kayı boyu silâh damgası kullanılmıştır. Özellikle saray mutfağında kullanılan kap-kacak üzerine kime ait olduğunu gösteren şahıs kitabeleri, cami ve türbelere vakfedilen eşya üzerine de çoğunlukla tuğra biçiminde vakıf kitabeleri yazılmıştır. Bazı tombak eserlerde de sahtekârlığı önlemek amacı ile vurulan “tonbak” damgasına rastlanmaktadır.
Tombaklama tekniği
Altın ve gümüşün bir özelliği de civa içinde çözülebilmeleri yani sıvılaşabilmeleridir. Bu, civa ile altın karışımı sıvıya amalgam denir. Bu özellikten yararlanılarak gerçekleştirilen yıldızlama ya da Osmanlıca adıyla tombaklama tekniği ile çok sağlam ve düzgün bir kaplama elde edildiği için günümüze kadar kullanılmıştır.
Tombaklama yapmak için "cam veya porselen bir kabın içinde" civa ve çok ince kıyılmış 24 ayar altın karıştırılır. Bu karışım "ahşap bir çubukla" karıştırılarak, altının civa içinde tümüyle çözülmesi yani sıvılaşması sağlanır. Daha sonra ince bir tülbentle süzülen sıvı alaşım yani amalgam kullanıma hazır hale gelmiştir. Altın kaplanacak eşyanın yüzeyi bütün oksit ve kirlerden temizlenip kurutulur. Tombak yapılacak yüzeye bir fırça, mantar parçası veya bez tampon ile amalgam yedirilerek sürülür. Tombaklanmış eşya, "küllenmekte olan odun kömürü ateşi" üzerine konularak veya düşük ısıda fırınlanarak civanın uçması sağlanır. (Bu safhada buharlaşan civanın solunması son derece tehlikelidir ve geçmişte bu mesleği yapan kişilerde hayati sorunlara yol açmıştır. Bu nedenle ustalık işteyen ve incelikleri olan bir sanattır) Geriye kalan altın yüzeye iyice sızmış ve yapışmış olduğundan, kaplama oldukça kalitelidir. Civa içinde 1000 ayar saf gümüş çözülerek gümüş tombaklama da yapılabilir.
Gümüş
Saray nakkaşhanesinde yaratılan ve tüm Osmanlı sanatında egemen olan üslup birliği, 15. yüzyıldan itibaren gümüş eserler üzerinde de görülmektedir.
Tarihi kaynaklardan Osmanlı sarayında altın ve gümüşten yapılmış kapların kullanıldığını öğrenmekteyiz. Bertrondon de la Brocquière, 1433 yılında Edirne Sarayı'nda II.Murad'a altın yaldızlı tepsilerde yemek sunulduğunu, kadehinin ise gümüş olduğunu belirtmektedir. İtalyan tüccar Iacopo de Promontorio ise Fatih Sultan Mehmed devrinde saraydaki maden hiyerarşisine değinerek, padişah ve kazaskerin altın, vezirlerin gümüş, askerlerin ise değersiz metal (bakır?) kaplarda yemek yediklerini yazmaktadır.
III.Murad'ın askeri masrafları karşılamak amacı ile sikke kestirmek için saray hazinesindeki altın ve gümüşleri erittirdiği, değerli taş kakmaları söktürdüğü bilinmektedir. Bundan dolayı 16. yüzyıla ait az sayıda gümüş günümüze ulaşabilmiştir. III.Selim döneminde de saraya ait altın ve gümüş eşyalardan bir kısmı para basılmak üzere saray darphanesine vakfedilmiş; halkın elindeki gümüşler de bedeli ödenerek satın alınmıştır.
Erken dönemden itibaren gümüş eserler kazıma, çalma, kabartma, telkari, ajur, yaldız ve savat teknikleri ile süslenmiş ve genellikle birkaç teknik bir arada kullanılmıştır. İznik seramiklerin biçim ve desenlerini tekrarlayan gümüş eserler, merkezi düzende veya şemseler içinde rumi-palmet kompozisyonları, dal kıvrımları arasında hatayi çiçekleri, saz yapraklarla bezelidirler. 16. yüzyıldan günümüze ulaşabilen az sayıda örnek yanında, özellikle 17. yüzyılda türbelere vakfedilen gümüş kandil ve mihrap şamdanları, yalın formları ve bezemesiz düz yüzeyleri ile dikkat çekmektedirler.
Klasik Osmanlı form ve desenlerinin yerini 18. yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa etkisi ile Barok ve Rokoko formları almıştır. Kabartma tekniğinde güller, Osmanlı devlet arması, mimari kompozisyonlar, dökümle yapılmış çiçek, kuş, hayvan biçiminde tutamaklar bu dönemin kaplarında yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. 19. yüzyıl sonlarında manzara ve bitkisel bezemeli, Van yapımı savatlı gümüşler de çok revaç bulmuştur.
Ahşap Oymacılığı
Ahşap işçiliği Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişip, kendine özgü bir karekteristik niteliğe bürünmüştür. Selçuklu ve Beylikler dönemi ağaç eserler genellilkle mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlardan oluşan usta işi eserlerdir. Osmanlı dönemine gelindiğinde sadeleşen eserler sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, kayık, rahle, Kur'an muhafazası gibi gündelik kullanım eşyalarının yanı sıra; pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, tavan göbeği, mihrap, minber ve sanduka gibi mimari yapıtlarda da uygulandığını görüyoruz. Ağaç işçiliğinde kullanılan malzemeler daha çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz ve gül ağacından oluşuyor. Kakma, boyama, kündekâriz, kabartma-oyma, kafes, kaplama, yakma gibi tekniklerle işlenen ahşap eşyalar günümüzde de özgün dekoratif eserler olarak kullanılmaktadır.
Edirnekari
Edirnekari lake işleri ahşap, karton ve deri gibi malzeme üzerine boya ve cilayla yapılan motiflerin yer aldığı bir süsleme biçemidir. Bu süslemelerde en çok natüralist çiçek, yaprak ya da meyve motifleri kullanılır. Yeşil, açık mavi, kahverengi, kırmızı ve açık sarı zemin üzerine işlenen çiçekler tek tek olabilecekleri gibi bir vazo içinde ya da ortadan kurdeleyle bağlı bir buket biçiminde olabilir. Bu sanatçıların en büyük esin kaynağı doğadır.
Çini ve Keramik
Türk mimarlığında çininin bezeme düzeni içinde mimarlığa bağlı olarak kullanılışı, İran Büyük Selcukluları ile başlar. Çininin mimarlıkta yoğun biçimde kullanılması ve gelişmesi XIII.yüzyıl sonlarına rastlar.
İlk Osmanlı dönemi çinileri renk bakımından daha zengindir. Osmanlı Devleti'nin başkentlerinden biri olan İznik, çini yapımının gelişmesine büyük katkısı olmuş önemli bir merkezdir. İznik'te duvar çiniciliğinde ve keramiklerde yeni teknikler geliştirildiğinden, hızlı ve sürekli bir üretim yapılabilmiştir. XVI. yüzyılın başlarından sonra mozaik ve altın yaldızlı çiniler yerine renkli sır tekniğiyle, kare levhalar halinde üretim yapılmıştır. XVI.yüzyılın ikinci yarısında renkli sır tekniği bırakılarak tüm çiniler sıraltı tekniğiyle yapılmaya başlanılmıştır. Sarı, ve açık yeşil renkler ortadan kaybolmuş, firuze, mavi, yeşil mercan kırmızısı, açık lacivert ve beyaz renkler egemen olmuştur.
Çiniçiliğin yanı sıra gelişen keramik sanatından- koruma güçlüğünden örtülü duvar çinilerine oranla daha az sayıda önek günümüze gelmişitir. Keramik sanatında yapılarda kullanılmak üzere yapılan kandiller çerağlar, askı kürelerinin yanında kâse tabak sofra takımları ibrik ve sürühi gibi ürünler de ortaya konmuştur.
Pişmiş toprak eserler arasında Türk sanatında en geç görülen porselendir. XIX.yüzyılın ortalarında Haliç'te bir porselen fabrikası kurulmuş "Eser-i İstanbul" markalı porselenler üretilmiştir. Biçim ve desen olarak Batı etkisindeki porselenler, ithal edilenlerle rekabet edemediğinden fabrika kapanmıştır. XIX . yüzyıl sonlarında ise II. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan Yıldız porselen Fabrikasında, çok kaliteli porselenler üretilmiştir.
Günlük işlerde kullanılan çeşitli toprak kaplara genel bir adla keramik ya da seramik denilir. Çini ve keramik sanatında uygulanan teknikler aynıdır. Çini hamurları kil , kuvarst ve feldispat karışımından meydana gelmiştir. Bazen hamura mermer tozu da karıştırılmıştır. Çini hamurlarının dış yüzeylerine başka bir renk vermek için yapılan kaplamaya astarlama işlemi denir. Renkli kil bulamaçları veya metal oksitlerinin katılmasıyla renklendirilen çini hamurları çok kullanılmıştır. Astar ve çini hamurunun kuruma ve pişme küçülmelerinin birbirene çok yakın olması gerekir. Astar akıtılarak sürülüp kurutulduktan sonra, bezemeler kazıma yoluyla veya astarın üzerine fırçayla çalışarak yapılmıştır.
Çini yapımında sırlama işlemi, en basit sır olan silis kurşun oksit çini üzerine sürülüp, gerekli derecede pişirilmesiyle yapılmıştır. Renkli sır için saydam sıra metal oksitleri eklenmiştir. Sır pişirimi daha düşük sıcalıklarda, fakat uzun sürede yapılarak parlaklık sağlanmıştır.
Sır üstü tekniğinde, suyla karıştırılmış renkler pişirilmemiş, ham sırın üzerine uygulandıktan sonra pişirme yapılmıştır. Diğer bir yöntemde ise sır pişirildikten sonra bezeme, sırüstüne daha düşük derecedeki sıcaklıklarda eriyen renkli sırlarla yapılarak düşük sıcaklıkta tekrar fırınlanmıştır. Ayrıca sır üstüne metal oksitlerinden boyalarla bezeme yapılıp fırınlanarak elde edilen madensel çini ve keramiklere de "perdahlı" denilmiştir.
Sıraltı tekniğinde ise, istenilen renk karışımı doğrudan çini hamuru üzerine uygulanarak bezeme yapılmış , bezemenin üzerine saydam sır akıtılarak pişirilmiştir.
Sırlı tuğlalar, önceleri inşaatlarda duvar yapımında diğer tuğla ve kerpiçlerle birlikte örülürdü. Sonraları cepheleri bezemek için renkli olarak hazırlanmış sırlı tuğlalar yanyana motifler oluşturacak biçimde kullanılmıştır. İstenilen bezeme motifi küçük parçalardan değişik boyut ve biçimlerde kesilerek bir düzen içinde uygulandığındın bu tekniğe mozaik çini tekniği denilmiş, XV. yüzyıl başlarına kadar Türkistan ve Anadolu'da uygulanmıştır.
Bu tarihten sonra nakışlı, dört veya altı köşeli çini kaplama ve diğer tekniklerle kullanılmıştır. Mozaik tekniğinde üç ayrı yöntem uygulanırdı . Kakma tekniğinde, değişik renkte ayrı çini levhalardan kesilen parçalar, araya getirilerek alçılı yüzeye uygulanmıştır. Kazıma veya sahte mozaik tekniğinde ise tek renkli çinilerin zemini bezeme veya yazıya göre kazılarak çini bir kabartma oluşturulmuştur. Bu tekniklerle yapılan çiniler, yapım sırasında yapı yanındaki şantiyede hazırlanırdı. Mozaik tekniğinin diğer bir uygulamasında ise, çini parçalarına pişirilmeden önce özel biçimi verilmiş, veya tek renkli büyük levhalar halinde sıralanıp fırınlandıktan sonra bezemeye göre kesilip birleştirilmişlerdir. Çini teknikleri içinde en zor olan minâi tekniğinde ısıya dayanıklı siyah, altın yaldızlı, kırmızı, kahverengi ve beyaz ise sır üstüne yedi renk bir arada kullanılmıştır. Yüksek ısıya dayanıklı, mavi, patlıcan moru ve yeşil altına, daha düşük uygulanarak tekrar fırınlanmıştır.
Çini ve keramikte birkaç renk sır bir arada kullanıldığında sırlar akarak birbirine karışacağından, ilk kez Osmanlılar tarafından XV ve XVI.yüzyılarda bölmeli renkli sır tekniği uygulanmıştır. Bu teknikte desen levha üzerine kazınarak çizildikten sonra çizgilerin oluşturduğu oyuklara konulan madde pişme sonucunda siyah ve hafif kabarık bir durum oluşturduğu oyuklara konulan madde pişme sonucunda siyah ve hafif kabarık çizgilerin meydana getirdiği bölmelirin içine ise, değişik renkte sırlar konurdu. Bu teknikte mavi zemin üzerine beyaz, filizi yeşil, sarı firuze ve kırmızı renkte sırlar konurdu. teknikte mavi zemin üzerine beyaz filizi yeşil sarı fıruze ve kırmızı renkte sırlar kullanılmıştır . Bölmeli teknik daha sonraları Avrupa'da özellikle İspanya'da kullanıldığında çizgilerin içine ayırıcı madde olarak ince iplikler konulmuştur. Osmanlılar ise, bunun yerine fırında çizgilerin içine ayrıca madde olarak ince iplikler konulmuştur. Osmanlılar ise bunun yerine fırında ısındığı zaman kabaran, şekerli olduğu sanılan bir madde kullanmışlardır.