Osho Osho ile ilgili paylaşımlar | Osho - Ölmeden Önce ÖlünüzAlternatif Kişisel Gelişim ve Osho Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yaşam Önsevişme, Ölüm Orgazmdır
Sevgili OSHO,
Dünyadaki tüm insanlar, bir anda, tanıdıkları insanların çoğunun ölümüne yol açacak, önüne geçilemez, korkunç bir hastalığın içinde olduklarını farkederlerse, bu insan bilincini nasıl etkileyecektir?
Bu kişiden kişiye göre değişir. Mutlak bilince sahip birisi bu ... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Osho telkin cd indir izle İstanbul Osho nerededir kimdir Osho çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Osho hipnoz Osho olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Osho hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Osho kuantum düşünce kitap haberi | |
|
12-07-2011, 11:42 PM
|
#11 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Yaşam Önsevişme, Ölüm Orgazmdır
Sevgili OSHO,
Dünyadaki tüm insanlar, bir anda, tanıdıkları insanların çoğunun ölümüne yol açacak, önüne geçilemez, korkunç bir hastalığın içinde olduklarını farkederlerse, bu insan bilincini nasıl etkileyecektir?
Bu kişiden kişiye göre değişir. Mutlak bilince sahip birisi bu durumdan hiç etkilenmeyecek, her şeyi olduğu gibi, bu durumu da kabullenebilecektir. Hiçbir mücadele ya da endişe içine girmeyecektir.
Bu kimseler kendi ölümlerini kabul edebildikleri gibi, içinde yaşadıkları gezegenin ölümünü de kabullenebilirler. Bu kabullenme hiçbir şekilde çaresizlik anlamına gelmez. Tam tersine bu, herşeyin oluş biçimini doğup yaşayan her şeyin bir gün ölmesi gerektiğini görebilmek demektir.
Bu gezegen beş milyon yıl önce yoktu, o zaman doğdu. Şu anda belki de ömrünü tamamlamış durumda. Zaten insanlar politikacıların yol açtığı bu kriz durumundan kendilerini kurtarmayı başarabilseler bile, dünyanın yine de fazla bir ömrü kalmadı, çünkü güneş yavaş yavaş ölüyor. Birkaç milyon yıl içerisinde güneş, enerjisini tamamen tüketmiş olacak ve güneş öldüğü zaman, bu gezegen de yaşamını sürdüremeyecek çünkü tüm yaşam enerjimizi güneşe borçluyuz.
Mükemmel bilince sahip olan kişi bu durumu doğal bir olgu olarak kabul edecektir. Şu anda yapraklar ağaçlardan dökülmekte; daha dün gece rüzgar öyle güçlü esiyordu ki tüm yapraklar, yağmur damlaları gibi yere yağıyordu. Bu durumda elimizden ne gelir? Bu varoluşun kanunudur. Her şey önce bir şekil alır sonra da bu şekilden sıyrılıp cisimsizliğin içinde yokolur. Bu yüzden uyanışı gerçekleştirmiş bir kimse için bilincinde hiçbir değişim gerçekleşmeyecektir. Uyanışı gerçekleştirememiş olanlar ise farklı tepkiler göstereceklerdir.
Şöyle bir hikaye duymuştum; yaşlı bir adam ölmek üzereymiş. Uzun bir yaşam sürdüğü için ölüm konusunda bir endişesi yokmuş. Güneş batmış, hava kararıyormuş. Adam gözlerini açıp, yanında oturan karısına sormuş, "En büyük oğlum nerede?"
Karısı, "Tam karşımda, yatağın öbür tarafında oturuyor."diye yanıt vermiş. "Onu merak etme, şu anda hiçbir şey için endişelenme. Rahatla ve dua et."
Fakat adam bu kez, "Ortanca oğlum nerede?" diye sormuş.
Karısı, "O da büyük oğlunun hemen yanında oturuyor" demiş.
Ölmek üzere olan adam bu kez de yatakta doğrulmaya başlamış.
Karısı, "Ne yapıyorsun?" diye sormuş.
Adam, "Küçük oğlumu arıyorum" demiş.
Karısı ve çocukları, yaşlı adamın onları ne çok sevdiğini düşünmüşler. Küçük oğlan da adamın hemen ayak ucunda oturuyormuş.
"Baba, buradayım" demiş. "İçin rahat olsun, hepimiz buradayız."
Bunun üzerine adam şöyle demiş, "Hem hepiniz buradasınız hem de rahat olmamı söylüyorsunuz. Peki herkes buradaysa dükkana kim bakıyor?"
Ölüm anında bile aklı dükkanındaymış yani.
Farklı insanların bilinçaltının ölüm anında nasıl tepki vereceklerini kestirmek çok güçtür. Ama kesin olan bir şey vardır ki, gösterdikleri tepki, tüm yaşamlarını yansıtacaktır. Herkesin yaşamı farklı yollar, farklı deneyimlerden geçtiği için, ulaştığı son nokta da farklı olacaktır.
Ölüm kişiliğinizin özünü su yüzüne çıkarır.
Başka bir yaşlı adam ölüm döşeğindeymiş. Bu adam çok zenginmiş. Ölürken tüm ailesi yanındaymış. En büyük oğlu şöyle demiş, "Öldüğü zaman ne yapmalıyız? Onu mezarlığa taşımak için bir araba kiralamamız gerek."
En küçük oğlan, "Her zaman bir Rolls Royce'un hayalini kurmuştu. Yaşadığı sürece binmek kısmet olmadı, bari öldüğünde mezara Rolls Royce'la gitmenin keyfine varsın." demiş.
Büyük oğlan, "Sen çok küçüksün, hiçbir şeyden anlamıyorsun!" diye yanıt vermiş. "Ölüler hiçbir şeyin keyfine varamazlar. Bir ölü için bir Rolls Royce'la bir Ford arasında hiçbir fark yoktur. Ford kiralasak yeter."
Ortanca oğlan atılmış, "Amma savurgan davranıyorsunuz! Cesedin taşınması gerekiyor yalnızca. Kamyoneti olan birini tanıyorum, hem daha rahat, hem de daha ucuz olur." Diğer ortanca oğlan, "Tüm bu saçmalıklarınıza dayanamıyorum!" diye çıkışmış. Rolls Royce'muş, Ford'muş, kamyonetmiş uğraşmaya ne gerek var. Evlenecek değil ya? Mezara gidecek. Onu arka bahçeye, diğer çöpleri çıkardığımız yere çıkarırız. Belediyenin kamyonu da gelip bedavaya alıp götürür."
Tam bu anda yaşlı adam gözlerini açıp, "Ayakkabılarım nerede?" diye sormuş.
Oğulları, "Ayakkabılarını ne yapacaksın, yatıp dinlensene" demişler.
En büyük oğlan, "Babamız inatçı bir adamdır. Belki de ayağında ayakkabılarıyla ölmeyi aklına koymuştur. Bırakalım giysin onları" demiş.
Yaşlı adam bir yandan ayakkabılarını giyerken, bir yandan da şöyle demiş: "Masraflar için endişelenmeyin. Hala bir parçacık canım var. Mezarlığa yürüyerek gideceğim. Orada görüşürüz! Hepinizin böyle savurgan olması beni üzdü; yaşarken bile bir Rolls Royce'un ya da başka güzel arabaların yalnızca hayalini kurdum. Hayal kurmak ucuzdur, her şeyin hayalini kurabilirsiniz."
Ve söylendiğine göre adam mezarlığa kadar, tüm akrabalarını da peşine takıp yürümüş ve tam olarak mezarının yanı başında ölmüş, masraftan tasarruf etmek için!
Hindistan'da oldukça saygı gören J.Krishnamurti'nin izdeşçilerinden yaşlı bir adam arada beni ziyaret ederdi, çünkü oğlu Madya Pradesh'in baş yargıcıydı ve Madya Pradesh mahkemesi de Jabalpur'daydı. Oğlunu ziyarete geldiğinde mutlaka şehirde olup olmadığıma bakardı. Yaşlı adam neredeyse elli yıldır Krishnamurti'nin izdeşçisiydi. Tüm ritüelleri, tüm kutsal kitapları bir kenara bırakarak, Krishnamurti'nin doğru bildiğine mantığı ve zihniyle kesin olarak ikna olmuştu. Ona şöyle derdim, "Unutmamalısın ki zihninle edindiğin, mantıksal ve rasyonel kanı oldukça yüzeyseldir. Bir kriz anında bu kanı kaybolur, buharlaşır."
Ama o şöyle derdi, "Elli yıl boyunca yüzeysel kalamaz herhalde."
Bir gün oğlu bana gelip, "Babam ölmek üzere ve aklıma sizden başka yanında olmasını isteyeceği kimse gelmedi. Sizi çok sever, lütfen benimle gelin. Araba hazır, fazla vaktimiz yok dedi." Onunla gittim. Babasının odasına girdiğinde sessizce bir şeyler mırıldanmakta olduğunu gördüm. Ben de sessizce yanına yaklaştım çünkü ne söylediğini merak ediyordum. Hindu dininde Tanrının ismi olan Ram'ı tekrarlıyordu. Hem de elli yıl boyunca "Tanrı yoktur" dedikten sonra!
Onu sarstım. Gözlerini açıp şöyle dedi: "Beni rahatsız etme. Bu tartışılacak zaman değil."
"Tartışacak değilim" dedim. "Yalnızca sormak istiyorum; o elli yıl nereye gitti? Tanrı'nın ismini tekrarlamak da nereden çıktı? Tanrı yoktur diye ısrar ederdin hep."
Şöyle yanıt verdi: "O, o zaman için geçerliydi ama şu anda ölmek üzereyim, doktorlar yarım saatten fazla dayanamayacağımı söylüyor. Bu yüzden beni rahatsız etme, bırak tanrının adını tekrarlayayım. Hem kim bilir, belki vardır. Eğer tanrı yoksa adını tekrarlamaktan hiçbir zarar gelmez. Ama bir tanrı varsa ve ölürken adını tekrarlamazsan kara listeye girersin. Ve ben cehenneme gitmek istemiyorum çünkü burada, dünyada zaten yeteri kadar çektim."
"Ben de sana bunu söylemeye çalışıyordum" dedim. "Zihinsel bir kanı tek başına yeterli değildir."
O ölmedi, hastalıktan kurtuldu. Üç dört gün sonra yeniden ziyaretine gittim. Bahçede oturuyordu. Ona sordum: "O akşam hakkında ne düşünüyorsun?"
Şöyle yanıt verdi: "O gece olup biten her şeyi unut. Zayıf bir anımdı ve ölüm korkusundan tanrının adını tekrarlamaya başladım. Yoksa tanrı yoktur." "Bu demektir ki yeni bir ölüm döşeği deneyimine ihtiyacın var. Bu ilk kalp krizini atlattın ama ikincisi de yakındır. En fazla ikinciyi de atlatırsın ama üçüncüden kurtulamazsın. Bu söylediklerini unutma." dedim.
"O geceyi unut. Tanrı olmadığından kesinlikle eminim."dedi.
"Yalnızca ölümün sana yaklaşmasını bekle" dedim. "Bir anda tüm bu yüzeysel, entelektüel kanılar kaybolacaktır. Tanrı olmadığına dair bu fikir sana ait değil, ödünç alınmış bir fikir. Bu kendi araştırmaların, kendi içgüdünle ulaştığın bir fikir değil. Senin bilincinin bir parçası da değil, yalnızca zihninin bir parçası."
İnsanlar farklı şekillerde davranacaklardır.
Bana soruyorsunuz; "Dünyadaki tüm insanlar, bir anda, tanıdıkları insanların çoğunun ölmesine yol açacak, önüne geçilemez, korkunç bir hastalığın içinde olduklarını farkederlerse, bu insan bilincini nasıl etkileyecektir?" diye.
Bu konuda kesinliği olan birkaç nokta vardır. Birincisi, tüm dünya ölürken tüm yakınlarınızın, anne, baba, kız arkadaş, eş, erkek arkadaş, çocuklarınızın hiçbir anlam ifade etmeyecek oluşudur. Tüm dünya ölümün, bir kara deliğin içinde yok olmanın eşiğindeyken, dünyada yarattığınız ilişkiler sağlam kalamaz. Aslında tüm bu ilişkilerin gerisinde biz birbirimize yabancıyız.
Bu insanı korkuttuğu için, kimsenin derinine inmediği bir düşüncedir. Oysa insan bir kalabalığın içindeyken bile tek başınadır. İnsanlar isminizi bilse bile bu neyi değiştirir? Siz hala bir yabancısınızdır. Bunu görmek kolaydır, bir çift otuz yıl, kırk yıl, hatta elli yıl birlikte yaşamış olabilirler ama ne kadar uzun süre birlikte yaşadılarsa, birbirlerine yabancı olduklarını da o kadar iyi anlamışlardır.
Evlenmeden önce belki birbirleri için yaratılmış oldukları sanrısına kapılmışlardı. Ama balayı sona erer ermez bu yanılsama da kaybolur. Ve her gün birbirlerinden biraz daha, biraz daha uzaklaşmaya başlarlar. Bu arada her şey yolundaymış, her şey iyiymiş gibi davranırlar. Ama içlerinde bir yerde yabancılıklarının dokunulmaz olduğunu da bilirler.
Bu dünya tümüyle yabancılarla doludur. Ve dünya az sonra yok olacak olsaydı, tüm radyolar ve televizyon bu duyuruyu yapsaydı, bir anda kendinizi tüm çıplaklığınızla görebilirdiniz: Tek başınıza.
Küçük bir çocuk babasıyla birlikte hayvanat bahçesine gitmiş. Vahşi bir aslanın kafesin içinde bir aşağı bir yukarı yürüyüşünü izlerken çocuk oldukça korkmuş. Henüz dokuz yaşlarındaymış. Babasına şöyle sormuş: "Baba olur da bu aslan kafesinden çıkar ve sana bir şey olursa diye lütfen bana eve dönebilmek için kaç numaralı otobüse binmem gerektiğini söyler misin?"
Aslında böyle bir durumda çocuk çok anlamlı bir soru soruyor. Babasına bir şey olursa kendisine de bir şey olabileceğini kestiremiyor ama olur da babasının başına bir şey gelir ve kendisi sağ kalırsa eve dönebilmek için otobüsün numarasını bilmeye ihtiyacı var. Bu durumda babası, oğlu onun akıbetiyle hiç ilgilenmediği için şok geçiriyor. Ona ne olursa olsun çocuk otobüs numarasını bilmek istiyor.
Ölüm havası bir anda bütün maskelerinizi çıkarır, bir anda yalnız olduğunuzun ve tüm ilişkilerinizin bunu unutmak için, bir aile kurup kendinizi yalnız hissetmemek için yaratılmış birer kandırmaca olduğunun farkına varmanızı sağlar.
Ölüm her şeyi kusursuzca açığa çıkarır. Ve bu yalnızca küçük ölümler için geçerlidir. Eğer tüm dünya ölecekse bütün ilişkileriniz bu olay gerçekleşmeden önce son bulacaktır. Tek başınıza, isimsiz, şöhretsiz, saygın olmayan, güçsüz ve tamamen çaresiz bir yabancı olarak öleceksiniz. Ancak bu çaresizlikte bile insanlar farklı davranacaklardır. Yaşlı bir adam genç bir kadınla buluşmadan önce, libidosunu arttıracak bir afrodizyak reçetesi yazması için doktora gider. Daha sonra kadını şehrin en güzel restoranlarından birine götürür. Çorba siparişlerini verdikten sonra kadını makyajını tazelemesi için tuvalete gönderip garsonu çağırır. Garsonu kenara çekip gizlice, "Çorbayı mutfaktan çıkarmadan hemen önce bu ilaçları içine at" der. Genç kadın masaya geri döner. Fakat on beş dakika sonra çorbalar hala gelmeyince adam yeniden garsonu çağırıp, "Çorbalar nerede kaldı?" diye sorar.
"Birkaç dakika sonra burada olurlar" diye yanıtlar garson. "Ama önce eriştelerin tekrar yatay pozisyona geçmesini bekliyoruz."
Ölüm vakti geldiğinde, bilinçsiz insanların aklındaki en önemli konu seks olacaktır çünkü seks ve ölüm aynı madalyonun iki farklı yüzüdür.
Tüm dünya ölürken, cinselliklerini bastırmış olan bilinçsiz insanların çoğunun aklında yalnızca seks olacaktır. Başka hiçbir şey düşünemeyecek; tüm merak, hobi ve dini inançlarını yitirip dünya ölüyor, belki ölüm her şeyi yok etmeden önce son bir kez daha sevişebiliriz diye düşüneceklerdir. Tüm yaşamları boyunca din adamları yüzünden, toplumsal ve kültürel baskılar yüzünden libidolarını, cinsel dürtülerini bastırıp durdukları halde o noktada hiçbir şeyin önemi kalmayacaktır. Her şey yok olacağı için artık ne saygınlığa ihtiyaç duyacak ne de dinleri önemseyecekler.
Tabii bu değişik bireylere ve nasıl bir yaşam sürmüş olduklarına bağlı olacaktır. Eğer bu bireyler kendilerini kısıtlamadan, doğal bir hayat sürmüş ve her anın hakkını vermişlerse büyük olasılıkla olup biteni, bu en büyük trajediyi, dünyadaki en büyük dramı yalnızca izleyeceklerdir. Sessizce oturup izlemekten başka hiçbir şey yapmayacaklardır. Yine de insanların nasıl davranacağına dair genel bir kural oluşturulamaz.
Yalnızca aydınlanmış insanlar için hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair garanti verilebilir. Onlar bu olayların oluşun doğasında olduğunun bilincindedirler. Bu Gautama Buda'nın yaklaşımının ta kendisidir -oluş felsefesi- sonbahar geldiğinde bir an gelip çatar ve artık yapraklar ağaçtan ayrılmak zorundadır.
İlkbaharda ise çiçekler açar ve özellikle Doğu'da -Batı'nın bu konuda hiçbir fikri yoktur- bunun yalnızca bir canlanış olmadığı, her canlının bir yokoluşa doğru gittiği bilinir. Bu tıpkı her insanın yorucu bir iş gününden sonra uykuya yatmasına benzer. Bu çok sağlam bir düşüncedir. Her varlık bir süre sonra -ki artık her varlığın tam olarak ne kadar yaşadığından bile sözedilebiliyor- bir yok oluşa doğru ilerliyor. Her şeyin dinlenmeye de ihtiyacı var. Bu yüzden aydınlanmış insan için bu hiç olağan dışı bir durum değildir; varoluşun bir parçasıdır. Gün sona erdiği gibi gece de sona erecek ve canlanış yeniden uyanacaktır.
Modern fizik bu düşünceye giderek yaklaşıyor. Öncelikle kara delikleri keşfettiler: Uzayda tuhaf kara delikler olduğunu ve bir gezegen ya da güneşin bu deliklere yaklaştığı takdirde içeri çekilip basitçe yokolduğunu buldular. Ancak bilim doğanın dengesini anladığı için şimdi de beyaz deliklerin var olması gerektiğinden söz ediliyor. Belki de kara delikler kapının bir yanında beyaz delikler ise diğer yanında yer alıyor. Bir gezegen ya da yıldız bir yandan kara deliğe girip kaybolurken, diğer yandan da beyaz delikten yeni bir yıldız doğuyor.
Her gün yeni yıldızlar doğup eskileri ölüyor, yaşam ve ölüm sürekli bir çember çiziyorlar. Eğer yaşam günse, ölüm de gecedir, yani günün karşıtı değildir; yalnızca dinlenmek, uyumak, yeniden canlanmak için gerekli bir zamandır.
Anlayan bir kişi bu durumdan rahatsızlık duymayacaktır. Ama bilinçsiz kişiler tamamen fıttıracak ve daha önce hiç yapmadıkları şeyleri yapmaya başlayacaklardır. Çünkü daha önce kendilerini kontrol altında tutuyorlardı ama bu durumda ne kontrolün bir anlamı ne de ona duyulan ihtiyaç kalmayacak.
Eğer bu durum önceden bilinirse -ki bu pek olası değil çünkü nükleer silahlarla dünyanın yok edilmesi on dakikadan fazla almayacaktır- bu durumda önceden haber almamız pek mümkün olmayacaktır: "Hazır olun!" diye on dakika içinde dünyanın yok olacağını televizyondan ya da radyodan duymanın şoku bile donakalıp felce uğramanıza yol açabilecek denli büyük ve yabancı bir şok olacaktır.
Belki de insanların çoğu nükleer silahlar yüzünden değil de bu şoktan ölecektir. On dakika sonra tüm dünyanın öleceğini duymanın şoku insanların kırılgan varoluşlarını yok etmeye yetecektir. Yine de insanların nasıl davranacağını önceden kestirmeye çalışmak varsayımdan öteye gidemez.
Yalnızca aydınlanmış kişiler için hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair kişisel yetkimi kullanarak kesinlikle garanti verebilirim. Eğer çay içiyorlarsa, çay içmeye devam edecekler; elleri bile titremeyecektir. Yıkanıyorlarsa yıkanmaya devam edecekler. Ne şoka girecek, ne felce uğrayacak ne de fıttıracaklar. Daha önce kendilerini bastırarak mahrum bıraktıkları şeylere de gömülmeyecekler çünkü zaten aydınlanmış bir kişi varoluşunda hiçbir şeyi bastırmaz; doğaya söyledikleri tek bir kelime vardır: "Evet."
Dünyanın yokoluşuna, bu mutlak ölüme "evet" diyeceklerdir çünkü "hayır" diye bir sözcüğü bilmezler. Onlar hiçbir direnç göstermeyeceklerdir; bilinçli bir şekilde ölen tek insanlar onlar olacaktır. Ve bilinçli olarak ölen bir insan ebedi yaşam akışına katılır; o aslında ölmemiştir.
Bilinçsiz olarak ölenlerse başka bir gezegende, başka bir rahimde yeniden doğacaklardır çünkü yaşam nükleer silahlarla bile yok edilemez. Bu silahlar ancak yaşamı içinde barındıran evleri yok edebilir. Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir? Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım? Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz. | Offline
| |
13-07-2011, 12:16 AM
|
#12 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz
Varlığın Merkezine Yolculuk
Meditasyon: Her şeyin Ötesindeki Yol
Sevgili OSHO,
Ölüm ve meditasyon arasında güçlü bir bağ olduğunu hissediyor ve bunu hem büyüleyici hem de ürkütücü buluyorum. Sizinle birlikte oturduğumuzda gözlerimi kapatıp meditasyon yaparken kendimi güvende hissediyor, tek başımayken ürküyorum. Lütfen bu konuda yorum yapar mısınız?
Meditasyon ve ölüm arasında yalnızca güçlü bir bağ yoktur, ikisi neredeyse aynı şeydir, aynı deneyim üzerine iki farklı bakış açısıdırlar. Ölüm sizi bedeninizden zihninizden, siz olmayan her şeyden ayırır. Ancak bu ayırmayı sizin iradenizin dışında gerçekleştirir. Sizse bu ayrılmayı istemediğiniz, rıza göstermediğiniz ve kendinizi bırakamadığınız için direnç gösterirsiniz.
Aynı şekilde meditasyon da siz olmayan her şeyi benliğinizden ve sizin gerçeğinizden ayırır ama burada direnç yoktur ve tek fark budur. Direnç yerine son derece büyük bir istek, bekleyiş ve arzulu bir kucaklayış vardır. Onu ister, kalbinizin derinliklerinden gelen bir arzu duyarsınız.
Yaşanan deneyim aynıdır -yanlışla gerçeğin birbirinden ayrılması- ama ölüme karşı duyduğunuz direnç yüzünden bilincinizi yitirir, bir koma durumuna girersiniz. Ölüm anında bazı şeyleri sıkıca tutup bırakamadığınız için bu ayrılmanın gerçekleşmesine izin vermez, tüm kapıları ve pencereleri sıkıca kapatırsınız. Duyduğunuz yaşam arzusu o anda en doruk noktaya ulaşmıştır. Ölüm düşüncesi bile sizi ta en derin köklerinizden ürkütür.
Ancak ölüm doğal bir olgu olduğu gibi kesinlikle de gereklidir, yaşanması gerekir. Yapraklar sararıp dökülmezse, yeni, taze yapraklar da çıkamaz. İnsan eski bedeninin içinde yaşamaya devam ederse, daha iyi, daha taze, yeni bir başlangıç için daha fazla olasılık barındıran bir eve taşınamamış olur. Belki bu kez önceki hayatında seçtiği yolu seçmeyecek ve aynı çölde kaybolmayacaktır. Belki de bilinçle dolu yepyeni bir göğe doğru yol alacaktır.
Her ölüm bir son olduğu gibi bir başlangıçtır da. Sona çok fazla takılı kalmayın. Bu eski, çürümüş, sefil bir hayat biçiminin sonu, yeni bir hayata başlayıp aynı hataları tekrarlamamak için verilmiş büyük bir fırsattır. Yeni bir maceranın başlangıcıdır. Ama yaşama tutunup onu bırakmak istemediğiniz için -yine de olayların doğası gereği gerçekleşmesi gerektiğinden- bilincinizi yitirirsiniz.
Aydınlanmayı başarmış birkaç kişi dışında hemen hemen herkes bilinçsizce ölür; çünkü ölümün ne olduğunu, yeni bir başlangıç, yeni bir gün doğumu olduğunu bilmezler.
Meditasyonla kendi başınıza araştırmaya çıkabilirsiniz.
Tam olarak sizi nelerin oluşturduğunu, içinizde nelerin sahte, nelerinse gerçekten siz olduğunu anlamak için araştırıyorsunuz. Bu sahte olandan gerçeğe, fani olandan ölümsüze, karanlıktan aydınlığa doğru yapılan sonsuz büyüklükte bir yolculuktur. Ancak zihin ve bedenden ayrılışı izleyebilme noktasına geldiğinizde ve bu duruma yalnızca bir gözlemci olarak katıldığınızda ölüm deneyiminden pek bir farkı yoktur.
Ölmüyorsunuz... Meditasyon yapan bir insan neşe içinde ölür çünkü ölümün var olmadığını bilir; "ölüm onun sıkı sıkı tutunduğu yaşamı bırakamamasındadır."
"Ölüm ve meditasyon arasında güçlü bir bağ olduğunu hissediyorum" diyorsunuz. Bu bağ vardır. Bu topraklardan çıkmış eski kutsal kitaplarda usta bile ölüm olarak tanımlanır çünkü onun tüm işlevi, tüm görevi meditasyonu öğretmektir. Bir başka deyişle size ölmeden ölebilmeyi öğretiyor, ölüm deneyiminden geçip, canlı kaldığınıza şaşırarak onun yalnızca bir bulut gibi gelip geçtiğini, size bir sıyrık bile atamadığını göstermeye çalışıyordu. Bu durum karşısında duyulan büyülenme ve korku da bu yüzdendir. Büyülenme herkesin içinden geçmek zorunda olduğu -defalarca içinden geçip o sırada bilinci yerinde olmadığı için unuttuğu- gizemli deneyimin bilincinde olmaktan kaynaklanır. Korkunun nedeni ise ölümün belki de yeni bir başlangıç değil yalnızca bir son olduğu düşüncesindendir.
Bu yüzyılın başında şöyle bir olay gerçekleşti: Varanasi Kralının bir ameliyat olması gerekiyordu. Bu, oldukça büyük bir ameliyat olduğu halde inatçı Kral hiçbir şekilde anestezi kullanılmasını istemiyordu. "Ameliyatı yapabilirsiniz ama bu sırada ben de olup biteni izlemek istiyorum; baygın olmak istemiyorum." diyordu.
Doktorların kafası oldukça karışmıştı. Bu tıp ahlakına aykırıydı; böyle büyük bir ameliyat çok fazla acı verecek, hasta belki de ameliyat sırasında duyduğu acıdan ölecekti. Ameliyat sırasında hastanın baygın olması gerekiyordu.
Belki de cerrahi bilimi anestezi sanatını ölüm deneyiminden öğrenmiştir çünkü ölüm en büyük cerrahidir. Ölüm sizi bedeninizden, zihninizden, kalbinizden ayırır -ki siz yetmiş seksen sene boyunca bunlarla özdeşleştirildiniz. Bu özellikler neredeyse gerçek siz haline geldi. Bu ayrılık oldukça acı verecek ama acının da bir sınırı vardır.
Hiç farkettiniz mi? Katlanılmaz acı diye bir şey yoktur. Katlanılmaz acı yalnızca dilde varolabilir, her acı katlanılabilirdir. Acı katlanılmaz olduğu an zaten baygın düşersiniz. Bilinç acıya katlanmanın bir yoludur.
O sıradan bir adam olsaydı doktorlar onu dinlemeyecekti ama o bir kraldı hem de çok sevilen bir kral, tüm ülke onu büyük bir bilge olarak tanırdı. Cerrahları ikna etti, "Merak etmeyin, bana hiçbir şey olmayacak.
Yalnızca ameliyata başlamadan önce bana beş dakika tanıyın ki kendimi meditatif bir duruma sokabileyim. Bir kez meditasyona girdikten sonra, zaten bedenimden çok uzaklarda olacağım. Ondan sonra isterseniz tüm bedenimi küçücük parçalar halinde kesip biçebilirsiniz, ben yalnızca bir gözlemci olacağım, olup bitenler başkasına oluyormuşçasına uzak bir gözlemci."
Bu çok kritik bir andı; ameliyatın hemen gerçekleşmesi gerekiyordu yoksa hasta ölebilirdi. Bu durumda iki seçenek kalıyordu: ameliyatı gerçekleştirip hastanın uyanık olmasına izin vermek, ya da ameliyat yapmayarak bilimin eski rutinini izlemek. Ama bu ikinci durumda ölümün gerçekleşmesi kesindi. Birinci seçenekte ise bu kadar ısrar ettiğine göre hastanın bu durumu idare etme şansı olabilirdi belki. Onu ikna edecek bir yol bulamadıkları için ameliyata başladılar.
Bu anestezi kullanılmadan, hasta meditasyondayken gerçekleştirilen ilk ameliyattı. Kral yalnızca gözlerini kapadı ve tamamen sessizleşti. Cerrahlar bile kralın etrafındaki değişikliği hissettiler; yaydığı titreşimler, hissedilen varlığı değişmiş, yüzü yeni doğmuş küçük bir bebeğinki gibi rahatlamıştı ve beş dakika içinde ameliyata başladılar. Ameliyat iki saat sürdü, doktorlar korkudan titriyordu; aslında kralın kurtulup kurtulamayacağından emin değillerdi, bu şok belki de fazla güçlü gelecekti. Fakat ameliyat sona erince kral, "Artık gözlerimi açabilir miyim?" diye sordu.
Bu vaka tıp alanında tüm dünyada çok tuhaf bir vaka olarak tartışıldı. Cerrahlar krala ne yaptığını sordular. Şöyle yanıt verdi, "Hiçbir şey yapmadım. Meditasyon yapmak benim hayatım. An be an sessizlik içinde yaşıyorum. O beş dakikayı istememin nedeni bu kadar tehlikeli bir ameliyat yapacağınız için varlığımın içinde hiç titremeden çok sağlam bir şekilde yerleşmem gerekmesiydi. O zaman her şeyi yapabilirdiniz çünkü bunları bana yapmıyor olacaktınız. Ben ayık bilince dönüşmüştüm ve bilinci ameliyat edemezsiniz, yalnızca bedeni ameliyat edebilirsiniz."
Bana diyorsunuz ki, "Sizinle birlikte otururken bir şekilde kendimi güvende hissediyorum." Benimle ya da kendi başınıza oturmanız arasında hiçbir fark yoktur, bu yalnızca zihinsel bir güvencedir, usta oradayken o sıçramayı yapmaktan bir zarar gelmeyeceği düşüncesidir. Bir şeyler ters giderse, nasıl olsa bunu düzeltebilecek biri var.
Meditasyonda hiçbir şey ters gitmez, asla.
Meditasyon olmadan ise herşey zaten ters gidiyordur.
Meditasyon olmadan hiçbir şey yolunda gidemez; tüm yaşamınız ters gidiyordur. Yalnızca ümit içinde yaşıyorsunuz ama ümitleriniz hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Yaşamınız uzun, upuzun bir trajediden ibaret. Bunun nedeni ise sizin bir farkındalık ve meditasyon hali içinde olmayışınız.
Meditasyon ölüme benzer, deneyim olarak ise tamamen aynıdırlar. Fakat tavır ve yaklaşım olarak birbirlerinden farklıdırlar ve bu fark öyle uçsuz bucaksızdır ki, meditasyonun yaşamın ta kendisi, ölümün ise yalnızca bir düş olduğu söylenebilir.
Bizim içinde bulunduğumuz, bir çok insanın birarada oturup meditasyon yaptığı ve bir ustanın hazır bulunduğu bu durum, ruhani bir okulun işleyiş biçimidir. Kendinizi güvende hissediyorsunuz, yalnız başınıza değilsiniz. Bir şeyler ters gitse, anında yardımınıza koşulacak. Ama hiçbir şey ters gitmeyecek.
Bu yüzden hem benimle birlikte otururken, hem de yalnız başınızayken meditasyon yapın. Meditasyon, gerçekleştirilirken asla hiçbir şeyin ters gitmeyeceğine dair kesin garanti verilebilecek tek eylemdir. Yalnızca kendi varlığınızı size gösterirken herhangi bir şey nasıl ters gidebilir? Ve siz hiçbir şey yapmazsınız; yalnızca bir şey yapmayı durdurursunuz. Düşünmeyi, hissetmeyi, yapmayı, tüm eylemleri durdurursunuz. Geriye yalnızca bilinç kalır çünkü o bir eylem değil, asıl kendinizdir.
Varlığınızı bir kez deneyimledikten sonra tüm korkular kaybolur ve yaşam bambaşka bir boyuta dönüşür artık ne monoton ne de sıradandır. İlk kez yalnızca kendinizin değil, varolan herşeyin kutsal ve ilahi olduğunu farkedersiniz. Her şey bir gizeme dönüşür ve bu gizemin içinde yaşamak mutluluğun tek yoludur; bu gizemin içinde yaşamak, yağmur gibi üzerinize yağan bir kutsanmanın içinde yaşamak demektir. Her an, size daha fazlasını getirir, daha derin ve daha yüce bir kutsanma getirir bunu hakettiğiniz için değil, yaşam zaten bunları büyük bir bereketle sunduğu için, almaya açık olan herkesle paylaşmaya yükümlü olduğu için.
Ama meditasyonun ölüm gibi olduğu fikrini edinmeyin çünkü ölüm sizin kafanızda iyi çağrışımlara sahip değil. Böyle bir fikri edinmek -"ölüm gibi"- sizi uyanık bilinçliliği deneyimlemekten alıkoyar. Aslında bu gerçek ölümdür. Sıradan ölüm gerçek bir ölüm değildir çünkü ölen kişi yeni bir yapıyla, yeni bir bedenle buluşacaktır. Meditasyon yapan kişi ise daha yüce bir şekilde ölür; bir daha asla bir bedenin içinde hapis kalmayacaktır.
Zaten bir çok yanlış anlama kafanızda üst üste yığılmış haldedir. Bunlardan bazıları gerçekten büyük zararlar verebilir. Meditasyonla ölümü kafanızda özdeşleştirmek de kendinize verebileceğiniz en büyük zararlardan biridir. Aslında yanılmadığınız halde, ölümün anlamıyla ilgili çağrışımlarınız meditasyona girebilmenizi engelleyecektir.
Ölümü gitgide matemden çok kutlamayla, bir sonla değil de yeni bir başlangıç, bir değişimle bağdaşacak hale getirmeye çalışmamın başlıca nedenlerinden biri de budur.
Ben bu çağrışımları değiştirmek istiyorum Bu, meditasyon hali için gerekli olan yolun önünü açacaktır.
Siz de benimle birlikte burada, sessiz ve meditatif bir halde ve hala canlı, gitgide de daha canlı hissedebiliyorsanız korkmak için hiçbir neden yoktur. Bunu değişik durumlarda deneyin, her zaman büyük bir şifa, iyileşme, bilgelik ve içgörü kaynağı olduğunu göreceksiniz. | Offline
| |
13-07-2011, 12:23 AM
|
#13 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz
Ölmeden Ölümü Tanımak
Sevgili OSHO,
Ölüm korkusu neden ömrüm boyunca bana eşlik etti ve benim için bunun önemi nedir?
Meditasyon ve ölüm oldukça benzer deneyimlerdir. Ölümle birlikte egonuz yok olup geriye yalnızca saf varlığınız kalır. Aynı şey meditasyonda da gerçekleşir: Egonun kaybolması ve yalnızca saf oluşun, varlığın varolması. Bu benzerlik öyle derindir ki, kimi insanlar ölümden korktukları gibi meditasyondan da korkarlar. Aynı şekilde meditasyondan korkmadığınız zaman ölümden de korkmazsınız.
Meditasyon sizi ölüme hazırlar.
Gördüğümüz tüm eğitim yalnızca yaşam için geçerli. Bu eğitimin yalnızca bir yarısını oluşturur, diğer yarısı -ki bu çok daha önemlidir, yaşamın doruk noktasıdır- tarihte varolmuş ve şu anda varolan tüm eğitim sistemlerinde eksiktir.
Meditasyon sizi diğer yarıya hazırlar; ölmeden ölümü tanımanıza yardım eder. Ve bir kez ölümü ölmeden önce tanıdığınızda, ölüm korkusu sonsuza dek yokolacaktır. Ölüm anınız geldiğinde bile, varlığınızın kılına bile zarar veremeyeceğini bildiğiniz için sessizce izliyor olacaksınız. Ölüm yalnızca bedeninizi ve zihninizi alacak, sizi değil. Siz ebedi yaşama aitsiniz. | Offline
| |
13-07-2011, 12:28 AM
|
#14 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Döngünün Merkezi
Meditasyon tümüyle karanlığın içinden biraz daha, biraz daha bilinç çıkarabilme bilimidir.
Tek yol her gün yirmidört saat boyunca olabildiğince bilinçli olmaktır. Otururken bilinçli oturun, mekanik bir robot gibi değil, yürürken her hareketinize dikkat ederek bilinçli yürüyün, dinlerken her sözcük size kristal berraklığında, saflığında ve açıklayıcılığında gelene dek daha dikkatle, daha dikkatle dinleyin. Dinlerken sessiz olun ki bilinciniz düşüncelerle kaplanmasın.
Şu an bile sessiz ve uyanık bir bilinçle dinlediğinizde küçük böceklerin ağaçların üzerinde şarkılarını söylemekte olduğunu duyabilirsiniz. Karanlık boş değildir, gecenin de kendine ait bir şarkısı vardır ama düşüncelerle dolu olduğunuz zaman böceklerin şarkılarını dinleyemezsiniz. Bu yalnızca bir örnek.
Gitgide daha sessiz olabilirseniz, kendi kalp atışlarınızı, kendi kanınızın akışını dinleyebilirsiniz çünkü kanınız sürekli olarak tüm bedeninizde akmaktadır. Siz daha bilinçli ve sessiz oldukça, daha fazla netlik, daha fazla yaratıcılık ve zeka ortaya çıkacaktır.
Batı'nın büyük filozoflarından biri, C.E.M. Joad ölüm döşeğindeyken, George Gurdjieff'in izdeşçisi olan bir arkadaşı onun ziyaretine gelmiş. Joad arkadaşına sormuş, "Bu tuhaf adamla, Gurdjieff'le neler yapıp duruyorsun? Neden vaktini boşa harcıyorsun? Hem sırf senin değil, bir çok insanın vaktini böyle harcadığını duydum."
Arkadaşı gülerek yanıt vermiş, "Ne tuhaftır ki Gurdjieff'in yanındaki birkaç kişi tüm dünyanın vaktini boşa harcadığını düşünürken, sen de bizim vaktimizi boşa harcadığımızı düşünüyorsun."
Bunun üzerine Joad, "Fazla vaktim kalmadı, yoksa karşılaştırma yapabilmek için seninle gelirdim." demiş.
Arkadaşı, "Birkaç saniyelik ömrün kalmış olsa bile, bunu hemen burada gerçekleştirebiliriz" diyerek Joad'u ikna etmiş.
Adam ona, "Gözlerini kapayıp içeri bak, sonra gözlerini açıp orada ne bulduğunu bana söyle" demiş.
Joad gözlerini kapayıp açmış ve şöyle demiş, "Karanlıktan başka hiçbir şey yok."
Arkadaşı gülerek, "Şu an gülünecek zaman değil çünkü neredeyse ölmek üzeresin. Ama doğru zamanda geldim." demiş. "İçeride yalnızca karanlığı gördüğünü söyledin, öyle değil mi?"
Joad, "Elbette." diye yanıt vermiş.
Bunun üzerine adam, "Böyle büyük bir filozof olduğun ve o kadar güzel kitaplar yazdığın halde yine de bunu göremiyor musun? Aslında iki şey var; sen ve karanlık. Yoksa karanlığı kim görecekti? Karanlık kendi kendisini göremez, bu kesin, ve karanlık 'yalnızca karanlık var' da diyemez." diye açıklamış.
Joad biraz düşündükten sonra, "Tanrım, belki de Gurdjieff'in yanındakiler vakitlerini boşa harcamıyorlardır. Bu doğru. Karanlığı ben gördüm." demiş.
Arkadaşı devam etmiş, "Tüm çabamız bu 'Ben'i, yani gözlemciyi daha güçlü, daha kristalize bir hale getirip, karanlığı aydınlığa çevirmektir. Bu iki şey zaten eş zamanlı olarak gerçekleşecektir. Gözlemci giderek kendi içindeki merkezi buldukça, karanlık da biraz daha azalacaktır. Gözlemci tamamen çiçeklendiğinde, yani bilincin nilüfer çiçeği açtığında, tüm karanlık yok olacaktır."
Karanlıkta yaşamak en asgari düzeyde yaşamaktır. Işıkla dolu olmaksa azami yaşamdır. | Offline
| |
13-07-2011, 12:42 AM
|
#15 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz
Eski Bir Altın Anahtar
Meditasyonun yüzlerce yöntemi olmasına karşın bunların arasında Vipassana'nın özel bir yeri vardır, tıpkı binlerce mistiğin arasında Gautama Buda'nın kendine has, özel bir yeri olması gibi. O bir çok yönden kimseyle kıyaslanamaz. İnsanlığa bir çok yönden kimsenin dokunmadığı kadar faydası dokunmuştur. Onun gerçeği arayış biçimi, bir çok yönden herkesinkinden daha içten ve daha hakiki olmuştur.
Vipassana Buda'yı aydınlanmaya götüren meditasyon yöntemidir. Onun konuştuğu dil olan Pali dilinde sözcük anlamı bakmak, metaforik anlamı ise izlemek, tanık, gözlemci olmaktır.
Buda'nın seçtiği bu meditasyon yöntemine meditasyonun özü denilebilir. Tüm diğer yöntemler tanıklığın farklı biçimleridir. Bu tanık olma durumu tüm meditasyon yöntemlerinde esas olarak mevcuttur, gözardı edilemez. Buda ise diğer her şeyi ortadan kaldırıp, yalnızca bu esas kısmı, yani tanık olmayı tutmuştur.
Bu tanık olma durumunun üç farklı adımı vardır. Buda çok bilimsel bir düşünürdü. Önce bedenle başladı çünkü tanık olunması en kolay olanı bedendi. Elimin hareket edişine, elimin kalktığına tanık olmak basittir. Yolda yürüdüğüme tanık olabilirim, attığım her adıma tanık olabilirim. Yemeğimi yerken kendime tanık olabilirim. Vipassana'nın ilk adımı bedenin eylemlerine tanık olmaktır, ki bu en basit adımdır. Her bilimsel yöntem her zaman en basit adımdan yola çıkar.
Bedene tanıklık ederken edineceğiniz yeni deneyimler sizi oldukça şaşırtacaktır. Bu tanıklık durumunda elinizi, izleyerek, farkındalık, dikkat ve bilinçle oynattığınız zaman elinize ait belli bir zarafet ve sessizliği hissedeceksiniz. Tanıklık etmeden tekrarladığınızda aynı hareket daha hızlı olacak fakat bu zarafeti yitirecektir.
Buda o kadar yavaş yürürdü ki çoğu zaman neden bu kadar yavaş yürüdüğüne dair sorulara maruz kalırdı. Bu soruları şöyle yanıtlardı, "Bu benim meditasyonumun bir parçası: Her zaman sanki kışın soğuk bir nehirde yürüyormuşçasına yavaşça ve dikkatle yürürüm, farkındalıkla çünkü nehir çok soğuk, her adıma tanıklık ederek çünkü her an kayaların üzerinde kayıp suya düşebilirsiniz."
Her adımda yalnızca nesne değişerek yöntem aynı kalır. İkinci adım zihni izlemektir. Şimdi daha az belirgin bir dünyaya giriyorsunuz: düşüncelerinizi izleyin. Bedeninizi izlemekte başarılı olabildiyseniz, bu konuda da herhangi bir güçlük çekmeyeceksiniz demektir.
Düşünceler ince dalgalardır; elektronik dalgalar, radyo dalgaları gibidirler ama aynı zamanda da bedeniniz kadar maddeseldirler. Havanın görünmez olduğu gibi görünmezdirler ama hava da kayalar gibi maddedir, tıpkı düşünceleriniz gibi; maddesel ama görünmez.
Bu ikinci, yani ortanca adımdır. Görünmezliğe doğru ilerliyorsunuz ama hala maddeyle uğraşıyorsunuz; düşüncelerinizi izleyin. Tek şart var: yargılamamak. Yargılamayın çünkü yargılamaya başladığınız anda izlemeyi unutmuş olacaksınız.
Yargılamaya karşı herhangi bir düşmanlığımız yok. Serbest olmamasının tek nedeni, yargılamaya başladığınız o anda -"Bu iyi bir düşünce"- o boşluk boyunca tanıklık etmiyor olursunuz. O anda düşünmeye başladınız ve meşgul oldunuz. Olayların dışında kalamadınız, trafiği yol kenarında durup izlemediniz.
Düşünceleri yücelterek, değerlendirerek ya da lanetleyerek katılımcı haline gelmeyin, aklınızdan geçenlere karşı hiçbir tavır almamanız gerekiyor.
Düşüncelerinizi gökyüzünden geçen bulutları izler gibi izlemelisiniz. Onlar hakkında yargıya varmazsınız -bu kara bulut, kötü bir bulut, bu beyaz bulut vakur görünüyor-. Bulut buluttur, ne iyi ne kötüdür. Düşünceler de böyledir; yalnızca aklınızdan geçen küçük dalga boylarıdır.
Yargılamadan izlediğinizde yine sürprizlerle karşılaşacaksınız. İzleme durumunuz oturdukça, düşünceler de gitgide azalacaktır. Orantı kesinlikle sabittir: yüzde elli tanıklık ettiğinizde düşüncelerinizin yüzde ellisi yok olacaktır. Yüzde altmış tanık olduğunuzda düşüncelerinizin yalnızca yüzde kırkı kalacaktır geriye. Yüzde doksan dokuz oranında saf-tanıklık durumuna ulaştığınızda, yalnızca arada sırada tek başına aklınızda dolanan bir düşünce olacaktır. O yoldan gelip geçen yüzde birlik azınlık dışında trafik yok olup gidecek, o yoğun, sıkışık trafikten eser kalmayacaktır.
Yüzde yüz yargısızlık durumuna, tanıklık durumuna ulaştığınızda yalnızca bir aynaya dönüşmüşsünüz demektir, çünkü bir ayna asla herhangi bir yargıya varmaz. Çirkin bir kadın aynaya baktığında bu ayna için hiçbir şeyi değiştirmez. Kimse aynaya bakmadığı zaman da ayna birini yansıttığı zamanki kadar saf bir durumdadır. Ne yansıttığı bir görüntü, ne de hiçbir görüntü yansıtmama hali aynayı değiştirmez. Tanıklık da aynaya dönüşür.
Bu meditasyonda ulaşılmış büyük bir noktadır. Yarı yol aşılmış ve en zor kısım atlatılmıştır. Artık sırrı öğrenmişsinizdir, yalnızca aynı sırrı farklı nesnelere uygulamanız gerekir. Düşüncelerden daha hassas deneyimlere, duygulara, ruh hallerine, yani zihinden yüreğe aynı şekilde yargılamaksızın, yalnızca tanık olarak geçme zamanınız gelmiştir.
Bu kez sizi bekleyen sürpriz ise, çoğu duygu ve ruh halinin sizi ele geçirdiğini görmek olacaktır.
Üzgün olduğunuz zaman, üzgünlük sizi ele geçirir. Kızgın olduğunuz zaman da bu kısmi bir şey değildir.
Kızgınlık tüm benliğinizi kaplar, içinizi doldurur. Yüreğinizi izlediğiniz zaman deneyimleyeceğiniz şey, sizi artık hiçbir şeyin ele geçiremeyecek oluşudur. Üzüntü gelir ve geçer, üzgün olmazsınız. Mutluluk gelip geçer, mutlu da olmazsınız. Yüreğinizin derin katmanlarında yaşanan kıpırdanmalar sizi hiçbir şekilde etkilemez. Hayatınızda ilk defa, ustalığın ne anlama geldiğini az çok da olsa tatmış olursunuz. Artık önemsiz şeyler için ne bir kimsenin, ne de bir duygunun bir o yana, bir bu yana doğru çekiştirip durduğu bir köle olmaktan kurtulmuşsunuz demektir.
Bu üçüncü adımda tanık olma durumunu başardığınızda ilk kez ustalığa ulaşmış olacaksınız: Hiçbir şey sizi rahatsız edemeyecek, hiçbir şey sizi aşamayacak, her şey bir dağın zirvesindeymişsiniz gibi, sizden çok uzaklarda, çok derinlerde kalacak.
Bunlar Vipassana'nın üç adımıdır; bu adımlar sizi tapınağın kapısına götürür ve bu kapı zaten açıktır.
Tüm bedeninize, zihniniz ve yüreğinize karşı kusursuz bir izleyici konumunda olabildiğiniz zaman, artık beklemekten başka yapabileceğiniz bir şey kalmamıştır. Bu üç adım kusursuzca gerçekleştiği zaman dördüncü adım bir ödül olarak kendi başına gerçekleşecektir. Bu yürekten varlığa, varoluşun merkezine doğru yapılan bir kuantum sıçrayışıdır. Bu sizin elinizde olan bir şey değildir, kendi başına gerçekleşir- bunu unutmamanız gerek.
Bunu yapmaya çalışmayın çünkü böyle bir çabanın sonucunda başarısız olacağınız kesindir. Bu bir oluşumdur. Siz üç adımı hazırladığınızda dördüncü adım varoluşun kendisinden gelen bir ödüldür; bir kuvantum adımıdır. Bir anda yaşam enerjiniz, tanıklığınız, varlığınızın merkezine nüfuz eder. Artık eve varmışsınız demektir. Bu durumu, kendinin farkına varma, aydınlanma, ya da ulaşılabilecek en üst özgürlük olarak tanımlayabilirsiniz ve bundan başka hiçbir şey yoktur. Arayışınızın tamamen sonuna geldiniz; varoluşun en temel gerçeğini ve bir gölge gibi çevresine yayılan müthiş haz ve mutluluğu buldunuz.
Meditasyon bir iş değildir.
Meditasyon saf mutluluktur.
Daha derine indikçe daha fazla güzel yerle, daha fazla aydınlık noktayla karşılaşırsınız. Bunlar sizin hazinelerinizdir; sesin yokluğundan değil, sessiz ama müzik dolu, capcanlı ve danseden bir şarkının varlığından oluşan derin sükunetinizdir.
Varlığınızın bu en üst noktasına, kendi döngünüzün merkezine ulaştığınızda, Tanrı'yı da, bir kişi olarak değil ama ışık, bilinç, gerçek ve güzellik, yani insanoğlunun yüzyıllardır düşünü kurduğu her şey olarak bulmuş olacaksınız. Düşü kurulmuş bu hazinelerin hepsi aslında insanoğlunun içinde saklıdır.
Meditasyon zorlu, eziyet veren, insanı dünyevi zevklerden soyutlanmaya zorlayan bir ibadet biçimi değil aksine oldukça keyifli, müzik dolu, şiirsel ve gitgide daha çok saf bir neşeye dönüşen bir yöntemdir. Bir iş değil bir
duadır; benim bildiğim tek duadır.
Benim için dua etmek, kendi varlığına eriştiğin zaman varoluşa karşı sonsuz bir şükran duymak demektir. Bu şükran duygusu hakiki olan tek duadır, tüm diğer dualar sahte, sözde, sonradan üretilmiş dualardır. Bu şükran duygusu ise içinizde bir gülden çıkan koku gibi yükselir.
Musevi bir mümin çok güzel bir kadını yemeğe çıkarır. Poona'daki en pahalı restorana gidip İtalyan spagettisi, Japon suşisi ve Fransız şarabıyla harika bir ziyafet çekerler. Tatlı olarak Alman usulü çikolatalı pasta yedikten sonra, bu müthiş yemeği Brezilya kahvesiyle noktalarlar. Garson hesabı getirdiğinde Goldstein cüzdanını evde bıraktığını farkeder. Cebinden Bhagvvan Shree Rajneesh'in resmini çıkararak garsona uzatır.
"Bu nedir?" diye sorar garson.
"Benim master kartım.*" diye yanıt verir Goldstein.
Meditasyon sizin master kartınızdır!
*Bir kredi kartı markası olan Mastercard İngilizce'de aynı zamanda 'usta kartı' anlamına gelir. | Offline
| |
13-07-2011, 12:52 AM
|
#16 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Kusursuz Farkındalık Büyük Mutluluk Getirir
Sevgili OSHO,
Birkaç ay önce bir arkadaşımla birlikte, ölüm döşeğinde olan babasını ziyaret ediyorduk. Etrafında bir sürü insan vardı. Bedeni tükenmek üzereydi. İnsanların çoğuna karşı kayıtsız kalıyordu ama herkes gittikten sonra bir anda gözlerini açıp bize şöyle dedi:
"Sanki iki bedenim varmış gibi hissediyorum; biri hasta diğeri ise tamamıyla sağlıklı".
Ona, "Bu doğru" diye yanıt verdik. "Sağlıklı olan gerçek sensin, bu yüzden onunla kal."
"Tamam" diyerek gözlerini yeniden kapadı. Onun yanında oturmaya devam ederken hastane yatağının etrafındaki hastalık enerjisi değişmeye başladı. Bu yeni enerjiye inanamıyorduk; sanki sizinle birlikte darşanda gibiydik. Öylesine güzel bir sessizlikti. Bu söylediklerimi gerçekten deneyimlemekte olan birisine söylemiş olduğum için kendimi biraz tuhaf hissettim. Söylediklerim benim kişisel deneyimim değil sadece üzerinde düşündüğüm şeylerdi. Biz hastaneden ayrıldıktan sonra hasta bir süreliğine iyileşip evine gönderildi ve kendi yatağında, huzur içinde öldü. Sevgili Bhagwan, on senedir sizinle birlikte olmama karşın, böylesine bir güven, açıklık ve huzurla herşeyden vazgeçmeye hazır olan bu adamın karşısında kendimi son derece cahil hissettim.
Yaşadığınız deneyim, biri ölmek üzereyken her zaman mümkündür. İhtiyaç duyulan tek şey, uyanık ve dikkatli olmaktır. Ölmekte olan adam farkındaydı, bu deneyim için çok fazla farkındalık gerekmez.
Ölüm anında tensel beden ile tinsel beden birbirlerinden ayrılmaktadır. Sıradan zamanlarda bu iki beden birbiriyle çok sıkı bir ilişki içerisinde oldukları için ayrımlarına varmak güçtür. Ancak ölüm anında, ölüm gerçekleşmeden hemen önce, iki beden artık birbiriyle özdeşleşmemeye başlar. Artık ikisi ayrı yola gidecek, tensel beden fiziksel elementlere karışırken, tinsel beden yeni bir doğuma, yeni bir şekle, yeni bir rahme doğru kutsal bir yolculuğa çıkacaktır.
Kişi biraz açık ise bunu kendi kendine görebilir, ki siz hasta adama, sağlıklı bedenin kendisi, hasta, ölmekte olanınsa kendisi olmadığını söylediniz. Bu anlarda kişinin karşısındakine güvenmesi oldukça kolaydır çünkü olup bitenleri zaten bizzat kendi gözleriyle görmektedir. Kendini bu tükenmiş bedenle özdeşleştiremediği için, daha sağlıklı, daha derindeki bedenin kendisi olduğu gerçeğini anında kavrar.
Ama ona biraz daha yardımcı olabilirdiniz. Yaptığınız iyi bir hareket ama yeterince iyi değil. Adamın bu tensel bedenle kendini özdeşleştirmekten vazgeçmesi bile odadaki enerjiyi bir anda değiştirmiş, daha sessiz ve huzurlu bir hale dönüştürmüş. Ancak ölmekte olan birine yardım etme sanatını öğrenebilmiş olsaydınız, durduğunuz noktada durmaz, devam ederdiniz. Ölmek üzere olan herkes gibi güvenmeye hazır olduğu için ona ikinci bir şeyin söylenmesi kesinlikle gerekliymiş.
Sorunları, şüpheleri ve ertelemeleri yaratan yaşamdır. Ölürken hiçbir şeyi erteleyecek zamanınız kalmamıştır. Adamın, "Bunu sonra anlamaya çalışırım" ya da "Yarın bakarım" diyecek bir durumu yoktur. Hemen o anda yapmak zorundadır çünkü onun için bir sonraki anın bile kesinliği yoktur. Büyük olasılıkla o zaman yaşamıyor olacaktır. Hem karşısındakine güvenmekle ne kaybedebilir? Zaten ölüm beraberinde her şeyi alıp gitmeyecek mi? Bu nedenle güvenmekten korkmak söz konusu değildir, düşünüp, tartacak zaman yoktur. Aynı zamanda tensel bedeninin gitgide uzaklaşıyor olduğu da gayet açıktır.
"Sağlıklı beden sensin" demek iyi bir adımdı ama ikinci adım olarak şunlar söylenmeliydi: "Sen iki bedenin de tanığısın; ölmekte olan fiziksel bedenin, daha sağlıklı olduğunu hissettiğin beden ise psikolojik. Peki sen kimsin? İki bedeni de görebiliyorsun. Demek ki sen kesinlikle üçüncüsü olmalısın; bu ikisinden biri olamazsın."
Bu Bardo'nun işleyişidir. Yalnızca Tibet'te ölüm sanatını geliştirmişlerdir. Tüm dünya yaşama sanatını geliştirmeye çalışırken, dünyada tümüyle ölüm bilimi ve sanatını geliştirmiş tek ülke Tibet'tir. Ve buna Bardo adını vermişlerdir.
Eğer o kişiye, "Birinci adımı atıp tensel bedenden çıkman çok iyi ama şimdi de kendini psikolojik bedenle özdeşleştirdin. Sen ondan ibaret de değilsin; sen sadece farkındalıksın, saf bilinç, bir algılamasın." deseydiniz ve o beden ya da bu beden değil, bedensiz, cisimsiz bir varlık, saf bir bilinç olduğunu anlamasına yardım edebilseydiniz, bu ölüm tamamıyla farklı bir olguya dönüşecekti.
Odadaki enerji değişimini gördünüz ama bambaşka bir değişim daha görecektiniz. Sessizliğin inişini gördünüz ama aynı zamanda müziği, dans eden bir enerjiyi, tüm mekanı dolduran belli bir kokuyu da duyacaktınız. Adamın yüzü de başka bir olguyu, ışığın aurasını sergileyecekti.
Eğer ikinci adımı da atabilseydi, bu ölümü son ölüm olacaktı. Bardo'da buna 'büyük ölüm' denir çünkü artık yeni bir biçime, yeni bir esarete doğmayacak, sonsuzluğun, tüm evreni dolduran okyanusvari bilincin içinde kalacaktı.
Bunu hatırlayın, bir çoğunuzun başına aynı şey gelebilir. Bir arkadaşınızın, akrabanız, anneniz veya babanızın ölümü sırasında yanlarında olabilirsiniz. İki şeyin farkına varmalarına yardımcı olun: birincisi ölmekte olan tensel bedenin kendileri olmadığıdır, ki ölmekte olan bir insan için bunu anlamak çok basittir. İkincisi biraz daha güçtür ama ilkini anlayabilmişse ikincisini de anlama şansı vardır. Bu adım ikinci bedenden ibaret de olmadığını kavramaktır. Kişi bu iki bedenin de ötesinde, saf özgürlük ve saf bilinçtir.
İkinci adımı atabilmiş olsaydı, etrafında bir mucizenin gerçekleşmesine, sessizlikten öte, daha canlı bir şeye, sonsuzluğa, ölümsüzlüğe ait bir şeye tanık olacaktınız. Ve orada bulunan insanlar olarak hepiniz, bu ölümün yas tutma değil de bir kutlama zamanına dönüşmesinden ötürü dayanılmaz bir şükran duyacaktınız.
Eğer bir ölümü bir kutlama anına dönüştürebilirseniz, arkadaşınıza, annenize, babanıza, kardeşinize ya da eşinize yardım edebilmişsiniz demektir. Onlara vermiş olduğunuz, varoluşun sunduğu en büyük armağanıdır. Ve ölüme yakınken bu oldukça kolaylaşır. Bir çocuk, yaşam ya da ölüm hakkında herhangi bir endişe taşımaz; bu konuda düşünmez bile. Genç bir adam ise biyolojik oyunlara, hırslara, daha zengin, daha güçlü, daha fazla prestij sahibi olmaya fazlasıyla kafasını taktığı için, bu ebedi sorunlara kafa yoracak zamanı yoktur.
Ama ölüm anında, ölüm gerçekleşmeden hemen önce, hiçbir hırsınız kalmaz. Zengin ya da fakir olmanız, bir suçlu ya da bir aziz olmanız hiçbir şeyi değiştirmez. Ölüm sizi yaşama dair ayrımcılıkların ya da aptalca oyunların hiç birine aldırmaksızın alır.
Ama hastalara yardım edileceğine, insanlar genelde bu güzel anı yokediyor. Oysa bu bir insanın tüm hayatı boyunca yaşayacağı en değerli andır. Bu, kişi yüzyıl yaşamış olsa bile yine de geçerlidir. Ama insanlar ağlamaya başlayıp, üzüldüklerini belli ederek, "Bu çok zamansız, bu ölüm gerçekleşmemeli" derler. Ya da "Merak etme, doktorlar kurtulacağını söylüyor" diyerek hastayı teselli etmeye çalışırlar.
Bunların hepsi saçmalıktır. Doktorlar bile bu aptalca şeylerin bir parçası haline gelirler. Ölüm anınızın gelip çattığını söylemek yerine bu konuyu esgeçip, size ümit vermeye devam ederler. Hastanın öleceğini çok iyi bildikleri halde, "Merak etmeyin, yaşayacaksınız" derler. Bu anın, hastanın ölümün tamamen farkına varması, saf bilinci deneyimleyebilmek için son derece güçlü ve kusursuzca ölümü kavraması gereken an olduğunu bilmedikleri için, onu boş tesellilerle geçiştirirler. Oysa ki o an büyük bir zafer anıdır. Artık onun için ölüm değil yalnızca ebedi yaşam vardır. | Offline
| |
13-07-2011, 12:57 AM
|
#17 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Tibet Bardosu
Ölüm bir son değil, insanın tüm yaşamının zirvesi, doruk noktasıdır. Ölüm sizin sona erdiğiniz değil yalnızca farklı bir bedene taşındığınız anlamına gelir. Doğu'da buna "teker" adı verilir. Bu teker sürekli döner durur. Evet, tekeri durdurmak mümkündür ama bu ancak ölürken gerçekleşebilir.
Bu dedemin ölümünün bana öğrettiği bir ders, en büyük derstir. O ağlıyor ve gözünde yaşlarla bizden tekeri durdurmamızı istiyordu. Ne yapacağımızı şaşırmıştık; tekeri nasıl durdurabilirdik?
Teker onun tekeriydi; bizim için görünür bir şey bile değildi. O, onun kendi bilinciydi ve ancak kendisi durdurabilirdi. Ancak bunu bizden istediğine göre, bunu kendi başına başaramadığı açıktı. Gözyaşlarının ve sanki sağırmışız gibi sürekli bu isteğini tekrarlamasının nedeni de buydu. Ona, "Seni duyduk ve anlıyoruz. Lütfen sessiz ol."dedik.
O anda harika bir şey oldu. Bu konuyu daha önce kimseye açmamıştım; belki de şu andan önce henüz bunun zamanı gelmemişti. Dedeme, "Lütfen sessiz ol." dedim. Kağnı, bozuk, kötü yolda büyük bir gürültüyle sallanıyordu. Hatta buna yol bile denemezdi, üzerinde ilerlemeye çalıştığımız yalnızca bir patikaydı ve o ısrar edip duruyordu, "Tekeri durdurun, Rajah beni duyuyor musun? Tekeri durdurun."
Ona tekrar, tekrar, "Evet, seni duyuyorum" dedim. "Ne demek istediğini anlıyorum. Ama sen de biliyorsun ki senden başka kimse tekeri durduramaz. Bu yüzden lütfen sessiz ol. Sana yardım etmeye çalışacağım."
Anneannem şaşırmıştı. Bana faltaşı gibi kocaman açılmış gözlerle bakıyordu. Nasıl yardım edebilirdim ki?
Ona şöyle dedim, "Evet, bu kadar şaşırma. Ansızın geçmiş hayatlarımdan birisini hatırladım. Onun ölümünü görmek bana kendi ölümlerimden birisini hatırlattı." O hayat ve ölüm Tibet'te gerçekleşmişti. Tibet çok bilimsel bir şekilde bu tekeri durdurmayı bilen tek ülkedir. Sonra kutsal bir şarkı mırıldanmaya başladım.
Ne anneannem, ne ölmekte olan dedem, ne de dışarıda bizi dikkatle dinlemekte olan uşağımız Bhoora bu şarkıyı anlayabiliyordu. Daha da garibi, ben de söylediğim şarkının tek bir sözcüğünü bile anlamıyordum. Ancak bu olayın üzerinden oniki-onüç yıl geçtikten sonra ne olduğunu anlayabildim. Bunu keşfetmek o kadar zaman aldı. Bu, bir Tibet ritüeli olan Bardo Thodal'dı.
Tibet'te birisi öldüğü zaman belli bir mantra tekrarlanır. Bu mantraya bardo adı verilir. Mantra ölmekte olan kişiye şunları söyler: "Rahatla ve sessiz ol. Kendi merkezini bul ve orada dur. Bedenin başına ne gelirse gelsin oradan ayrılma. Yalnızca olup bitene tanık ol.
Bırak ne olacaksa olsun, araya girme. Hatırla, hatırla, hatırla ki sen yalnızca tanıksın; bu senin gerçek doğan. Bunu hatırlayarak ölürsen, teker duracaktır." Bardo Thodal'ı ne yaptığımı bile bilmeden, ölmekte olan dedem için tekrarladım. Garip bir şekilde ben bunu tekrarladıkça, o da tamamen sessizleşerek beni dinledi. Belki de Tibetçe duymak çok şaşırtıcı bir şeydi. Belki ömrü boyunca tek kelime bile Tibetçe duymamıştı; belki de Tibet diye bir ülkenin varlığından bile haberi yoktu. Fakat ölürken bile tamamen katılımcı ve sessiz bir hale gelmişti. Anlayamadığı halde Bardo işe yaramıştı. Bazen anlamadığınız şeyler işe yarar; ve işe yaramalarının tek nedeni de anlamamanızdır. | Offline
| |
13-07-2011, 01:01 AM
|
#18 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Ermiş Prens
25 Ocak I947'de doğan Hanover Prensi, Prens Welf son Alman İmparatorunun torununun torunuydu. Babası Prens Georg Wilhelm gibi, Hanoverli İngiliz krallarının soyundan geliyordu. Annesi, Yunan Prensesi, Prenses Sophia ise İngiliz Prens Philip Mountbatten'in kız kardeşiydi.
Prens Welf eğitimini Almanya'daki Salem School ve kuzeni Prens Charles'ın da okuduğu, İskoçya'daki Gordonstoun gibi bir çok özel okulda gördü.
Prens zamanla aristokrat tarzdaki yetiştiriliş biçiminden uzaklaşmaya başladı. Tubingham Üniversitesi'nde ekonomi ve eğitim okuduktan sonra bir prenses değil de sıradan bir vatandaş olan, aynı okulda okuyan kız arkadaşıyla evlendi. Kısa zaman sonra Prens Welf ve karısı Wibke, terapi guruplarına katılmaya başlayıp, daha sonra da Zist Terapi Enstitüsü'ne geçip, orada terapi gruplarını yönettiler. Daha sonra Zist'te Bhagwan Shree Rajneesh'in meditasyon yöntemleriyle tanışıp, iki sannyasinin yönettiği gruba katıldılar.
Prens Welf'in Üniversite bitirme sınavlarından hemen önce, Prens, Wibke ve beş yaşındaki kızları Tania Almanya'dan ayrılarak karayolundan Hindistan'a gittiler. Bhagwan Shree Rajneesh'in Poona'daki aşramına 1975 yılının Aralık ayında vardılar.
Tüm aile, Tania'nın liderliğinde 16 Aralık 1975'te sannyas aldı. Bhagwan Prens'e Swami Anand Vimalkirti ismini verdi. "Anand" mutluluk, "Vimalkirti" ise özün saflığı anlamına geliyordu.
8 Ocak 1981'de, Vimalkirti karate ısınma hareketleri yaparken beyin kanaması geçirerek komaya girdi. 5 gün boyunca Poona hastanesinde solunum cihazlarına bağlı olarak yaşadı. Annesi Prenses Sophia ve kardeşi Prens Georg, onun yanında olabilmek için Almanya'dan Poona'ya uçtular.
Uzun seneler boyunca edindiği meditasyon deneyimleri, Vimalkirti'ye bedeni, zihni ve kalbiyle olan tüm bağlarının ötesine geçebilecek farkındalığı sağladı. 9 Ocak gecesi aydınlanarak, ertesi sabah bedeninden ayrıldı. Ailesi, tüm dostları ve komün üyelerinin katıldığı bir kutlama sırasında, Bhagwan, ustanın, öğrencisiyle paylaştığı sevgisinin bir göstergesi ve veda jesti olarak, Vimalkirti'nin kalbinin üzerine güller bıraktı. Dans edip, şarkılar söyleyen binlerce sannyasin, Vimalkirti'nin bedenine, yakılacağı tören yerine kadar eşlik ettiler. "Bir Prens gibi gitmesine izin verin" dedi Bhagwan. "O bir prensti. Sannyasinlerimin her birisi birer prenstirler."
13 Ocak günü, Vimalkirti'nin ailesi, babası Prens Georg'un da katılımıyla, Mavi Tuna Vals'i eşliğinde küllerini aşrama geri getirdiler. Küller böylece, mermer bir anıtın içinde, aşramın ağaçlık, sakin bir köşesinde yerini bulmuş oldu.
"O bir prensti. Aristokrasi doğuştan gelen değil, kalbin niteliğiyle ilgili bir özelliktir. Ve bana göre O, dünyanın en ender, en güzel ruhlarından birine sahipti." | Offline
| |
13-07-2011, 01:16 AM
|
#19 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz
Sevgili OSHO,
Vimalkirti'ye neler olduğu hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?
Vimalkirti'ye hiçbir şey olmuyor -tam olarak hiçbir şey- çünkü hiçbir şey Nirvana'dır. Batının hiçliğin güzelliği hakkında hiçbir fikri yoktur. Batının tavrı tümüyle dışa dönük, nesneler ve olaylara endekslidir. 'Hiçbir şey' kulağa boşluk gibi geliyor ama işin aslı hiç de öyle değildir.
Bu Doğunun en büyük keşiflerinden biridir: hiçlik boşluk demek değil aksine boşluğun tam tersi demektir.
Dopdolu olmak, taşmak anlamındadır.
'Hiçbir şey' sözcüğünü farklı yerleştirdiğinizde karşınıza 'hiç birşey' çıkacak ve geştalt değişimlerinde olduğu gibi anlam bir anda değişecektir.
Hiçlik sannyasin hedefidir. Kişi hiçbir şeyin olmadığı bir yere gelebilmelidir: tüm oluşlar yok olur. Yapma yoktur, yapan yoktur, arzu yoktur, hedef yoktur. Kişi yalnızca varolmaktadır, bilincin sularında en ufak bir kıpırdanma, en küçük bir ses bile kalmamıştır.
Zen yolundakiler bu duruma 'tek elle el çırpma sesi' derler. Tek elle el çırpmak tabii ki ses çıkartamaz, bu sessiz sestir, omkar yani yalnızca sessizliktir. Ama sessizlik boş değildir, aksine dopdoludur. Tamamen sessiz olduğunuz, hiçlikle tamamen uyum içinde olduğunuz an, bütünlük içinize yerleşir, her şeyin ötesindeki alem içinize nüfuz eder.
Ancak Batı zihni tüm dünyayı kendi gücünün ötesine itmiştir: hepimiz birer işkoliğe dönüştük. Benim tüm yaklaşımım ise sizlere sıfır olma yolunda yardım etmeye dayalıdır. Yaşamın en kusursuz deneyimi sıfırdır; bu en yüksek haz ve mutluluk deneyimidir.
Vimalkirti kutsandı. O asla şaşmayan, burada geçirdiği sürenin tamamında doğruluğu daima bütün olan, seçilmiş sayılı sannyasinlerimden birisiydi. Asla bir soru sormadı, asla bir mektup yazmadı, asla bir sorunla bana gelmedi. Öyle bir güven duyuyordu ki yavaş yavaş benimle bütünleşmeye başlamıştı. O en ender yüreklerden birine sahipti; yüreğin bu niteliği dünyada kalmamış durumda. O gerçek bir prens, gerçek bir asil, gerçek bir aristokrattı. Aristokrasi doğuştan gelen değil, kalbin bir niteliğiyle ilgili bir özelliktir. Ve bana göre O, dünyadaki en ender, en güzel ruhlardan birine sahipti.
Onun hakkında, 'Neler oluyor?' sorusunu sormak çok yersizdir.
Tabi ki insan, yetiştirilme biçiminden kaynaklanan, özellikle de Almanlar için geçerli olan, eski düşünce yöntemlerine doğru bir eğilim gösteriyor. Şöyle duymuştum:
Küçük Joey annesinin evden ona seslendiğini duyduğunda bir ağacın altında oturuyordu, "Joey ne yapıyorsun?"
"Hiçbir şey, anne" diye yanıt verdi.
"Yo, gerçekten Joey, ne yapıyorsun?"
"Hiçbir şey dedim ya."
"Bana yalan söyleme! Ne yapıyorsun söyle çabuk!"
Bu noktada Joey, derince iç çekip yerden küçük bir taş aldı ve biraz uzağa fırlatarak annesine, "Taş atıyorum" diye seslendi.
"Ben de bunu yaptığını sanıyordum zaten! Şimdi hemen buna bir son ver!"
"Tanrım" diye kendi kendine söylendi Joey, "bugünlerde kimse hiçbir şey yapmamana izin vermiyor."
Mutlaka bir şey yapılmalı... Kimse bana inanmıyor, siz de Vimalkirti hiçbir şey yapmıyor, yalnızca varoluyor dediğimde bana inanmayacaksınız.
Beyin kanaması geçirdiği gün onun için biraz endişelenmiştim, bu yüzden doktor sannyasinlerime onun en azından yedi gün boyunca hayatta kalmasını sağlamalarını söyledim. O kadar güzel, o kadar iyi gidiyordu ki, işi yarım bırakarak gitmemeliydi. Tam kıyıda duruyordu ve yalnızca küçük bir itkiyle o her şeyin ötesindeki aleme ait olacaktı.
Bana yaşamı yapay yollarla sürdürmekle ilgili birçok soru yöneltildi. O şu anda yapay solunum yapıyor. Yoksa o gün ölmüş olacaktı, neredeyse ölüyordu da. Bu yapay yollar olmasaydı gerçekten başka bir bedene, başka bir rahme girmiş olacaktı. Ama geri geldiğinde ben burada olmayacaktım. Kendine başka bir usta -hele benim gibi çılgın bir usta- bulup bulamayacağını kim bilebilirdi? Hem ayrıca birisi benimle böyle derin bir bağ kurduktan sonra başka bir ustayla yapamayacak çünkü diğer ustalar ona fazlasıyla düz, sıkıcı ve cansız gelecektir.
Bu yüzden biraz daha kalmasını istedim. Başardığı son şey, yapmakla hiçbir şey yapmama durumu arasındaki sınırı aşmak oldu. Onun hala içinde olan o 'bir şeyler' yokoldu. O artık hazır, artık ona veda edebilir, bunu kutlayabilir, onu layıkıyla uğurlayabiliriz.
Ona müthiş bir mutlulukla iyi yolculuklar dileyin. Danslarınız ve şarkılarınızla birlikte gönderin onu.
Onu görmeye gittiğimde aramızda gerçekleşenler şunlardı: gözlerim kapalı olarak yanında bekledim. Müthiş mutluydu. Bedeni artık tamamen kullanılmaz durumda. Cerrahlar, beyin cerrahları ve diğer doktorlar endişeliydi; tekrar tekrar kafamda neler döndüğünü, onun hayatta kalmasını neden istediğimi sorup duruyorlardı. Onlara göre bu anlamsızdı çünkü bir şekilde kurtulmayı başarsa bile, beyni asla düzgün çalışamayacaktı. Ben de onun bu durumda olmasını istemeyeceğime göre gitmesi daha iyi olurdu.
Neden onun yapay yollarla solunumunu sürdürmesini istediğim konusunda endişeliydiler. Bazen kalbi bile duruyor, yapay olarak yeniden çalıştırılması gerekiyordu. Dün böbrekleri iflas etmeye başladı ve içeride büyük bir ödem oluştuğu için kafatasında bir delik açılmak zorunda kalındı. Bu doğuştan gelme, olması gereken, bedeninin programına dahil bir durumdu.
Ama o çok güzel idare etti: Ölüm gerçekleşmeden önce bu yaşamı o en yüce çiçeklenme için kullandı. Geriye çok az bir şey kalmıştı: Dün gece o da yok oldu.
Dün gece ona, "Vimalkirti, artık herşeyin ötesine benim kutsamamla gidebilirsin" dediğimde sevinçten neredeyse haykırdı, "Haarika!"
"O kadar da değil" diyerek ona bir öykü anlattım.
Bir karga bir kurbağayla karşılaşıp anlatmaya başlamış:
"Cennette müthiş bir parti verilecek!"
Kurbağa kocaman ağzını açıp, "Haarika!" demiş.
Karga devam etmiş,' Müthiş yemek ve içecekler olacak."
Kurbağa yine, "Haarika!" diye yanıt vermiş.
"Güzel kadınlar gelecek ve Rolling Stones da canlı olarak çalacak."
Kurbağa ağzını daha da açıp haykırmış, "Haarikaa!"
Ve karga eklemiş, "Ama büyük ağızlı hiç kimse içeri alınmayacak."
Bunun üzerine kurbağa dudaklarını sıkıca büzüp şöyle mırıldanmış, "Zavallı timsah. Büyük hayal kırıklığına uğrayacak!"
Vimalkirti kusursuz bir güzelliğe sahip. O başka bir bedene dönmek zorunda kalmayacak çünkü uyanmış olarak, bir budalık durumunda gidiyor.
Bu nedenle hepiniz canlanmalı, dans edip, şarkılar söylemeli ve bunu kutlamalısınız. Yaşamı ve ölümü kutlamayı öğrenmeniz gerek. Yaşam gerçekten ölümün olabileceği kadar müthiş değildir; ancak ölümün müthiş olabilmesi için kişinin dördüncü etaba, turiya'ya erişmesi gereklidir.
Normal olarak beden, zihin ve kalple özdeşleşmekten kopmak güçtür ama Vimalkirti için bu çok kolay gerçekleşti. O bu özdeşleşmeyi noktalamak zorundaydı çünkü beden zaten ölmüştü, beş gündür ölüydü. Beyin
iflas etmiş, kalp ise uzaklara gitmişti.
Geçirdiği kaza yalnızca dışarıdan bakanlar için bir kazaydı ama Vimalkirti'nin kendisi için belli ki üzeri örtülmüş bir kutsamaydı. Böyle bir bedenle kendinizi daha fazla özdeşleştiremezsiniz: böbrekler çalışmıyor, solunum çalışmıyor, kalp çalışmıyor, beyin tamamen zarar görmüş. Böyle bir bedenle nasıl özdeşleşebilirsiniz? Bu imkansız. Yalnızca biraz açıklıkla kendinizi ayırabilirsiniz ve o bunu yaptı çünkü bu kadar açıklığa sahipti, bu kadarını geliştirmişti. Bu yüzden anında farkına vardı ki, "Ben beden değilim. Ben zihin değilim. Ben kalp de değilim." Bu üçünü geçebildiğiniz zaman dördüncü etap, yani turiya'ya erişirsiniz ve o sizin gerçek doğanızdır. Ona bir kez erişildiğinde bir daha asla kaybedilmez.
O benim fıkralarıma bayılırdı. Bu onun için son konuşma olduğuna göre bu fıkra da onun için:
İtalyan bir çift aceleyle hastaneye gidiyordu çünkü kadın doğum yapmak üzereydi. Fakat yolda korkunç bir kaza oldu ve adam komaya girerek hastaneye kaldırıldı.
Kendine geldiğinde ona üç aydır komada olduğunu, karısının iyi olduğunu ve biri kız, biri oğlan ikiz babası olarak gurur duyması gerektiğini söylediler.
Mümkün olduğu kadar yakın zamanda hastaneden ayrılıp ailesine koştu ve evde bir süre geçirdikten sonra karısına çocuklara ne isim koyduklarını sordu.
Karısı yanıt verdi: "İtalyan geleneklerine uyarak isimlerini ben koymadım. Yeni doğan bebeklerin ismini koymak erkeğin işidir ama sen komada olduğun için bu görev oğlan kardeşine düştü."
Bunu duyan koca oldukça üzgün bir şekilde şöyle dedi, "Oğlan kardeşim tam bir salaktır! Onun dünyadan haberi yoktur! Çocuklara ne isim koydu?
Karısı, "Kız olana Denise ismini koydu" diye yanıt verdi.
"Hey, bu fena değil" dedi koca. "Peki ya diğer bambino?"
"Oğlanın ismiyse De-nephew* oldu."
... Bunlar benim felsefemin üç öğesi: yaşam, aşk ve kahkaha. Yaşam yalnızca bir tohumdur, aşk bir çiçektir, kahkaha ise bir kokudur. Yalnızca dünyaya gelmiş olmak yetmez, kişi yaşam sanatını öğrenmelidir; bu meditasyonun A'sıdır. Daha sonra kişi sevme sanatını öğrenmelidir; bu ise meditasyonun B'sidir. Ve sonra kişi gülme sanatını öğrenmelidir; bu da meditasyonun C'sidir ve meditasyonun yalnızca üç maddesi vardır: A,B,C.
Bugün Vimalkirti'yi en güzel şekilde uğurlamalısınız. Onu kahkahalarla uğurlayın... O burada, sizin gülümseyişlerinizde, kahkaha atışlarınızda bizimle birlikte olacaktır. O burada, çiçeklerin, güneşin, rüzgarın, yağmurun içinde yaşayacaktır, çünkü hiçbir şey yokolmaz, hiç kimse gerçekten ölmez, yalnızca sonsuzluğun bir parçası haline gelir.
Bu yüzden gözlerinizde yaşlar hissetseniz bile bırakın bunlar sevinç gözyaşları olsun, onun elde ettiği başarının sevinç gözyaşları... Kendinizi, onu nasıl özleyeceğinizi düşünmeyin; onu, nasıl tamamlandığını düşünün.
Benim yaklaşımım tamamen kutlama üzerinedir. Benim için din kutlamanın tüm tayfı, tüm gökkuşağı, tüm renkleridir. Bunu kendiniz için büyük bir fırsat olarak değerlendirin çünkü onun aramızdan ayrılışını kutlarken bir çoğunuz daha büyük yüksekliklere, varoluşun yeni boyutlarına erişebileceksiniz; bu mümkün olacaktır. Bunlar kaçırılmaması gereken anlardır; bunlar kapasitelerinin son damlasına kadar değerlendirilmesi gereken anlardır.
* İngilizce'de 'niece' (Denise'teki 'nise' ile okunuşu aynıdır) kız yeğen anlamına nephew ise erkek yeğen anlamına gelmektedir. | Offline
| |
13-07-2011, 01:25 AM
|
#20 (permalink)
| Administrators Zerynthia
Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
| Cevap: Osho - Ölmeden Önce Ölünüz
Bütünüyle Keyfine Varın!
Günışığıyla Aydınlanan Doruklardan Bir Manzara
Karanlıktan Aydınlığa
Sevgili OSHO,
Babanızın dün gerçekleşen ölümü üzerine bir şeyler söyleyebilir misiniz?
Bu asla bir ölüm değildi. Ya da toptan ölümdü. Zaten bu ikisi de aynı anlama gelir. Onun bu şekilde ölmesini umuyordum, herkesin arzu etmesi gereken bir şekilde öldü: samadhi yani aydınlanma halinde, bedeni ve zihninden tamamen bağımsızlaşmış olarak.
Hastanede olduğu üç ay içerisinde ziyaretine yalnızca üç kere gittim. Ne zaman ölümün kıyısında olduğunu hissettiysem o zaman gittim. İlk iki ziyaretimde öldüğü taktirde yeniden dünyaya gelmek zorunda kalacağından korktum biraz; bedene bağımlılık tamamen yokolmamıştı. Meditasyonu her gün biraz daha derinleşiyordu ama yine de onu bedenine bağlayan zincir tamamen kırılmamış, yerinde duruyordu.
Dün onu bir kez daha görmeye gittiğimde sonsuz mutluluk duydum çünkü artık doğru bir şekilde ölebilirdi. Artık bedeni onu ilgilendirmiyordu. Dün sabaha karşı üç sularında sonsuzluğa göz atabilme şansına ilk kez erişti ve bir anda artık öleceğinin farkına vardı. Bu beni ilk yanına çağırışıydı, diğer iki seferde kendi kararımla gitmiştim. Dün beni çağırdı çünkü öleceğini kesin olarak biliyordu. Bana veda etmek istiyordu ve bunu çok güzel bir şekilde, gözlerinde yaşlar olmadan, daha fazla yaşamak için artık hiçbir özlem duymaksızın gerçekleştirdi.
Bu yüzden bu bir ölümden çok sonsuzluğun içine doğuştur. Zamanında öldü ve sonsuzluğa doğdu. Ya da tamamen öldü yani bir kez daha dünyaya geri gelmeyecek şekilde. Bu edinilebilecek en büyük başarıdır; bundan daha yüce bir şey yoktur.
Bu dünyadan tam bir sessizlik, neşe ve huzur içinde ayrıldı. Dünyadan kutlanmaya değer bir biçimde, bir nilüfer çiçeği gibi ayrıldı. Bu ender anlar sizin nasıl yaşanıp nasıl ölüneceğini öğrenebilmeniz için eşsiz fırsatlardır. Her ölüm bir kutlamaya dönüşmelidir ancak bu yalnızca sizi varoluşun daha yüksek boyutlarına taşıyabilmesiyle mümkündür.
O aydınlanmış olarak öldü ve bu benim her sannyasinim için arzu ettiğim ölüm biçimidir. Aydınlanmamışsanız yaşam çirkindir ama aydınlandığınız zaman ölüm bile güzelleşir. Aydınlanmamışsanız yaşam çirkindir çünkü acıyla dolu bir cehenneme benzer. Aydınlandığınızda ise ölüm tanrısal olana açılan bir kapı gibidir; artık acı yoktur, cehennem de yoktur. Aslında tam tersine bu tüm acıları, tüm cehennemleri terk etmektir.
Bu şekilde öldüğü için son derece mutluyum. Unutmayın: meditasyon ne kadar derinleşirse, beden zihin bileşkenizden de o derece uzaklaşırsınız. Ve meditasyon en üst noktaya ulaştığında, artık her şeyi görebilirsiniz.
Dün sabah kesin olarak ölümün kapıyı çaldığının farkındaydı. Ve beni çağırdı. Bu beni ilk çağırışıydı ve onu gördüğüm anda artık bedeninde olmadığını anladım. Bedene ait tüm acılar yok olmuştu. Doktorların kafasını karıştıran neden buydu: beden tamamen normal bir şekilde işliyordu. Bu yüzden onların beklediği son şey ölmesiydi. Ondan önceki herhangi bir gün ölebilirdi. Derin acılar içindeydi ve bedeni ciddi sorunlarla doluydu: kalbi düzgün işlemiyor, nabzı bulunamıyor, beyninde, bacağı ve elinde kan pıhtıları saptanıyordu.
Dün ise durumu kesinlikle normale dönmüştü. Onu muayene edip ölmesinin olanaksız olduğunu, hiçbir sorun veya tehlikenin mevcut olmadığını söylediler. Ama bu böyledir. Tehlikenin olduğu gün, doktorlara göre tehlikesizdi. Bir ay önce hastaneye yatırıldığında geçirdiği ilk yirmi-dört saat ise en tehlikeli zamandı; öleceğinden korkuyorlardı. Ama ölmedi. Daha sonraki yirmi-dört saat boyunca hala kurtulup kurtulamayacağı hakkında bir şeyler söyleyemiyorlardı. Hatta bir cerrah, kan pıhtıları başka yerlere giderse onu kurtarmak mümkün olmayacağı için, tüm bacağı kesme önerisini bile getirmişti.
Ben bacağın kesilmesine karşı çıktım çünkü insan er ya da geç ölecekse, bedenin şeklini bozup daha fazla acı çektirmenin ne anlamı vardı? Yalnızca yaşamak, yaşam süresini uzatmak da anlamsızdı. Bu yüzden karşı çıktım ve bu doktorları şaşırttı. Fakat o neredeyse dört hafta boyunca yaşamayı sürdürünce, benim haklı olduğuma, bacağı kesmenin gereksiz olduğuna karar verdiler. Bacak kurtuluyor, adeta diriliyordu. Hatta yeniden yürümeye başlamıştı ki bu Dr. Sardesai için bir mucizeydi. Bu kadarını, tekrar yürüyecek olmasını ummuyorlardı bile.
Dün tamamıyla normaldi, her şeyi normale dönmüştü. Bu durum benim için, ölümün gerçekleşmesinin artık mümkün olduğunun işaretiydi. Eğer meditasyon ölümden önce gerçekleşebilirse her şey normale döner. Kişi ölürken kusursuz bir sağlığa kavuşur çünkü gerçekte ölmüyor, yalnızca daha yüksek bir boyuta geçiyordur. Beden bu durumda bir sıçrama tahtası görevi görür.
O yıllardır meditasyon yapıyordu. Ender bulunan bir adamdı, onun gibi bir baba zor bulunur. Oğlunun öğrencisi olan bir baba: bu çok enderdir. İsa'nın babası oğlunun öğrencisi olmaya cesaret edemedi, Buda'nın babası için ise bu seneler aldı. Ama benim babam yıllardır meditasyon yapıyordu. Her gün üç saat boyunca, sabah üçle altı arası meditasyona oturuyordu. Dün bile, hastanede olmasına karşın bunu sürdürdü.
Olay dün gerçekleşti. Kişi bunun ne zaman olacağını bilemez. İnsan kazmayı sürdürürse bir gün suyun kaynağıyla, bilincin kaynağıyla karşılaşır. Dün bu gerçekleşti, iyi bir zamanlamayla gerçekleşti. Bedenini bir gün önce bile terketmiş olsaydı kısa süre sonra başka bir bedenle geri dönecekti çünkü hala bir parça bağlanma mevcuttu. Ancak dün defter tamamen temizlenmişti. Zihinsizlik durumuna erişip bir buda gibi öldü. Zaten kişi budalık durumundan daha fazla ne isteyebilir ki?
Benim burada tüm çabam, sizlerin birer buda gibi yaşayıp birer buda gibi ölmenize yardımcı olmaktır. Bir budanın ölümü her ikisini de kapsar. Bu ölüm değildir çünkü yaşam sonsuzdur. Yaşam doğumla başlayıp ölümle sona ermez. Milyonlarca kez doğdunuz ve öldünüz; bunlar sonsuzluğa doğru çıktığınız kutsal yolculuğun içinde yalnızca küçük bölümlerdir. Ama bilinciniz açık olmadığı için yaşamın ve ölümün ötesinde olanı görememektesiniz.
Daha bilinçli bir hale geldikçe, asıl yüzünüzü göreceksiniz. O dün bunu gördü. Tek elin çırpış sesini, sessiz sesi duydu. Bu yüzden bu bir ölüm değil, sonsuz yaşama erişmektir. Diğer yandan toptan ölüm olarak da nitelendirilebilir çünkü o artık geri gelmeyecektir.
Neşe ve sevinç duyun! | Offline
| | | |
Yetkileriniz
| Konu Acma Yetkiniz Yok Cevap Yazma Yetkiniz Yok Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok HTML-Kodu Kapalı | | | Osho - Ölmeden Önce ÖlünüzAlternatif Kişisel Gelişim ve Osho Osho - Ölmeden Önce Ölünüz Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Yaşam Önsevişme, Ölüm Orgazmdır
Sevgili OSHO,
Dünyadaki tüm insanlar, bir anda, tanıdıkları insanların çoğunun ölümüne yol açacak, önüne geçilemez, korkunç bir hastalığın içinde olduklarını farkederlerse, bu insan bilincini nasıl etkileyecektir?
Bu kişiden kişiye göre değişir. Mutlak bilince sahip birisi bu ... ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Osho telkin cd indir izle İstanbul Osho nerededir kimdir Osho çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Osho hipnoz Osho olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Osho hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Osho kuantum düşünce kitap haberi WEZ Format +3. Şuan Saat: 02:30 AM.
|